Hikâye
Vefat
haberini aldığımda öğle ile ikindinin tam ortasıydı. Nisan güneşinin
sıcaklığını iyice hissettirdiği günlerden biriydi. Üzerimdeki kahverengi
fitilli kadife ceket havayla hiç uyumlu bir seçim yapmadığımı söylüyordu bana.
Gerçi Nisan ayı oldum olası böyledir, kıyafet seçiminde insanı yanıltmak
yönünde bir şöhreti vardır. Sabah evden çıkarken giydiğin sabahın havasına göre
isabetliyken, öğlen vakti seni pişman eder ve akşama doğru şükrettirir. Arabanın
içinde bu hâl üzere beklerken bana doğru gelmeye başladı Sema. Kucağında Ahmet
olduğu halde araladığım kapıyı zorlanarak kendine doğru çekti, Ahmet'i usulca
bana doğru uzattı ve sırtında artık kendisiyle bütünleşen çantasını çıkarıp
eline aldıktan sonra ön koltuğa oturup yerleşmeye çalıştı. Bu arada ben de kısa
bir süre Ahmet'i oyaladıktan sonra emanetin diğer bekçisi olan annesine teslim
ettim. İlk önce anlam veremediğim bir sessizlik oldu. Sema'ya döndüm ve ona
bakınca bakınca birşeyler olduğunu hemen anladım. Evliliğimizin üzerinden uzun
yıllar geçmemesine rağmen birbirimizin hal ve tavırlarından çıkarım yapabiliyor
çok yüksek oranda doğru tahminlerde bulunabiliyorduk. Vereceği cevabı nereden
bilebilirdim.
- Bir
şey mi oldu?
Yüzündeki
acıyı görebiliyordum.Bana dönmeden üzgün bir ifadeyle konuştu.
- Leman
yengem vefat etmiş.
Ağlamaklı
oldu. Bu habere çok üzüldüğü her halinden belliydi. Başkalarını bilmem ama
vefat haberlerini ilk duyduğum an daima içim cız eder, üzülürüm. Acaba vefat
eden kişi dünya hayatını faydasız uğraşlarla mi tüketti veyahut Allah'ın
rızasını kazanacak işlerle uğraştı mı? Sonu belli olan istikameti düşünerek
hayırlı bir ömür geçirdi mi?
Vefat
edenin arkasından her zaman söylediğim gibi "Allah rahmet eylesin"
dedim; fakat Yengesinin Sema'nın hayatındaki önemini bildigim ve üzüntüsünün
yüksek olduğunu gördüğüm için cenazeye katılmamızın yerinde olacağına karar
verdim.
Yola
çıktık. Cenazenin defnedileceği şehir araba ile 1 saatlik mesafedeydi.
Cenazenin ikindi namazına müteakkip kaldırılacağını biliyorduk. Rahatlıkla
yetişeceğimizi düşündüm. Yoldayken Sema'ya dilim döndüğünce ve bildiğim
kadarıyla hakkı ve hakikati anlatmaya çalıştım.
Cenaze
namazının kılınacağı camiye zamanında ulaştık. Bizimkileri gördüm hemen,
yanlarına gittik. Sema çocukla beraber annesinin yanına geçti. Sarıldılar.
Merhume
musallanın üzerindeydi. Bu fani hayatta uğranacak son durak. İnsanın hayatı iki
ezan arası kadarmış. İkinci ezanın okunmasına az bi vakit kalmıştı. Eş, dost,
akraba giderek kalabalıklaşıyordu. Usulca etrafı izliyordum ve evet görüyordum
,yüzlerde, duruşlarda, kalplerde, başlarda, dudaklarda hayat devam ediyordu.
Kalpler hala atıyor, ruha teslim bedenler hala nefes alıyordu. Bir tek az ötede
tahta, soğuk tabutun içinde yatan beden nefesten mahrumdu artık, fakat bundan
kime ne...
Burası dünya
Ne çok kıymetlendirdik
Oysa bir tarla idi
Ekip biçip gidecektik..
Cahit Zarifoğlu
Caminin
avlusundan taşan cemaat durdu imamın arkasında. Ön sıra uzadıkça uzamıştı. Ben
en sağ baştaydım. Fiziksel olarak uzak olsam da, gönlüm yakındı. Gönlüm
dündeydi, maziyeydi, kederdeydi. Gönlüm faydasız ve zülümle geçirdiğim zamana
ağlıyordu. Bir ağızdan Allah' ın selamı ve rahmeti üzerine olsun dedi cemaat.
Diller haklarını helal ettiklerini söylediler ve peki ya gönüller?
Geriye
çekildik, bir kısım cemaat (merhumenin oğullarının da içlerinde olduğu) tabutu
omuzlayıp cenaze arabasına taşıdılar. Cenazenin defnedileceği yere biraz mesafe
vardı, lakin kayınbabamla beraber ben ve birkaç kişi yürümeyi istedik. Uzun
uzun çamların gölgesi altında yürürken bir sessizlik kapladı. Belki de herkes
benim düşündüklerimi düşünüyordu o an. Bir gün gelecek bugün burada toplanan herkes
o son ezanı duyup kendinden yaratıldığımız mübarek toprağın altına girecekti ve
kim bilir devamı nasıl olacaktı...
Mezar
yeri önceden açılmıştı. Görevliler dışında cenaze yakınları da mezarın
etrafındaydı. Yaşlıların ve kadınların oturmaları için küçük beyaz taburelerden
getirmişlerdi.Toprak kıyamete kadar evsahipliği yapacağı yeni konuğunu
bekliyordu.
Cenazenin
etrafındaki çemberde bulunan herkes ne yapacağını bilir bir eda ile hareket
ediyordu. İki kişi mezarın içerisindeydi, merhumeyi tabuttan alıp onlara
yavaşça onlara uzattılar. Merhumeyi kabre koydular, önceden hazırlanmış ince
kesim tahtaları uygun bir şekilde üzerine yerleştirdiler. Bu cenazeye karşı bir
saygıydı. O artık nefes almıyordu, fani hayattan ebediyete göçmüştü, fakat
islamda cenazeye hürmet vardır, onu incitmeden son vazife yerine
getirilir.
Toprak
yer yer insanların kalpleri gibi katılaşmıştı ve adam kazmayla toprağın kalbine
darbeler indirdikçe, sanki çevresinde toplanıp,el bağlayan insanların kalpleri
de yumuşuyordu. Ya da bana öyle geliyordu...
***
HALDEN GERÇEĞE
Herakleitos'un da söylediği gibi:
Değişmeyen tek şey, değişimin kendisidir...
Şöyle başladı:
Çarşaf gibi bir deniz derler ya hani
Hayatın hızlı adımlarına inat
Pürüzsüz, sakin
Lakin şöyle devam etti:
Kara bulutlar yayıldı gökyüzüne
Ardından parlak, beyaz birkaç ışık indi yeryüzüne
Ve patladı fırtına…
Dinleyin toprağa düşen damlaları...
Bak bana
Karşında gördüğün nedir
Maşuk mu yoksa zalim mi
Bak bana
Anlat bana
Erişim iznim yok
Aklındaki gizli verilere
İpucu nerde
Anlat bana
At bana
Çamurlu sözlerin bulaştığı dilinden
Şiire benzeyen bir dizeyi
At bana
Akıt bana
Üşüdüğün akşamlardan kalan gözyaşlarını
Önce yanıp sonra soğuyan yüreğini
Akıt bana
Yaz bana
Nefretle sevgiyi bir arada tutan gönlünden
Sevginden nefretini çıkarıp ve üzerine bir tutam umut
ekleyip
Yaz bana
Aç bana
Defterinden yeni bir sayfa
Ta ufuk çizgisine kadar hiç leke olmasın içinde
Sıcacık özlemlerimi dökeyim üzerine
Gel al ellerimi avuçlarının içine
Yaklaş bana
***
ZAMANDA YOLCULUK
Hava yarı aydınlık… İnce ince bir yağmur, bir rahmet yağıyor dua ile korunan o ulu şehre, Ulucaminin şehrine.
Bursa Ulucami,
tüm islam coğrafyasının beşinci en önemli ibadetgahıdır. Bunun çeşitli
sebepleri olsa da, tarihi caminin üç girişinin herhangi birinden girip içerdeki
havayı solumak, hissetmek size her şeyi anlatır; yirmi adet kubbesi, kalın
duvarlara, on iki adet yığma fil ayağa bağlı kemerlere ve pandantiflere
dayanır. Özellikle tek bir çivi çakılmadan, birbirine geçirilerek inşa edilmiş
ahşap oyma minberi gerçek bir şaheseridir. Minberin bir yüzünde Güneş sistemi ,
diğer yüzünde ise samanyolu galaksisi tasvir edilmiştir. Caminin tam ortasındaki
şadırvan müminlerin abdest almaları için yapılan ve kışın sıcaklık; yazın
serinlik veren etkileyici bir yapıdır.
Hikaye
odur ki, zamanın hükümdarı Yıldırım Beyazıt Han Niğbolu seferinden zaferle
dönmesi durumunda Bursa' ya yirmi tane cami yaptırma sözü verir. Seferden
zaferle dönünce de bu sözünü tutmak ister, fakat zamanın alim ve velilerinden
Emir Sultan (k.s) hünkâra şu öneride bulunur:
“Keşke yirmi
ayrı cami yaptırmak yerine yirmi kubbeli tek bir Cuma selamlığı yaptırsanız
hünkarım.”
Bu fikri
uygun bulan Yıldırım Beyazıt Han inşaanın başlaması emrini verir. Öncelikle
caminin yapılacağı arazide yer sahibi olanların topraklarının kamulaştırılması
gerekir. Bu amaçla cami için uygun görülen arazi üzerinde, o beldede kimlerin yeri varsa izin istenir. Müslüman
imtihan üzeredir, elhamdülillah bunu bilen bir ümmetin nesliyiz. Bir rivayete
göre on altı köşeli o meşhur şadırvanın olduğu yerde bir gayrimüslim kadının
evi vardır. Kadın yerini vermek istemez. İkna edilir denilerek inşaata
başlanır. Bu sırada kadına paralar teklif edilir, ikna edilmeye çalışılır,
fakat o bir türlü ikna olmaz. Bir taraftan da inşaata devam edilmektedir ve
şadırvanın olduğu yer boş kalmıştır. Sonra bir gece o kadın rüyasında mahşer
meydanını görür. Onlardan birinin önünde vakur bir şekilde yürüyen Emir Sultan
hazretlerini görür ve tanıdığı herkesin de onun pesinden gittiğini… Kendini
Emir Sultan'a göstermeye çalışır, ona yanaşır; fakat Sultan ona dönüp bakmaz.
Bunun nedeni olarak da şu sitemde bulunur:
“Sen bize
bir cami yerini çok gördün der.”
Kadın
uyanır uyanmaz Emir Sultan hazretlerinin yanına gelip rüyasını anlatır ve şöyle
der:
“Ben
yerimi vakfetmeye hazırım ve eğer kabul ederseniz bunun için bedel de
almayacağım.”
Osmanlı
Devletinin bu kadar uzun süre ayakta kalmasının sırlarından en önemlisi belki
de tebaasına gösterdiği adalettir ve din kurallarını uygulamada gösterdiği
hassasiyettir. Evet işte burada da bunun en güzel emsallerinden birine şahit
olunur.
Kadının
bu sözleri üzerine toprağı kabul edilir ve parası da ödenir. Lakin hassasiyeti
belli etmek adına o bölgeye şadırvan yapılmasına karar verilir. Maksat şudur
ki, gönülsüz verilen yerde en azından namaz kılınmaması, secde edilmemesidir. Aynı
rüyada olduğu gibi kadın nasıl suda temizlendiyse buraya gelen müminler de
burada abdest alsın ve temizlensin istenir.
Evlerin
kocaman gözleri tek tek yanarken gökyüzü kara yorganını üzerimize çekiyor şimdi.
Evler ışıkla aydınlanır da, insanlar nasıl haya eder, nasıl aydınlanır? Zahiri olan
karanlıktır belki, lakin Şeyh Hamid-i Veli gönüller için bir ışıktır.
Hikaye
odur ki, Şey Hamid-i Veli hazretleri Bursa'dan ayrılırken ,bugün dua çınarı
denen yerde ona yetişir Molla Fenari. Molla Fenari , Şeyh Hamid-i Veli' ye
şehirden ayrılmaması için rica eder ve çok yalvarır; ama Somuncu Baba
kararlıdır, sırrı faş olduğu için Bursa’daki görevinin bittiğine inanmış ve
yola öyle çıkmıştır. Molla Fenari ne kadar dil döktüyse ikna edememiştir onu.
En nihayetinde şöyle der:
“Madem
gitmekte kararlısınız o halde Bursa’mıza dua buyurunuz.”
Somuncu
Baba bunun üzerine Bursa' ya yönünü dönerek feyizli, bereketli bir şehir olması
ve yeşil olarak kalması için dua eder. Bugün Bursa'da bu çınarın bulunduğu yere
“Dua Çınarı” denir.
Bursa,
güzel Bursa, yeşil Bursa, canım Bursa. Bu şehir toprağında ecdadı, kutsalı,
tarihi barındırır. Eski Bursa’nın sokaklarında gezerken geçtiğiniz her yerde,
bastığınız her toprakta içiniz bir duygu selinde gezinir. Ruhunuz bazen Osman
Gazinin adına hutbe okutup beyliğini ilan ettiği gün gibi coşkuludur, bazen onca
fethe mazhar olup da gururun zerresini göstermeyen Orhan Gaziyi anlamaya
çalışır, bazen o büyük cengâver, korkusuz hünkâr Yıldırım Hanın Emir Sultana
gösterdiği tevazu altında ezilir, kimi zaman kanatlanır bir kuş olur nöbet
tutar Çelebi Mehmet’ in Yeşilinde, kimi zaman çıkar bir Hüdavendigar mamur olur
şehr-i Bursa gibi. İçinize bir sakinlik çöker, manevi bir huşuya bürünüp huzur
bulursunuz.
***GÜNDÜZ VE GECE
Hafif hafif okşuyor
Ağaçların sarı saçlarını
Yollar huzur içinde kapatıyor
gözlerini
Ve başlarını yaslıyor lamba direklerinin sakin omuzlarına
Ve başlarını yaslıyor lamba direklerinin sakin omuzlarına
Güneşten bir gece mesafesi
uzaklıkta ormanlar artık
Gövdelerinde cılız bir ışık huzmesi bir yanıp, bir kayboluyor
Gövdelerinde cılız bir ışık huzmesi bir yanıp, bir kayboluyor
Günün tüm gürültüsünü,
tozunu, pisini çeken yeni ve fakat ruhsuz binalar bitap düşüyor
Güneş ufukta, mavi bir serinliğe dalarken
Güneş ufukta, mavi bir serinliğe dalarken
Yeryüzünün en özgür canlıları
onlar
Yaradan’ın emriyle hayata kanat çırpan kuşlar
Çekiliyor emin sığınaklarına
Yaradan’ın emriyle hayata kanat çırpan kuşlar
Çekiliyor emin sığınaklarına
Aydınlık sokakların hakimi
kediler
Köpeklere nöbeti devrediyorlar
Köpeklere nöbeti devrediyorlar
Toprak damarlarına nefes
pompalarken
Gökyüzü ışıltılı bir şölene ev sahipliği yapıyor
Gökyüzü ışıltılı bir şölene ev sahipliği yapıyor
Ve kim bilir hangi günün
gecesinde
Bir adam yakıyor tüm zihin kandillerini
Bir adam yakıyor tüm zihin kandillerini
***
ÜMİT
Önce sakinlik kaplar tüm bedenimi
Bir söyler, iki dinler yüreğim
Hatta öyle zaman olur
O biri dahi söylemez dilim
Susar
Kelimeler tane tane yağmaya başlar
Sanki devamı hiç gelmeyecektir sayfaların
Sonra jilet gibi kesilir birden
Sükût, sükût, sükût...
Pat diye bir ses
İşte başlıyor yine iri taneler yağmaya
Bu cılız bedenin canı ne ki
Neden bu kadar sert düşüyor camlara haykırışlar
Ne olur dikkat
Cam kırıkları kesmesin ayakları
Dilsiz olmak varken, dilsiz ve sağır
Mümin kişi şöyle yalvarır:
Fani hırs ve kibrimizden sana sığınırız
Yarabbi!
Affet bizleri, arındır kalbimizdeki fenalıktan
Ki zerresi kirletir onu
Önce iri taneler ufalır
Gitgide şiddeti azalır
Küçük küçük
Tavsiye niteliğinde sözcükler kalır geriye
Nihayetinde tamamen susar
Yüzünü aşağıya çevirdiğinde
Şunları görürsün:
Bitap bir beden
Harab bir yürek
Ve inşallah şunu da seçersin içlerinden:
Hakk’a doğru temiz bir yöneliş
"O benim yavrumun yavrusu"
Dedi ve gözleri nemlendi
Uzun uzun dalıp gitti
Dünyamın kıyısız sahiline
İçinde bir anne ürkekliği uyandı
Küçücük bir nefese hassasiyet
Hele bir de inleyecek olsa
Dağları yerinden oynatacak
Sen benim arkadaşımsın
Sırdaşımsın dedi sonra
Aklının derinliklerinden
Anılarını döküverdi
Kabaran yüreğini
Dostun sözüyle dindirdi
Hangi ruh düşer yüreğe böyle
Onunkinden başka
En karanlık anda bile
Sevgiyi söylemekten aşınır dudakları
Şimdi sorsalar bana
Ne götürmek isterdin diye
Yanında her gittiğin yere
Yavrusuna bakıp da
Gözlerinin içi gülen
Annenin sevgisini
Derdim usanmadan.
Hatta öyle zaman olur
O biri dahi söylemez dilim
Susar
Kelimeler tane tane yağmaya başlar
Sanki devamı hiç gelmeyecektir sayfaların
Sonra jilet gibi kesilir birden
Sükût, sükût, sükût...
Pat diye bir ses
İşte başlıyor yine iri taneler yağmaya
Bu cılız bedenin canı ne ki
Neden bu kadar sert düşüyor camlara haykırışlar
Ne olur dikkat
Cam kırıkları kesmesin ayakları
Dilsiz olmak varken, dilsiz ve sağır
Mümin kişi şöyle yalvarır:
Fani hırs ve kibrimizden sana sığınırız
Yarabbi!
Affet bizleri, arındır kalbimizdeki fenalıktan
Ki zerresi kirletir onu
Önce iri taneler ufalır
Gitgide şiddeti azalır
Küçük küçük
Tavsiye niteliğinde sözcükler kalır geriye
Nihayetinde tamamen susar
Yüzünü aşağıya çevirdiğinde
Şunları görürsün:
Bitap bir beden
Harab bir yürek
Ve inşallah şunu da seçersin içlerinden:
Hakk’a doğru temiz bir yöneliş
***
BİR YÜREK İKİ SEVGİ
"O benim yavrumun yavrusu"
Dedi ve gözleri nemlendi
Uzun uzun dalıp gitti
Dünyamın kıyısız sahiline
İçinde bir anne ürkekliği uyandı
Küçücük bir nefese hassasiyet
Hele bir de inleyecek olsa
Dağları yerinden oynatacak
Sen benim arkadaşımsın
Sırdaşımsın dedi sonra
Aklının derinliklerinden
Anılarını döküverdi
Kabaran yüreğini
Dostun sözüyle dindirdi
Hangi ruh düşer yüreğe böyle
Onunkinden başka
En karanlık anda bile
Sevgiyi söylemekten aşınır dudakları
Şimdi sorsalar bana
Ne götürmek isterdin diye
Yanında her gittiğin yere
Yavrusuna bakıp da
Gözlerinin içi gülen
Annenin sevgisini
Derdim usanmadan.
Baktı mı kendin şahin sanır,
Konuştu mu kendin alim sanır,
Şu bizim divane Âdem
Konuştu mu kendin alim sanır,
Şu bizim divane Âdem
Selam edersin boşa gider,
Kelam edersin boşa gider,
Us sorarsın pişman eder,
Şu bizim divane Âdem
Kelam edersin boşa gider,
Us sorarsın pişman eder,
Şu bizim divane Âdem
Yukarılara boynu eğri,
Aşağılara sanki selvi,
Bir de uçtu mu leyli leyli,
Şu bizim divane Âdem
Aşağılara sanki selvi,
Bir de uçtu mu leyli leyli,
Şu bizim divane Âdem
Akçenin sözünü et yeter,
Şimşek gibi hareket eder,
Yapar, bulur, elde eder,
Şu bizim divane Âdem
Şimşek gibi hareket eder,
Yapar, bulur, elde eder,
Şu bizim divane Âdem
Çarşaf çarşaf yalanı var,
Karış karış talanı var,
Lakin unutma;
Rabbin de bir hesabı var,
Oldu mu bizim divane Âdem
Karış karış talanı var,
Lakin unutma;
Rabbin de bir hesabı var,
Oldu mu bizim divane Âdem
Uzun ince bir yol,
Yol mu yoksa patika mı?
Etrafı sarı otlar bürümüş,
Bir kollukluyla iki Mehmet,
Yürüyorlar peş peşe.
Yol mu yoksa patika mı?
Etrafı sarı otlar bürümüş,
Bir kollukluyla iki Mehmet,
Yürüyorlar peş peşe.
Hava soğuk, gece zifiri,
Cılız bir direk lambası,
Uzakta, epey uzakta,
Yetmiyor yollarını aydınlatmaya.
Fener yasak, mum yasak,
Hain gözler pusuda, merak.
Cılız bir direk lambası,
Uzakta, epey uzakta,
Yetmiyor yollarını aydınlatmaya.
Fener yasak, mum yasak,
Hain gözler pusuda, merak.
Siyah boşlukta,
Tozlu patikaya, bazen de taşlara çarpan postalların sesi,
Bedenler yorgun, gözler yarı kapalı,
Ağızlar mühürlü sanki.
Tozlu patikaya, bazen de taşlara çarpan postalların sesi,
Bedenler yorgun, gözler yarı kapalı,
Ağızlar mühürlü sanki.
Mehmet`in aklı belki
memlekette, belki anasında, belki bir çift ela gözde...
Birden bir ses:
-Dur, kimdir o?
Alışılagelmiş bir diyalogun ilk cümlesi,
-Nöbetçiler
-Parolayı söyle
-Yıldız
-Ay
Ve "Yaklaş" der kulübedeki.
Kısa bir sohbetten sonra,
Diğer ikisi takılır kollukçunun peşine,
Yeniler de kulübeye.
-Dur, kimdir o?
Alışılagelmiş bir diyalogun ilk cümlesi,
-Nöbetçiler
-Parolayı söyle
-Yıldız
-Ay
Ve "Yaklaş" der kulübedeki.
Kısa bir sohbetten sonra,
Diğer ikisi takılır kollukçunun peşine,
Yeniler de kulübeye.
İki Mehmet’e dar gelir
kulübe,
Biri çıkar dışarı,
Eli tetikte, çapraz tutuşta.
Gözler bir karşı tepede,
Bir de geldikleri yokuşta.
Öteki başlar inceden bir türküye,
Buğulu bir ses duvarları deler, gelir:
"Allı turnam selam götür sevdiğimin diyarına...
Üşümesin, ağlamasın belki gelirim yanına..."
Yüreklere bir hüzün, bir ağırlık çöker,
Düşünür diğeri bu iki saat nasıl geçer?
Hâlbuki ne iki saatler geçti,
O da bilir,
Bilir de, yine de sorar.
Biri çıkar dışarı,
Eli tetikte, çapraz tutuşta.
Gözler bir karşı tepede,
Bir de geldikleri yokuşta.
Öteki başlar inceden bir türküye,
Buğulu bir ses duvarları deler, gelir:
"Allı turnam selam götür sevdiğimin diyarına...
Üşümesin, ağlamasın belki gelirim yanına..."
Yüreklere bir hüzün, bir ağırlık çöker,
Düşünür diğeri bu iki saat nasıl geçer?
Hâlbuki ne iki saatler geçti,
O da bilir,
Bilir de, yine de sorar.
Aklı hep bu karışıklıkta
da olsa,
Orada olmasının kutsiyetini
Söyler ona içindeki ses:
"Uzaktaki o evde,
Rahatça alınan bir nefes,
Senin sayendedir Mehmet`im.
Vakit,
Türk evladı olmanın,
Vatanında hür yaşamanın,
Bedelini ödeme vaktidir Mehmet’im."
Orada olmasının kutsiyetini
Söyler ona içindeki ses:
"Uzaktaki o evde,
Rahatça alınan bir nefes,
Senin sayendedir Mehmet`im.
Vakit,
Türk evladı olmanın,
Vatanında hür yaşamanın,
Bedelini ödeme vaktidir Mehmet’im."
KAKİKATİN SESİ
Bülbül hayvanatın şairidir
Bu kelam Tapduk Emre tabiridir
Geçer onu seyre tüm tabiat
Onun sözü hep hakikidir.
Geçer onu seyre tüm tabiat
Onun sözü hep hakikidir.
Tan yeri gelir güneş
üstüne
Deniz-Derya olur mercan üstüne
Bir çift göz bakar ırak illere
Vakit sılaya veda vaktidir.
Deniz-Derya olur mercan üstüne
Bir çift göz bakar ırak illere
Vakit sılaya veda vaktidir.
Dilim söyler, gönlüm ağlar
Elim yapar, gönlüm ağlar
Gözüm durmaz, gönlüm ağlar
Bunlar nefsin gafletidir.
Elim yapar, gönlüm ağlar
Gözüm durmaz, gönlüm ağlar
Bunlar nefsin gafletidir.
Cenktir yurt alır
Ekindir yurt tutar
Şayet sahip çıkarsan
Sana mabut helalidir.
Ekindir yurt tutar
Şayet sahip çıkarsan
Sana mabut helalidir.
Susma bülbül, kurban olam
susma
Yedi düvel bir olsa da susma
Toprağıma düşse de şüheda kanı
Senin sesin, ezan gibi istiklâl kavlidir.
Yedi düvel bir olsa da susma
Toprağıma düşse de şüheda kanı
Senin sesin, ezan gibi istiklâl kavlidir.
***RAHMET
Rahmetin aksi düşüyor şimdi yeryüzüne
Toprak mutlu
Çiçekler doğrulup
Çeviriyorlar başlarını gökyüzüne
İçiyorlar damlaları kana kana
Çiçekler doğrulup
Çeviriyorlar başlarını gökyüzüne
İçiyorlar damlaları kana kana
Yuvasından çıkan bir
karınca
İncecik kollarını kaldırıp
Şükrediyor sebebi yaradana
Şuurlu bir eda ile
İman dolu bir yakarış gözlerinde
İncecik kollarını kaldırıp
Şükrediyor sebebi yaradana
Şuurlu bir eda ile
İman dolu bir yakarış gözlerinde
Ülkenin bir başka
köşesinde
Kuraklık sonrası
Yine aynı rahmetle yıkanan bir köy
Kaplar doluyor, yürekler boşanıyor
Hakkı anan dudaklar duadan aşınıyor
Virane bir konağın ön
bahçesinde bir garip serçe
Daldırıp duruyor başını
Kurumuş kuş çeşmesine
Tam ümidi yitirip, selamsız uçacakken
Bir başka menzile kanat çırpacakken
İnletiyor semayı o kudret sahibi
Kendine sığınana veriyor nasibini
Daldırıp duruyor başını
Kurumuş kuş çeşmesine
Tam ümidi yitirip, selamsız uçacakken
Bir başka menzile kanat çırpacakken
İnletiyor semayı o kudret sahibi
Kendine sığınana veriyor nasibini
Issız bir çöl
Ortasında bir büyük ordu
En ön safta bir yiğit
Yavuz Sultan Selim Han
Hak yolunda bir Hakan
Diyor: "Medet Ya Rabbi!"
"Gaza erlerine yardım et!"
Derken göğün mavisi çekiyor üzerine kara bulutları
Dökülüyor alınlarına matar damlaları.
Ortasında bir büyük ordu
En ön safta bir yiğit
Yavuz Sultan Selim Han
Hak yolunda bir Hakan
Diyor: "Medet Ya Rabbi!"
"Gaza erlerine yardım et!"
Derken göğün mavisi çekiyor üzerine kara bulutları
Dökülüyor alınlarına matar damlaları.
BEKLENEN
Derin bir özlemin izindeyim bu aralar,
Yangınıma dumanı tütüyor evlerin,
Aklımın ziline basıp basıp kaçıyor kelimeler,
Ha bugün, ha yarın gelecek diye beklerim.
Aklımın ziline basıp basıp kaçıyor kelimeler,
Ha bugün, ha yarın gelecek diye beklerim.
Kimliğim gibi onu yanımdan
hiç ayırmazdım,
Hatta kimliksiz kalır, onsuz kalmazdım,
Bilmiyorum neyledim, ne kabahat işledim de
Yırtılmıyor perdesi onu gören gözlerin.
Hatta kimliksiz kalır, onsuz kalmazdım,
Bilmiyorum neyledim, ne kabahat işledim de
Yırtılmıyor perdesi onu gören gözlerin.
Bu ayrılığı sana olan
sevdam çeker mi?
Ya sorarım sana:
Senin gözünde ham meyva on para eder mi?
Bırak da yaksın beni bu ateş, olgunlaşayım,
Nesillere aşkı öğreten bir el olayım.
Ya sorarım sana:
Senin gözünde ham meyva on para eder mi?
Bırak da yaksın beni bu ateş, olgunlaşayım,
Nesillere aşkı öğreten bir el olayım.
Çağırmaz mı artık karanlık
beni yanına?
Lambası titreyen ışık yoldaş olmaz mı bana?
Kahredemem beni saran güzelliğin esaretinden,
Lambası titreyen ışık yoldaş olmaz mı bana?
Kahredemem beni saran güzelliğin esaretinden,
Lakin vazgeçemem nazım ümidimden.
***
SABIR
Sanki hep oradaymışsın
Yanıbaşımdaymışın gibi
Yıkık dökük hayallerin
ardından geldi aşkımız
Perdesine sığındım
penceremin
Ay misafir oldu bana
Geldi oturdu yanıma
Sobam ısıtıyordu belki evi
Fakat hasretlik
titretiyordu geceyi
Zamansız bir çölde
kaybolmuştuk
Su ne arar, ses bile yok;
Aşkın hayaline kul
olmuştuk
Yar ne arar, ten bile yok
Deliler sarmıştı dört bir
yanımı
Anlamıyorum, anlamıyorum
anlattıklarını
Zihnimde bir sis perdesi
var
Yok, olmayan yar gölgesi
var
Hakikatmiş meğer bu
toprağa değen eller
Boncuk boncuk alnımdan
dökülür terler
İşte o an aralanır sis
perdesi
Kıpırdanır ufak ufak akıl
zerresi
Kilit kırıldı, us açıldı
artık
Bak havalandı ruhum
pencereden
Bilinmezliğin kırıntısı
bile yok artık
Bırak şu miskinliği tez
elden
Aç ellerini semaya
Ve gönülden yakar Allah'a:
Sabır ver Yarabbi!
Sabır ver Yarabbi!
***
DÜŞÜNDÜRDÜ SENİ BANA
Gül iken solan sümbül
Düşündürdü seni bana
Yelden gayrı esen bülbül
Düşündürdü seni bana
Yelden gayrı esen bülbül
Düşündürdü seni bana
Dağ başında dertli kayık
Su içinde yolcu balık
Hele köy türküsü yanık yanık
Düşündürdü seni bana
Su içinde yolcu balık
Hele köy türküsü yanık yanık
Düşündürdü seni bana
Kapı önleri ayaz ayaz
Kara kış ardından gelen yaz
Nergis kokusundaki o haz
Düşündürdü seni bana
Kara kış ardından gelen yaz
Nergis kokusundaki o haz
Düşündürdü seni bana
Gecemdeki günüm
Günümdeki gecem
Yavuz otağındaki acem
İlk adımda çıkan hecem
Düşündürdü seni bana
Günümdeki gecem
Yavuz otağındaki acem
İlk adımda çıkan hecem
Düşündürdü seni bana
***
DEVA
Şehrimin sokakları gül kokar,
Tenimde bir bıçak yarası
Bu koku devadır ancak bu yaraya
Sonra karanlık kalkar,
Bu koku devadır ancak bu yaraya
Sonra karanlık kalkar,
Perde açılır, her şey
anlaşılır
Yâridir, dolaşır sokakları
Bir ben hislerim,
Bir ben bilirim,
Bir ben koklarım.
Yâridir, dolaşır sokakları
Bir ben hislerim,
Bir ben bilirim,
Bir ben koklarım.
***
SENSİZ...
Sensiz dakikalarım
Sessiz bir çığlık içimde
Çayla karışık bir yürek sızısı
Bir beyaz güvercin tenimde çırpınan
Çayla karışık bir yürek sızısı
Bir beyaz güvercin tenimde çırpınan
Sensiz dakikalarım
Duvarsız kapılar
Karanlık, yitip giden bir gecede
Yerdeki kırık camlar…
Duvarsız kapılar
Karanlık, yitip giden bir gecede
Yerdeki kırık camlar…
Harabe, yıkık bir evde
Sensiz dakikalarım
Kimsesiz bir adam darağacında
Kanlı bir gömlek yerde yatan
Ve olmadık hayale muhtaç bir mahkûm
Kimsesiz bir adam darağacında
Kanlı bir gömlek yerde yatan
Ve olmadık hayale muhtaç bir mahkûm
Sade bir yıldız titremesinde
Sensiz dakikalarım
Soğuk ve ıslak
Bir metal para dipsiz kuyularda
Bir ürkek sokak lambası
Yalnızlığa aşina sokaklarda
Soğuk ve ıslak
Bir metal para dipsiz kuyularda
Bir ürkek sokak lambası
Yalnızlığa aşina sokaklarda
Sensiz dakikalarım
Tanıdık bir yüz
Selamsız bir gülüş
Ve ansızın kaybolan yıllar.
Tanıdık bir yüz
Selamsız bir gülüş
Ve ansızın kaybolan yıllar.
ACİZLİĞİN GÖLGESİNDE
En nihayetinde
Sonunu
düşünmemezlik etme
Gelecek
olan gelir sana
En
güzel sevgi ve düşünceyle…
Bazen
düşünüyorum. Her şey bitecek. Bugünkü hüzünlerimiz, sevinçlerimiz,
telaşlarımız, önyargılarımız, hayallerimiz ve en nihayetinde hayatımız sona
erecek.
İnsan
eşref-i mahlûkat olarak nitelendirilmiştir, fakat onun aciz bir tarafı da
vardır. Evet, insan acizdir. Nefesi boyunca mücadele verdiği bir hasmı vardır:
Nefsi. En ufak bir delik bulsa hücrelerinden içeri sızar insanın. İnsan savaş
içerisindedir ve sürekli bu savaşın galibi değildir. Bazen mağlubudur da.
Biz
yolun sonunu asıl istikametimizi bilmemize rağmen, neden yanılırız. Asıl
istikameti sadece bir cuma vaazında; anne-baba öğüdünde ya da bir dost
sohbetinde mi hatırlamalıyız? Modern evlerimizde karanlıkta kalınca nasıl
elektriğe özlem duyuyorsak, aslında asıl istikamete ve bu uğurda yapılacaklara
da öyle özlem duymalıyız. Lakin ne yazık ki öyle olmamakta... Zaman zaman
öfkenin, ön yargının, gıybetin cezbedici hali gözümüzün önünde zuhur edip bizi
çağırmakta. Anlamsız çekişmeler içerisinde boğulmaktayız.
Dünyadaki
zamanımızın ne kadar kısıtlı olduğunun hepimiz idraki içerisinde miyiz?
Kaçınılmaz sonumuz o meşhur musalla taşı aslında. Ebedi âlem iştirakimizden
önce bize, dünyada kaç insanı acı ve iğneleyici sözlerle alt ettiğimiz; yüzüne
konuşmaktan korkup da kaç insanın arkasından konuştuğumuz; bir ortamda sırf
nefsin hoşuna gidiyor diye namünasip ifadelerle, yüksek perdeden kahkahalar
içerisinde atıp tuttuğumuz; en yüksek, yükseklerinde yükseğinde tahsil
gördüğümüz; zengin olmadığımız halde öyle görünmeye çalıştığımız; haksızlık
karşısında, sırf bize zararı dokunmasın diye suskun kaldığımız için mükâfat
verileceğini mi sanıyoruz? Yazık. Yazık ki ne yazık. Gerçekte böyle olduğumuzu
görmek, örneklerine her gün şahit olmak kahrediyor beni.
Ebedi
hayatımızdan önce konakladığımız bir han olarak düşünmemiz gereken dünya
hayatında ne çok zulmediyoruz kendimize. İnşallah ruhumuzdaki kirlerden arınmak
zamanıdır şimdi. Gelin bir olalım, bir düşünelim, bir konuşalım. Ve bataklıkta
çırpınan ruhumuza bir el uzatalım.
KELEBEK ZAMANI
Kelebekler zamanı şimdi
Uçsuz bucaksız tarlara
Kanat vurmak zamanı...
Kanat vurmak zamanı...
***
YOLUM VAR UZUN
Ağustos sicağinin yakışında
Sırtımdan akan terin ıslağinda
Sorarim sana ey dost,
Niyeti salih olana çalışmak zor gelir mi?
Aşkını sırtına giyene,
Dünyayı sürmek çok gelir mi?
Yine de güzel diyorum
yaşamak…
Sorarim sana ey dost,
Niyeti salih olana çalışmak zor gelir mi?
Aşkını sırtına giyene,
Dünyayı sürmek çok gelir mi?
Yine de güzel diyorum
yaşamak…
Ali amcanın bir ekmek için,
Uçurumun kenarında yürüdüğü,
Akşama bitap düşüp de,
Yine de alamadan gidişini,
Hakkını zalim köleden,
Paranın pulun kölesi olmuş,
Ağadan beyden.
Hepsini biliyorum,
Bilmez sanmayın ,
Saf Anadolu çocuğunu
İçi yeni yuğulmuş yorgan kokan,
Saf Anadolu çocuğunu,
Bir bilir, beş bilir, on bilir de
Susar edebinden,
Atar dipsiz kuyularına,
Lakin
Öyle bir gün olur ki,
O sakin deniz,
Bir balyoz olur da,
İner hakkı yiyenin,
Hakkettiği kafasına...
***
AŞK-I HAKİKİ
Üzülme bu gece de mehtap suya düştü diye,
Yıkanıp kurtulmak diler,
Dünyanın kirinden,
pasından,
Yeni esvaplarını giyinip,
Çıkmak ister,
Yârinin karşısına,
Dünyalık değildir onun
derdi,
Kavgadan, gürültüden, hayâsızlıktan
uzak,
Hiçbir âdemoğlu değmemiş,
Dağlarda, taşlarda,
Yaratılan en güzel yemişlerde,
kuşlarda,
Arar saadetini biçare,
Dolanıp, dolanıp da
aradığı,
Bir aşk ki candan öte,
Öyle bir aşk ki aşktan
öte...
***
BEN SENİ
Ben seni…
Loş odayı aydınlatan
titrek mum ışığında,
Bir dolmuş durağındaki
yalnızlığında,
Yağmurdan kaçıp
saklandığın o saçak altında,
Bir çocuğa duyduğun
sevginin sıcaklığında,
Ansızın karşına çıkan eski
bir dost gülüşünde,
Beraber arşınladığımız
yolların keyfinde,
Üzerine giydiğin hatıralar
tadında,
Gözlerinde yanan umut
ateşinde,
Yüreğinde kopan fırtınalar
içinde,
Sus pus kaldığın anların
hepsinde
Tüm bunların üstüne;
Adımı duyduğun an
Seni esir alan
heyecanların
Tam ortasında, seviyorum...
GÖZLERİM EMANETİMDİR
Gözlerim emanetimdir sana,
Gülüşüm de,
Karanlık köşelerimdeki
aydınlığım,
Düşlerimdeki o yemyeşil
çınar ağacı,
Ve ağaçta sallanan o küçük
çocuk,
Penceremden akan yağmur
damlası,
Kitaplarımın içindeki o
mis koku,
Annemin bana olan şevkati,
Babamın göstermese de bana
olan o büyük sevgisi,
Emanetimdir sana.
Tüm bunların ötesinde
O içten, sıcacık,
tertemiz, koşulsuz sevgim
Emanetimdir sana
Ay yüzlüm.***
GELDİ GEÇTİ ÖMRÜM BENİM
Gözlerinden akan yaşlar kadar ömrüm geçti benim,
İlmik ilmik işledi
dünyanın hüznünü neşesini,
İçli içli söyledi aşığın şiirini,
türküsünü,
Kah gam etti, kah keder;
Lakin insan bilir mi ki,
Dünya kaç para eder?
Yüreğine dokunan hisler
kadar ömrüm geçti benim,
Her tarafta aradı gönlünün
neşesini,
Dağları aştı, denizleri
geçti,
Leyla ile mecnuna karıştı;
Lakin bir türlü
anlayamadı,
Bunun zamanı neydi, kaçtı?
Okuduğun kitaplar kadar
ömrüm geçti benim,
Yazılar yazdılar üzerime,
Sözler söylediler lehime,
aleyhime,
Yine de dinledim, hep
dinledim,
Hiç kahretmedim.
Yürüdüğün yollar kadar
ömrüm geçti benim,
Ben yürüdüm, yollar
yoruldu,
Yollar yürüdü, ben
yoruldum,
Bir soluklandım, bir
arşınladım,
Ermek niyetiyle gülün saadetine.
Yalnız gecelerde
düşünmelerin kadar ömrüm geçti benim,
Dalıp dalıp uzaklara
giderken,
Sigaramın dumanı
arkadaşlık etti bana
Ve sessiz bir türkü
söyledim içimden.
Sevgiyi ve hüznü tattığın
anlar kadar ömrüm geçti benim,
Bir çocuğun gözlerinde
gördüm sevgiyi,
Bir ninenin ellerinde
kokladım hüznü,
Sonunda anladım:
Hem acı varmış bu fani
ömürde
Hem de tatlı
Hem sevgi varmış
gönüllerde
Hem de nefret
Lakin ben sevgiyi seçtim
ikisi arasından
Ve Mevla’m nasip eyledi o
ceylan bakışlımı,
Alların, yeşillerin
arasından…
***
GÖNÜL ARZUSU
O kadar büyük olsun ki,
Tebessümlerinin içindeki haleler,
Seni de, beni de içine
alsın.
Dalgalarının en şiddetli
anında bile,
Kaybolmayayım
maviliklerde.
Rüzgârın alıp uçursun
beni,
Hiç bilmediğim diyarlara.
O taptaze ellerle,
Toprağın yoğursun beni,
Keşfedeyim bilmediğim sırlarımı.
Sevgin kuşatsın dört bir
yandan,
Hasretin yerini
Vuslata bıraksın.
Umuda bıraksın
Karanlıklarım yerini.
ABC
Yanağımdan süzülen ilk
gözyaşım,
Karne sevincim,
Yaz tatilim,
İlk sakızlı dondurmam,
Bisiklete bindiğim ilk an,
Ve babamı iş
dönüşünde
Kapıda karşıladığım zaman
Duyduğum sevinç oldun.
Göz bebeklerimde büyüdün,
Nefes alışlarımda
ölümsüzleştin...***
DUA
İncinmesin,
Kırılmasın,
Bükülmesin
O narin yürek
Düşmesin o gözlere
Bir damla yaş
Dudaklar büzülmesin ağlamaktan
Yüzün düşmesin kederden, ayrılıktan
Bilirim çaresidir sevdiğinin bir çift tatlı sözü
Merhamettir bakışlarının özü,
Yüce Mevlam rahmetidir yüzündeki tebessüm,
Onun hediyesidir çünkü bu
fani ömrüm.
***
ŞEHİR
Gecenin karanlığı bir örtü gibi serilir şehrin üstüne,
Şehir kimsesiz bir çocuk
gibidir böyle anlarda,
Buruk ve biraz da sitemkâr,
Yüzüstü bırakılmak,
çaresizliğe terk edilmek,
Büsbütün onu içine
kapatır.
İçinin derinliğini yitirir
bir anlamda.
Bir varoş sokağının
köşesinde,
Dışı sağlam gibi görünse
de.
Zaman zaman durgunlaşır,
Uzaklara dalar gider,
Ona hayat veren ışığı,
sıcaklığı özler,
O anlarda.
Gözlerinden bir damla yaş
süzülür,
Dudaklarına kadar ulaşır
Ve kaybolur arka
sokaklarda.
***
AŞK HAYALİ
Toz kaplı merdivenlerinden çıktım ağır ağır
Araladım kapısını hayatın
Gün gözlerimi kamaştırdı ansızın
Âma oldum ışığın
kuvvetiyle
Sonra normalleşti her şey
Merak ettim neydi bu
Melek kanadındaki nurdu yüzün
Sonra normalleşti her şey
Merak ettim neydi bu
Melek kanadındaki nurdu yüzün
Bir hayaldi
Umulmadık anda zuhur eden bu güzel
Gözlerim hapsoldu gözlerinin içinde
Yüreğim kavruldu bu sevda ateşinde.
Gözlerim hapsoldu gözlerinin içinde
YanıtlaSilYüreğim kavruldu bu sevda ateşinde.
Bir insanın yüreğine dokunabilmek çok zordur..Fakat bu şiirler zoru başarmış..:)
YanıtlaSil