Huzura ve Mutluluğa Dair / Halit Dilipak

Kötü olduğunu söyleyenler, bana öyle geliyor ki sanki iyiler. En iyiye ulaşamamanın hüznüyle kötülüğü kendilerine yakıştırıyorlar. Kötüler de kötü olduklarının farkına varabilseler iyi olma yolunda bir adım atabilirler galiba. Hak olana ulaşabilmek teslimiyet ve kendini sorgulayabilmekten geçiyor. Acaba diyebilmek daha iyi olabilmeye götüren bir soru. Haklı iken de, haksızken de hüzünlenebilmek, dertlenebilmek...

İyiliği öldürmemek lazım; iyiliğin ve iyilerin kalmadığı yerde zulüm ve vahşet hüküm sürer. İyi niyetlilerin aptal olarak görüldüğü, amiyane tabirle enayi yerine konulduğu devirlerdeyiz. İnsanlığın, rahmani bir hayatı bırakarak şeytani bir hayata kapılarını açtığı devir. Zulmün, kan ve gözyaşının hâkim olduğu, zalimin hükmettiği bir devir. Zalimden medet uman gafillerin, zalimlerin ekmeğine yağ sürdüğü bir devir. Yaratıcısına asi olan şeytana verilen mühletin dolacağını bile bile şeytanın hükmü altına giren; nefsaniyetin ve enâniyetin hüküm sürdüğü zamanlardayız.

Şirk büyük bir ihanet ve affı da yok. Yaratıcıya karşı bile isteye yapılan hainlik. Hain, kutsal sayılan şeylere, kavramlara kötülük edendir. Duyulan güveni heba etmektir. Verilen söz ve ahdi yerine getirmemek ihanettir. Emaneti korumamak ihanettir. Üç günlük dünyada kazandığını zannederken sürekli kaybeden olma zavallığıdır. Yapılan her yanlış öldürülen bir iyiliktir. Eğer iyilik öldürülürse, güven sarsılır. Güven sarsılırsa toplumda yozlaşma başlar. Özveri biter, yardımlaşma biter, saygı biter, hoşgörü biter ve toplumu toplum yapan değerler kaybolur. İyilik yapan birine yapılan ihanet hainliktir. İhanet toplumda yürürlükte olduğu sürece yozlaşmanın önüne geçilemez.

Her zaman iyiler kazanır. İyi isen, iyilerle isen korkma. Kimse zulümle abad olmaz. Elbet bir gün zulmün de, iyiliğin de karşılığı olacaktır. Kaybetme korkusu ile iyiliği katledenden daha zalim kim olabilir ki? Ara sıra kendimize şu soruyu sormamız icap etmez mi dostlar. Biz başkalarının hayatındaki kötüler miyiz?..

Sadık ol ki, sadakat göresin. Eğer sadakat göstermezsen elbet bir gün ihanetle yüzleşirsin. En büyük sadakat yaratanadır. Verdikleriyle O'na ihanet edersen, elbet hâkim ve sahip olanla yüzleşirsin. Gerekçelerin tükeneceği güne erişmeden, saf gerçeklerle şimdiden nefsi yüzleştirmek lazım... Bir "lâ"dadır huzur ve mutluluk. Hasretlik biter, bir "lâ" ile yangın söner, sükûnete erersin, bütün fani olanlara tek bir "lâ" diyerek, mutlak güç ve hükümran olana teslimiyettir huzur.

Mutluluk esasen hep yanı başımızda; mutluluk yüreğimizde, mutluluk sevgiyi, sevdayı, aşkı, benliğe, arzuya, nefse, hırsa teslim etmemiş gönüllerde... Mutluluk bir ana göğsünde, bir ailede, bir arkadaşın omuzunda, bir çift gözün derununda. Bir eşin elinde, yârin gönlünde, evladın yüzünde, babanın kokusunda, dost meclisinin sırrında... Mutluluk saf sevginin içerisinde sevdayı bilene.

Aşkı yaşayabilenedir mutluluk. Elde edebilme arzusuyla katledilmeyen aşktadır mutluluk. Sevdasını hüznünü ciğerine çekip, huzurla yaşayabilenlerdir mutlu olanlar. Muvaffak olanlar saf sevdası olanlardır. Sevdasına ihanet etmeyenler, başarmış olanlardır. Sevda, saf teslimiyet ister. Bencilliği, benliği, nefsî arzuyu kabul etmez. Saf sevda mutluluktur. Kederin, elemin yeri yoktur sevdası halis olanda. “Âşıkta keder neyler, gam halkı cihanındır”. Âşık olan kimseler mutluluğu, nefsin süflî arzularıyla, benliğin kibriyle katletmez.

"Bir nefes mutluluk" derler ya! Bazen bir nefes dumanda, bazen biz çift bakışta, bazen sıcak bir dokunuşta, bazen bir çift sözde, bazen bir tebessümde bulur huzuru insan. Çocuksu duygularla bayram sabahına uyanırsın ya da uzaklardan gelecek olan babana kavuşmanın bir huzuru ve sevinci dolar ya çocuk kalbine. Hani sevdiğine kavuşmanın mutluluğunu yaşar ya hasret gönüllü sevdalı. Hani yokluk içindeki bir yavrunun eline bir oyuncak verince gözlerindeki o mutluluk vardır ya. Hani geçim sıkıntısı içerisinde olan babanın evladına bir kaç lokma fazla götürebilmesinin mutluluğu vardır ya. Bir annenin yeni doğan bebesini kucağına alırken ki mutluluğu var ya. Çocuk kalbi vardır her an her şeyden mutlu olabilen. Kinsiz, öfkesiz, nefretsiz, temiz, pak, melek çocukların saf ve temiz mutlulukları vardır ya hani.

Bazen sebepsiz, nedensiz, durup dururken, anlamını bilmediğimiz bir huzur, bir sevinç, bir mutluluk hissi gelir kalbe. Güzel bir histir, bitmesin istersin. O anlık huzurun sebebini bazen bir çift gözde, bazen tatlı bir sözde, bazen bir hayalde ararsın. Ararsın çünkü o huzura erişebilmek, o anı daima yaşayabilmek istersin. Oysa senin maddi âlemde aradığın huzur, mânevî âlemlerden bir ikramdır. Eğer manaya erebilirsen, doyumsuzca yaşayacağın huzurun göstergesidir.

Huzur da, mutluluk da, teslimiyet de her şey içten gelmeli. Hissedebilmeli, ama içten ve derinden. Olmasını arzu ettiğinle değil, olanla mutluluğu yaşayabilmeli. Olanla huzurlu olabilmeye tevekkül denmiş, rızaya razı olmak denmiş. Temiz ve teslim olmuş kalpler ancak bu makama erişebiliyor. Hırsına, arzusuna yenilmişlerin tevekkülü kalbe inemiyor. Eskiden söz ağızdan bir sefer çıkardı. Söz söylenmek için değil tutulmak için verilirdi. Elde edilenle yetinebilmekti huzur. Eldekini paylaşmaktı mutluluk. Az dünyalığımız, çok huzurumuz vardı. Dostlarımız vardı. Menfaati bitene kadar değildi eskiden muhabbet. Muhabbet gönüldendi, içtendi, onun için bizleri diri ve dinç tutardı. Bilirdik ki derdimizi dökebileceklerimiz birileri vardı. Bizi biz olduğumuz için sevenlerimiz vardı. Sanki bir masalda geçiyor gibi, sanki masal kelimeleri gibi kaldı dostluk, muhabbet, huzur, güvenmek, hak, adalet, sadakat. Kelimelerin içini boşalttık, derinliğini unuttuk, posasını çıkarıp dilimizin ucuyla söyler olduk.

Allah cümlemize huzura çıkıp, huzurda boyun büküp, huzura baş koyup huzura erebilmeyi nasip etsin. Hepimize nasip etsin ki toplumumuz huzura ersin.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder