Ama
İbrahimî bir ateş var içimde
Her yanım yangın yeri
Her yerim bir yangından arta kalan matem sessizliği
Nice nemrut fermanıdır
Yaktıran ateşimi
Yandıran beni"
...
Günlerdir zihnime üşüşen,
yürüdüğüm yollara, baktığım yerlere kazınan, vücudumun her zerresine hükmeden
kelimeler nihayet cümle halini almış, bir seher vaktinde niyaz olunmuştu
İbrahim'e… madem cümle bir niyaz makamına ermişti yarım kalmamalı, bir seher
vaktinde başlayan niyaz varmalıydı makamına vakitlerin en güzelinde. İbrahim'li
yakarışlardan İbrahim'ce haykırışlara sıralanmalıydı cümleler. Oysa benim
lügatim eksik, kelimelerim yorgundu ''düşüncelerimin ufuklar ötesi eli uzanıp
dokunduğundan beri belleğime.''
İbrahim'e dair biriktirdiklerimin hepsi uzun
kış gecelerinde yüzüne güller düşürülmüş, tatlı tebessümlerle, sımsıcak bir
sesle peygamber kıssaları anlatan, gözyaşlarıyla anlattığı kıssaları süsleyen
bir annenin söylediklerinden ibaretti. O gecelerden birinde sıra dost
peygambere geldiğinde, beş kelimeden oluşan bir kıssa dinledim annemin
dilinden. İman, teslimiyet, ateş, aşk ve sadakat… ilk kez duyduğum bu
kelimeleri anlamak için bir hayli yol kat etmem gerektiğini anladım zamanın
bağrına doğru. Ve yolculuğum ilk dönemeçten sonuncusuna kadar bu kelimeleri
devşirip, anlamlandırmakla geçti. Bir çoğuna vakıf olduğum kelimeler sıra aşka
ve ateşe gelince kuytusuna çekildi birer birer. O vakit anladım aşkın ve ateşin;imanı,teslimiyeti
ve sadakati anlamlandıracağını . Ve geriye bu iki kelimeden ibaret bir masal
yazmak kaldığını. Ateşi bulmak kolaydı dinlediğim kıssalardan, okuduğum
kitaplardan elbet ama ya ateşi yakacak aşk? O İbrahim'in kıssasının
neresindeydi?
Elimde
kalanları heybeme doldurup, yolu peygamber şehrine niyetleyip çıktım kapıdan.
''şehirlerin de bir kalbi''olduğuna göre cevap peygamber şehrinin kalbinde
gizliydi. Biliyorum gülümseyerek karşılayacak,''hoş geldin'' diyecekti bana
Şehr-i İbrahim. Ve an geldi,yolculuk bitti,menzil göründü…
Buraya
kadar nasıl geldim,arabayı nasıl kullandım,yolda nelere rastladım hiçbiri
hakkında tek bir fikir bile yürütemiyordum. Bir an gözüme ''ayn-ı zeliha çay
bahçesi'' yazılı tabela ilişti. Ayn-ı zeliha gölünün çevrelediği bu şirin çay
bahçesinde soluklanmak için köşede sakin bir masaya oturdum ve etrafımı
çevreleyen olaylar halkasını izlemeye koyuldum. Ne konuştuklarını anlamadığım
insanların tuhaf karşıladığım konuşmalarına dalmışken,az ötemde balıkları
izleyen kız çocuğunun ağlayan sesiyle,dikkatim yanı başımdaki masada oturan
çifte yöneldi.Buraya ilk kez geldiklerini anladığım çift,Urfalı bir çocuğun
dilinden şehrin bahtına yazılanı dinliyordu.
Sol yanımdaki tepede Hazreti İbrahim'in ateşe
atılması için yapılan iki sütun… Tepenin hemen aşağısında '' ey ateş,İbrahim'e
karşı serin ve selametli ol'' emri neticesinde ateşi suya, odunları balığa
dönüşen göl ve asırların izlerini taşıyan balıklar… bu balıkları büyük bir ilgi
ve hayranlıkla izleyen insan grupları…sağımda ise azametli duruşuyla ve göklere
yükselen minareleriyle Halilür'rahman camii duruyordu. İnsan, Allah'ın evini
gördüğü zaman bu azamete merhametle sığınmak istiyor. Bir an önce caminin
içerisine girip alnımı secdeye vurup hıçkıra hıçkıra ağlamalı diyorum, geçmiş
günlerden kalma pişmanlıklarla.Ağlamalı ve durmalı tövbeye ''Ya Rabbi ben
pişmanım'' diyerek...
Rahman ve Rahim olanın adıyla masadan
kalkacakken omzuma dokunan bir el beni geri çevirdi. Gözleri asırlar öncesinden
yola çıkmış bir haberci kadar yorgun,bir o kadar anlamlı ve ateşîn,örtüsünün
altından görünen dalgalı,siyah saçları ve bakanı kendine hayran bırakan
endamıyla etrafımda gördüğüm insanlardan oldukça farklıydı. Başını öne eğip
hafifçe gülümsedi ve:
-sen,dedi. Sen
ayn-ı Zeliha'yı bilir misin?
Onun
bu sorusu biraz önce gördüğüm ama üstünde fazla durmadığım tabelayı hatırlattı.
''ayn-ı Zeliha''… dört yıllık edebiyat tahsilim gereği tamlamayı çözmek pek zor
görünmüyordu. Ayn: göz, gözyaşı. Tamlama ''Zeliha'nın gözleri ya da
gözyaşları'' manasına geliyor.
Peki
Zeliha kim,ne işi var İbrahim'in hikayesinde. Teorik edebiyat bilgilerim
tamlamayı çözmeye yetmişti ama Zeliha'ya dair bir fikir verememişti bana.
Karşımda duranın cevap beklediğini hatırlayarak:
-
ben Zeliha'yı sadece Yusuf'un masalından bilirim,dedim.
Okuduğum kitaplar,dinlediğim kıssalar hep Yusuf'un adıyla yazmıştı adını..
Yüzündeki tebessümü biraz daha
belirginleştirerek:
'' dinle o vakit bu hikayeyi. Ve
yaşa. Kendi hikayeni yaşar gibi.''
…
- İbrahim'in hikayesine düşen Zeliha asırları
aşkına ağlatan,aşkına asırlar boyu ağlayan kadın…Zeliha, Nemrud'un uğruna
canlar feda edilen,yürekler dağlanan kızının adı. Kralların,şehzadelerin,halkın
aşkıyla yandığı Zeliha, sarayın putlarını yapan Azer'in,imanı ve sadakati
temsil eden oğluna gönül vermişti ateşin de adıyla anılacağını bilmeden…iman ve
aşk ateşi İbrahim'le düşmüştü Zeliha'nın gönlüne,Zeliha gönlünü İbrahim'in
ateşine atmıştı ya,çok geçmeden İbrahim'in atılacağı ateş fermanı da verilmişti
Nemrut dilinden.Putlara tapmayı reddeden İbrahim bir de saraydaki tüm putları
kırmış ve onları kendine Rab edinenlerle alay etmişti. Nemrut'un en sevdiği
adamının oğlu olsa da onun cezalandırılması,büyük bir mancınıktan ateş dolu bir
çukura atılması kararlaştırılmıştı… Halkın arasında,sarayın koridorlarında
yankılanan haber,en çok da Zeliha'nın odasındayken hissetmişti karalığını.
Çıktığı dudaktan,yayıldığı yürekten hiç böylesine utanmamıştı. Bir haber ancak
bu kadar acıtırdı bir yüreği. Zeliha acıyla kararan bir gecenin ardından yorgun
gözleriyle baktı yapılan hazırlıklara. Birazdan ateş yanacak ve İbrahim
herkesin gözü önünde atılacaktı ateşe. Daha fazla dayanamayıp koştu babasının
yanına. Hıçkırıklarına karışan sesinin tınısı sineleri yakıp geçen bir melodi
gibi acı ve hüzünle dolu varıyordu
babasının kulaklarına:
- ''Baba,diyordu
Zeliha. Ey baba! Ey halkını zulmün ateşinde yakan Nemrut… ya bırak
İbrahim'i,kaldır fermanını ya da beni onunla birlikte at ateşe,kül olsun her
zerrem.''
Zeliha başını ortaya koyup
haykırdı haykırmasına ama Nemrut'un sinesindeki kalp görmez/duymaz olmuştu bir
kere. Ve Zeliha….
Bedenim dinlediğim hikayenin ağırlığını
daha fazla taşıyamamış, dizlerimin üstüne çöküp hıçkıra hıçkıra ağlamaya
başlamıştım.Mecalim yoktu daha fazlasını dinlemeye.Başımı kaldırdığımda etrafımda
toplanan kalabalıktan başka kimse yoktu,kalabalığı yarıp onu aramamın da hiçbir
faydası olmamıştı. O an anladım, peygamber şehrinde peygamber sevdalısı
Zeliha'nın heybeme aşkın ve ateşin anlamlarını bıraktığını…
Kendime geldiğimde vakit bir hayli
geçmiş,yanımda getirdiğim iki kelimeye ek gözyaşını da heybeme bıraktıktan
sonra kendimi camiinin avlusuna atmıştım.
İbrahim'den miras yangınlarla,Zeliha'dan
miras gözyaşlarıyla saat fecri vururken artık tamamlanmıştı niyaz,asırları aşıp ulaşmıştı İbrahim'in
yüreğine. İbrahimliklerin yüreğine…
'' Ahh
İbrahim!
Benim Zeliha'm
yok
Yangınlarına
gözyaşı dökecek
Aynı ateşte
kül olmayı göze alacak
Bir duam yok
İbrahim
Serinliğe ve
selamete ulaştıracak
Ey İbrahim!
Ey Ah'a
dost,ateşe dost olan
Benim ahım
ancak dudaklarında can bulur
Bir tek senin
avuçlarından duyulur yakarışım
Haydi aç
avuçlarını İbrahim
Dua dua
döktüğün gözyaşlarıyla
Haydi aminle
yanmışlığımı
Aminle Hakka
adanmışlığımı
Aşk-ı Zeliha
hürmetine ''
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder