DÜŞÜNCE DÜNYASININ YEGÂNE YILDIZI: CEMİL MERİÇ -1 / Bekir Büyükkurt



"Bir adamı tanımak için düşüncelerini, acılarını, heyecanlarını bilmeniz lazım.
Hayatın maddi olaylarıyla ancak kronoloji yapılabilir. Kronoloji aptalların tarihi."

Cemil Meriç

“Kimi başında taçla doğar, kimi elinde kılıçla.. Ben kalemle doğmuşum” diyordu Hüseyin Cemil Meriç kendi doğumu için. Çocuk denecek yaşta kitapların büyülü dünyasında kendine inşa ettiği kuleden uzun bir müddet çıkmaması aslında kendi tercihi de değildi. “İnsanlar kıyıcıydılar, kitaplara kaçtım” diyordu. “Kasabanın çocukları hep korkunç. Bol bol dayak yiyor, hep hakarete uğruyorum. Şikâyet edeceğim kimse yok. Mektep bahçesinde çocuklar oynuyor.. Ben yine yalnızım ve yabancıyım, yabancı yani düşman. Dilim başka ve gözlüklerim var… Kendimden utanıyorum.”

Cemil Meriç hayatının ilk döneminden itibaren cemiyette üvey avlat muamelesi görmüştür. Kısa pantolon ve dört derece miyop gözlükler, poturlu kasaba çocukları olan, arkadaşları arasında farklı ve öteki olması için zahirde verilecek örneklerden yalnızca birkaçıdır. Arkadaşları top koştururken, ip atlarken, seksek oynarken kendisi düşüncenin farklı âlemlerinde gezinmesi arkadaşlarından iç âlem olarak da farklı kılmaktadır Meriç’i. Ona “Her büyük adam kucağında yaşadığı cemiyetin üvey evladıdır.” sözünü söyleten şey de küçüklükten itibaren yalnız olması ve bu yalnızlığı bir ömür yaşamış olmasıdır. Bu yalnızlık Cemil Meriç’e ötelere kanat açmaya ve yarınlarda gelecek nesillere yol göstermeye olanak sağlamıştır. Yine bu yalnızlık Meriç’i sığınak ve mevzi olarak kitaplara, kütüphanesine yönlendirmiştir.“12 Aralıkta doğan çocuk itilmiş kakılmış, düşman bir dünyada dostsuz büyümüş. Daima başka, daima yabancı… Hasta bir gurur, pencerelerini dış dünyaya kapayan bir ruh…
            … Düşman bir çevrede ister istemez kitaplara kaçıyorum. Yani düşünceye ve edebiyata hür bir tercih sonunda yönelmiyorum. Yaşamak için kendime bir dünya inşa etmek zorundayım. Böyle bir kaçışı kolaylaştıran tesadüflerde var: Babam akşamları aileyi toplayıp kitap okuyor, ablam fenn-i terbiye ve ruhiyat gibi konularda uğraşmaktadır. Amcam Hamit Bey’in kitapları genç tecessüsümü alevlendiren bir hazine. Anlıyorum ki, zalim ve kıyıcı bir gerçekten kurtulmanın tek çaresi, reel dünyadan kitaplar dünyasına sığınmak.”

Çocukluk dönemindeki arkadaşları ile anlaşamaması, ötekileştirilmesi kitapların ve kelimelerin dünyasına sığındırmıştır Cemil Meriç’i. Tabi ki bu itilme ve sonucunda meydana gelen cemiyetten uzaklaşma yine cemiyetin kendisi içindir. Çünkü O, insanlardaki düşmanlıkların ebedi dostluğa çevrilebilmesi için çabalamış ve bu uğurda gözlerinden dahi vazgeçebilme cüretkârlığını gösterebilmiştir. İleride vereceği büyük eserlerin doğum sancısını çocuk denecek yaşta yaşamaya başlamıştır. “Büyük eserler, uzun doğum sancılarının mahsulüdür. İnsanlığa yepyeni dünyalar kazandıran yaratıcıların zaferinde, vefanın ve sabrın hissesi pek büyüktür… Yeni ahenkler veya hakikatler müjdeleyen mücahit… kinin kargalaştırdığı alınlarda aşkı çiçeklendirmekte senin vazifen. Unutma ki tavan arasında yaratacağın büyük sanat eseri, milyonların şuurundaki zinciri kırabilir… Uykusuz geceler, iftira, sefalet, doğum sancıları… İşte dünyamızda hakiki sanatkârı bekleyen akıbet.” İnsanların çıkarları için birbirlerine gösterdiği düşmanlığı daha çocukluk devrinde idrak eden Meriç “Kelimelerle munisleştirmek istedim düşman bir dünyayı” demiştir.

Sonraki dönemlerde kavramların içinin boşaltılaraktan beyinlerin iğdiş edilme faaliyetinde bulunulması, Üstad’ınkavramlara-kelimelere niçin bu kadar önem verdiğini daha iyi anlamamızı sağlamıştır. Diline sahip çıkamayan milletlerin Dini olmayacağı gibi kendisi olarak kalabilmesi de neredeyse imkânsızdır. “Kamus bir milletin hafızası, yani kendisi; heyecanıyla hassasiyetiyle, şuuruyla. Kamusa uzanan el namusa uzanmıştır. Her mukaddesi yıkan Fransız İhtilali, tek mukaddese saygı göstermiş: Kamusa.”

Hüseyin Cemil’i kendi döneminin fikir ve edebiyat alanında bulunan şahsiyetlerine nazaran farklı ve şanslı kılan önemli bir özellik vardır ki, o da doğduğu yerdir. Hatay ve çevresi henüz Cemil Meriç doğduğunda Türkiye sınırları içerisinde değildi. Fransız mandası altında bir ülkenin, Suriye’nin toprağıydı. Antakya’nın bir özelliği hala Osmanlıcanın ve Osmanlı Edebiyatının okutulduğu nadir köşelerden birisi olmasıdır o tarihlerde. Çocukluk ve ilk gençlik dönemini Cumhuriyet baskısına maruz kalmadan, fikirleri iğdişe maruz kalmadan geçiren Meriç kendi dönemindeki şahsiyetlere nazaran hür düşünme yetisine daha fazla sahip olabilmiştir. Tam Osmanlı gibi değil ama Türkiye ile kıyaslandığında Osmanlı kültürünün son nefes aldığı deliklerden, onu en son devam ettiren kalelerden birinde, böylesine benzersiz bir toprakta düşünenlerin düşüneceği Cemil Meriç dünyaya gözlerini açıyor.

Normalde eğitim, çocukların belli bir beceri kazanması için, içtimai istidatların neşv-ü nema bulması için yapılması gerekirken; Cumhuriyetin ilk kurulduğu günlerden bu zamana eğitim sisteminde tam tersi bir durum söz konusudur. Çocukların becerilerinin bir kenara bırakılaraktan rejimin kutsallarına tapınan ve bu kutsalları yüceltmekten başka gayesi olmayan ufuksuz ve mefkûreden yoksun, ders kitaplarını ezberleyen, haricinde okuma ve düşünme kaygısı gütmeyen milyonlarca papağan…Eğer Hüseyin Cemil Cumhuriyet döneminin ilk onlu yıllarındaki bu torna tezgâhından geçmiş olsaydı; gözlerini, hayatını, hakikat uğruna feda ederek nesl-i ati destanlarına bir zafer ve fedakârlık numunesi olacak hakiki bir insan olarak değil de; Reyhaniye kahvelerinde ömür çürüten, vaktiyle lisede okuyan ve çalışan fakat istidadı olmadığı için vazgeçen, basit, adi bir genç olarak yaşayıp gidecekti.Tıpkı doğduğunda mücevherden de kıymetli olan ama istidadı mucibince yönlendirilmeyen ve sonunda keşfedilmeden giden nice insanlar gibi.

“Türkçem zengindi, çok okumuştum. Bu temrinler yazı kabiliyetimi bir kat daha geliştirdi. Şiir ezberlemekten hoşlanmazdım, gramere ısınamadım. Ama liseyi bitirene kadar kompozisyondan hep birinciydim. Lisem üniversitemdir” diyor Meriç. Dönemin şartları itibarıyla ders kitaplarının bulunmaması dersi takip edebilmek için not alınmasını zorunlu kılmaktadır. Aslında bu zorunluluk küçük Cemil’in fikir hayatına daha sistemli bir çalışmayla o yaşlarda vesile olmuştur. Çünkü bazı zorluklar insanların belini kırmadığı müddetçe onu kuvvetlendirir. İşte Cemil Meriç bu zorluktan da ileride de çıkacağı gibi başarıyla çıkmıştır.

Hatay’ın Fransız mandası altında olması münasebetiyle “Türkçe, Arapça tarih dışında bütün dersler Fransızca okutuluyordu. On, on bir, on ikinci sınıflarda tarih de Fransızca okutulmağa başladı. Memleketin kayıtsız şartsız efendisi Fransızlardı. Fransızca bildiniz mi önünüzde bütün kapılar açık demekti.”

            Cemil Meriç’in entelektüel hayatı üzerinde etki yapan hocalarından bahsetmeden geçmek elbette olmaz: “Lise üç’teBazantay Fransızca hocamız oldu. Bazantay, edebiyat fakültesi mezunu ve edebiyat doktoru idi. Bir ara müdür de oldu liseye. Yazı hayatımda ilk gurur darbesini ondan yedim. Tarihle ilgili bir kompozisyon söz konusuydu, konuyu çok iyi hatırlamıyorum. Kendimden emin on beş yirmi sayfa karalayıp takdim ettim. Kâğıtlar geri verildi, yine de en iyi numarayı ben almıştım: Yirmi üzerine yedi. Yazdıklarımın dörtte üçü silinmiş, kenarına ‘gevezelik, konu ile alakası yok, uyuyor musunuz’ gibi iltifatlar döktürülmüştü. Dayak yemekten daha ağır bir hakaretti bu. Ama ilk ciddi yazı dersi idi. Anladım ki aklına geleni yazmak yazı yazmak değil.”

            “Sanıyorum ki Mesut Bey’den(onuncu sınıf edebiyat hocası) tek öğrendiğim bu bibliyografya zenginliği ve her filozofun hakikati kendine göre ele aldığının şuuruna varıştır.”

            “Kitap bir limandı benim için. Kitaplarda yaşadım ve kitaplardaki insanları sokaktakilerden daha çok sevdim. Kitap benim has bahçemdi. Hayat yolculuğumun sınır taşları kitaplardı. Bir kanat darbesiyle Olemp, bir kanat darbesiyle Himalaya. Ayrı bir dil konuşuyordum çağdaşlarımla. Gurbetteydim. Benim vatanım Don Kişot’un İspanya’sıydı, EmmaBovari’nin yaşadığı şehir. Balzac çıktı karşıma, Balzac’ta bütün bir asır yaşadım, zaman zaman Votren oldum, Rastinyak oldum. Dört bin kahramanda dört bin kere yaşamak.” Ve has bahçem dediği kitaplar: “Entelektüel hayatım üzerinde etki yapan bazı kitaplardan da söz edelim. Önce senelerce sürecek bir merakı tutuşturan Rıza Tevfik’in Kamus-u Felsefi’si.

            Sonra Selim Sırrı’nın Terbiye-i Bedeniye Nazariyatı. Bu kitap yalnızca tecessüsümü alevlendirmekle kalmadı, sağlam bir kafanın sağlam bir vücutta olabileceğini telkin ederek, jimnastik yapmağa da zorladı beni.

            Kaderimi tayin eden bir başka kitapta İbrahim Ethem’in Terbiye-i İrade başlıklı eseridir. Disiplin içinde çalışmayı bu kitaptan öğrendim.”

            “Fransızcanın… karanlık dehlizinde ışığına güvendiğim tek fener Şemsettin Sami’nin Kamus’u idi.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder