Ekmeğimi oydular
ölmemesi/için dediler
İçim hangi ekmeğin oyuluşunda atmıştır şimdi
Bir düşünsen kaç ekmek oydular bu civarlarda
Kandım,
Benden güzel kanayanını görmemişsindir
Sana şimdi kanama tarifi atarlar sosyal medyadan
Sen de kanamak, ben desem acı tutuculuk
Yolun bir de öbür ucundaki
Basamaklarını görmek istedim
Pisliğe bulaştım
Allah kurtarsın, dediler
Allah kurtarır.
Kendimi deştim
Kılıcım benden önce kınından fırlıyor
Bir düşünsen,
Bu yolu benden güzel uzatanını görmemişsindir
Yolu hangi yöne çevirirsem sende oradasın
Ellerim topraktan suya henüz geçmedi
Ellerimi de deşsem
Kılıcım küfre girmiş sayılır
Diye korkuyorum tekrar dokunamamaktan
Sana anlattım sancımı biraz parça parçaydı
Oradan parça gibi gözüküyor
Ben burada yolları birbirine bağlamaya çalışıyorum
Anlattıklarımı anlamamakta haklısın
Yolda da konuşamıyordum
Ben yolu uzatıyorduk sanıyorken
Kelimeler uzuyormuş
Anlamıyordum
Çok sonra
Çok sonra, yol bölündükten de sonra
Bu işler böyle oluyormuş
Demek ki divan kurulmadan da yargılama makulmüş
Ekmeği oymak, basamakları görmeden atlamak
Bana mensup değilmiş
Kandığımı söylemiştim kanayarak
Belki de kandım kaynayarak
Buraya daha uygun bir başlangıçtı
Ve sen yolumuzu uzattığımız gece
Dar bir sokaktan geçiyordun
Gördüm seni fakat bulamadım
Beni, hay bu beni tuttum da salıverdim
Yol bunun yüzünden uzadıysa
Merasimler bu yüzden hep sahteyse
İşte demek ki
Bu işler belki de böyle olmuyormuş
Anlamakla vaktin tabutu yalnız taşınmıyormuş.
Ekmeğimi oydular ne acı ki
Acı şimdi hangi çölün kumuna karışmıştır
Kim bilir çöl kumları
Hangi aşkın taşkınlığıyla kaynıyordur şimdi
Merak mı ediyorum?
Tabi ki çöl yolları nasıl suyu merak ediyorsa
'Allah bizi de kurtarır inşallah'
Yoksa bu daha da acı olmaz mı
Sahi bu acının üstüne daha
Acı ne yazılmalı?
Bir düşünsen kaç ekmek oydular bu civarlarda
Kandım,
Benden güzel kanayanını görmemişsindir
Sana şimdi kanama tarifi atarlar sosyal medyadan
Sen de kanamak, ben desem acı tutuculuk
Yolun bir de öbür ucundaki
Basamaklarını görmek istedim
Pisliğe bulaştım
Allah kurtarsın, dediler
Allah kurtarır.
Kendimi deştim
Kılıcım benden önce kınından fırlıyor
Bir düşünsen,
Bu yolu benden güzel uzatanını görmemişsindir
Yolu hangi yöne çevirirsem sende oradasın
Ellerim topraktan suya henüz geçmedi
Ellerimi de deşsem
Kılıcım küfre girmiş sayılır
Diye korkuyorum tekrar dokunamamaktan
Sana anlattım sancımı biraz parça parçaydı
Oradan parça gibi gözüküyor
Ben burada yolları birbirine bağlamaya çalışıyorum
Anlattıklarımı anlamamakta haklısın
Yolda da konuşamıyordum
Ben yolu uzatıyorduk sanıyorken
Kelimeler uzuyormuş
Anlamıyordum
Çok sonra
Çok sonra, yol bölündükten de sonra
Bu işler böyle oluyormuş
Demek ki divan kurulmadan da yargılama makulmüş
Ekmeği oymak, basamakları görmeden atlamak
Bana mensup değilmiş
Kandığımı söylemiştim kanayarak
Belki de kandım kaynayarak
Buraya daha uygun bir başlangıçtı
Ve sen yolumuzu uzattığımız gece
Dar bir sokaktan geçiyordun
Gördüm seni fakat bulamadım
Beni, hay bu beni tuttum da salıverdim
Yol bunun yüzünden uzadıysa
Merasimler bu yüzden hep sahteyse
İşte demek ki
Bu işler belki de böyle olmuyormuş
Anlamakla vaktin tabutu yalnız taşınmıyormuş.
Ekmeğimi oydular ne acı ki
Acı şimdi hangi çölün kumuna karışmıştır
Kim bilir çöl kumları
Hangi aşkın taşkınlığıyla kaynıyordur şimdi
Merak mı ediyorum?
Tabi ki çöl yolları nasıl suyu merak ediyorsa
'Allah bizi de kurtarır inşallah'
Yoksa bu daha da acı olmaz mı
Sahi bu acının üstüne daha
Acı ne yazılmalı?
YOLU UZATMA MERASİMLERİ
o dala çaput bağlıyorlar
beni de asıyorlar dileklerimle
dileklerimi başkasının ağrısında
bağlıyorlar bir sancı nasıl bağlanıyorsa
ve kalbim
burada bir çalı, bir çaput ismi değil
kimse kimseye bağlamıyor sancısını
sancı sevgili
burada bir aşk değil
ben de utanıyorum aylak adımlarımdan
ayaklarım burada, burada değil
misafirdim oturduğum o ağacın altında
acı burada çok misafir kalmak gibi
tenini saklıyordu bir çaputun arasında
ten burada saklı kalmış bir zehir değil
gelişimi bekliyorsun
o kentin dış duvarları çaput bağlı değil
sancısnı unutursun bir gümüşçü dükkanında
gümüşçüler burada bir pazar değil
çok kaldım, çok kalabalıkta
kent çocuklarımızın fotoğraflarını masum çekmiyor
bizi bir ağaca bağlamıyorlar
biz burada çok biz değil
derdini asıyor bakıyor çocuklar
atlara binmiyor ya nasip demiyor kızlar
kızlar burada hiç dokunulmamış ten değil
yolumu uzatıyorum
ellerim'i
sıktığım bir bıçaktan henüz bırakmadım
bıçak burada can çıkarmak değil
yalan bir merasime katlanıyorum
çiçekli bir bahçe hayaline su döküyorum
çok çaputlu sert bakışlı
bir ağaç gölgesinde seni izliyorum
bir sigara yaksam
sigara burada hiç zehir değil
sigara orada da hiç zehir değil
beni de kaybedecekler bir çaputun ağrısında
sevgili o zulüm burada hiç ölüm değil
yolumu uzatıyorum merasimlerle
o donuk bakışlar kal demeliydi bana
aslında çok kal demeliydi bana
çünkü kal demek burada git demek,
değil miydi emanet bırakırcasına gemileri batırmak
evet korktum buradan
çünkü çocuklar fotoğraf çekinmeyi doğarken öğreniyorlar artık
doğdu onlar limanlarına gemi yanaşmayan iskeleler gibi
evet unuttum
unuttum evet epeyce uzaklaştım
kamburu henüz çıkmamış
gövdesi eğri duran bir ağaç kadar
toprağa bağlanabilen bir çaput kadar
bu mirası da as saklı kalsın
sevgili en ince bir dala göm onu
yolu senin geldiğin yöne doğru
gösterdim kendimi bul kendini
diye diye diye bağla beni
yolu bu çıkmaza doğru uzat
çünkü taşlar burada çok ağıt değil
kelimeler burada bir savaş değil
burada ölmek
balığın ağzındaki sigara kadar sulu
ölüm burada hiç ciddi bir uğraş değil
düşünsene beni bağlıyorsun o ince dala
dal burada hiçbir dil değil
her doğan çocukları düşün
hepsinin dilleri aynı değil
süt kokmayan dua kokmayan bir göğüsten süt içiyorlar
ve aşk burada süt kadar beyaz değil
kokusunu arıyorum taze bir gülün
korkma bu sözüm burada hiç sana değil
kokusunu arıyorum taze bir gülün
az argo çok ego birazda sert bir koku
hakkını yemiş olmalıyım kesin
bir taze gülün daha
hak elbette anlarsın sevgili
burada aranılası bir şey değil
tam göğsümden vurdular,
bu sancı sana benden hediye değil
düşünsene devamlı aynı cümleyi kuruyorsun
seni benden başka kimse anlamıyor
bu elbette sevgili
bu da bir ağrı değil
tabiki zayıf bir yolda yoksulluğumu çiziyorum
işim yoktu
terliklerimin yırtılan ucunun yere sürtünmesi
bunu hiç umursamıyorum
yolu senin geldiğin yöne doğru çeviriyorum
gösterdim kendimi bul kendini
diye diye diye aranıyorum
***dileklerimi başkasının ağrısında
bağlıyorlar bir sancı nasıl bağlanıyorsa
ve kalbim
burada bir çalı, bir çaput ismi değil
kimse kimseye bağlamıyor sancısını
sancı sevgili
burada bir aşk değil
ben de utanıyorum aylak adımlarımdan
ayaklarım burada, burada değil
misafirdim oturduğum o ağacın altında
acı burada çok misafir kalmak gibi
tenini saklıyordu bir çaputun arasında
ten burada saklı kalmış bir zehir değil
gelişimi bekliyorsun
o kentin dış duvarları çaput bağlı değil
sancısnı unutursun bir gümüşçü dükkanında
gümüşçüler burada bir pazar değil
çok kaldım, çok kalabalıkta
kent çocuklarımızın fotoğraflarını masum çekmiyor
bizi bir ağaca bağlamıyorlar
biz burada çok biz değil
derdini asıyor bakıyor çocuklar
atlara binmiyor ya nasip demiyor kızlar
kızlar burada hiç dokunulmamış ten değil
yolumu uzatıyorum
ellerim'i
sıktığım bir bıçaktan henüz bırakmadım
bıçak burada can çıkarmak değil
yalan bir merasime katlanıyorum
çiçekli bir bahçe hayaline su döküyorum
çok çaputlu sert bakışlı
bir ağaç gölgesinde seni izliyorum
bir sigara yaksam
sigara burada hiç zehir değil
sigara orada da hiç zehir değil
beni de kaybedecekler bir çaputun ağrısında
sevgili o zulüm burada hiç ölüm değil
yolumu uzatıyorum merasimlerle
o donuk bakışlar kal demeliydi bana
aslında çok kal demeliydi bana
çünkü kal demek burada git demek,
değil miydi emanet bırakırcasına gemileri batırmak
evet korktum buradan
çünkü çocuklar fotoğraf çekinmeyi doğarken öğreniyorlar artık
doğdu onlar limanlarına gemi yanaşmayan iskeleler gibi
evet unuttum
unuttum evet epeyce uzaklaştım
kamburu henüz çıkmamış
gövdesi eğri duran bir ağaç kadar
toprağa bağlanabilen bir çaput kadar
bu mirası da as saklı kalsın
sevgili en ince bir dala göm onu
yolu senin geldiğin yöne doğru
gösterdim kendimi bul kendini
diye diye diye bağla beni
yolu bu çıkmaza doğru uzat
çünkü taşlar burada çok ağıt değil
kelimeler burada bir savaş değil
burada ölmek
balığın ağzındaki sigara kadar sulu
ölüm burada hiç ciddi bir uğraş değil
düşünsene beni bağlıyorsun o ince dala
dal burada hiçbir dil değil
her doğan çocukları düşün
hepsinin dilleri aynı değil
süt kokmayan dua kokmayan bir göğüsten süt içiyorlar
ve aşk burada süt kadar beyaz değil
kokusunu arıyorum taze bir gülün
korkma bu sözüm burada hiç sana değil
kokusunu arıyorum taze bir gülün
az argo çok ego birazda sert bir koku
hakkını yemiş olmalıyım kesin
bir taze gülün daha
hak elbette anlarsın sevgili
burada aranılası bir şey değil
tam göğsümden vurdular,
bu sancı sana benden hediye değil
düşünsene devamlı aynı cümleyi kuruyorsun
seni benden başka kimse anlamıyor
bu elbette sevgili
bu da bir ağrı değil
tabiki zayıf bir yolda yoksulluğumu çiziyorum
işim yoktu
terliklerimin yırtılan ucunun yere sürtünmesi
bunu hiç umursamıyorum
yolu senin geldiğin yöne doğru çeviriyorum
gösterdim kendimi bul kendini
diye diye diye aranıyorum
KÖRÜN TAŞLA İMTİHANI
tepeden bak, uzayan uzağa bak şimdi
biliyordum yoktu orada sivri bir tepe
yeriyse burası imdi söyleyeyim
tepeden bak kaya yuvarlanıyor
benim bulunduğum alan karıncalı çekiyor
dünyam,
orada bir köyün olmaması kadar uzakta
gitmem, görmem, kalmam köy benim köyüm
beni de o köyün
kara tahtasına yaz sevdiğim
urganı mı sağlam yağla
susmam, söylerim, gülmem urgan benim urganım
tepeden bak taş yontuyorlar ayak uçlarına
sor bakalım ne istiyormuş bu içten
beni beklesin demiştim kıştan
sevdiğim beni imdi anlat o manzaraya
tepeden yuvarlanan kayaları görme
ayağına değen
yosun tutmamış taşları sevme
sevdiğim, beni anlat o yeltendiğim dallara
ve sor
yaprağını dökeceksen
niye tekrar açıyorsun...
kim kurtardı bu kuruyan yüzeyleri
kim döşedi katı mermer taşlarını duvarlarına
bu işin meselesi görmek idiyse seni
ben görürdüm görmek hâlâ böyle yazılıyorsa
biliyordum yoktu orada sivri bir tepe
olmayan bir tepenin gözlerini karıştıramam
karıncalı çeken ilgi alanlarımın yarasına
itlerin bile güldüğünü imdi sana anlatamam
koy o sofraya misafirler içinde bir tas daha
taş bağlasın gerekirse metropol valileri
ağzını bulamadıkları günlerde karınlarına
susmadım
söyledim
gülmedim
urganımın peşi sıra ağaç dalları
tenimin sıcaklığını yokladım
hava berrak çalacak seziyorum
imdi bu mektubu sevdiğim sana
sivri bir tepenin hayali ile yazıyorum
kayaların içinde gülün bittiği
bir kedinin hureyre'yi gördüğü gibi
yazıyorum alnımın kalıbı gözüne değdiği
taşların kalbine Rab diyerek indiği
gitmediğim
görmediğim
kalmadığım
o renk tonunu su ile hayal ile yoğurduğum
imdi olmayan sivri tepede yaşlandığım
çocuk olduğum,
evlat sahibi yar sahibi olduğum
imdi o yerden yazıyor
ve soruyorum.
tepeden bak uzayan uzağa bak şimdi
imdi o ağacın dallarını
sen de görüyor musun?
yeriyse burası imdi söyleyeyim
tepeden bak kaya yuvarlanıyor
benim bulunduğum alan karıncalı çekiyor
dünyam,
orada bir köyün olmaması kadar uzakta
gitmem, görmem, kalmam köy benim köyüm
beni de o köyün
kara tahtasına yaz sevdiğim
urganı mı sağlam yağla
susmam, söylerim, gülmem urgan benim urganım
tepeden bak taş yontuyorlar ayak uçlarına
sor bakalım ne istiyormuş bu içten
beni beklesin demiştim kıştan
sevdiğim beni imdi anlat o manzaraya
tepeden yuvarlanan kayaları görme
ayağına değen
yosun tutmamış taşları sevme
sevdiğim, beni anlat o yeltendiğim dallara
ve sor
yaprağını dökeceksen
niye tekrar açıyorsun...
kim kurtardı bu kuruyan yüzeyleri
kim döşedi katı mermer taşlarını duvarlarına
bu işin meselesi görmek idiyse seni
ben görürdüm görmek hâlâ böyle yazılıyorsa
biliyordum yoktu orada sivri bir tepe
olmayan bir tepenin gözlerini karıştıramam
karıncalı çeken ilgi alanlarımın yarasına
itlerin bile güldüğünü imdi sana anlatamam
koy o sofraya misafirler içinde bir tas daha
taş bağlasın gerekirse metropol valileri
ağzını bulamadıkları günlerde karınlarına
susmadım
söyledim
gülmedim
urganımın peşi sıra ağaç dalları
tenimin sıcaklığını yokladım
hava berrak çalacak seziyorum
imdi bu mektubu sevdiğim sana
sivri bir tepenin hayali ile yazıyorum
kayaların içinde gülün bittiği
bir kedinin hureyre'yi gördüğü gibi
yazıyorum alnımın kalıbı gözüne değdiği
taşların kalbine Rab diyerek indiği
gitmediğim
görmediğim
kalmadığım
o renk tonunu su ile hayal ile yoğurduğum
imdi olmayan sivri tepede yaşlandığım
çocuk olduğum,
evlat sahibi yar sahibi olduğum
imdi o yerden yazıyor
ve soruyorum.
tepeden bak uzayan uzağa bak şimdi
imdi o ağacın dallarını
sen de görüyor musun?
***
BİR BİLGENİN NEHİRLE ANLAŞAMAMASI
ve
insan
sevmediklerine de
sevmediklerine de
benzeyebilir bazen
bu akan nehirde felsefe yapmak gibi bir derdim yok
çoğu zaman yıkandım
Musa'nın asası yere vurur on iki yerinden bölünür toprak
sonra tekrar ve yine tekrar
nehrin dışındaydım henüz kurumamıştı çamaşırlarım
kirlenmeyi yakaladım çağırmadan
şimdi ise
o akan nehre, büyüyen fidana
ve denizlerde yüzen kara parçalarına
öyle bağırılmaz
böyle çağırılır
bulutların cismine herkes gibi ben de at resmi çizerim
benim nalsız giden bir at hayali
(içimde) kuruyorum sanırım
noktaları avuç içime alıyorum
döküyorum damlaları yollarına
dudak kıvrımlarına çoğalıyorum kuş tüyleri kadar
akan bir nehir kadar
işte bu kadar
büyüyor göz bebeklerim
ben şimdi bir nehir kadar bir kafesin içindeyim
bir kafesin içindeyim
belki büyüyordur, göz bebeklerin
kuş kanadı gibi çoğalıyordur
bu geçtiğim yollar
sana da yol oluyor mudur?
ve
insan
sevmediklerine de benzeyebilir bazen
ve
insan
bir mezarlığa da benzeyebilir bazen
nehre çağırıyorsa seni bir bilge
bir bilgeye de benzeyebilir insan
kalahari çölüne su getireceğim diyorsa
bir bilgeye de oy verilebilir
ah sarmalandığım nehir yokluğu
sarmalandığım kavga
harmanlandığım yuvam
ben ona aşk dedim
o bana kentlilerin kasrını anlattı
ve sanıyor ki musa nehri ikiye bir daha bölemez
ve sanıyor ki titanic bir daha batmaz.
bu akan nehirde felsefe yapmak gibi bir derdim yok
çoğu zaman yıkandım
Musa'nın asası yere vurur on iki yerinden bölünür toprak
sonra tekrar ve yine tekrar
nehrin dışındaydım henüz kurumamıştı çamaşırlarım
kirlenmeyi yakaladım çağırmadan
şimdi ise
o akan nehre, büyüyen fidana
ve denizlerde yüzen kara parçalarına
öyle bağırılmaz
böyle çağırılır
bulutların cismine herkes gibi ben de at resmi çizerim
benim nalsız giden bir at hayali
(içimde) kuruyorum sanırım
noktaları avuç içime alıyorum
döküyorum damlaları yollarına
dudak kıvrımlarına çoğalıyorum kuş tüyleri kadar
akan bir nehir kadar
işte bu kadar
büyüyor göz bebeklerim
ben şimdi bir nehir kadar bir kafesin içindeyim
bir kafesin içindeyim
belki büyüyordur, göz bebeklerin
kuş kanadı gibi çoğalıyordur
bu geçtiğim yollar
sana da yol oluyor mudur?
ve
insan
sevmediklerine de benzeyebilir bazen
ve
insan
bir mezarlığa da benzeyebilir bazen
nehre çağırıyorsa seni bir bilge
bir bilgeye de benzeyebilir insan
kalahari çölüne su getireceğim diyorsa
bir bilgeye de oy verilebilir
ah sarmalandığım nehir yokluğu
sarmalandığım kavga
harmanlandığım yuvam
ben ona aşk dedim
o bana kentlilerin kasrını anlattı
ve sanıyor ki musa nehri ikiye bir daha bölemez
ve sanıyor ki titanic bir daha batmaz.
***
KARINCALARIN YEMEK DUASINI İŞİTMEK
öksürük gibi bir şey
ya da saçımıza yapışan reçine
aslında çingeneleri hiç kandırmazdım, biz
kendimizi kandıramadığımız gibi
veya Yasin'i tanımak gibiydi
çekirdek çıtlatmak gibiydi, korkmak
iri gözlü bir bayana düşmek kadar
bu kadar adil değildi
şu zalim hayat
yalın ayak ya da iyi geceler dilemek
duvardaki tablo kadar gerçekten gerçeksin
susan bir adam kadar sahici
şu karga tam doksan sekiz yaşında
biliyorsun iman ettim buna...
kendimize dua etsek
mesela mekânımız cennet olsa
Rab rahmet etse bize
biliyorum kulağa gülünç geliyor ve ya basit
başka dualar da biliyorduk biz
mesela susuyorduk
Rabbim...
şimdi çalışıyorum düzene sokmak için
kendimi şuralarda bir yerde unutmuştum
işte ah! haylaz çocuklar
yine saklambaç oynamaya ikna ettiler beni
beni bulduruyorlar
yine kendimle...
Rabbim
imdi sen biliyorsun
hangi şehirden geçtiğimi
çünkü bu şehir gece bile güzel değil
affet Rabbim bir şehre sövdüğüm için
çünkü bu şehir gece bile güzel değil
makyaj yapılsa sevilir mi, düşünüyorum
bu tufandan kurtulmak için
Nuh bizi de alır mı gemisine; sevgilim
şimdi yakınlardan bir kelebek çıksa
ve şöyle dese:
ömrümle alakalı bilmediğiniz ne çok şey var dostum
ben gülümsesem...
avukatları da cübbe giyerken gördüm
ilk bir camii imamında görmüştüm
ama saflık aynı zannetmemden kaynaklı
çünkü ben gördüm
ülkemde de tufanlar vardı
dallarını kesiyorlardı lise aşkımın
Peyami Safa okuyordum o zamanlar
kapanıyordum bende
harici koğuşlara
ertesi günler mi
fatihten-harbiyeye yürüdüm
saçmaydı asfaltların hala bu kadar sıcak oluşu
çok uzağa gitmiş olamazlardı
çünkü yeni bir avm'den kaçıyorlardı
o dönemde
herkes bir çok soru soruyordu
avukatlar neden cübbe giyiyordu
giyiyorsa neden bu kadar çok vukuat vardı
belki de herkes tek bir cevap arıyordu
çünkü her sorunun ayrı ayrı cevabının olması
noktayı çoğaltmaktı her daim her vakit
tatminsiz bir cevap işte
o dönem öyleydi
seviyordun cevap alamıyordun
ve bu da güzeldi
dindar genç takılmak
herkesin dindar olarak algılamak
ya da tam tersi anarşizm
dindar gençtik o dönem
ama sakallarımız yoktu
Rabbim...
o dönem sakallarımız yok ise
ve çorbanın tadına bakmadan
tuz katıyorsak
iman etmiş sayılıyoruzdur inşallah
işte böyle bitiyor
peki, ben neredeyim
yağmur duasına çıkmış bir karınca olabilir miyim?
bir karıncaya şemsiye tutmuş olmam
benim yağmur istemediği mi kanıtlar mı
çorbada tuzum yoksa
evet çorbada tuzum yok
kabulüm
mezarlıkta o cigara izmaritini ben attım
ellerimi kaldırdım
çingeneler su döktü dallarına
Ah...
şurada da bir karınca bıraktım
beni sana anlatsın diye
aslında çingeneleri hiç kandırmazdım, biz
kendimizi kandıramadığımız gibi
veya Yasin'i tanımak gibiydi
çekirdek çıtlatmak gibiydi, korkmak
iri gözlü bir bayana düşmek kadar
bu kadar adil değildi
şu zalim hayat
yalın ayak ya da iyi geceler dilemek
duvardaki tablo kadar gerçekten gerçeksin
susan bir adam kadar sahici
şu karga tam doksan sekiz yaşında
biliyorsun iman ettim buna...
kendimize dua etsek
mesela mekânımız cennet olsa
Rab rahmet etse bize
biliyorum kulağa gülünç geliyor ve ya basit
başka dualar da biliyorduk biz
mesela susuyorduk
Rabbim...
şimdi çalışıyorum düzene sokmak için
kendimi şuralarda bir yerde unutmuştum
işte ah! haylaz çocuklar
yine saklambaç oynamaya ikna ettiler beni
beni bulduruyorlar
yine kendimle...
Rabbim
imdi sen biliyorsun
hangi şehirden geçtiğimi
çünkü bu şehir gece bile güzel değil
affet Rabbim bir şehre sövdüğüm için
çünkü bu şehir gece bile güzel değil
makyaj yapılsa sevilir mi, düşünüyorum
bu tufandan kurtulmak için
Nuh bizi de alır mı gemisine; sevgilim
şimdi yakınlardan bir kelebek çıksa
ve şöyle dese:
ömrümle alakalı bilmediğiniz ne çok şey var dostum
ben gülümsesem...
avukatları da cübbe giyerken gördüm
ilk bir camii imamında görmüştüm
ama saflık aynı zannetmemden kaynaklı
çünkü ben gördüm
ülkemde de tufanlar vardı
dallarını kesiyorlardı lise aşkımın
Peyami Safa okuyordum o zamanlar
kapanıyordum bende
harici koğuşlara
ertesi günler mi
fatihten-harbiyeye yürüdüm
saçmaydı asfaltların hala bu kadar sıcak oluşu
çok uzağa gitmiş olamazlardı
çünkü yeni bir avm'den kaçıyorlardı
o dönemde
herkes bir çok soru soruyordu
avukatlar neden cübbe giyiyordu
giyiyorsa neden bu kadar çok vukuat vardı
belki de herkes tek bir cevap arıyordu
çünkü her sorunun ayrı ayrı cevabının olması
noktayı çoğaltmaktı her daim her vakit
tatminsiz bir cevap işte
o dönem öyleydi
seviyordun cevap alamıyordun
ve bu da güzeldi
dindar genç takılmak
herkesin dindar olarak algılamak
ya da tam tersi anarşizm
dindar gençtik o dönem
ama sakallarımız yoktu
Rabbim...
o dönem sakallarımız yok ise
ve çorbanın tadına bakmadan
tuz katıyorsak
iman etmiş sayılıyoruzdur inşallah
işte böyle bitiyor
peki, ben neredeyim
yağmur duasına çıkmış bir karınca olabilir miyim?
bir karıncaya şemsiye tutmuş olmam
benim yağmur istemediği mi kanıtlar mı
çorbada tuzum yoksa
evet çorbada tuzum yok
kabulüm
mezarlıkta o cigara izmaritini ben attım
ellerimi kaldırdım
çingeneler su döktü dallarına
Ah...
şurada da bir karınca bıraktım
beni sana anlatsın diye
***
BİR TUTAM SAÇ AĞACI
biliyorum
var orada bir şey
sen oradan geçer misin
baktığım yerden
saçların birbirine karışmış
bu adam bana benziyor
taşların önüne oturmuş
fakat devlet taşralı bu adam diyor
bu adam gökyüzüne bakıyor
eminim bundan ben
mesafeleri takmıyordur
kampanyalara da inanmıyordur
hele meclis TV'den hiç haberi yoktur
bir tutam saç kadar işte
bir ince dal kadar
biliyorum sevdiğim
bazı çocuklar isimsiz doğar
bazı çocuklar doğmadan isimli
mecburi bir çember şuram
ismi konulmamış bir ağaç gibiyim
sahi ya,
ismi konulmamış bir ağaç nedir ki
bir tutam saç ağacı olabilir
bir tutam saç ağacı
şuram,
buram buram tütüyor buram
kölelikten azat edilmiş Müslüman
kadar sevinçliyim
modaya ayak uydurmaya çalışan
geleneksel bir terzi kadar parça parça
biliyorum,
çocuklar kilit vurmaz gözlerine
biliyorum ki
susmak inceden ayara çekmektir
fiyakalı bir hayatı ucuza satmaktır
kuşların uçmadığı bir ağacı düşün sevdiğim
bir tutam saç ağacını
biliyorum,
toplumsal mesaj bana göre değil
bayram çocuklarına
toplu kısa mesajlar yazmak
bir tutam saç ağacından
dünyayı değiştirmek saçmalamaktır
farkındayım gözlerime kepenk kapattığımın
sen oradan geçer misin
baktığım yerden
saçların birbirine karışmış
bu adam bana benziyor
taşların önüne oturmuş
fakat devlet taşralı bu adam diyor
bu adam gökyüzüne bakıyor
eminim bundan ben
mesafeleri takmıyordur
kampanyalara da inanmıyordur
hele meclis TV'den hiç haberi yoktur
bir tutam saç kadar işte
bir ince dal kadar
biliyorum sevdiğim
bazı çocuklar isimsiz doğar
bazı çocuklar doğmadan isimli
mecburi bir çember şuram
ismi konulmamış bir ağaç gibiyim
sahi ya,
ismi konulmamış bir ağaç nedir ki
bir tutam saç ağacı olabilir
bir tutam saç ağacı
şuram,
buram buram tütüyor buram
kölelikten azat edilmiş Müslüman
kadar sevinçliyim
modaya ayak uydurmaya çalışan
geleneksel bir terzi kadar parça parça
biliyorum,
çocuklar kilit vurmaz gözlerine
biliyorum ki
susmak inceden ayara çekmektir
fiyakalı bir hayatı ucuza satmaktır
kuşların uçmadığı bir ağacı düşün sevdiğim
bir tutam saç ağacını
biliyorum,
toplumsal mesaj bana göre değil
bayram çocuklarına
toplu kısa mesajlar yazmak
bir tutam saç ağacından
dünyayı değiştirmek saçmalamaktır
farkındayım gözlerime kepenk kapattığımın
***
VİCDAN DURAĞINDAN GEÇEN GEMİLER
vicdanımdan kaç gemi geçti
binemedim hiçbirine
gökyüzünde kaç kuşa takıldım
bilmiyorlardı seni
kaç kere öylece durdum
sakın hayal etme bu duruşu
duvarların izi beynime çıktı
bir duvar ki örülü sorma
kimse yanıma yaklaşamıyor
vicdanımdan kaç gemi geçti
sen yoktun diye almadılar beni
bir gün az kalmıştı
gavur bir mahalleden geçiyordum
fakat ben bilemem
bunlar hep senin suçun
boş ver böyle dediğime bakma
saçmalamanın doruklarındayım
mahalleleri karıştırmam da bu sebepten
anlıyorsun sen işte
koşuyorum her zaman durarak
vicdanımdan kaç gemi geçti
yine de dua etmeyi öğrenemedim
adam gibi dua edemiyorum
Rabbim...
duraklar da yine de bekliyorum
bir elimde tespih
dilimde türkü
yine seni düşünüyorum
gökyüzünde kaç kuşa takıldım
bilmiyorlardı seni
kaç kere öylece durdum
sakın hayal etme bu duruşu
duvarların izi beynime çıktı
bir duvar ki örülü sorma
kimse yanıma yaklaşamıyor
vicdanımdan kaç gemi geçti
sen yoktun diye almadılar beni
bir gün az kalmıştı
gavur bir mahalleden geçiyordum
fakat ben bilemem
bunlar hep senin suçun
boş ver böyle dediğime bakma
saçmalamanın doruklarındayım
mahalleleri karıştırmam da bu sebepten
anlıyorsun sen işte
koşuyorum her zaman durarak
vicdanımdan kaç gemi geçti
yine de dua etmeyi öğrenemedim
adam gibi dua edemiyorum
Rabbim...
duraklar da yine de bekliyorum
bir elimde tespih
dilimde türkü
yine seni düşünüyorum
***
BURALARI DÜŞÜNME
mutluluk veren bilgi yok
dert veren bilgi
kapıda bekliyor
küreyi geziyor düşüncem
uzayda ezan sesi duydum
yeryüzünde öksüz
mutlu bir görünüm sergiliyorum
bilgili bir tilki geziyor
şuramda aç kalmış bir yer var
kapatabiliyor musun dükkanı
uzaydasın mirasımız hazır
elimde kalmış, unutmuşum
seslendim arkandan
mutlu musun bu şehirden
şimdi çimleri yoluyorum
basma dedikleri halde
oturuyorum öylece
biliyorum
akşam ezanı vakti
eve girme bahanem
mutluluk veren bilgi yok
Freud'un üstü açık kalmış gece
Türk şakası yapasım geliyor
dükkanı kapa kardeşim
biliyorum batı uygundur buna
bura benim çöplüğüm
çok fazla oyalama
çehreni solgun gördüm
seni de bulmuş oryantalistler
git bir mezarlığa
hava al gel
kaçamıyorsun işte
sana söyledim inanmadın
Fransızları bu yüzden sevmem
akım akım geliyorlar
ruhum kaldırmıyor
çok gürültülü bir yer burası
dışarıda bağıralım
birbirimizi iyi anlıyoruz sevdiğim
çok şükür Fransız değiliz
kalbini yokluyorum
iyi atıyor benimki
Ah!
az kalsın unutuyordum
çayın suyu kaynamıştır
hadi gel pişelim...
kapıda bekliyor
küreyi geziyor düşüncem
uzayda ezan sesi duydum
yeryüzünde öksüz
mutlu bir görünüm sergiliyorum
bilgili bir tilki geziyor
şuramda aç kalmış bir yer var
kapatabiliyor musun dükkanı
uzaydasın mirasımız hazır
elimde kalmış, unutmuşum
seslendim arkandan
mutlu musun bu şehirden
şimdi çimleri yoluyorum
basma dedikleri halde
oturuyorum öylece
biliyorum
akşam ezanı vakti
eve girme bahanem
mutluluk veren bilgi yok
Freud'un üstü açık kalmış gece
Türk şakası yapasım geliyor
dükkanı kapa kardeşim
biliyorum batı uygundur buna
bura benim çöplüğüm
çok fazla oyalama
çehreni solgun gördüm
seni de bulmuş oryantalistler
git bir mezarlığa
hava al gel
kaçamıyorsun işte
sana söyledim inanmadın
Fransızları bu yüzden sevmem
akım akım geliyorlar
ruhum kaldırmıyor
çok gürültülü bir yer burası
dışarıda bağıralım
birbirimizi iyi anlıyoruz sevdiğim
çok şükür Fransız değiliz
kalbini yokluyorum
iyi atıyor benimki
Ah!
az kalsın unutuyordum
çayın suyu kaynamıştır
hadi gel pişelim...
***
YİRMİ DÖRDÜN ANKSİYETESİ
bu kadar çok düşünmemeliydim
Newton elmayı çok düşünmüş müdür?
ben elmayı yerken hiç düşünmem
mesela bir gün bir kere
elma düşse ağaçtan başıma
yok hayır elma çok klişe artık
benim başıma bir gün bir kere
nar düşse İstanbul'da
çok düşünmez hemen yerdim
yok hayır hemen yemezdim
Rabbim...
bu nar bana haramsa
yedirme derdim
galiba yemezdim.
knut hamsun'un açlığını düşündüm
evham yaptım galiba
hem benim kol düğmelerimde yok
yazdıklarım çok para da etmez
yok hayır hiç para etmez
yanılıyorum galiba
yazdıklarım
parayı kabul eder mi?
Rabbim...
yoksa bende mi
bende mi aç kalacağım acaba.
yirmi dördümde paragrafım
bitti, yeni bir satırbaşındayım
yine evham yaptım galiba
bende ölürsem bu sefer
kime kalır ki dünya
yine de
bu kadar çok düşünmemeliyim
mesela banane kardeşim
gayri safi milli hasıladan
ya da bankaların yüksek faizlerinden
ben o gece harcamışım zaten hepsini
yirmi dördümün gecesinde
yedim kendimi.
yaşamayı yeni öğreniyorum
işte bunu çok düşünmeliyim
yirmi dördümde nefes aldım
kuşlar bile nefes alıyormuş
yirmi dördümde öğrendim
insanlar gerçekten ölüyorlarmış
bunu bana Newton söylemedi
yirmi dördümde kendim öğrendim
nefes alıp veriyormuşuz
ilginçlik işte...
kuşlar da nefes alıp veriyorlarmış.
yarın istiyorsan erkenden kalk
biraz az biraz düşünme
herhangi bir mezarlığa git
şiir okuyabilirsin yaşamışlara
sonra Ebu Zer'in yalnızlığını hiç düşünme
bunu en son düşünürken
çok zor oldu biliyorum
en son düşünmeyi bıraktığımda
Ebu Zer hala çölde yalnızdı.
Sonu bilindik aslında
yalnız yaşayıp
yalnız ölmeliydi Ebu Zer.
kiri çıkası dünya
yine hep oyalıyorsun beni
düşünüyorum
seni kırmızı bir leğende yıkasam
çocukluğumu hatırlarım
beni düşündürürken güldürmedin
bari tebessüm ettirseydin
bir yirmi dört saat
bir yirmi dört yaş
bir anksiyete
ben elmayı yerken hiç düşünmem
mesela bir gün bir kere
elma düşse ağaçtan başıma
yok hayır elma çok klişe artık
benim başıma bir gün bir kere
nar düşse İstanbul'da
çok düşünmez hemen yerdim
yok hayır hemen yemezdim
Rabbim...
bu nar bana haramsa
yedirme derdim
galiba yemezdim.
knut hamsun'un açlığını düşündüm
evham yaptım galiba
hem benim kol düğmelerimde yok
yazdıklarım çok para da etmez
yok hayır hiç para etmez
yanılıyorum galiba
yazdıklarım
parayı kabul eder mi?
Rabbim...
yoksa bende mi
bende mi aç kalacağım acaba.
yirmi dördümde paragrafım
bitti, yeni bir satırbaşındayım
yine evham yaptım galiba
bende ölürsem bu sefer
kime kalır ki dünya
yine de
bu kadar çok düşünmemeliyim
mesela banane kardeşim
gayri safi milli hasıladan
ya da bankaların yüksek faizlerinden
ben o gece harcamışım zaten hepsini
yirmi dördümün gecesinde
yedim kendimi.
yaşamayı yeni öğreniyorum
işte bunu çok düşünmeliyim
yirmi dördümde nefes aldım
kuşlar bile nefes alıyormuş
yirmi dördümde öğrendim
insanlar gerçekten ölüyorlarmış
bunu bana Newton söylemedi
yirmi dördümde kendim öğrendim
nefes alıp veriyormuşuz
ilginçlik işte...
kuşlar da nefes alıp veriyorlarmış.
yarın istiyorsan erkenden kalk
biraz az biraz düşünme
herhangi bir mezarlığa git
şiir okuyabilirsin yaşamışlara
sonra Ebu Zer'in yalnızlığını hiç düşünme
bunu en son düşünürken
çok zor oldu biliyorum
en son düşünmeyi bıraktığımda
Ebu Zer hala çölde yalnızdı.
Sonu bilindik aslında
yalnız yaşayıp
yalnız ölmeliydi Ebu Zer.
kiri çıkası dünya
yine hep oyalıyorsun beni
düşünüyorum
seni kırmızı bir leğende yıkasam
çocukluğumu hatırlarım
beni düşündürürken güldürmedin
bari tebessüm ettirseydin
bir yirmi dört saat
bir yirmi dört yaş
bir anksiyete
***
ÖLÜLER RUHUNA ŞİİR
Anlamaz saatler ecelin çabukluğunu
Göç yollarını tarihçiler bilemez
Irmaklar ne düşünür akınca
Rabbim...
Düştüğümüzde
Düşündür kullarını
Yaprakların düşüşü
Benim kadar dikkat çeker mi?
Ölümü mezar taşlarından okuyanlar
Benim kadar bilir mi?
Düşüyoruz göğü delenlerden
Zemini satın alanlar
Maviyi çalmakta ısrarcı
Göğü delen bu çöp yığınları
Beni bile kandıracaksınız
Korkuyorum...
Seni burada yaşatamam
Kendimi bile park edecek
Boş alan yok burada
AŞK mı
Denizler madde kokuyor
İnsanları ise hiç sorma
Geceleri
Yıldızlara set çekiliyor
Beyaz bir perdede hayat
Kimse kitap okumuyor
Ve kimse susmayı bilmiyor
Simalar birbirine yabancı
Burada
Kimse türkü dinlemiyor
Söylesene sevgili
Biz bu insanları tanıyor muyuz?
Ölüler bizi tanıyor mu?
Mezar taşları bizi duyar mı?
Türkü söylesek
Ölmüşlerimizin ruhuna
Bizi anlarlar mı?
Kaç zamandır düşünüyorum
Biz yumsak gözlerimizi
Diğer mahallelerde de çiçekler açar mı?
Söylesene sevgili
Bir çiçeği
Bin madde yakalar mı?
Şimdi sıra
Ruh/satımında sevgili
Benim ruhum bahçe katı
İstersen takas edebilirsin
Burada kaldıysa eğer
Irmaklar ne düşünür akınca
Rabbim...
Düştüğümüzde
Düşündür kullarını
Yaprakların düşüşü
Benim kadar dikkat çeker mi?
Ölümü mezar taşlarından okuyanlar
Benim kadar bilir mi?
Düşüyoruz göğü delenlerden
Zemini satın alanlar
Maviyi çalmakta ısrarcı
Göğü delen bu çöp yığınları
Beni bile kandıracaksınız
Korkuyorum...
Seni burada yaşatamam
Kendimi bile park edecek
Boş alan yok burada
AŞK mı
Denizler madde kokuyor
İnsanları ise hiç sorma
Geceleri
Yıldızlara set çekiliyor
Beyaz bir perdede hayat
Kimse kitap okumuyor
Ve kimse susmayı bilmiyor
Simalar birbirine yabancı
Burada
Kimse türkü dinlemiyor
Söylesene sevgili
Biz bu insanları tanıyor muyuz?
Ölüler bizi tanıyor mu?
Mezar taşları bizi duyar mı?
Türkü söylesek
Ölmüşlerimizin ruhuna
Bizi anlarlar mı?
Kaç zamandır düşünüyorum
Biz yumsak gözlerimizi
Diğer mahallelerde de çiçekler açar mı?
Söylesene sevgili
Bir çiçeği
Bin madde yakalar mı?
Şimdi sıra
Ruh/satımında sevgili
Benim ruhum bahçe katı
İstersen takas edebilirsin
Burada kaldıysa eğer
Boş bir dağ başıyla...
***
SESSİZCE
Sessizce mi ölsek?
Evet, sessizce ölünmeli
Kargaşa çıkarmadan
Kimseler duymadan
Ve yoldan çıkmadan
Sessizce mi ölsek?
Kendimi kandırıyorum ustaca
Benden sonra dünya yaşamaz sanıyorum
Ben yoksam dünyayı koyarlar bir poşete
Sokaklara hiçbir renk konmaz
Çünkü insan bir kere solar, iki kere dirilir.
Sessizce ölmemiz gerek
Kuytu bir köşede Müslüman mahallesinde
Sonra sokaklar ölmeli ben ölünce
Nisan yağmurları da kendini alıp götürmeli
Ve topraklar işte o topraklar
Benim hamurumun yoğrulduğu
İstanbul da ölmeli...
Sessizce mi ölsek ne dersin?
Biz orta kuşak iklim çocuklarıyız
Bilmiyorum ne kadar sessiz ölünebilir
Ya da bir ölüm ne kadar sessiz geçebilir
Bizim kuşağımızdan...
Beline bağla şimdi kemerini
Şimdi sessizce uçmanın vaktidir
Kargaşa çıkarmadan
Kimseler duymadan
Yalnız bir türkü eşliğinde
Yaşamanın vaktidir şimdi...
Kargaşa çıkarmadan
Kimseler duymadan
Ve yoldan çıkmadan
Sessizce mi ölsek?
Kendimi kandırıyorum ustaca
Benden sonra dünya yaşamaz sanıyorum
Ben yoksam dünyayı koyarlar bir poşete
Sokaklara hiçbir renk konmaz
Çünkü insan bir kere solar, iki kere dirilir.
Sessizce ölmemiz gerek
Kuytu bir köşede Müslüman mahallesinde
Sonra sokaklar ölmeli ben ölünce
Nisan yağmurları da kendini alıp götürmeli
Ve topraklar işte o topraklar
Benim hamurumun yoğrulduğu
İstanbul da ölmeli...
Sessizce mi ölsek ne dersin?
Biz orta kuşak iklim çocuklarıyız
Bilmiyorum ne kadar sessiz ölünebilir
Ya da bir ölüm ne kadar sessiz geçebilir
Bizim kuşağımızdan...
Beline bağla şimdi kemerini
Şimdi sessizce uçmanın vaktidir
Kargaşa çıkarmadan
Kimseler duymadan
Yalnız bir türkü eşliğinde
Yaşamanın vaktidir şimdi...
***
YARIN OLMUYOR
Kalırsın bu gece
Düşündüm
Hataları ayıklayamıyorum
Hataları ayıklayamıyorum
Kapıda bekleme
Çevremi temizleyemiyorum
Girersen içeri
Cevap veremiyorum
Anlarsın beni
Yarım kalıyor her şey
Mısralar çete kurmuş
Dünyamı karıştırıyor
Kal bu gece
Mısralara inat
Soru sormadan
Al sorularımı
***
DEĞİRMENE SU TAŞIMAK
Bekliyor kapıda yeni zaferler
Avuçlarımda su damlacıkları
Kök salmaya çalışan yeni
neferler
Değirmene su taşımakla
geçiyor ömrüm
Avuçlarımda su damlacıkları
Şimdi seni daha çok özlüyorum
Taşlara takılıyor aklım
Yalnızlıktan ölü taşlara
Kuşların konduğu dalga
kıranlara
Geceler oluyor burada
gündüzlerde
İçimde bir dünya telaşı
Çoğunluğun aklını kaçırdığı
yaşam savaşı
Değirmenimin suyu pas kokuyor
Savaşını kazanmakta
zorlanıyor
Mülkün sahte sahipleri neden
yaşıyor
Ağır bir bilânço çıkıyor
karşıma
Bilindik bir şey değildi
benim için yaşamak
Ve değirmene avuçlarımda su
taşımak
Kim kimin değirmeninde
dönüyor çözemiyorum
Su kendi çatlağını nasılda
buluyor
Değirmenler böyle sessiz
nasıl dönüyor
Başaklardan yaşamayı
öğreniyorum
Buğdayların yalnızlığını
yaşıyorum
Değirmenimde hayatı
öğütüyorum
Kendini tatmin etme semtinde
yaşıyor
Kendini bulma şehrinde
büyüyorum
***
MİRASÇI
Betondan bir duvar
İnsanın kalıbı çıkıyor
ortaya
Dayanak noktası şu:
Tüm zelzelelere meydan
okurmuş
Bense gökdelenleri üflemek
istiyorum
Gökleri yalnız bıraksınlar
bana
Ben sadece sessizliğe
bakmak istiyorum
Burası çok beton kokuyor
Belleğime kazındı tuğlalar
Rengi kaçmış bir hayat
Bana çığlık atan duvarlar
Daha ne kadar çıkabilirsin
yukarı
Ulaşmak istediğin ne senin
İnsanoğlu
Bunu betonla yapamazsın
Mesela ben düşünürüm
Giderim bir yerlere
Önüme beton da diksen
Deler geçerim düşüncemle
Sen betonun öbür tarafını
hayal edemezsin
Ben ne hayatlar kurdum bir
bilsen düşlerimde
Çevremin bilinmeyen
yabancısı
Ahşap kokan evlerin
mirasçısıyım
Ben Leyla’yı bir ahşap
evde
Mecnunu ise bir iskemlede
Otururken düşündüm
Sen istersen bu düşüme
ağaç katli de
Artık ne olur bırak beni
kendi halime
***
TANIMAK ZOR
Tanıyamıyorum
İnsanlar var orada
Bakıyorum algılayamıyorum
Yine insanlar telaşlı
Şimdi söyleyin bana
Bakıyorum algılayamıyorum
Yine insanlar telaşlı
Şimdi söyleyin bana
İnsanlar
Kaç kanatlı
Kaç kanatlı
Sizler
Belgisizlik taşıyorsunuz
Solgun ve hasta
Bitkin ve çelimsiz
Görünüyorsunuz
Fakat yok gibisiniz
Ortada bir kan var
Hani neredesiniz
Yağmurlar
Temizleyemiyor görünmeyenleri
Görünenler tahammülsüz
Siz yağmurlardan kaçıyorsunuz
Hüznü çamura
Kalpleri siyaha boyuyorsunuz
Memleketlim
Diyordun ya bana
Şam’dan ne haber
Afgan çocukları yaşıyor mu?
Ellerinden toprak kokusu
Gözlerinden de
Yarınlar okunuyor mu?
Bilmek istiyorum
Ortadaki kan kimin
Geçmişe, bugüne ve yarına
Hesapsız geçen her güne
Hakikati aradığım
Her şiirde
Ve gördüğüm her zerreciğe
Söylemek istiyorum
Allah
Var
Ve O her şeyi bilir.
SEN ŞİİRDEN ANLAMIYORSUN
Sen şiirden anlamıyorsun
Duman tütmüyor başında
Yanı başında geziniyor
dünya
Dünya alıyor seni
Sen beni de anlamıyorsun
Ben aldım başımı gidiyorum
Şiirimin bir tarafı
Balkanlar
Diğer yönü Açe
Ben balkanları hiç
görmedim
Şiirim görüyor kuşbakışı
Şimdi beni anlıyor musun?
Ellerine bakıyorum
Ellerin çizilmemiş bir
harita
Ver bana
Şiirle doldurayım ellerini
Savur, etkilidir
Dik başlı giderler
Müslüman şiirlerdir
Yönü bellidir
Yolunu mu kaybettin
Aç ellerini
Anlayacaksın beni
Sana kızamıyorum
Şiire de kızmıyorum
Sen iyi ol
Şiirim seni de bulur
Sen şiirden anlamıyorsun
Ben şiir okuyamıyorum
Ben sadece yazarım
Şimdi beni anlıyor musun?
***
BENİ ŞURACIKTA BIRAKIVERSEN
Mehmet YAŞAR 'AĞABEY'E
Beni şuracıkta bırakıversen
Yolum uzak değil
Kaybolmam merak etme
Zaten herkes ne tarafa
Ben tam tersi yönden gideceğim
Yolun izinin tozuna kadar farkındayım
Başıma bir bela gelirse
İşte bununla yaşayamam
Bana öğretmediler
Diri ile ölüm arasındaki farkı
Sonuç diride ölecek
İstemese de ölüme karşı
Doyumsuz bir duygu var içimde
Alevlere karşı geliyormuşçasına
Yürüyorum
Sokağın başında her zamanki gibi
Yere bakan ve uyuyor mu uyanık mı belli değil
Veya kendince zikre dalmakta
Sessiz bir amca
Yavaşça kaldırdı kafasını ve baktı
Bir bakış bile
Çizgilerin yolunu gösteriyor gibi
Selam verdim amcaya
Sadece oturaklı bir şekilde
Başını salladı ve cevap verdi
Evladım sen kimsin,
Hangi kapının tokmağından
Ve hangi ağacın altında gölgeledin de
Geldin meczup bir şehre
Amca başını tekrar eğdi
Dikkat et evlat dikkat et
Yanlış bir şey de yaparsan
Tövbe et
Uzaktan kocamış bir araba görüyorum
Tabiî ki de bu bizim kocamış
Ve için de biri var
Yolun kenarında duranı alacak
Alacak ve fikrin ve zikrin örtüştüğü yere
İşte tam oracıkta bırakacak
Geliyor işte
Elimi uzatmaya gerek var mı görmen için
Veya çal bir korna
Ben koşa koşa geçerim karşıya
Sonra uçur bizi gönlümüzden geçen
Sazın, sözün ve mananın var olduğu yere
TAŞ DUVAR YÜZLER
Taş duvar yüzler
Dört duvar neresi
Dünya
Kabullenemediğim köşesi
Daldırıyorum elimi
Yolum hangisi
Sesler
Duymadığım çilesi
Bir ekmek düşüyor
Kırıntıları hangisi
Toprak
Bakamadığım gölgesi
Bir damla yuttum
Yağmur silsilesi
Ben
Aşamadığım kendisi
Gemisini kurtaramıyor
Kaptanın ümidi
Su
Boğulmamak düşüncesi
Yerlilerin karmaşası
Kentlinin yeisi
Hak
Kiminin yemesi
Kimliksiz yaşayamıyor
İnsan kime bağlı
Çare
Kul olma becerisi
Taş duvar yüzler
Dört duvar neresi
Dünya
Kabullenemediğim köşesi
***
KİTAP KURUMAZ
Yağmurluydu hava
Korumadım kendimi
Kitabı korudum iç
cebimde
Benim param birikmez
Kitaplarım birikir
Cebimin bereketi
Kitaplardan bellidir
Parasız
yaşanmıyormuş
Kapital emretmiş
Bu emre itaatsizim
Ve ben çay içerim
Kitap okur
İnsan dinlerim
Yarama tuz basıyor
düzen
Düzen düzensiz bir
klişe
Devlet kadar yalnız
bırakıyor
Devlet kadar hayal
kuruluyor
Bir hayat kur
diyorlar
Cebimde metelik yok
Olunca hayal kurup
Hayat satın alıcam
Biriktir para
biriktir
İnsan biriktirme
Para biriktir
Yarının hesabını
Şimdiden yap
Sen komşu alma
Şimdiden ev yap
Yağmurluydu hava
Korumadım kendimi
Kitabı korudum iç
cebimde
Hayat buradan baktı
bana
Bir metelik yok yine
cebimde.
***
DÜŞ Kİ GÖR
Vakitsiz kurulmuşum
Cebimden bir metelik
çıkmaz
Çevir çevir kendime beni
Kırılmış zamana ders ver
Benimle oyun oyna
Gül ve geç
Dikenlerimle
Yola koyulmuşum
İsmimi bile unutmuşum
Koyulunca bir gölgeye
Kendimi bile unutuyormuşum
Yerim ve zamanım
Kalbim ve ben
Aslında yanılmışlığım
Yakınmışım dünyaya
Sonsuzluk sorularıyla
Sonsuzluğa dalmışım
Taktım kafayı
Çok da takıntılıymışım
Kendimden kaçıyormuşum
Delilikmiş yaptıklarım
Uykumda sayıklıyormuşum
Arabaları sevmiyorum
Lastik kokuları gitsin
Bırakın beni sakin bir
yere
Şimdi olmasa da
Vakitlice özliyeyim
sizleri
Mevsimlerin hep baharı
Kelimelerin hep kısası
Uykuların hep rüyasızı
Sessizliğin en doruğu
Gülmenin en azı
Yalnızlığın en koyusu
Ve çayın en demlisi
Ve çayda şekersizi
Bana hoş gelir
O yarin bir gülmesi
Düş ki gör
Yakınından neler geçer
Kim gider
Kim gelir
Düş ki
Anla
Nasıl kalıyor
Her şey yanına
İki katı fazlasıyla
***
YABANCILAŞ'MA
Kendime sesleniyorum,
Yabancılaşma kendine
Yabani bir ot gibi
Kıyılarda kendince esme
Ayağın boşlukta geziyor
Attığın adımlarda ses yok
Yağmurun her tanesi
Ve kar taneleri
ilgilendirir seni
Melekler görevli onlarda
senin gibi
Uyuma
Sesin çıksın kendine biraz
Çölde mi kaldın
izsiz,susuz
Yoldan mı geliyorsun
insansız,
Kararmış yüzün güneşten
Nerede yandın
Hangi izden gittin
karardın
Ve kum tanecikleri
Dolmuş dudak uçlarına
Yoksa yağmur
Yağmıyor mu sizin oralara
Kendimden yabancıyım ben
Kendime yabani
Kendimi tanımak için
Kartpostal değilim ben
Yırtılıyor yalnız içim
Yayılmıyor parçalarım
Yangınımı görmek için
Ancak kendimi bulmalıyım
Belki şu dağın arkasıdır
benliğim
Benden arta kalan
Bir iz vardır bana doğru
Yol dağın arkası kadar
çetin
Senden yolcu olur mu hee
metin
Elimi atıyorum kendime
Doktor ve ilaçlar çaresiz
Anlamıyor halimi şaşırmış
Bakıyorum baygın bakışlarla
Doktor tedirgin
Benim dikkatli
bakışlarımdan
Bir mana çıkarmaya
çalışıyor
İçimden içime sesleniyorum
Seni bunlar anlamıyor
Kaçasım var odalardan
Üzerime dikilen tüm
bakışlardan
Doktorlardan ve ilaçlardan
Kendi yurduma dönesim var
Ama kendimden yabancıyım
ben
Belki kendi içime yalancı
Nasıl bir yoldasın sen
Daldıramıyorsun elini
ateşe
Ve sen,
Gördüğün her ateşten
korkuyorsun
Daha hissetmedin bile
Kendi ateşini nasıl kül
ediyorsun
BELİRSİZ
Bu sabah kadıköye vapurlar
yanaştı mı
Anlamıştım balıkların yem olduklarını
Martıların bile avcı olabileceğini
Vapurlarda anlamıştım
Deniz dalgalı olduğu zaman
Ne saplanıyor haberim yok
Bir nefes açlığıdır
gidiyor
Tüylerim diken diken
olmuyor
Yerdeki taşa takıldığım
zaman
Yokla yoklukla süregeliyor
Denizden bir damla su
sıçrasa
Deniz suyunu geri alır mı
Veya al alabildiğin kadar
Hiç sesini çıkarır mı
Ne saplanıyor haberim yok
Dikensel keşifler
yaşıyorum
Mecburi bir yaşam tarzı
gibi
Beni bir sorsalar
Bin ah işitmeye hazır
gibiyim
Sorgusuz bir hayat
Keşifsiz bir dünya tabiri
Duvarları sorsalar bana
Onların yorumunu alın
derim ben
Konuşmuyorlar dersen
Keşfetmemişsin kendini
Her güzel de kusur var
Kabulüm
martılarınkine de
Ekmek davası
Sen martı olsan
Diğer martıların balığını
alırsın
Kimseyi suçlamıyorum
Martıları da suçlamıyorum
Ekmek davası
Ben de martı olsam
Aynısını yapardım
***
ÇERÇEVE
Belirsiz
belki de çok belli olan ve birçok yolu ve yordamı bulunan hatta kişisine göre
değişen kendi tabirimle söylemek gerekirse tabiri belli olmayan bir yer
göstermemi isteselerdi bana emin olun ki ilk diyeceğim şey çevre olurdu. Çünkü gerçekten
insandan insana değişen ve farklı şekillere bürünen ve şekilleri birden
değişebilen yerdir çevre dediğimiz kavram. Bazen korkutur insanı, kimisine de
neşe saçma vesilesine yol açar çevre ve çevrelerimiz. İnsanımızı çepeçevre
saran bu çevreler kimi zaman alır bir deniz kenarına yosun koklatmaya götürür
kimi zamanda dünyanın en derin ve çıkılamayacak kuyularının içine sokar. Neden
sorusu geliyor birden insanın aklına bunu da bu fakir şöyle açıklayabilmekte ancak.
Çünkü çevrenin içinde de iki tane zıt kavram var yani gül ve diken gibi, güçlü
çevre ya da güçsüz çevre gibi…
Şimdi
de olayı başka yerden tutmaya çalışalım ey okuyucu. Mesela insan da
çevre desem yine herkesin aklına dışsal algılama olarak hep dışarısı gelecektir
ama unutulan bir şey var ki asıl çevre insanı kendi halkası içine bir bumerang
gibi kendisine döndüren içsel çevresi vardır ve bu çevre dış çevreyi de içine
alabilecek kapasitededir hatta olayı daha da ileri götürmek gerekirse metafizik
gibi kapasiteler ötesidir içsel çevre. Evet elbette okuyucu örnek bekleyecektir
ve kendi kafasında bir kurgu oluşturacak, bunun çevrenin hem dış ile hem de iç
ile alakasını sorgulayacaktır ki sorgulaması hem gerekir hem de doğaldır. Mesela
örnek vermek gerekirse kalbin çevresi nedir sorusuna cevap aramak veya kalbin
çevresini çepeçevre saran şey nedir diye sorulur ise benim vereceğim en etkili
ve en kolay cevap Aşk diyebilirim. Zaten konunun başında da bahsetmiştik gül ve
diken kelime manasıyla zıt olmasa da mana âleminde birbirlerine zıttırlar ama
çok iyi anlaşırlar hatta birbirlerinin tamamlayıcısıdırlar. Çok kolay bir
konudan çok zor bir konuya ve âleme girdiğimin bende farkındayım ama ne
yapılması gerekiyorsa onu yapmaya ve Aşk dediysek ve çevresinden bahsediyorsak
derine dalmamak olmaz sanıyorum.
Konuyu
şu minvalde bağlamak gerekirse ve her şeyden öte bu yazıyı kısa tutmak
gerektiğini düşündüğüm için yani dikensiz bir çevre olamayacağı dikenli bir çevreninde
her zaman bulunup budanabileceğinden bahsetmek istiyorum. Aşk diyoruz,
çevre diyoruz, diken diyoruz, içimiz ve her daim içimizden kalbin sadece kan
pompalamadığından onun çevresinde nelerin olup ve nelerin dönüp dolaştığını
anlatmak istiyorum…
Aşk diyorum,
diken diyorum, kalbin çevresi diyorum ve insan diyorum
bitiriyorum.
Aralara saklanmış
Bunlar farklı eskilerden
Hani şu beyaz saçlar
diyorum
Çeyrek asır olmadan
Aralara saklanıyorlarmış
Ne yaparsın
Ve boş bir soru yığınıyım
Soluklardan ve sokaklardan
Ayrılamayan bir parçayım
Elimdeki sigaradan bellidir
Acemi bir tiryakiyim ben
Malum habersiz gelir bazı
şeyler
Deli haberlerden kaçan
Yağmuru seven
Bir deliyim ben
Eksik yan diye bir şeyler
duydum
Şu adamın şu yönü eksik
O zaman herkes deve
hörgücü
Tam kalanın boşluğu nerede
Ve boş dünya diyorum
Boşlukta duran dünya
diyorum
Boşluğumu tamamlayacak
Ne çok şeyler istiyorum
Gerçekten aralara
saklanıyorlar şimdilik
Bunlar eskilerden çok
farklı
Hani şu beyaz saçlardan
bahsediyorum
Çeyrek asır olmadan bile
Aralara saklanıyorlarmış
***
MERHAMET
Ne yazıldı
neler yazıldı bilmiyorum, senin üzerine neler söylendi iliklere kadar ya
işlendi ya da kana işlenmeden kayboldu. Evet, bunun adını merak ediyoruz,
aslında ben de gerçek manasını merak edenlerdenim hatta bu yazıyı bunu anlatamayacağımı
bile bile yazmaktayım ve bu benim ilk deneme yazım bir şairin deneme yazısı
neye benzeyecekse bu işte ona benzeyecek. Araya başka sözler katmanın bir
anlamı yok herkeste bulunabilecek bir şeyden bahsediyordum yazımın başında
anlatmaya çalıştığım şeyde bu bizim merhamet.
Merhamet,
kelime anlamını tabii olarak açıklamayacağım çünkü kelime anlamıyla
yaptıklarımız arasında örtüşmeyen dibi tutmuş ve kokuşmuş bir yemek tadında bir
şeyler var. Aslında anlamını biliyoruz bildiklerimiz bizi şaşırtmıyor, şaşırtmadığı
gibi kavramak bile geçmiyor içimizden. Düşün ki mahşer gibi bir kalabalık var
herkes ayakta bir kişi yerde ve o bir kişiyi kimse fark etmiyor. Merhamet
denilen kavram da bu aslında herkes dimdik yürürken onun alçalması aslında onun
dimdik kalabalıkların arasından geçerken kalabalıkların yerlere çökmesi ve
merhamet ve rahmet ve şefkat. Hiç olmanın ağlarken gülmenin ne olduğunu
anlayabilmenin ya da bir çocuğun bakkal dükkânı önünden geçerken kırmızı renkli
topa gözlerini uzun uzun dikip bakarken bakkalın çocuğu fark etmesi işte size
benim anladığım tarzda bir merhamet.
Merhamet
dedikte akla anne gelmeden olmaz hem döven ve sonra da dövdüğüne üzülen bir
şefkat abidesi, korkulan fakat yine de en çok sevilen ve çok seven biri, anne
ve merhamet.
Torbamıza ne
koyduk bu zamana kadar ve hangi azıkla beslendik herkes bir düşünsün ve şu da
unutulmasın bir şair merhameti ne kadar anlatabilirse o kadar yazamaz ne kadar
yazabilirse de o kadar anlatamaz.
Ve buradan
çıkacak sonuç şudur ki tanımlarla merhamet örtüşmez MERHAMET sadece insanlarla
örtüşür.
Bu sabah kadıköye vapurlar yanaştı mı
Anlamıştım balıkların yem olduklarını
Martıların bile avcı olabileceğini
Vapurlarda anlamıştım
Martıların bile avcı olabileceğini
Vapurlarda anlamıştım
Deniz dalgalı olduğu zaman
Ne saplanıyor haberim yok
Bir nefes açlığıdır
gidiyor
Tüylerim diken diken
olmuyor
Yerdeki taşa takıldığım
zaman
Yokla yoklukla süregeliyor
Denizden bir damla su
sıçrasa
Deniz suyunu geri alır mı
Veya al alabildiğin kadar
Hiç sesini çıkarır mı
Ne saplanıyor haberim yok
Dikensel keşifler
yaşıyorum
Mecburi bir yaşam tarzı
gibi
Beni bir sorsalar
Bin ah işitmeye hazır
gibiyim
Sorgusuz bir hayat
Keşifsiz bir dünya tabiri
Duvarları sorsalar bana
Onların yorumunu alın
derim ben
Konuşmuyorlar dersen
Keşfetmemişsin kendini
Her güzel de kusur var
Kabulüm
martılarınkine de
Ekmek davası
Sen martı olsan
Diğer martıların balığını
alırsın
Kimseyi suçlamıyorum
Martıları da suçlamıyorum
Ekmek davası
Ben de martı olsam
Aynısını yapardım
***
ÇERÇEVE
Belirsiz belki de çok belli olan ve birçok yolu ve yordamı bulunan hatta kişisine göre değişen kendi tabirimle söylemek gerekirse tabiri belli olmayan bir yer göstermemi isteselerdi bana emin olun ki ilk diyeceğim şey çevre olurdu. Çünkü gerçekten insandan insana değişen ve farklı şekillere bürünen ve şekilleri birden değişebilen yerdir çevre dediğimiz kavram. Bazen korkutur insanı, kimisine de neşe saçma vesilesine yol açar çevre ve çevrelerimiz. İnsanımızı çepeçevre saran bu çevreler kimi zaman alır bir deniz kenarına yosun koklatmaya götürür kimi zamanda dünyanın en derin ve çıkılamayacak kuyularının içine sokar. Neden sorusu geliyor birden insanın aklına bunu da bu fakir şöyle açıklayabilmekte ancak. Çünkü çevrenin içinde de iki tane zıt kavram var yani gül ve diken gibi, güçlü çevre ya da güçsüz çevre gibi…
Şimdi
de olayı başka yerden tutmaya çalışalım ey okuyucu. Mesela insan da
çevre desem yine herkesin aklına dışsal algılama olarak hep dışarısı gelecektir
ama unutulan bir şey var ki asıl çevre insanı kendi halkası içine bir bumerang
gibi kendisine döndüren içsel çevresi vardır ve bu çevre dış çevreyi de içine
alabilecek kapasitededir hatta olayı daha da ileri götürmek gerekirse metafizik
gibi kapasiteler ötesidir içsel çevre. Evet elbette okuyucu örnek bekleyecektir
ve kendi kafasında bir kurgu oluşturacak, bunun çevrenin hem dış ile hem de iç
ile alakasını sorgulayacaktır ki sorgulaması hem gerekir hem de doğaldır. Mesela
örnek vermek gerekirse kalbin çevresi nedir sorusuna cevap aramak veya kalbin
çevresini çepeçevre saran şey nedir diye sorulur ise benim vereceğim en etkili
ve en kolay cevap Aşk diyebilirim. Zaten konunun başında da bahsetmiştik gül ve
diken kelime manasıyla zıt olmasa da mana âleminde birbirlerine zıttırlar ama
çok iyi anlaşırlar hatta birbirlerinin tamamlayıcısıdırlar. Çok kolay bir
konudan çok zor bir konuya ve âleme girdiğimin bende farkındayım ama ne
yapılması gerekiyorsa onu yapmaya ve Aşk dediysek ve çevresinden bahsediyorsak
derine dalmamak olmaz sanıyorum.
Konuyu
şu minvalde bağlamak gerekirse ve her şeyden öte bu yazıyı kısa tutmak
gerektiğini düşündüğüm için yani dikensiz bir çevre olamayacağı dikenli bir çevreninde
her zaman bulunup budanabileceğinden bahsetmek istiyorum. Aşk diyoruz,
çevre diyoruz, diken diyoruz, içimiz ve her daim içimizden kalbin sadece kan
pompalamadığından onun çevresinde nelerin olup ve nelerin dönüp dolaştığını
anlatmak istiyorum…
Aşk diyorum,
diken diyorum, kalbin çevresi diyorum ve insan diyorum
bitiriyorum.
Aralara saklanmış
Bunlar farklı eskilerden
Hani şu beyaz saçlar
diyorum
Çeyrek asır olmadan
Aralara saklanıyorlarmış
Ne yaparsın
Ve boş bir soru yığınıyım
Soluklardan ve sokaklardan
Ayrılamayan bir parçayım
Elimdeki sigaradan bellidir
Acemi bir tiryakiyim ben
Malum habersiz gelir bazı
şeyler
Deli haberlerden kaçan
Yağmuru seven
Bir deliyim ben
Eksik yan diye bir şeyler
duydum
Şu adamın şu yönü eksik
O zaman herkes deve
hörgücü
Tam kalanın boşluğu nerede
Ve boş dünya diyorum
Boşlukta duran dünya
diyorum
Boşluğumu tamamlayacak
Ne çok şeyler istiyorum
Gerçekten aralara
saklanıyorlar şimdilik
Bunlar eskilerden çok
farklı
Hani şu beyaz saçlardan
bahsediyorum
Çeyrek asır olmadan bile
Aralara saklanıyorlarmış
MERHAMET
Ne yazıldı neler yazıldı bilmiyorum, senin üzerine neler söylendi iliklere kadar ya işlendi ya da kana işlenmeden kayboldu. Evet, bunun adını merak ediyoruz, aslında ben de gerçek manasını merak edenlerdenim hatta bu yazıyı bunu anlatamayacağımı bile bile yazmaktayım ve bu benim ilk deneme yazım bir şairin deneme yazısı neye benzeyecekse bu işte ona benzeyecek. Araya başka sözler katmanın bir anlamı yok herkeste bulunabilecek bir şeyden bahsediyordum yazımın başında anlatmaya çalıştığım şeyde bu bizim merhamet.
Merhamet,
kelime anlamını tabii olarak açıklamayacağım çünkü kelime anlamıyla
yaptıklarımız arasında örtüşmeyen dibi tutmuş ve kokuşmuş bir yemek tadında bir
şeyler var. Aslında anlamını biliyoruz bildiklerimiz bizi şaşırtmıyor, şaşırtmadığı
gibi kavramak bile geçmiyor içimizden. Düşün ki mahşer gibi bir kalabalık var
herkes ayakta bir kişi yerde ve o bir kişiyi kimse fark etmiyor. Merhamet
denilen kavram da bu aslında herkes dimdik yürürken onun alçalması aslında onun
dimdik kalabalıkların arasından geçerken kalabalıkların yerlere çökmesi ve
merhamet ve rahmet ve şefkat. Hiç olmanın ağlarken gülmenin ne olduğunu
anlayabilmenin ya da bir çocuğun bakkal dükkânı önünden geçerken kırmızı renkli
topa gözlerini uzun uzun dikip bakarken bakkalın çocuğu fark etmesi işte size
benim anladığım tarzda bir merhamet.
Merhamet
dedikte akla anne gelmeden olmaz hem döven ve sonra da dövdüğüne üzülen bir
şefkat abidesi, korkulan fakat yine de en çok sevilen ve çok seven biri, anne
ve merhamet.
Torbamıza ne
koyduk bu zamana kadar ve hangi azıkla beslendik herkes bir düşünsün ve şu da
unutulmasın bir şair merhameti ne kadar anlatabilirse o kadar yazamaz ne kadar
yazabilirse de o kadar anlatamaz.
Ve buradan
çıkacak sonuç şudur ki tanımlarla merhamet örtüşmez MERHAMET sadece insanlarla
örtüşür.
***
KALIPLAR
'İsmail Göktürk Hocam'a saygıyla
4 koca yılın hatırasına...
'İsmail Göktürk Hocam'a saygıyla
İnsandan söz ediyorum burada
İlla sesleri yükseltmek mi gerek
Topraktan söz ediyorum burada
İlla kendini bilin demek mi gerek
Geçmişler gitmişler
Gelecek ve gidecekler
Sen en şereflisin ama gideceksin
Ne olur kendini hırpalama bu kadar
Her nefes sayılıyken
Bu düşünmen niye
Hasan ABi
Bembeyaz bir misket verdi geçenlerde
Biz küçükken kemik derdik onlara
Büyüdükte ete kemiğe mi büründük
Sessizce oynanan oyunlara
En başından dur mu dedik yoksa
Elbette hata ve insan
Ne güzel yakışır birbirlerine
Elimde tuttuğum bu hazineyse
Kalbim niçin yer vermiyor derine
Kalıbını bassan insanoğlu çamura
Aynı manzarayla çıkarmısın yarına
Bir de hocam var benim
Gerçek İnsan ve ADAM
Kalıbıyla ve manzarasıyla hep aynı OL'AN
****
YILDIRIM
Çeşmesinden içtim
Tur attım aşındırdım kendimi
Dünya küçük bir yer dedi Ali
Damarlarımız kadar yakındır dedim
Sen salih bir adama benziyorsun
Birisine benzetiyorum seni
Susarak yollar aşıyorsun
Yıldırımlık bu olsa gerek diyorum
Damarların evet damarların
Sinirleri alınmış derviş misali
Sen onlar gibi konuşmuyorsun
Onlar seninle konuşmuyor ki Ali
Yakala yolları elini ver
Sigaranı sağlam çek içine
Hayat sadece bizlere akar
Yolların gülünde dünya ne güzel
Sesini duyuyorum sanki
Çığlık atacaktın biraz önce
Sen bir yola çıktın ki
Çığlıklardan daha da öte
Diyorum çeşmesinden içtim
Suyunun tadını unutamıyorum
Dünya dışında seni unuttum
Yıldırım gibi düştün önümde
Sen gözlerini kapat sesini dinle
Elini çekme gönül dilinle
Bir gün hatrına bizle gelince
Sessizce dur ve Ya Allah de
***
MUMDAN ALEV
Kağıttan yapılmış gemileri yakıyorum
Hayallerim yürümüyor
Meyvalarım dalında çürür gibi
Kuşlar bile yemekten aciz bir halde
Karşıdaki bankanın tabelasında konaklıyor
Ne gariptir bütün cisimler yer değiştiriyor
Ve özgürlük tutmuyor mayas
Eksiği var pişirilmeyi bekleyen hamur gibi
Yarının nefesini hadi sat bana
Vakti geldiğinde harcarız
Çayı soğutmadan içeriz
Sevmeyi sebil gibi akıtırız
Yolu aşk ile aşarız
Açlığa sabır
Şiire kan sıcaklığı katarız
Mum ışığında hayaller kurdum
Belki bir dünya yanıbaşımda duran
Yüzümün gölgesi yansıdı duvara
Ruhsuz bir şekildim mekana yansıyan
Sıktım elimdeki çay bardağını
Ya Allah dedim attım şeklime
Benim ben olduğumu hatırladım
Mumun gerçekten eriyip bittiğini gördüm
Ben üfledim o söndü
Ben yaktım mekan yandı şekil renge boyandı
Ve kağıttan bir gemi daha yaptım
Mumun alevini söndürsün diye
***
ÖZ
Niye büküyorsun boynunu yere doğru
Alnında neler var yerde
arıyorsun
Kaldır kafanı bak göğe
doğru
Senin yağmurların göklerde
dolu
Kimler korkuttu,kimler
üzdü seni
Üzüldüysen dök damlalarını
yüzüne doğru
Elbet düşecektir göz
yaşların toprağa
Topraktan büyüyeceksin
tekrar özüne doğru
***
GELENLER YİNE GİTTİ
Yolumu düzelttim,
Gelenlere çay demledim
Yol boyunca baktım arkalarından
Su döktüm tekrar gelin diye
Yollar kurudu, izler kurudu
Sahiplendiğim saksıdaki çiçeğim kurudu
İçimden çıkartamadığım bir şeyler oluştu
Yol boyunca bakınca gözlerim daldı boşluğa
Sahiplendiğim saksıdaki çiçeğim kurudu
İçimden çıkartamadığım bir şeyler oluştu
Yol boyunca bakınca gözlerim daldı boşluğa
Elimdeki su yatağını bulmadı
Gidenler geri dönmedi
Kalanlarsa hep kaldı öylece
Aslında burada değişen hiçbir şey olmadı
Gidenler geri dönmedi
Kalanlarsa hep kaldı öylece
Aslında burada değişen hiçbir şey olmadı
Olanlar hep geçmiş gibi
Hiçbir şey hiç değişmiyor gibi
Aydan aya postacı geliyor
Haber verip o da gidiyor
Hiçbir şey hiç değişmiyor gibi
Aydan aya postacı geliyor
Haber verip o da gidiyor
Hâlbuki yolumu düzeltmiştim
Ve her gelene çay demlemiştim
Bir soluk alsınlar diye muhabbet bekletmiştim
Bekleyen muhabbet soğudu
Soğuyan muhabbet yolumu bozdu
Çayım dibine çöktü
Ve gelenler yine gitti
Ve her gelene çay demlemiştim
Bir soluk alsınlar diye muhabbet bekletmiştim
Bekleyen muhabbet soğudu
Soğuyan muhabbet yolumu bozdu
Çayım dibine çöktü
Ve gelenler yine gitti
ÇOBAN
Sürdür sürünün çizgisini çoban
Yüzündeki yollara aşk olsun
Öyle bir tevekküle dal ki
Geçmişten sürgünümüz son bulsun
Beklet yoluna set çekenleri
Sen gönüller çobanısın
Vardır âlemi şimdi sonsuza
Gökler isterse şimdi açılsın
Çoban, çoban
Sapmasın yolundan duan
Sen bir sürü davasın
Kaybolur tevekkül sen bırakırsan
Buyur gel soframıza, çoban
Tat eşsiz davamızı
Dert etme yakınma asla
Cevapsız bırakma sorularımızı
Çoban, çoban
Sapmasın yolundan duan
Sen bir sürü davasın
Kaybolur tevekkül sen bırakırsan
***
HAKDİR
Kapatma gözlerini o mübarek ellerinle
Bırak da güzel yüzünü göreyim bebek
Niye ağlıyorsun şimdi annen gelecek
Bir gün sonsuzluk elbet gülecek
Kapatma gözlerini o mübarek ellerinle
Sen yalnız mı doğdun sanıyorsun
Kim şükretti Yaradan'a başında bebek
Ağla, sakın dindirme gözyaşlarını
Yalnızlığın burada mahşerin olsun
Sen yalnız mı doğdun sanıyorsun
Burada mahşerin çabuk geçecek
Yemin olsun ki orada kavuşursun bebek
Gök mavi gözlerini annen de görecek
Şimdi sana sadece sabır gerek
Burada mahşerin çabuk geçecek
Acı büyük ben de çok yanarım
Sana her bakışım yürek parçalar bebek
Lakin, takdir Yaradan’ın kelam çıkmaz
Yaradan ise sevdiklerini dünyada bırakmaz
Acı bende de çok büyük yanarım bebek
Yağmurlar düşer damla damla toprağa
Bir fidan misali büyürsün bebek
Kendini sakın bırakma köklerin olgunlaşsın
Toprak bir gün hepimizi çekecek
Yağmurlar düşer damla damla toprağa bebek
Kapat gözlerini kamer vursun yüzüne
Sen nur ile doğdun, Kevserle yıkandın bebek
Bir gün kalbinden bir sızı geçecek
İşte o zaman bir iç çek bak gökyüzüne
Kapat gözlerini kamer vursun yüzüne bebek
***
BOŞALTILAN EVLERİMİZ
Bugün bir evim daha boşaltıldı
Hadi boykot edelim
Sonra ne yapalım
Nasıl olsa vakit geçer
Unutulur evim, evdekiler
Sonra ne yapalım
Hadi dolduralım midemizi
Bir daha ki eve kadar
Sıcak bir yuvada oturalım
Yarın bir evim daha
Sonraki gün bir daha
Size sıkıcı geliyor olabilir
Politikaları umursamıyorum
Ve midem bulanıyor
Tüm doğrularınıza
Tek doğrumun ağırlığıyla
Kusuyorum sözlerimi
Uzaktan bir ses
Saçma sapan bir söz söylüyor
Takma kafanı
Ve sonrasında
Kaçış cümlesi geliyor
Düzelir merak etme
Herkes bir eve yanıyorum sanıyor
Ev nedir ki toprağın yoksa
Yarın ne olacak,
Ya toprağım
Kutsalım
Geçmişim
Alnımı sürdüğüm yolum
Yetmiyor mu yanmama
Yarın
Bir evim daha boşalacak
Sonra hepimiz
Kudüslüyüz
Kalemi alacağız elimize
Haydi yaz tek tek
Kolun kanadın kırılışını
Sözü dolandırıp
Ama gerçekten sözü dolandırıp
Tekrar kendmize satacağız boykotumuz gibi
Sonra dostum
Akıttığımız gözyaşını
Timsahlara satıp
Tekrar kendimize yer yapacağız
Sana özet geçeyim dostum
İşte dünya
İşte Kudüs
Zıtlıklar yol açıyor yollara
Onlar dünya
Ben Kudüs
***
ÇAKIL TAŞLARI
H.Ahmet Eralp'e
Delik bir ayakkabıyla yol alıyorum
Yağmur yağıyor
Batıyorsun galiba Metin
Su alıyor sanki içerisi
Ttitizlikle yürüyorum
Taşları kızdırmamak için
Dostum bunlar çakıl taşları
Yaşadık biz biliriz acısını
Kendi el frenimi çekiyorum
Bu ne hızlı yaşamakmış
Az kalsın takla atacaktım
Verilmiş sadakam varmış
Bu aralar çok boşladım kendimi
Başımdan bir miktar kaynar su aldım
Şimdilik kendimde gibiyim
Havam azar azar sızıyor aşağıdan
Yolda bir kurtuluş gördüm
Az kalmıştı ölmeye yakındım
Uçurum on metrelik yakınımda
Dışarıya baktım hala hayattayım
***
ÇARK PATRON
Bir şekilde çark yine döner
Dönen çarkın dişlileri yağlanır
Yine döner, döner de döner
Ve çarkın dişlileri
Kendine döndüğü vakit
Dünya bu sefer tersine döner
Yeşil yanarsa geç
Kırmızı sana yanar dur
Sarı bir kart yersen dikkat et
Kırmızıyı yedin sen
Çık dışarı
Çok çalışmıyorsun
Yavaşladın galiba sen
Para veriyoruz dinlenmek yok
Ölürsen burada öleceksin
Ailenin bizde geçerli bir hükmü yok
Ne kadar çok gülüyorsun
Azıcık ciddi olmayı öğren
Bizim seninle bir işimiz olamaz
Sen çarkı yavaşlatır bozarsın
Hem gözünün üstünde kaşın da var
Olmadı biz seni ararız
Ya da bugün git
Yarın gel
Namazın vakti kaçıyor hani
Bu senin sorunun diyor patron
Cumaya da gitmek gerek hani
Senin öğlen tatilin
Yemek molasından feragat et
Hee bizlere de dua et
Sen iyi adama benziyon
Konuşta çarkımız çok işlesin
İkindi vakti de geldi be patron
Vakit bugün de tekrar kaçıyor
Mesela çay içmeye bilirsin diyor
Diyor
Düşünmüyor
Hem vaktim geçmese
Hem de çay içebilseydim
Ey patron
Bu zarfım sanaydı
Bu zulmü bana sen ettin
Ben işten istifa ediyorum
Zaten benim gibi saf bol buralarda
Senin çarkın yine döner
Sen yağcı adamsın vesselam
Zoruna gideceğini bilsem
Ağır konuşmak geçiyor içimden
Bilmem ki patron
Sen anlarmısın ki yergiden
Neyse
Bir şekilde çark yine döner
Dönen çarkın dişliler patronumla yağlanır
Yine döner,döner de döner
Ve çarkın dişlileri
Kendine döndüğü vakit
Dünya bu sefer tersine döner
***
SEN OLABİLİRSİN
Kimin bu yalnızlık
Ödünç mü taşıyorsun
Kimdendir bu dert
Hesabını veremiyorsun
Kalabalıksın,
Sen bile görünmüyorsun
Yakanda birleşmeyen geçmişin
Geçtiklerinden arınamıyorsun
Ah o çaresizlik
Uzaklarda aramamanı çareler
Çehren yabancı kalmış yalnızlığına
Göğsünde ödünç sıkıntıları barındırıyorsun
Saklananların adına kayıtlısın
Kaçanların çaresizliğinde yalnız
Ve kalabalıklarında teksin
Sen ödünç yalnızlıkların annesisin
Sen bir ülke olabilirsin
Belki de büyük bir kıta
Bir şiiri belirleyen sadece bir mısra
Annesini emerken içi kaynayan
Uzaklarda uyuyan Afrikalı bir çocuk olabilirsin
Sen olabilirsin
Hayatımızdan, parçasız tam kalabilen
Sen hayattan biri olabilirsin
Hayata hayatınla oyun oynayan
Sen ben olabilirsin
Belki biz sen olabiliriz
Sen bir ülke olabilirsin
Kurtarılmayı,
Zaferi ümitle bekleyen
Ya da kanayan bir yaranın baş ismi
Sen 'Kudüs' olabilirsin
***
BU NASIL ÇINLAMA
Kulağıma yanlışlıklar çınlıyor
Bileklerimden bir kuvvet daha düşüyor
Ve şairin elinde bir cımbız
Aynada kendisini seçemiyor
Yanlışsam söyle bana
Neden insanın otuz beşi yarım olsun
Kiminin on beşinde, on beşlisinde son bulurken
Kulağıma yanlışlıklar çınlıyor Allah'ım
İnsanın izi silinse ne çıkar
İstenmez mi, bir boşluk dolmaz mı
Şimdi sen söyle bana ey ehli dünya
Yerde yüzü koyun yatan çocuk
Artık senin ve benim için ağlar mı
Şimdi korkutuyor dilim beni
Yutkunduklarım kulağıma usulca fısıldıyor
Dervişler neden postsuz dolaşıyorlar
Onlar da mı bıraktılar ruhlarını
Hayatları sömüren pos makinelerine
Duyuyorum bu çınlama yanlış değil
Sağ kulağım,
İnledikçe inliyorsun içime
Yanlış duymuyorsun
Bu benden
Bu yüzü koyun yatan çocuktan
Şairden
Dervişten
Kulağına yanlışlıklar çınlayan
Aklıyla değil, yüreğiyle hareket eden
Bir ezan ve bir sela arasında duran âdemden
Sana sadece bir mesaj gönderiyorum
Ey ehli dünya
Sen geriye bakmadan
Nereye gidiyorsun
Ve şairin elinde bir cımbız
Aynada kendisini seçemiyor
Yanlışsam söyle bana
Neden insanın otuz beşi yarım olsun
Kiminin on beşinde, on beşlisinde son bulurken
Kulağıma yanlışlıklar çınlıyor Allah'ım
İnsanın izi silinse ne çıkar
İstenmez mi, bir boşluk dolmaz mı
Şimdi sen söyle bana ey ehli dünya
Yerde yüzü koyun yatan çocuk
Artık senin ve benim için ağlar mı
Şimdi korkutuyor dilim beni
Yutkunduklarım kulağıma usulca fısıldıyor
Dervişler neden postsuz dolaşıyorlar
Onlar da mı bıraktılar ruhlarını
Hayatları sömüren pos makinelerine
Duyuyorum bu çınlama yanlış değil
Sağ kulağım,
İnledikçe inliyorsun içime
Yanlış duymuyorsun
Bu benden
Bu yüzü koyun yatan çocuktan
Şairden
Dervişten
Kulağına yanlışlıklar çınlayan
Aklıyla değil, yüreğiyle hareket eden
Bir ezan ve bir sela arasında duran âdemden
Sana sadece bir mesaj gönderiyorum
Ey ehli dünya
Sen geriye bakmadan
Nereye gidiyorsun
***
ŞAİR NEREDESİN?
Bir yerde bir şair gülmüyorsa
Orada gülünecek hiçbir şey yoktur
İsimsiz evler silinmiş hayatlar vardır
Mesela orada çınar yoktur
Mezarlıklar seslere cevap vermez
Bir yerde şair ağlıyorsa
Orada ağlanacak çok şey vardır gülmekten de öte
Toprakla oynayan çocuklar yoktur
Mesela bir camii minaresinden ses gelmez
Seccadelerden alın yazısı okunmaz
Kaçıyorsa şayet bir şair
Kendini unuttuğu bir yerler vardır
Yeniden filizlenecek bir çınar
Kaçıyorsa kaçırdıklarını yakalamak içindir
Sözlerini anlatacak bir köy mesela
Bir yerde isimsiz garip kaldıysa şair
Endişelenecek ve mahzun olunacak bir şey yoktur
Kendindedir hayat, hayat bulmuştur kendisi
Dünyada garip bir yolcu gibidir
O garibler yurdunun kurtuluşudur
***
ANNEM SÖKÜKLERİMİ DİKERKEN
Elinde bir iğneyle dolaşıyor annem
Söküklerimi dikmek için uğraşıyor
Anneyse bir hayat, hep yarını düşünüyor
Bugünün baharlarını görmekti hayat
Yarın sadece an'ı kandırmak
Sökükler dikilir ya iz kalır ya sökülür
Anneyse bir hayat, hep yarını düşünüyor
Bugünün baharlarını görmekti hayat
Yarın sadece an'ı kandırmak
Sökükler dikilir ya iz kalır ya sökülür
Yoldan geçmekte olan insanlara takılıyor gözüm
Yoldan hızlıca geçen arabalar da var
O an hakikat gibi geldi
Tek başına duran ağaç ne kadar yalnız
Binlerce, milyonlarca yapraklar kadar
İnsanlar kadar
Fark ettirmiyor kendini annem
Yapraklarının hışırtısını duyurmayan ağaç gibi
Ağaç yapraksız gibi, yapraklar ağaçsız
Kelimelerden bir dal yapıyor
Bir öğüt büyütür gibi içte
''Evladım söküklerini ihmal etme''
Bu sefer çözülürlerse...
Merak etme anne bu sefer ben dikerim
Dikiş tutmayan söküklerimi
Olmadı bir insan bulunur elbet
Veya bir yetim çocuk
O söküklerimi diker
Bende yara kapatırım belki
Merhemi olmayan yaraları
Suskunluk çalıyor insanın aklını
Dünyada bir garip yolcu olmak mesela
Suskunluğun çaldığı akılda
Anımsanmamak geçti birden dünyada
Kendini fark ettirmeyen annem gibi
Yolda düşlemek kurtarıyor insanı
Düşmemek bu yüzden
Düşünmek kadar güzel
Söküldü diktirdim
Söküldü diktirdim veya yamalattım
Hiç kendim dikemedim, dikemediklerimi
Oyun gibi geldi sökülenlerim
Onlar sökülürken kopmadı hayat benden
Her biri dikilirken gözümün önünde
Bir şaheser şimdi annemin ellerinden
Elinde bir iğneyle dolaşıyor annem
Söküklerimden bir hayat devşiriyor
Diriliyorum, doğruluyorum, doluyorum
Dirilirken doğruluyor,
Doğrulurken dosdoğru doluyorum
Yolumu buldururken izlerim
Ben yarınki bahara hangi izden gideyim
Diriliyorum, doğruluyorum, doluyorum
Yarınki baharlar yine size kanıyorum
***
DELİLER PAZARI
Deliler pazarından bir dert aldım kendime
Beklemediğim bir hale büründüm
Çıkmaz oldum,
Çıkarsız çıkmazlarımı düşünür oldum
Gölgelere rast geldim üstlerinden atladım
Işıksız evlere girdim ama aydınlıktılar
Bir ara kendimi de gördüm ben aynasında
Gülmeyi unuttum,ağlamayı da
Sonra hazin ve hüzün buldum kendimi
Sorular da sordum cevaplar da aldım
Ey kemale de zevale de giren yüreğim
Uçurumsun,kurtuluşsun,çıkar ve düşersin
Deliler pazarına dert bırakmaya geldim
Derdimi alacak bir deli bulamadım...
Çıkmaz oldum,
Çıkarsız çıkmazlarımı düşünür oldum
Gölgelere rast geldim üstlerinden atladım
Işıksız evlere girdim ama aydınlıktılar
Bir ara kendimi de gördüm ben aynasında
Gülmeyi unuttum,ağlamayı da
Sonra hazin ve hüzün buldum kendimi
Sorular da sordum cevaplar da aldım
Ey kemale de zevale de giren yüreğim
Uçurumsun,kurtuluşsun,çıkar ve düşersin
Deliler pazarına dert bırakmaya geldim
Derdimi alacak bir deli bulamadım...
***
İNSANLIK TANIŞMASI
Duaların ve davaların dimdik şahlandığı mekan
Nasıl vermezsin ruhundan bir su
Açlığın ve doyumsuzluğun var olduğu yer
Nasıl görmezsin bizi işte buradayız
Açlığın ve doyumsuzluğun var olduğu yer
Nasıl görmezsin bizi işte buradayız
Dünyanın döşünden önce vardık
Galu beladan yazılmış adımız
Sözün söz olduğu yerdeydik
Kanlarla sulanan asırları biz temizledik
Öyle belirsiz olduğumuza bakma
Yalnız belirsizliğimizde belliyiz
Sırda, sözde gönlün en kuytu köşlerinde
Biz ve belirsizliğimiz hep vardık
Bir değer atfetmen gerekmez bize
Sen bir Yemen de biz Kudüs'ü buluruz
Biz nice yollarda yar bile aradık,ararız her daim
Arayu arayu bulacağız elbet izini Yunus misali
Bütün insanlığa selam edip koklatacağız tozunu,
GİDEN GELMEZ Mİ?
Çok çıkmıyor mu sesim
Beni duymuyormusun
Geziyorum yalnız evlerin içinde
Beni görmüyormusun
Ensemden yapıştı hayat bana
Tam ense kökümden
Boynum tutuklu sana
Dönemiyorum anlamıyormusun
Tırnaklarımla kazımıştım toprağımızı
Çok mu bekledik,su toplamış yazımız
Geriye kurumak mı kalır
Seni yudumluyorum hissetmiyormusun
Kalabalıklar yolumuz değildi bizim
Çatık kaştı insanlar bize
Neden yanaşıyorsun hepsi bir düşünce
Seni benden çalıyorlar yanmıyormusun
İki yakam iliklenmiyor,peşindeyim
Kayboluyorsun sen düşüncelerde
Elimle seni sakladığım yerde
Bulamıyorum unutuyormusun
Çok çıkmıyor mu sesim
Beni duymuyormusun
Geziyorum yalnız evlerin içinde
Beni görmüyormusun
***
DEPRESİF HATIRALAR
şimdi bir oyuk
taksime ilk gittiğim gün
dünmüydü yarım kaldığım
bırak şu taksimi
adam taksimi yok orada
eyüp tepesi
ne zaman çıktım oraya
cenaze vardı en son
uzaktan bir akraba
sıla-i rahimi o gün anladım
uzak tanınmıyormuş oysa
onlara da yetiştim
yeni yetişen yetmelere
hep eski çağırıyor beni
kuruntum kaprisim ya/niye
yüzümü çevirdim arka bahçeme
yeşermiş güllerim
gönder beni yarime
hatıralar yine ve niye
onlara tıkandım tıkıldım
bavuluma sığmadı
ondan uzaklaşamadım
***
ÖLÜM DE GİTTİ
Ölmüyoruz ama
Ölümlü bir yolda koşuyoruz
Bu şehirde
Ölmekte zor yer bulmakta
Bilirmisin dolaşıyorduk
Ama ayaklarımız yere basmıyordu
Ölüm var ey ölümlü
Bu ses uğramamıştı bize tenhada
Kenarlara çekilmek istemem ben
Yeryüznün her yüzü ölümlü
Kenarlara çekilsem ne değişir
Kader çekilenlere gelmez mi
Zor be zor ölmekte zor
Hani boş mezar bulsak balıklama kapıcaz
Bu kadar içi dolu bir gerçek
Gerçekle ne zaman yüzleşmek gerek
Ölmüyoruz ama
Kaçar gibiyiz bize gelecekten
Bu şehirde kaçıyor
Kendini kaybettiği şehirden
Soru soruyorum şehrin sokaklarına
Kaybolursam bulurmuşsunuz beni
Bulanık bir tasvirim ben
Tarifimi kimin ellerine bırakacaksınız
Ölümün bir suçluluğu yok
Sadece tasviri bulanık onunda
Yaratılanların yakalayamadığı
Ama yaratılanların yakalandığı
Sadece bir ses
Sadece bir sessiz
Bilindiği kadar gelecek
Bilinmediği kadar gerçek
Ölüm var ey ölümlü
İşte gerçek
İşte gelecek.
***
GECE DEĞİŞİMİ
Geceler haklıdır haykırmakta
Hayat yarı ölümdür gecelerde
Değişirken bazı şeyler
Farkındalığı farkedilmiyor gecelerden
Yıldızları görmek istemiyor kimse
Değişiyor kendinde olmayan değişim
Kendisine dönüştürmüyor insanı
İnsan yarı ölüm, yarı yaşam
Yaşamaktan korkarak yaşanır mı ey insan?
Arkama döndüm ve baktım
Kendim nerelerdesin
Kendimi kendimde aradım
Yalnız kendime dönüştürüldüm
Arkama döndüm ve baktım
Geceydi hayatı hayta yapan
Kimse bilmiyordu benim tebdilimi
Çıkartıyordum aslında geceden kendimi
Saatte zaten hep geceydi
***
KALBİMİZİN ADANMIŞIYIZ
Kabullendiriliyor
Bir kalıbın çocukları mıyız?
Kabımız ve kalıbımız elbet belli
Ben coğrafyamın kalıbıyım
Ve kalabalığızdır bilesin
Bizde meş'umluk yoktur
Yaşanılır bir mekân coğrafyam
Sen kendi maddene takılma
Biz gittik ve geri geldik
Kalbimizde bir basınçla dolaşırız
Geçit damarlarımız tıkanmaz
Çekingendir nazından; amma asi
Sen kendi maddene takılma
Bize bak kabullenmezsin
Hem ırk'a değil hırkadanız
Obur değil lokmadanız biz
Tekbir sancaktır toplanma yeri
Orada toplanırız
Öyle bir kucaklaşırız ki
Kalıplar yarılır
Kapılar açılır
Yer ve gök yarılır da
Biz bozulmadan kalırız
Sen kendi maddene takılma
Cevherlerimiz madenimizdir
Nurumuz akılla gitmez bizim
Yanmak için doğmuşuz anlamıyor musun
Kendi savaşımızı kendimiz yakarız
Öyle bir yakarız ki
Su safını değiştirir(suya saf değiştiririz biz)
Haydi kalk gidelim
Kalıbımız dolmadan, donmadan
Bir nefes daha alalım
Nefsimize takılmayalım
***
HİÇSİZ HARABE
Mührü vurunca,
Kapalı yazıyor kalp
Yokuşlarda ter atıyor
Yakarış zirvelerde ses veriyor
Mührün adını söylüyor sonra
İnsan mührü açacak ismi zikrediyor
Kitaplar karıştırıyor
Nesnelere bakıyor
Saydamlığı fark etmeden
Camdan dışarıyı gözlüyor
Suskunluk hiç'liğe kaçıyor
Hiçlik anne şefkati gibi
Hiçlik anne şefkati gibi
Kendi zamanına katıyor insanı
Gerçeğe özlem o vakit duyuluyor
İşte zamanın içindeyim
Ben Sen'den hariç harabeyim...
***
HATIRLIYORUM
sen hatırlıyor musun beni
daha dündü ayrılışımız
ayrılmak ayrıştırmak mı
hangimiz çökeceğiz bu sefer dibe
dipsiz bir boşluğun suyu musun
kime yüzdürdün alın yazını
sen kuşları hatırlıyor musun
ip bağlarlardı gökyüzüne
ben hatırlıyorum
çocukluktan kalma anıydı yüzüm
hani nerde bulutların şekli
yüzüm gökyüzüne yazılıydı
dipsiz bir boşluğun suyu musun
kime yüzdürdün alın yazını
çocukluktan kalma anıydı yüzüm
hani nerde bulutların şekli
yüzüm gökyüzüne yazılıydı
dipsiz bir boşluğun suyu musun
kime yüzdürdün alın yazını
SAKLA GÜLÜŞÜNÜ
bir gülüşünü de bana sakla
çorbamda bir gülüşün olsun
eştiğim toprağımın içine gömeyim
yalnızlığımın yoldaşı olsun
bir gülüşünü de bana sakla
heybemde bir ekmeğim olsun
rüzgarın savurduğu bir anda
kendimi atacak bir yuvam olsun
yoruldum,
yüzdüm dünyanın kabuğunu
kuru bir dala astım yeşertir diye
şu gülüşün olmasaydı eğer
girmezdim bu yola delicesine
geçit verir mi şimdi yüzsüz dünya
bir gülüşünün saklanmasına
artık her şey ayan beyan ortada
yalnızlığım kat kat karardı
bir cümbüş havası bu yüzsüz soğukluk
kopardı bir şirin gülüşü
saklansa da çıkar elbet bir gün
yalnızlığımda saklı olan gülüşün
**
Kara Kuyu
Kara Kuyu
Kendim kazdım ben
kuyumu ellerimle kendim kazdım
yüzüm kararmıştı
su kapkara çıkıyordu
şüpheye düştüm
içim dibine düştü
kuyumu ellerimle kendim kazdım
yüzüm kararmıştı
su kapkara çıkıyordu
şüpheye düştüm
içim dibine düştü
Yalnızdım, ipim inceydi
sorgular zamanı mıydı
yakama yapışmışken kuyu
kendim kazmıştım ben
kuyumu ellerimle
necislikten kurtulmak içindi
Ben bir nesildim
çınardan kopmuştum
ve çınara su verecektim
kuyunun dibine düştüm
çaresizdim ve çekingen
unutmak hatırlamaktı
sorgular kazınca başlıyormuş
şimdi zahirime siyahtım
çınardan kopmuştum
ve çınara su verecektim
kuyunun dibine düştüm
çaresizdim ve çekingen
unutmak hatırlamaktı
sorgular kazınca başlıyormuş
şimdi zahirime siyahtım
Batınsız yaşayamazdım
gökle açıldım
açıklardım alın yazımla
düşledim kızıl gökyüzünü
döndüm kapkara kuyunun dibine
sesler işitiyordum
neslin sesleriydi
beklemeliydim Allah'ım
duanın sabrını işitmeliyim
aldırmadan yoluma
susuz devam etmeliyim
***
gökle açıldım
açıklardım alın yazımla
düşledim kızıl gökyüzünü
döndüm kapkara kuyunun dibine
sesler işitiyordum
neslin sesleriydi
beklemeliydim Allah'ım
duanın sabrını işitmeliyim
aldırmadan yoluma
susuz devam etmeliyim
***
TORBANDAKİ DÜĞÜM
torbandaki düğüm
açılırsa dünyam açılır
hayat kandan daha sıcak
kanarsa ömrüm yıkılır
büyüt kelimelerimi
cümlelere sat
sonra kapat tüm perdeleri
yokluğumda huzura yat
göçüp gitmek vakti ne zaman
ne vakit kurtarılırsın sorgusuzluktan
su bitince mi, soru çoğalınca mı?
torbandaki düğüm
açılırsa sırlarım açılır
sükut sözden daha ağır
susarsan kaleler yıkılır
***
yolda kaybolmaktan korktum
sana firak olmaktan
şehrin merkezleri bana göre değildi,
ben sürgün yemiştim
hasılı uzaklaştırıldım merkezinden
bulmak kendinde olmadan
şehrin dışında ve insanın merkezinde
birbirimize benzemeden
sufli yalanlara kanmamak için
sana ulaşmak için
ve tüm yalanlara cevap bulmak için
şehirden yollara uzaklaştırıldım
bir bağ aramak istiyorsan
bağlan yolların bağına
resimlerdeki şen duruş
senin eylemin değil
gariban kalalım garib
göçebe ve halim
Adem'ler tanıyalım
şehrin dışında
toprağa yakın kalalım
ayaklarımız çeksin elektriği
kaynasın Aşk ile içimiz
ve bırak kabuk bağlasın yaralarımız
işte şimdi iyileşeceğiz...
***
kurulmuş yine saatler,seslerse çok uzakta
neler görülür,kimler bakar kuytu köşelerime
bağırıyorum büyük bir boşlukta sesim yankılı
kimsecikler yok,bir emanet canım var yanımda
kurulmuş yine saatler,seslerse çok uzakta
uyku tutmaz gözümün içine bakar zaman
ki,o zaman ben anlarım vakit boşlukta
bir duvara asılmış dönüyor zaman
yalnızca tekbir söz hakim bir de dil
uyku tutmaz gözümün içine bakar zaman
yok beynimin içinde sorgu sual yok
senden umulur ki sadece bir medet
ben zaman düşlerinin içinde kayboldum
katmer katmer oldu,yüreğim zamana doydu
yok beynimin içinde sorgu sual yok
ümidim sonsuz sonlarsa her zaman sende
ben kayboldum desemde,gönül hep sana secde
ne vakit gözlerimde varsa bir kuşku
üzüldüysem,ağlıyorsam kurtarıcım yine sende
ümidim sonsuz sonlarsa her zaman sende
kurulmuş yine saatler,seslerse çok uzakta
neler görülür,kimler bakar kuytu köşelerime
bağırıyorum büyük bir boşlukta sesim yankılı
kimsecikler yok,bir emanet canım var yanımda
kurulmuş yine saatler,seslerse çok uzakta
açılırsa dünyam açılır
hayat kandan daha sıcak
kanarsa ömrüm yıkılır
büyüt kelimelerimi
cümlelere sat
sonra kapat tüm perdeleri
yokluğumda huzura yat
göçüp gitmek vakti ne zaman
ne vakit kurtarılırsın sorgusuzluktan
su bitince mi, soru çoğalınca mı?
torbandaki düğüm
açılırsa sırlarım açılır
sükut sözden daha ağır
susarsan kaleler yıkılır
***
Şehirden Sürülen
yolda kaybolmaktan korktum
sana firak olmaktan
şehrin merkezleri bana göre değildi,
ben sürgün yemiştim
hasılı uzaklaştırıldım merkezinden
bulmak kendinde olmadan
şehrin dışında ve insanın merkezinde
birbirimize benzemeden
sufli yalanlara kanmamak için
sana ulaşmak için
ve tüm yalanlara cevap bulmak için
şehirden yollara uzaklaştırıldım
bir bağ aramak istiyorsan
bağlan yolların bağına
resimlerdeki şen duruş
senin eylemin değil
gariban kalalım garib
göçebe ve halim
Adem'ler tanıyalım
şehrin dışında
toprağa yakın kalalım
ayaklarımız çeksin elektriği
kaynasın Aşk ile içimiz
ve bırak kabuk bağlasın yaralarımız
işte şimdi iyileşeceğiz...
***
KURTARICIM
neler görülür,kimler bakar kuytu köşelerime
bağırıyorum büyük bir boşlukta sesim yankılı
kimsecikler yok,bir emanet canım var yanımda
kurulmuş yine saatler,seslerse çok uzakta
uyku tutmaz gözümün içine bakar zaman
ki,o zaman ben anlarım vakit boşlukta
bir duvara asılmış dönüyor zaman
yalnızca tekbir söz hakim bir de dil
uyku tutmaz gözümün içine bakar zaman
yok beynimin içinde sorgu sual yok
senden umulur ki sadece bir medet
ben zaman düşlerinin içinde kayboldum
katmer katmer oldu,yüreğim zamana doydu
yok beynimin içinde sorgu sual yok
ümidim sonsuz sonlarsa her zaman sende
ben kayboldum desemde,gönül hep sana secde
ne vakit gözlerimde varsa bir kuşku
üzüldüysem,ağlıyorsam kurtarıcım yine sende
ümidim sonsuz sonlarsa her zaman sende
kurulmuş yine saatler,seslerse çok uzakta
neler görülür,kimler bakar kuytu köşelerime
bağırıyorum büyük bir boşlukta sesim yankılı
kimsecikler yok,bir emanet canım var yanımda
kurulmuş yine saatler,seslerse çok uzakta
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder