PUSUDADIR ZAMAN / Mehmet MORTAŞ



kanatları kırılmış
bir rüzgârın önündeyim
mühürlenen sonbahar yaprakları
terk ediyor hüzünleri
iniyor kar tanesi burukluğunda
mahşer yerine siluetim
denizi içtim şarap tadındaydı
sarhoş olmadım
gönül putundan helvalar yedim
çare olmadı açlığıma
gölgem saçlarımı okşadı
dokunduğum ağaçlarda saçkıran
gözlerinden acıya ok gibi fırlayan
bakışların baygın
dilimin keskinliğinden
kelimeler yarım
menkıbelerden yapılmış
hayallerin iniyor
önümde gölgeden perdeler
acıyla yoğrulmuş sesler içiyorum
kalbi ölmüş bir asrın hengâmesinden
dünyanın nefesini tutuyorum



KAPANIK KONU / Fazlı BAYRAM


öyle işte
köpek gibi
kendi ayağımla geldiğime bakma
sen gelirsen kaçarım arkama bakmadan
elveda çağlara duvar ören
sır dolu kumbara
çaresi yok
kağıt
masal
böyle uzar bu böyle azar
bana bir borcun var vazgeçmem
cüzzam çağırıp saçlarının yorgunluğuna
yeşil kürk ezberlerine
çıkıp haykırmak neden
ciplerin lastiklerine
kapat konuyu
sıçratma aklımı
ve konu kapanmaz

ikinci kapanık konu

pırıl pırıl gözlerin
rüzgâr sonrası açılan gök gibi


BAHAR / Şeyhşamil EJDERHA













Attığım her adıma yetişen bir hüzün
Susup susup tekrar haykırırken
Nedendir bilmem, sanki bir telaş vurur
Kimsesiz ayaklarımı, yorgun yollarda
O an
Bir türkü başlar
Ve büyür, kıyıya paralel dağlar...

Dağlar, yüreğimi dağlar
En gür sükûta yetişen bir sitem
Bir haykırış içinde tekrar susar

Susmak istiyorum
Susup susup yeniden haykırmak
Bir gölge içinde kaybolup
Kimsesiz bir anda kendime varmak
Ve kaybolmak
Her şeyin başladığı bir anda
Tekrar yok olmak

Sonra
Sıralanır en alakasız mısralar
Sizin oralarda şimdi başka bir bahar var
Kırk hüzne eş güller açar
Bizim buralar ise ıssız
Sükût uzadıkca uzar
İnsanlar
Yeni başlayan bir bahar üzerine
Tekrar susar


    

DÜŞÜNCE DENİZİ / Mehlika Rana ARIKMERT



Düşünce denizimdeki fikir
Hep ayrı bir şey der

Ya bir sus ya bir konuş
Aslında kızgınım bu günüme

Ne farkı var bir öncekine
Hep suskun hep suskun

Etkisi yoktur bir ben
Ve bir başka ben oldukça

Dünyada düşünce yoksunu
Konuşsam ne fark eder.

ONLARIN SESİ / Esra BALCI

 

Tertemiz kalpli bir çocuktu
Tüm kelimeleri torbaya koydu
Artık kimse konuşamıyordu
Herkes hep susuyordu

Sadece suyun sesi
Rüzgârın uğultusu
Kuşların yağmurun sesi
Sadece onların sesi


5 Nisan Ortaokulu-Kahramanmaraş

DİL KAPISI’NDAN GEÇMEDİKÇE/Ahmet Doğan İLBEY


Dil Kapısı’nda kelimeler var, hüzün var, gurbet var, dost var. Kelimelerin sûretini geçip sîretinden yapılmış mâna dolu bir hayat tâlimi var. Bu tâlimi yapanlar bilerek gelenlerdir…

Dil Kapısı’nda kelimeler mâveranın birer miracıdır. Etinden kemiğinden ayrılır, terbiye edilir, pişer, hamlığından kurtulur ve hakikat âlemine götüren birer yol olur.
Dil Kapısı’nda söyleşenler Bezm-i Elest’teki sözün sadâkatince tâlim edenlerdir. Hayatın anlam bilgisi kelimeler üzerinden öğrenilir. Dünyanın ve öte âlemin arasındaki yola kelimelerin kuvvetiyle gidilip gelinir... Bu kapıda durmayan bilmez, dilin aşkın bâdesi olduğunu...

DİL KAPISI TARÎKLERDEN BİR TARÎK…

Kelimelerden inşa edilmiş bir dil mabedidir Dil Kapısı... Bu kapıdaki tâlim kardeş tarîkatlar gibi aynı hakikatin yollarından biridir anlayana... Nihayetinde O’na götürür, teslim eder dilin hakikatine sâdık kalanları... Bu Kapı tek başına bir hakikat yolu değil elbet. Tarîklerden bir tarîk...

Dil Kapısı’nın hakiki ahzan-ı şerifleri peygamberlerdir. Hz. Âdem dünyaya gönderilirken eline önce “Kelimeler Kitabı” verilmiş. Kendini kelimelerle sınamak isteyen velilerin yolu açılmış böylelikle...

Bu kapıda derûnunu kelimeleştirenler, yâni hakikatin, kendi lisanlarında neşv ü nema bulmasını âşikar edenler var: Yunus ve Mevlâna ve Mısrî ve Fuzûlî ... Bu uluların kelimeleri istikâmetinde Dil Kapısı’na sadâkatle yüreğini taşıyanlar dünden bugüne devam ediyor.

Bütün çağlarda Dil Kapıları önce horlanmış. Eserleri, yâni hakikati ortaya çıktıkça perestiş edilmiş. Dil, gönül, kalp; bezm-i elest’te “beli” deyip söz vererek bir batında doğan kökü bir, mânası bir kelimelerdir. Aynı hakikatin üç zarfıdır...

DİL YÂRESİ OLAN DİL KAPISI’NDA DEVÂ BULUR

Dil Kapısı’nı terk edenler hüsrandadır… müdavimi olanlar saadettedirler. Dil yarêsi olanların yarası Dil Kapısı’nda devâ bulur. Lisanî bir hayatı yaşamak isteyenlerin dergâhıdır bu kapı... İlk anda vehbî mi, kesbi mi olduğunu belli etmeyen bir dergâh... Meydandan uzak… İmanını diline, yani kelimelere teslim edenlerin tekkesi...

Bu kapıda dili bir, ikrarı bir olmak için tâlim edilir. Gönüllerin birliği için... Ben’den sen’e ve sonra Bir’e ulaşmak için... Baş koyan bilir bu dilin değerini...

DİL KAPISI’NDA ATEŞ, SU VE HÜZÜN…

Dil Kapısı’nda ateş ve su, hüzün ve gurbet bir aradadır... Kendini ateşe atanlar ateşten çıkıp suyun, yani âsude serinliğin cennetine tâlib olanlardır...

Dil Kapısı’nda duranlar mecanin-i kelime, yani kelime mecnûnlarıdır... Leylâları yürekten damıtılmış kelimelerdir... Ehl-i akıl giremez, çünkü anlamaz lisân-ı hâlden. Dilin mânasını tarîk edinemez “akl-ı meaş” olanlar.

Dil Kapısı’nın anahtarının kaybedenler bedbahttırlar, âdemiyetleri yarımdır. Bu kapıda tâlim etmeyenler, kendisine emanet verilen kelimelerin sadece lafzını konuşabilen ve etiyle uğraşanlardır. Sîretini zikredip çoğaltamazlar. Dilin derûnundan mahrumdurlar.

Dil Kapısı devletlerden güçlüdür. Efendimiz (s.a.v.)’in vahye muhatap ulvî dili bütün önceleri ve sonraları fesh etti. Hz. İsa’nın dili maddî güce dayanan Roma’nın tanrı-krallarını ezip toz hâline getirdi. Yesevîlerin, Şah-ı Nakşıbendlerin Dil Kapısı asırları aşıp bütün gürlüğü ile kalplerde nağmeleniyor. Cengiz’in ve Timur’un iktidarı nerede? Nil diyarında Yusuf’un dili kaldı, Firavun’dan ruhsuz ehramlar…

BU KAPIDA İNSANI DİL İLE TARTARLAR

Bu kapıda insanı dil terazisinde tartıp ölçerler... Bezm-i Elest’ten tevarüs edilen kelimelerle tanış olup olmadığına ve dünyada edindiği kelimelerin sûretini geçip geçmediğine bakarlar...

Dil, Öte’den bir emanettir, hakikatin kavranış biçimidir bilene... Tâc-ı İskender ve taht-ı Süleyman sahibi olsa bir insan, Dil Kapısı’ndan geçmedikçe bahtiyar olamaz. Cehennemin Yedi Kapısı’ndan geçmek için önce Dil Kapısı’ndan geçmek gerek. Cümle Kapısı’na bu Kapı’daki tâlimden sonra varılır. Şairin dediği üzere: “Derd-i dil” olmak lâzım.

Çünkü insan dil ile inşa eder sevgiyi, iyiliği, tabiatı, yaratanı, her şeyi. Dil, dinin eteklerinden tutunmuş bir güzel vasıta da ondan... Dil yalnızca söz değildir. Herkes konuşur fakat herkesin dili olmaz, Dil Kapısı’ndan giremez. Pîrlerin dediği gibi, dili olan ayrı, konuşan ayrı...


AŞK KIRINTILARI GECENİN/Muhammet İsa ÖZTÜRK










Bir çocuğun masumiyetinde rastladım gözlerine
Hülyalarına sordum seni
Hangi yaramaz hayallerin başrolündesin?

Uyursun
Uçmayı unutur kuşlar
Bahar küser çiçeklere
Kapanır cennetimin kapısı
Hüzün çöker üstüme

Gel cennet bakışlım!
Gözlerimin ocağında demlediğim melalimi,
Gözyaşlarımı içmez misin?

Gözlerimle topladım
Kalbime düşüp dağılan özlemini
Güneşe astım ceketini
Gün görmemiş sevinçlerimin
Melalimin mahzeninde,
Alnından öperken geceyi
Bakışınla süsledim yıldızları
Ve sen yine karanlıklardasın

Aynı şehrin aynı şiirinde buluşsak
Sözlerim bakışına karışsa
Ben sen olsam
Sen de ben!

Ey yar!
Gözlerinde parlayan aşkla başlar baharım
Çatlamış dudağı toprağımın
Açılan her çiçek,
Yağmur olur susuzluğuma, kaşlarında
İçim yanıyor içim, canımın içi!
Sen gülümsersen kafiyeme
Şiirim sen kokar mahşeri…

Ve gece
Sevdamızın kokusuyla nihayetlenen
Cennet bahçesi gibi
Masum ve sırılsıklam

Yıldızlar dökülür gözlerimden
Hüzün çiselenir üstüme
Kalbimdeki kırık;
Azgın bir volkan gibi
Tutuşuyor dağlarımda
Ve sen yine yoksun
Kim bilir hangi şiirin ahengindesin?

Sımsıcaktır gözyaşlarım
Dökülen her damla
Şiir olur yanaklarımda
Her şiiri üstüne al sevdiğim
Üstüne al ve üşümesin yüreğin

Gel artık Nurtanem!
Bak
Aynı ıstırabın özlem sokağında
Ele kağıda şiir olduk

***GECEYİ ISTIRAP GEŞE












I.Geceye ıstırap kala

Aşıklar öldükçe, örtüsü eskir masumiyetin
Öyle sessiz ve divane
Bir de ekşiyen siması var dünyanın
Öldükçe bir çocuk

Bilmem mi yetim hayatını;
Yakan nehrin iniltisi gibi
Canı acıyarak
Ah ben!
Ben, acısı sağalmayacak laflarla büyüdüm

Kıskanırım ırmakları
Akabilsem derinden çığlık çığlığa
Seyretsem gökyüzünü
Bir okyanus genişliğinde

Tembellik hafiftir azizim!
Kolay götürür uçurumlara
Savurur en ağır çukurlara
Yol almak zor
Dehrin saçlarını okşamadan

II. Geceyi ıstırap geçe

Ve gece; en ağır imbatlarla
Boğazında kalır umutlarımın
İyi geceler diliyor zaman
Yetimin kursağında kalan sözcüklere

Gece, saat aşkı haykırış geçiyor
Biçiyor taşa özenen duygularımı her kelime
Korkunç dehlizlerini öptüm
Çilesi bitmemiş sözcüklerin
Her harf, devrim olur dudaklarıma

Gece, saat aşkı ıstırap geçiyor
Kafasına sıkasım var acılarımın
Her kül, bir vedaydı dallarımdan
Eylül’ün busesiyle yaprak döker sancılarım
Huzurun pak sütünü emmek için

Gece, saat aşkı müjde geçiyor
Örümcek ağına girmiş gibi gözyaşlarım
Küflü ve kırık bir kayık gibi yanaklarımda
Bir dehrin destanını işler gibi
Yanışımı örüyor ayet ayet hayallerime

Gece saat aşkı o geçiyor
Gece saat aşkı ben geçiyorum

Gece saat aşkı uykusuzluk geçiyor
***
BAHAR

Âlemi dîvâne itdün sanki eyyâm-ı bahâr
Kimseye sakın hilâl ebrûnı gösterme meded
                                                          Yahya Bey
                                                                                







I.bahar öncesi/ elde kalan

...ve melali taç edinmiş gecelerde
söndü ayinesi isli hatıralar
tabiri eksi(-)k rüyalar düştü
dimağın yitik üşüyen rıhtımına
eldesiz hatıralar, elde kalan...
köşe-bucak sevgiler, nim kaldı
sevda yudumlu leyli hatıralarda

sükuti renk cesetleri,
morardı hayallerin ufuk tahtında
gökkuşağı, boğazında kaldı fezanın
renkleşti alacakaranlık; kapkara...
renk leşti adeta uykunun busesinde
her buse, bir melal kırıntısı
her kırıntı, birer lisansız gurbet.

II.(b)ekleyiş istasyonu

zemheri kuyular nur saçtı ansızın
yusuflar haykırdı
esrarını akıtan hercai hüzün meskenine
üryan (s)oyundu hüzün,
muştuyu libas giydi, halelendi ufuklar
tılsımı her u merc arraf, yutkundu
mutlu bir geleceğin istasyonunda

III. hazırlık/seyir defteri

mikail (n)akışlı bir hazırlık
nağme nağme...
akarken küflü dim/ağın terkisine,
dört nala sürüldü atlar
beklenen baharın muştusuyla.

ritmi giryan hüzzam, artık seyyah
gönül bahçesinin bestesine...
"yeni bir dünya" türküsünün muştusuyla
yankılanır gökkubbede.

güvercinler, martılar...
bir sevinç var semanın mücella simasında

tabiat lisanınca sırlı ayineler,
nakşederken (s)özlerin özünü
gül rahiyası fışkırır nağmeler

bir hazırlık var ebruli ahenkler cennetine.

IV.deri/n/de hissedilen esinti/bahar

... ve ayaklar altına alınır melal.

yankısı yitik umut albümünden,
ayinedar hayaller libas giyer takvimin hanesinde
sülüs, gül sühanıyla sürmelenir.
metruk ibadetin dergahında,
hazan dokulu rüdumlar yıkılır.

halelenir bütün bağrı yanıklar
nurefşan baharın gül kucağında
filizlenir kadim ruhlu aşıklar
yepyeni bahara erer şafağında


***
AĞIRDIR AŞK ARALIK GECELERİNDE... 

Muhammed İsa ÖZTÜRK












Ağırdır aşk aralık gecelerinde
Beşiğinde sallar gibi kızgın bir ateşi
Her saniye, seneler andırır hararetiyle
Saçını okşar gibi bir yetimi hasretiyle

Ağırdır aşk aralık gecelerinde
Beynimde ölü kemikleri
Gözlerimde tükenmişliğin sancısı
Bilinmeyen denkleme doğru
‘x’ gibiyim ; meçhul ve aşık

Ağırdır aşk aralık gecelerinde
Kalbimde biriken yorgun gözyaşlarım
Şıpırdar yanaklarımda sızım, ansızın
Aşk kokarak dudaklarım,
Fısıldar yepyeni bir sevda türküsünü

Ağırdır aşk aralık gecelerinde
Zemzem misali renksiz ve tatlı
Kelebekler gibi özgür maşukun koynunda
Irmak ırmak gülümseyen gözlerde
Utanır ruhsuz bakışlar , kaybedilmişliğin kuyusunda
Ayaklar , bilinmeyene dört nala...

Ağırdır aşk aralık gecelerinde
Vazgeçmişliğin terkisiyle yutkunurken gemiler,
Batar ve acıtır deryanın canını
Melali sancı olur dalgalar,
Öperken ellerini sahillerin
Suskun çocuğu taşır avuçlarında haykırarak
Ve bir fotoğraf;
Rezaletini resmediyor kumlara insanlığın

Ağırdır aşk aralık gecelerinde
Acılarımla örtünür gökyüzü, üşüyerek
Haykırır gül devrinin destanını
Aşkla hemhal kalbime...
Her sözcük, nim kalmış bir medeniyet
Demlenir gül muştunun sefinesinden
Vuslatı emmek için kainatın sinesinden

Ağırdır aşk aralık gecelerinde
Beyinler, karınca yuvası
Kalpler, böğürtlen alevleriyle mahşeri
Örtüsüne bürünür gündüz
Eğilir yetim çiçekler, kamışlar gibi
Zakkuma dönüşür gecenin siması
Her kalp, ateş kuyusu
İsli yalan sikkesi gözler
Sözler ki ; ihanet ceketini giymiş mızrak misali

Ağırdır aşk aralık gecelerinde
“iyi ki sevdim”lerden kalan ateş,
Yol alır kaygan zemininde gözyaşlarımın
Dökülür melali yapraklarım
Yanaklarımın uykusuz toprağına...

Ağırdır aşk aralık gecelerinde
Bir papatyanın yaprağını dökmesi gibi
El değmemiş gül bahçesine
Sevda kokması gibi büsbütün
Hicret türküsüyle sarhoş bülbül misali
Kah ney olur gül-i zarımda
Kah bir çocuk masumiyetiyle kalbimin neşesi


GAZEL YÜZLÜLER / Halit UĞUR


Sızlayan  yüreklerin,
Mehmet’ini bekleyenlerin,
Gözlerin bererdiği,
Yetimlerin bekleştiği,
Gazel Yüzlülerin,
Yağız erlerin efsanesi,
Yemen.

Emirde tekir kadar uysal,
Tilki kadar kurnaz,
Kaplan kadar cesur,
Kıtmir kadar sadık,
Mukaddes emanet bekçileri,
Yemen’in Kavurası sıcaklığında
Gözleri bir Yemen çölü
Yüreği zemheriyi yaşayan,
Feragati utandıracak kadar sabırlı,
Mehmetçiklerimiz.

Dönüşü olmayan nöbet yeri,
Gül bahçesinin nöbetçileri,
O sıcak gecelerde,
Uyku tutmayan gözler,
Al basmış rüyalar koğuşu,
Dönderir o yana, bu yana erleri,
Su gibi terle, tutulan nöbet yerleri,
Yarınsız günler,
Ah O,Yemen.

Gözlerde yaş bitmişti,
Ağlanmıyordu bu şehitlere,
Günlük hayat telaşesiydi,
Hüseyni karagahı,
Kerbela yüreklerde,
Bir damla suya hasret,
Acılarında dahi gurur saklı,
Zemzem soylu yiğitler,
 Mehmetçikler.

Bir avuç darı kavurgası,
Midenin istihak hakkı,
Alperenlerimizin,
Yüreğimizin acıdığı,
Ah O,  Yemen

Dedelerimizin,  gözü pekliği,
Ocak başlarında dillenmiş,
Dillerde destanlaşmış
Gönüllerde yeşermiş,
Dedelerimizden bize miras,
Alın sizde bunu söyleyin dediği;

Bebeklerin ninnisi,
Dillerin tesbih tanesi,
Yemen Türküsü,



GAZEL/Memduh ATALAY

 

Saat susar, gün susar, gün gelir an konuşur,
Dil susar, göz susar, gün gelir can konuşur.

Ay dolanır, mevsim geçer; çatlar sabrı sükûtun,
Açılır ses vermeyen kapı, şafakta tan konuşur.

Yumuş oğlanları pervane kesilirken erke,
Bir er kopar Oğuz’dan, aslan konuşur.

Yağlı urgan, dilsiz cellât, peşimden koşar iken
Bu ne müthiş duruştur, meydan konuşur.

Kaç kılıç geri tepti, kırıldı kaç kılıç,
Edep eder âşık, kalkan konuşur.

Bir sır ki desem biter esrarı,
Dile gelse kalbim, volkan konuşur.

Bunca hata, bunca günah sayarken zahit
Sönmez umudun ışığı, Rahman konuşur

Sanma ki söz ustasıyım yolunda senin,
Dilsiz bir biçareyim, kurban konuşur.

Senin çağırdığın yokluk sofrasına talibim,
Âşık sözden arınıp üryan konuşur

Seni seven olmak nişandır bana,
Memduh, bu demde unvan konuşur. 

MAĞARA TURLARI / Fazlı BAYRAM


içimdeki yalnızlığa doğru kaçıyorum
kır çiçeklerinden
senden bile

bile bile
kaçtığım
ayaklarım çeker beni dar yerlere
gönlüm sende

ne aşklar gördü dünya
benimki ne ki

olmuyor
mağara iyi kaçtığım
kendi yalnızlığıma ağıt

evet
ülkenden ne haber
yorgun musun
otuz yedisi kana bulandı fidanların
suluyordun sen onları akşam sabah
yansın
çimenler de yansın kül olsun bu gün
güller de

karşımda ilkbahara düşme sakın
mutlu bahtiyar
gülme
otuz yedisi toprak şimdi
hem de toprak için
celse dört karanlığı
bu kadar celse sonra yetiş
yetiş mağaramdaki zenginlik
kaçtığım senin yalnızlığın

tarla gibi sürdün hastaneleri
evlerde bomba
evlerde bir kara bulut
evler üst üste yan yana
Asr-ı Saadette tutulan saf evler
evler ne oldu
evlerde çocuklar
evlerde bahçe keserleri
birden gök çöktü
çamur içti eyvanlar eyvah
yetiş mağara
ne ölümler öldüm çöz ayaklarımdan
namert tüketti saf saf evlerimizi
uykum aramda
düşünürken çarptığım düşü
evlerimiz kuş tüyü evlerimiz
düştü kendi damından
gözüm hep yolda
ülkemin ayak sesleri 


ÖMÜR DEFTERİ / İsa Yusuf ÇAĞLAR













Düşen bir yaprak mıdır hayat ağacından,
Yoksa Sevgiliye bir adım daha yaklaşmak mı?
Kaybedilmiş dostlukların çokluğu mu üzer beni,
Yoksa dünyalık kazançların azlığı mı?
Pazarlıksız birliktelikler
Ve çıkarsız dostluklar…

Adım adım uzaklaşıyorum güzelliklerden
Ve pür telaş etrafımı sarıyor kötülükler
Kalem cızırtıları geliyor sol yanımdan
Terimde boğuluyorum

Film şeridi gibi geçiyor önümden hayat
Olmayan sabahlar ve ölmeyen zalimler
Zalim nefsin aldatmacaları
Ve aldananlar…
Aldanmayan garipler, abdallar, pirler, sultanlar...
Onlar ki gölgelik ehli
Yandılar ve yanmayacaklar

Bir tespih ki kurtuluşa gebe
Ol sarık ki siler günahları perde perde
Anlatılmaz bir sevgi var kalplerde
Yakın eder uzakları Yârin dizi


DİVANE / Murat TÜRKMENOĞLU


Durdu mu kendin bekçi sanır,
Baktı mı kendin şahin sanır,
Konuştu mu kendin alim sanır,
Şu bizim divane Âdem

Selam edersin boşa gider,
Kelam edersin boşa gider,
Us sorarsın pişman eder,
Şu bizim divane Âdem

Yukarılara boynu eğri,
Aşağılara sanki selvi,
Bir de uçtu mu leyli leyli,
Şu bizim divane Âdem

Akçenin sözünü et yeter,
Şimşek gibi hareket eder,
Yapar, bulur, elde eder,
Şu bizim divane Âdem

Çarşaf çarşaf yalanı var,
Karış karış talanı var,
Lakin unutma;
Rabbin de bir hesabı var,
Oldu mu bizim divane Âdem


Aşk Atlası / Yasin MORTAŞ

Türkiye Üçüncülüğü Ödülü...



Âdem od içinde
Havva ağıtlar kaynatır
yüreğinde






 a.
Şu Çanakkale’de
su mu yakar
ateş mi soğutur/hayır hayır
kavrulmuş dağların önünde
yüreğine çelik verilmiş
Habiller uyur

-Hu kuşları uyur mu
uyumaz-

Ve şerefelerde
kuş şakımaları: hu hu
Kalbin kubbesindeki aşk
ezanlarca ve ince
hilal gibi durur

Çanakkale’de saat
 kor ve meşaledir
şem ve perva-nedir
üfledikçe kızarır zaman
şu kabiller
                kül hanedir

Aşk buhurdanında
vatan tütsüsü can imiş
şehitler ölür mü
ölmez imiş

Aynalar kırık
yarısı acı
yarısı neşe
ay ışığında baktıkça Elif
sürmeleri kor olur
                  gözlerinde

Ve söylenir Elif:
Allah’ım ışık tut
yüreği çerağ  Mehmet’ime
evimin kandiline
kurşun bakışlı yiğidime


Ve Toprak Uyanır
Maverasını Aynasında Gören Güneşlerin   Ruhuyla


b.
Döner rüzgâr
mevlevidir zaman döner
mermi kavis alır aşk hızından
bir Seyit yıldızıdır gülle
gecemizi güneşe çeviren taç olur
söner şeytan hırsından


Ali kınası
anaların ağıtlarıyla
yakılır zamana ve söylenir anne:
kınalı kuzum, ciğerim
kurbanlığım/kurban ettiğim
Seddülbahir’deki yitiğim
              kanım-etim
              ah hasretim…

Ve Ağaçlar Süslenir/ Çatlar Nar Vatanın Bayram Neşesiyle
  
c.
Çanakkale’de
Peygamber ışığından bir azık
Meleklerden bir bakış
Cebrail’den gez, göz arpacık
Mehmet şehit sofrasında-Bismillah-
vatan  bir ekmek arası aşk-Ya Allah-

Mehmet’in içindeki Elif
Anadolu kokan aşk
ve uzun belikli bir gazi

U z l e t/yüreğine güm güm vursa da
vatan için nedir ki sevda hasreti
gökte kartal, yerde aslan cesareti

kurşunlar delse de yüreğini
yine de söylenir Mehmet:
Elifim uzun boylum
hasretin yaktı şuramı
kavlattım kurşun yaramı

Ve Vatan Irmakları Övünür Yağmur Busesiyle

 d.
 Mümbit topraklarda
şeytanca bir itilaf
hunharca ve boğazımıza kadar
sinsice bir itilaf
haçlıların buyruğu altında
ve uyuşmuş tanrılarıyla
cebimize sığmayan bir itilaf
Ama bunlar işlemez/ ç e l i k verilmiş
Mehmetlerin- Eliflerin ruh atlasına

Ve yine
Conkbayırı’na doğru
seslenir Elif: Mehmet… Mehmet
Bu can sana emanet

Ve yalnızlık sonrası büyüyen aşkla
saklamış çocuklarını kanat altına
Mehmet hep yara kalmış kalbinde
süngü gibi saplı ve kanayarak
ve söylenmiş gündüz gece:
Mehmet’im Alkanlar içinde kalmasın Rabbim
şuramda yanmasın

Ve Toprak Sarsılır Erlerin Hu Sesiyle

e.
Yusuf bir Yakup rüyası
kurtların bölüştüğü  can
gömleğe sığmayan ruhtur aşk
ağlayan ama ağlatmayan
saklayan ama saklatmayan
susayan ama susatmayan
Bunu biliyordu Elif ve söylendi:
“Ben üzüntü ve tasamı yalnız Allah’a açarım.”
Rabbim Yusuf’unu ayna et Mehmet’ime
çöller yağmur olsun
sular durulsun
zindanlar boğulsun Yakup ışığında
bu Kenan benim, Çanakkale benim
Mekke-Medine ruhumun direği
İstanbul peygamber dileği
Mehmet’ine yüreğini kesen Züleyha benim
bu zaman için boş çevirme ellerimi

Ve Çanakkale Büyür Bedir Siluetiyle

f.
Ay keskin bir bıçak
güneş geniş bir sofra
deniz, gemilerin uyukladığı mavi yatak
Evet evet mayınların uyandırdığı
Seyit’in uyandırdığı
Mehmet’in kaşlarını gerip gerip
zamanı uyandırdığı
Ali’nin İsmail olduğu bir vakit
Meleklerin omuzlarda dönüp durduğu
Conkbayırı’nda vınlayan kurşunların
sekip karanlığı deldiği
Elif, evinin direğini andığı vakit
Kanın gül olduğu
Mehmet’in şehit
Elif’in gazi olduğu o sarsan vakit
güneş tuttu toprağı
Anafartalar’da bir yağmur uğultusu dönüp dönüp
dayandı kalp kapısına
ve Yusuf’tan bir rüya gördü Elif
bütün yıldızlar, güneş ve ay toplanmış
incir yiyen kuşlar
Kevser içen ceylanlar toplanmış
ışık eliyorlar başına
kanat çırpıyorlar ateş yanığına
miski amber sürüyorlar kaşına

 Bu topraklarda insanlar
Hu hu uyanmış

Ve Çanakkale Taç Olmuş Anadolu’nun Başına



 “AŞK ATLASI”
Çanakkale Şehitlerine yazıldı ve 
Türkiye üçüncülük ödülü aldı.