Şaire hanım
çıktı dükkân-ı Gülhanın ortasında zuhur etti. Yanında bir hanım efendi
daha. Dostunun şailiğinin şuurunda
kırılgan ince ve zarif. Dükkân-ı Gülhan için hayırlı olsun dileklerini
ilettikten sonra sözü tütün kâğıdı kabuğu şiirlerine getirdiler. O gün şaire
hanıma tütün kâğıdı kabuğu ikram etme inceliğini ihmal ettim.
Kaç zaman
sonra şaire hanım orta yerde yeniden zuhur edince ona bir kabuk sundum buyurun
sizde yazın bir şiir dedim. Belli ki bu kâğıt meselesine imrenişti. İyice
inceledi kâğıdı kalem ver öyleyse dedi. Şimdi burada mı yazacaksınız efendim
dedim. Evet, ne var ki dedi.
Bu şair milletinde hakikaten bir keser
kaçkınlığı var. Oturduğu yerde hemen oracıkta anında öyle bir şiir yazmış ki
hanımefendi. Yüreğinden adeta ırmaklar akıtmış kâğıda. Şair olmakla olmaya
çalışmak arasındaki fark bu azizim. Kimi şiirimsi üç cümle yazabilmek için
yırtınır durur. Kimi de bu hanım efendi gibi bir çırpıda kağıdı yer ile yeksan
eder. Tanırsınız üstadı şiirlerinden. Ben âcizane kendileri ile yüz yüze tanışma
şerefine de nail oldum. “Yoldaki kalemler”in keskin kılıçlarından Sibel KÖK…
Tütün kağıdı kabuklarından yedincisine şu şiiri perçinledi.
Şaire Sibel KÖK Hanımın şiirini dostlara sunuyorum.
Üşüyen ellerin vardı
Saçaklar altında titreyen
bedenin
Ve
Soğuktan mı?
Ağlamaktan mı bilinmez
Islanmış yüzün çocuk!
Sen bunca hüznü hangi şehrin sokaklarında
biriktirdin
Biriktirdin de dağıtırsın
gözüne
Her değen bakışa
Kaç gündüze düşer geceden
ödünç aldığın gözlerin senin
Yağmur kirpiklerinden
damlarken şehre
Avutmak seni kaç ninniyle
mümkün
Ah çocuk!
Kirli kentlerin yitik sevinci
Masumiyet ülkesinin son
kalesi
Avucunda bir dünya kurulu
senin
Dağları hasret, yolları
hasret, ırmakları hasret
Bunca hasreti çoğaltan
gülüşünün kıvrımından
Bir öpsem çocuk
Diner mi sızısı hüzne hasret
kalmışlığımın
Çocuk…
Ah çocuk… !
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder