Yılkılar dolaşıyor rüyalarımda
Yeşilin üzerine doğan güneş
Sönümlüyor zaman sarkacını, kanımda
Paslı çivilere ben batıyorum, heyhat
Elim, içimden ne koparırsa kâr,
Dışarıda şafak yakın
Şafakla akın
İçim zemheri, buza yakın ve kar.
Dökülüyor kelimelerimin kaportası
Ağzımda konuştukça batan, sızlayan aftlar
Cürüm bana yakışan
Sana merhamet ve aflar
Kırarsan zincirimi eğer
Özgürlüğü soluyan o beyaz yılkına
Söz Rabbim, vurmayacağım eğer
Bir öfke körüğü eritince demiri
Tutup hayırla bezediğin perçemi
Vurup çıkacağız karaya batmış şehri
Bilir mi bu deli yılkı
Fırat, Meriç, Nil, Tuna ve nice nehri
Şahlanır belki görürse ummanı, bahri
Yılkın emanetim, peki ya bu süvari
Canına yandığımın dağları, kuytu
Leyleklerin göç yolları, irtifa
Derede boğdurma beni
Daya boğazıma ve yüreğime kirişi
Atacağım ok sadakte garip kalsın
***
Yine mağara…
Dünya telaşesinden girmeyi unuttuğumuz söz ve fikir talimgâhı. Dava uğruna sakınmadığı gözlerine ok batıranların mekânı…
Bu defa farklı… Fiziken tam mağara olmuş artık. İçeriyi artık sadece mum ışığı aydınlatmakta bir de aydınlık yüzler. Dünya tuhaf yer, kapital dünyanın mabedleri ışıl ışılken mağara karanlığa boğulmuş. Biri olanca karanlığı setr etmek için ışığı(!) kullanırken diğeri ise olan nuru herkes görmesin diye karanlığı almış üstüne. Derdi, fikri, çileyi azık edenlere bir lambayı çok görmüşler ama bilmezler ki her şey zıddıyla kaimdir. Mağarada yanan fikir ateşi o karanlıkta daha da görkemli görünecek. Hem mum ışığı eyidir, erenler de zaten bunu dert etmez.
Mağara müdavimleri kapital ve materyalist dünyaya mum ışığında manifestolarını ilan ediyorlar artık! Mübarek ola!
***
HASRET
Bir söz kesti başımı
Zehir etti üç gram aşımı
Parça parça etti dilek taşımı
Yüzüm çizgisi belli etmez yaşımı
Binalar mı titrer başım mı döner
El salladığım ne vakit döner
Günler takvimlerde söner
Bu yaman fırtına selamınla diner
Gökten düşen üç elma elimde
Dönmez gemiler yüzdürdüm selimde
Darılma amma ne varsa dilimde
Motif oldun dokuduğum kilimde
Bir ahşap tavanımız olmadı asuman
Başın darlanırsa gene beni an
Ben geçiyormuşum gibi perdenin ardına saklan
Eyvah gül yüzlü eyvah, hasretlik pek yaman
***
KENDİNE İYİ BAK
24 saatin içinde ne çok söylediğimiz bir ifade ‘’kendine iyi bak’’. Dostlarımıza, sevdiklerimize, tanıdıklarımıza hatta tanımadıklarımıza; bir görüşme sonunda kapanış perdesi gibidir. Bunca felakatin, haydutluğun, yıkıntıların, boşlukta geçen günlerin azabından korumak için söyleriz. Bazımız hatta çoğumuz bu ifadeyi kendini pohpohla, şımart anlamında alırız. Çokça ya da kalorisini ölçüp yiyerek beden ölçülerini korumak, ne olursa olsun kendini içine almayan olaylara üzülmemek, gazete sayfalarının keyif veren yerlerini okumak, arabanın hasına binmek vs..
Bunların hepsini ‘kendine iyi bak’ düsturunu elde bulundurmak için yaparız genelde. Oysa mesele bu kadar basit değil. İnsan sadece nefsi ihtiyaçları için bu dünyada yer işgal etmiyor. Bu dünyada yer kaplamanın da bir bedeli var. İnsan denen varlığın sadece beşeri tarafıyla meşgul oluyoruz dünyanın bu son demlerinde, ama unuttuğumuz bir yanımız daha var. İşte o unuttuğumuzu, yitiğimizi bulmak için ‘kendimize iyi bakmalıyız.’
Nereden gelip nereye gittiğimizi idrak için bakmalıyız.
Ademoğlu salt madde için burada bulunmadığını idrak için ‘kendine iyi bakmalı.’
Allah’ın yeryüzündeki varisi insan ‘’kendine iyi baktığında’’ görecektir insan olmanın ne demek olduğunu. Asıl vatanının burası olmadığını ve o vatana elbet bir gün döneceğini.
Ve insan kendini en iyi bir aynada görür, ‘kendine en iyi orada bakar.’ O ayna ki ruhu nurdan sütunlardır.
Seni sana hatırlatır.
Suretinin geçiciliğini haykırır.
Zamanın beyazlayan saçında eridiğini haber verir ve sana aslına dön der.
Ruhu sarmış dikenli telleri parçala, O’na sığın ve varlığını ona teslim et der.
İnsan varlığını kimden almışsa yine kendini Ona teslim edecektir.’ Kendimize iyi bakmamız’ duasıyla,vesselam.
***
EY CAN
Ey can!
Sana sır olan, bana ufuk değil ise
Elinin yettiği yer, bana doruk değil ise
Daha olmamışım… Dokun yanayım
Ey can!
Tuttuğum ateş sana sönük ise
Onardığım sur sana dökük ise
Daha olmamışım… Dokun yanayım
Ey can!
Benim aydınlık sandığım sana zifiri ise
Öldürdüğüm sesler sana dipdiri ise
Daha olmamışım... Dokun yanayım
***
DEMİRCİ
Rüzgâr canına okuyor yaprakların
Ben seni okuyor gibi
Günbatımını okşuyor gözlerim
Arsızım biliyorum, gene özlerim
Her fırtınanın sonu vardır
Güller nisanda açar
Yanlış bildiklerim şimdilik bunlar
Uyuşmak için okuyorum bazen
Bir mısrada gözlerini görmek
Durmak, boşluğa bakmak ve ağlamak
İç seslerine kulak tıkamak
Yüzünün belli belirsiz şekli
Dur desem durmaz
O da hayırsız, gönülden geçici
Sen gönülden ne anlarsın vicdansız demirci
Dağladığın yara boyuna kanar
Aşığın bağrı közünden başka yanar
Yeter harlama ocağı gayrı
Bülbül gülünden, ben ondan ayrı
Her şiir keser damarı
***
GÖZLERİMİ MIHLADIM DUVARA
Gözlerimi mıhladım duvara, resmini astım
Saniyeler zehir, kendime kastım.
Camdan bakmaya alıştım dünyaya
Dil çıkardım içimdeki korkunç mumyaya
Niye ve niçinler başucu kitabım
Her gece uykusuz, buhranlara hitabım
Dertler, bir tespih, birkaç kâğıt, bir kalem
Kazanda kaynattığım ağulardan ibaret bir âlem
Can çıkmaz gecelerin bekçisidir bu saat
Uğultular, araba vızıldamaları kulağıma en büyük kabahat
Gündüz soframın kırıntısından yiyen kuşlar
Gece pencereme ziyarete gelseler, işte o vakit bir türkü başlar…
***
AĞAÇ ALTI ŞİİRİ
Bir ağaç altı şiiridir bu
Firezlerin, adı bilinmez çalıların, yassı taşların ortasında
Elimden kâğıdımı almaya çalışan rüzgâr var yanımda
Ama yine de estikçe rengârenk kokular hediye eder bana.
Şehirden köyüne dönmüş duygular var yanımda
Bir göl, karşımda… Kurumuş ama minik kuşları susuz bırakmayan
Ellerime izi çıkan ana toprağı, otları, taşları
Uzaktan seslenen bir çeşme, dertli; gözleri yaşlı.
Dönemem ben o şehirlere, hafakanlara
Özür borcum var burada sapan sıktığım kuşlara
Bir bisküvi, bir de su koy yine heybeme nineciğim
Kat ala kızların, sarı kızların ardına; gideyim dağlara.
***
HALİMİZ
(Dünyanın her bir köşesinde acı çeken
kardeşlerimize bir itiraftır)
Günaydın ya da iyi akşamlar sayın dinleyenler
Siz şurda biraz daha bekleyin acıdan inleyenler
Bizim işimiz çok, daha yemeğin üstüne pastamızı yemeliyiz
Siz kurşun yerken biz en cafcaflı tahlilleri yapacağız
Işıltılı spotlar altında dünya kurtarmak mühim iş
Analizlerimiz gazeteleri doldurmalı mutlaka
Sayfalarda elbette zulmün fotoğrafları da olacak
Ama sıkın dişinizi biraz daha biz hala hazır değiliz
Fıtratımıza dar gelen ne kadar gömlek varsa giyeceğiz
Siz bir kenarda bekleyin kurşun sizi bulana dek
Dolunaylı gecelerde şiirler okumalıyız içten içe
El açıp haykırmanızı duymamak için
Belki de ekranda yanan yerler gördüğümüzde kanal atlarız
Son çıkan aşk filmini izlerken uyuyakalırız biz
Yahut en güldüren gösterinin hemen bitiminde
Ama sıkın dişinizi biraz daha biz hala hazır değiliz
Bir bankamatik önünde işini bitiremeyen adama kızıyoruz içimizden
Arabanın patlayan lastiğini değiştiriyoruz sağa çekip
İndirime girmiş marka telefonun sırasındayız ya da
Yeni açılan lokantanın en özel yemeğini sipariş ederken
Yarın nerde yiyeceğimizi planlıyoruz, doymaz mideyi unutup
Yolun kenarındaki renkli afişleri izleyerek geçiyoruz hızla
Peki siz! Ahh siz! Neresindesiniz bu işin?
Ama sıkın dişinizi biraz daha biz hala hazır değiliz.
***
MAĞARA-2
Yine mağara…
Dünya telaşesinden girmeyi unuttuğumuz söz ve fikir talimgâhı. Dava uğruna sakınmadığı gözlerine ok batıranların mekânı…
Bu defa farklı… Fiziken tam mağara olmuş artık. İçeriyi artık sadece mum ışığı aydınlatmakta bir de aydınlık yüzler. Dünya tuhaf yer, kapital dünyanın mabedleri ışıl ışılken mağara karanlığa boğulmuş. Biri olanca karanlığı setr etmek için ışığı(!) kullanırken diğeri ise olan nuru herkes görmesin diye karanlığı almış üstüne. Derdi, fikri, çileyi azık edenlere bir lambayı çok görmüşler ama bilmezler ki her şey zıddıyla kaimdir. Mağarada yanan fikir ateşi o karanlıkta daha da görkemli görünecek. Hem mum ışığı eyidir, erenler de zaten bunu dert etmez.
Mağara müdavimleri kapital ve materyalist dünyaya mum ışığında manifestolarını ilan ediyorlar artık! Mübarek ola!
Şu "ebeden" kelimesi çok nefis olmuş. Hatta bu kelime bazı yörelerde "Ebeden Allah" diye de kullanılmaktadır. Kısa ve öz bir "Mağara Yazısı" olmuş yüreğine sağlık sevgili dost. H.Keklikci
YanıtlaSilhyhuj
YanıtlaSilsevgili kardesim öncelikle bu yazın için gözlerinden öper istibdadı dergüzarı bir borç bilirim bilhakika mağaralarda ihsanu canların dolaştığı o güzel mağaralarda derdest edip zehrü adem yapan yobazlaradan bizleri arındırdığın içün evveliyatın ve ekseriyatın la gurur duymalısın mamafih bu yüzden az ve öz rabutayu zaptu mahluk edüp bergüzar olalım mücerret bir başka yazıda ahbabı dost olmak ümidi senalarıyla
YanıtlaSilcevaplarını bekler selam ederüm büşra t.
YanıtlaSilgerçekten yazılarını çok beğenerek okuyorum edebi kişiliğini ve düşüncelerini takdir ediyorum bu güzel sözlerin kulağıma da nakşetmesini çok isterim acaba bayanlara da hitap eden sohbet konferans türü çalışmalarınız var mı varsa eğer size nasıl ulaşabilirim en kısa zamanda yanıtınızı bekliyorum
YanıtlaSil