Güneş, dedi L, Aşk mıdır?
Gözlerini göğe doğru yoğunlaştırıp, güneşi
tekrar
içine akıtınca M:
Evet,
dedi.
O, karanlığı içen bir aşk ateşidir; bakanı
yakar, baktıkça içine dolan kor pişirir ruhu ve o ruh temizlenmiş olarak tekrar
baktırır âleme.
O zaman başlar varoluş mülahazası.
İç evindeki dağınıklık o zaman toparlanır,
vakit gelir kıvrılır kalbine ve yeni bir bakmak başlar gözlerin olmadan.
Bakmak görmene engel olmayan bir ayna olur ve
hep o sır ile bakarsın dünyalara.
Ölmeden önce ölmeyi o zaman bilirsin, dedi ve
sustu.
L sustu; susmakta konuşmaktı.
Güneş sustu;susmakta ışıtmaktı
Kuşlar sustu; susmakta uçmaktı.
Kalp sustu; susmakta çarpmaktı.
Rüzgar sustu; susmakta esmekti.
Ve L, gözlerine bakıp M’nin, ne kadar derin
bir yağmur saklıyorsun içinde, o yağmur söndürmüyor mu o ateşi, dedi.
M,
önce ruhunu yak ve yok ol içinde; aşk ile piş ve bedenini,
taranışlarını,taşlarını, yalanlarını, eşyalarını erit. İşte ondan sonra insan
yanlarına değsin yağmur. O, artık bir rahmettir, dedi.
L, suskunluğunu bir tebessümle süsledi.
Göğe baktı.
İçine güneş toplamaya başladı.
Yağmur başladı.
M, toprağın dilini çözmek için kapattı
gözlerini...
***
ŞİİR RENGİ
‘Sarışın Buğdayı Rüyalarımızın’ Ahmet Hamdi Tanpınar Edebiyat Yarışmasında derece.
aşk fotosentezi
1.
Yağmurlar giyinmiş
bir zamanla geldik buraya
benim üzerimde A d e m gömleği
senin üzerinde Havva titremeleri
Sonra düşürdük mısraımızdan aşk kelimelerini
2 .
Biz
üşüyen duyguların üstünü
seninle örteriz
tozlu kelimelerini
Ey K a l e m i n
bu sabah
3.
Kelimelerin ısısı
kuyulardan çekilen ay ışığı
***seninle örteriz
tozlu kelimelerini
yıkayıp asarız
yalnızlık balkonlarına
Ey K a l e m i n
K â ğ ı t s ı z ağrısı/şehrengiz
acının satırbaşı
sevincin imlası
ve üzülme çiçeği
yine
bu lekeli kentlerde
yanlışımızla kaldık biz
/ ve silgisiz
bu sabah
senin dilinle yazılan
bir kitap sordum sahaflara
/ yağmurdan sonra
gelir dediler
Biz seni
iklimlerden hüzün mevsimi biliriz
3.
Kelimelerin ısısı
kuyulardan çekilen ay ışığı
gecemize sarkıt özünü
Yakup'un gözündeki manalardan
bir bakraç su al yine
kanı aşka batmış Züleyha'nın
rüyalarına Yusuf bakışları serp
Ey
rüyalarımızın mütebessim şehri
yorumla bize yıldız bahçelerini
ben / unuttum
sana anlatacağım düşleri
Bilinç çölümüzün bilge suyu
içimize örülen yası örsele
ve hayata sinmiş karanlığı
çek gözlerimizden
siluetini şuurumuzdan silme
4.
Uzun saçlı gün
gece belikli elif
acılarla taranan sevgili
senin saçların
gece için kesildikçe
bir vaveyla tutanağı mühürlenir sözlüklere
sen yine
sessizliği
kusursuz bulutlardan
dinle
Çığlıkları
harf harf yakan
çağrının çerağı
sükutun rüya tutuşturan çıngısı
içimizin öğütülmüş başağı
ön ateşi duyguların
son kelimesi yanmanın
tashih edilen acıların alevi
imgeleri hece hece ayrıştıran
ve çağın ağrısını kemik gibi dilimizde tutan
sen yine
zamanın imlecini
ruhumuza ezberlet
ve mayalanmış gizini
içimize fısılda
lirik kıvılcımlar sıçrat penceremize
kanın
kaynama saati
senin vuslatınla
başlasın
5.
Ey
his evimiz
ve hüznün ahengi
yak üşüme ritmimizi
-vakit çok akortsuz-
Muhayyilede raks eden kız
gel otur
bir beyitlik kalbimize
İftar çöreklerine benzeyen teninden çıkan buğuyu sal ruhun korlu odalarına da
halleri yakmasın
açılmamış çiçeğin solgun alfabesi
d u r
zaman
çok
yorgun
tut dudaklarında kımıldayan mısraı
sükut et
ve dinlen
ve yağmur karıncalanmalarıyla telaşını süsle de
s e r i n l e
yüzümüzün soğuk yanlarına bakmadan üfle sükutun manasını
6.
Senin alfabenle
girilen her kapıya
aşk kapısı gibi girmeli
Sen
h i ç l i ğ i n defterinde
içimize dürülmüş
dramsın
bükülmemiş
harflerle yazılansın
batırmadan kalbe
ki/
cebindeki saklanan aşk dili
bir serçe kuytusudur
düşler kanatlandıran
Hiçin rengine bulanıp bulanıp
hayalleri boyayan mihman
yoğun düşler odasında
yeryüzüne dağ gibi yaslanan
hatıraları damıt
dizelerin pırıltısını
içir göğünden
kımıltısız mevsimleri terlet bize
Sonra
uyandır
şerh ettiğin sırları
hakikat ırmaklarından
yokluğun
etimizde kımıldayan
var olmanın remzi olsun
Sen/ki
ilhamın önünde
sevgilinin fotoğrafına bakan
muti
Ey aşkın mayası
ruhun
silinmez
rengi
asrın
uyaksızlığına bırakma bizi.
Tin N o t l a r ı
kırışıklığı açalım
çıkalım yola
1.
Mihman
iç s'esini aç
ç'ağlasın
kanınla
sözlü su
ve
kalp ritmini
kav kav yak
dağlasın ateşi
ıtrî su
ey
gök çeşmeli
ezber et
toprağın mihnetini
ve aç derinliğe
Nuh penceresini
2.
Ey
çisil çisil
konuğum
hüzün(lü)lere
akmayan
arsız suyu tut
sığ
ve bulanık
vaktin fıskiyesinden
içip de
geçme maveraya
bırak
kurusun
çatısız kemiğinde
kir çoğaltanların iliği
.
Müjdeli
Tin
Sin sen
terin aksın
kutlu dirence
ve
şırıl şırıl
şadırvanlar sıçrat
göynük güvercinlere
3.
Sesi beyaz
sözü su yârim
bu simasız
bu çığıltılı
bu yılan ıslıklı bunaltıyı
Besmeleyle geç
alnında
nun kavisleriyle
karanlığı daralt
ve ay’n nehirlerini
doludizgin akıt
yataksız toprağa
yalancı girdap
durgun suya
şer katmadan
içimize açılalım mı
4.
Güneş
abdest tazelenen
kuşlar nehrine değmeden
İç dili mesh etmeli
Şafakla
mühürlü göz
merhametin kağıdı
mürekkebi niyaz olan
ruh onu yazmalı
gördün mü birliği
yürekten yüreğe
nasıl da şelâle
Nasıl da inşirah
13-14 mart 2018
***
KUDÜS AĞRISI
Ey Mescid-i Aksa
yaslanıp da baksam sana
Muallak taşına
●
Küdüs’ü bir örtü gibi
çekelim üzerimize
üşümesin sonsuzluğun kıblesi
●
Ateş kıyısında su içen Fatma’nın
gözleri rüyalar damıtıyor
ve İbrahim'in
kaynayan yüreğinden
kaç Kudüs atlısı geçiyor
görmüyor
musunuz
●
Ey Kudüs/sevgilim
senin saçlarını
bir geceyle ördüm
bir gündüzle ördüm
Yine de
uzadı mı beliklerin
hüznün siyahıyla
●
Orucunu açamamış
kuşlar tünüyor Ramallah ağaçlarına
Elif'imin azığında aşk taneleri
yüreğini silkelemeye gidiyor
Anne
gerçekten Kudüs’ün yüzü
Yusuf'a mı benziyor
●
Demiri kül eden mânâm
taşı kül eden bilincim
ve külü ateşe çeviren direncim
secdelerle gökler devindiren esrarım
her ' Bismillah'la sevinçleşen sevgilim
gidelim diyorum sana
Bak
saklandılar yine bir gargat ağacının arkasına
●
Kalp dağının göğsünde
ısırgan yangını
kaşıdıkça kabarıyor acı
şeytanlar kanımı ısırıyor
Ve Kudüs ağrıyor
kalbimizin üstünde
ısırgan yangını
kaşıdıkça kabarıyor acı
şeytanlar kanımı ısırıyor
Ve Kudüs ağrıyor
kalbimizin üstünde
●
Ruhları sağırlara karşı
bir ezan El Aksa'da
Görüyorum seni/korkma
"Allahu Ekber" dedikçe Bilal
islenmiş ufuklarını görüyorum
bir Türkiye yaşmağıyla silmeye geliyorum
hıçkırık saatlerini
İçime kazmalar vuruldukça
gök tünelleri açılıyor/korkma
duyuyorum sesini ey El Aksa
ve kan-ter içindeki nefesini
Ey ilk kıblegâhım /miracım
gözyaşı mihrabım
bak cerağ vaktine doğru
ve gör
ellerinde keskinleştirilmiş hilal
ve bakışları mermi gibi gelenleri
●
Zamanın kalbinde ve kalbimde
bir Kudüs elması saklı
tel örgüleri kesen ve büken
bir anne bakışı saklı
bir Türkiye bakışı saklı
Ben seni unutur muyum sevgilim
sadağımızda minare minare
İntifadalar saklı
●
Uzaklara-yakınlara
çığlıklarımı çıldırtarak
sesleniyorum:
Kudüs bir iç yankılanmasıdır
alnın çatılan seslerinden
Toprağın seğiren yanlarında
buldum senin ağlamalarını
artık korkma sevgilim
derisini sıyırdık
uzaklığın
denizlerini yüzdük /
hilali bileyledik geliyoruz
Sana kurban olduğumuzun
bayramlarına çağırıyorum herkesi
●
Ve Mahya tepelerinde
kanaması başlayan
sevinçlerle bekliyorum
Çünkü yine
Fatıma'nın yarasında
bir kanama var
Uyumamak için
gözlerimize tuz basmaya
çağırıyorum
sizleri
●
Zaman
kemiğe işlediğinde
kan iliğe geçtiğinde
ve et olduğunda acı
senin vücudun olmalıyım Filistin
Senin için
düğmesiz ve dikişsiz
elbisemi giymeliyim
güneşli günler doldurmalıyım
delinmemiş ceplerine
İblisin
körelten duvarlarına
ve göğüs ortasına
kılıç dikmeliyim
●
Sen "Allah" ile baktıkça
bıçak gibi kesen
bakışın var/korkuyorlar
Ve kan kaybedenler korkusu var
o kuruyasıca ellerin
Sen
göğe tut gözlerini
asılı duran Kamer'e bak
hep sınırsız bak göğe
Ve bekle
bir cuma çiçeğiyle
sana gelenlerin fecrini
Ve ağlama sevgilim
aşkı sana
sabah -akşam zarflayanlar var
●
Kudüs aynasından
yüzüme bir sır yansır
ve
ağrır
tenimden içeriye giren mânâ
Sonra
günüm güneşim dökülür
toplayamam can kırıklarını
artık toparlanalım sevgilim
●
Bakın/Kudüs bulutu
sıyrılıp geçti
Fatıma'nın gözlerinden
Ve vakit sustu
buğulandı yer-gök
Sonra
çığlık çığlığa
bir anne sessizliği yağdı
gözlerimize
●
Bahtının encamında
bir güz bildirisi var:
Uzat ellerini Kudüs'e/diyorsun
Ben de
yaprakları dökülmeden
secde avlusundaki ağaçlarına
su taşıyorum/biliyorsun
Ellerimiz koynumuzda değil sevgilim
●
Gözlerimizi yakan ateşe
serpilsin zemzem
Bir Hacer sevinci aksın aksın
Kudüs çeşmelerinden
Dudaklarının çatlağını
Besmeleler onarsın
abdestini tazelesin İsmail
anneler sevinç emzirsin
gün dönsün dönsün
silkelensin karanlığın üzerine
Ben bir say'ım
senin incelen sevincine
çelikler öğütüyorum
●
Küdüs’ü aç bak
Mekke-Medine'ye aktığını gör ruhunun
bir daha bak ve dokun tenine
ağrısının irkilttiği acıyı sür
alnına/her yerine
Güneş
bir Kabe'ye
bir Kudüs'e bakar
alınları kaşındıran ışık
eğilir toprağa
Ve uzun bir fecir
aydınlığıdır vaktimiz
saf saf
●
Yürekten göze çıkan ateşe
gözden yüreğe inen suya
kulağa fısıldanan tan ritmine
yürümenin kutlu silsilesine
Mekke Kudüs simetrisine
Züleyha 'nın Yusuf siluetine
sesin sessizliğe çekilmesine
kar'ın çiçeğe dönüşmesine
toprağın yağmur ilişkisine
bakmadım mı sanıyorsun
senin Kudüs pencerenden
Hayır baktım baktım
Filistin'i sırtladığını gördüm
Peygamberle yürüyenlerin
●
Rüzgarını öpmenin
gülünü koklayıp güldürmenin
dikeninle kalbe kandil çizmenin
aşkımı aşk ile sezdirmenin
durdurulmaz kanaması var içimizde
Biliyorsun
göğe çiçek ekenlerin üzerinde
Misk-i amber kokusu var
Biz
baharları bohçaladık
bir Havva menekşesini
bir Adem karanfilini
ve şehit-gazi ilişkisini
buketledik terli avuçlarımıza
Anlasana ey
El Aksa
çözdük sana kalbin
sevincini
cesaretini
ve kilitlerini
Yurdumdan selam sana
●
Kuşları üşüyen ağaçların
rüzgara küsmüş /öyle mi
Gün sökülünce gömleğinden
Yusuflara küsmüşsün/öyle mi
Yıldızlar unutunca göğünü
karanlıkta kalmışsın /öyle mi
Ah canım sevgilim
Mekke yüzlüm/ Kudüs’üm
Bizi
gelmeyecek sanıp
gözlerini yağmurlara
çevirmişsin/öyle mi
Öyle olmasın/olmasın
görmüyor musun
ellerimizdeki yüzyıl çiçeklerini
●
Zeytin ağacında
işlemeli düşleri asılı Fatıma’nın
incir ağacında
kurumamış yeminleri
Ey
Eyüp’ün gözlerinde
gülümseyen acının
bakış kapısı Fatıma
andolsun Küdüs’ün Burak rüzgârına ki
senin için çıktık içimizin dağlarına
ağlamalar bölüştük
İşte bak
sana ördüğümüz merdivenler
bir aşk basamağıydı
tek tek çıkıyoruz
birlik olmanın yüksekliğine
Ey Fatıma
bekle kardeşlerini
bize küsme.
***
Âhir Dağı Destanı
Bedir yüzlü ve kavi şehirdir Maraş
Aşka buradan çıngı verilir gardaş
a.
Burası Maraş’tır
keskin bir Hartlap bıçağı gibidir kalbi
yani çeliğe su verenlerin kenti
Ey turnam
“Kanadın ıslanmış yağmurdan yaştan”
korkma/uç kalelerin burcundan
burası kuşlara türkü yakılan yerdir
kırık kanatları saranların şehridir
b.
Bakın bakın zaman yokuşuna
Hilal gibi kıvrılan atlılar
Sütçü İmamların silinmez izleri var
Fatih gibi kavi ve mütevellit
çetelerin kıvılcım saçan alın terleri var
Bakın
Ahir Dağı gibi heybetli Arslanlar
“Elif” gibi ve rikkatli
küffarı sarsan
bileylenmiş hançerleri var
c.
Mendilinden hasret sıkar yârim
bir Yemeni kırmızısıdır
yanağındaki aşk tarihi
Biz vatan için
acı dokuruz neşe dokuruz
Şeyhadil kalbimizin sükunetidir
dualar altında saklarız şehitleri
Ulu Camii'nde bir çınar ve köklü
göğüne sığmayan bir Rıdvan rüzgârıdır Maraş
poyrazı ki yırtar dağı /söker taşı
Bir Cuma hutbesidir minberlerde: /Hürriyet/
Biz siyah-beyaz diye bölmeyiz gardaşı
Uzunoluk’ta uzun bir ırmaktır zaman
Ay kırılır ayna kırılır gece büyür
namluların ucu imanla bükülür
Senem Ayşe’min gözleri tetik tetik dökülür
Burada mavzere sürülmüş fecirdir zaman
Maraş ovasına eğilmiş başaktır zaman
Burada ruhla ten arasına verilmiş aşklar öğütülür
Haydi Halil Ağam
doldur göğsüne aşkı: gümbürtüsü taşırsın Aksu'yu
Malik Ejder'e yükselsin Kumaşır Gölü
ve öpsün çöl yorgunu dudağından
Gâvur Gölü’ne konup göçsün turnalar
Haydi paşam aşk şelalesi dökülsün yine Karagöl'den
Pınarbaşı'ndan bengisular saraçhaneye süzülsün
Gün kurşun gibi seker gece döner
Biliyorum
Afşin Elbistan Pazarcık Türkoğlu Göksun nefer
dağ dağ yükselen muştuyla çoğalır sefer
d.
Bak/ yağmur yüzlüm
Yedi Yaren ve Yedi Kuyu sırrıyla
kıyama duruyor
Mavera çeşmesinde abdest tazeleyenler
İçimizden Mekke ezanları geçiyor
Bak/Bayrak yüzlüm
Saf saf oluyor Ahir Dağı ile Toroslar
Anadolu kalbimizde
Berit ve Ağrı Dağı gibi duruyor
***
AFŞİN AĞIDI
Ali'm
Eshab-ı Kehf'te zemzem içer ve içirir kuşlara
Bir Yemliha notudur döş cebindeki gökyüzü
Ve Kıbleye döner yıkar yüzünü
Nakarat
Ve rüzgar der ki: bir yaprak düştü bahar ağacından
Acılar boşaldı söz bakracından
Anaların gözyaşını pur* dağı tutmaz
Zaman bir acı ezbercisidir Ali'm
Biz "Asr" okudukça durur saat /kaybolur vakit
Biz ‘hû’ dedikçe
Kıvrılır yer ve sevaplanır
Hıçkırır gök ve sevaplanır
Zaman hüznün kuluçkasıdır Ali'm /
Sabır ancak Allah ile çoğalır
Nakarat
Ve Afşin der ki: şu yeryüzüne lapa lapa
acı yağar da
Değirmenbaşı'ndan sular kuz bahçeye akar da
Hacı Mehmet ile Yasin’i uyutmaz
Ali'm
Efsus ve Halep acıların imlasıdır kalbimizin kitabında
"Çocukken bir tek ince hastalıktan ölünür sanırdım" diyorsun
hitabında
Yine, Anne hıçkırıkları/kemik gibi tuttu kalbimizi Ali'm
Çocuk bakışları/delip geçti ciğerimizi
Bizim kaç uçurtmamız kaldı kiraz dallarında
Nakarat
Ve Atlas Dağı der ki: karşımdaki külliye Yarenler’in evi midir
Yedi iklim not tuttum gece-gündüz yağmurları
Yaşıma kaç acı düşer/ sorulmaz
*Pur:
Toprak ev damlarına akmasın diye serpilen özel toprak.
***
AŞK ATLASI
Türkiye Üçüncülüğü Ödülü...
Âdem od içinde
Havva ağıtlar
kaynatır
yüreğinde
a.
Şu Çanakkale’de
su mu yakar
ateş mi soğutur/hayır hayır
kavrulmuş dağların önünde
yüreğine çelik verilmiş
Habiller uyur
-Hu kuşları uyur
mu
uyumaz-
Ve şerefelerde
kuş şakımaları: hu hu
Kalbin kubbesindeki aşk
ezanlarca ve ince
hilal gibi durur
Çanakkale’de saat
kor ve meşaledir
şem ve perva-nedir
üfledikçe kızarır zaman
şu kabiller
kül hanedir
Aşk buhurdanında
vatan tütsüsü can
imiş
şehitler ölür mü
ölmez imiş
Aynalar kırık
yarısı acı
yarısı neşe
ay ışığında baktıkça Elif
sürmeleri kor olur
gözlerinde
Ve söylenir Elif:
Allah’ım ışık tut
yüreği çerağ Mehmet’ime
evimin kandiline
kurşun bakışlı yiğidime
Ve Toprak Uyanır
Maverasını
Aynasında Gören Güneşlerin Ruhuyla
b.
Döner rüzgâr
mevlevidir zaman döner
mermi kavis alır aşk hızından
bir Seyit yıldızıdır gülle
gecemizi güneşe çeviren taç olur
söner şeytan hırsından
Ali kınası
anaların ağıtlarıyla
yakılır zamana ve söylenir anne:
kınalı kuzum, ciğerim
kurbanlığım/kurban ettiğim
Seddülbahir’deki yitiğim
kanım-etim
ah hasretim…
Ve Ağaçlar
Süslenir/ Çatlar Nar Vatanın Bayram Neşesiyle
c.
Çanakkale’de
Peygamber ışığından bir azık
Meleklerden bir bakış
Cebrail’den gez, göz arpacık
Mehmet şehit sofrasında-Bismillah-
vatan bir ekmek arası aşk-Ya Allah-
Mehmet’in içindeki Elif
Anadolu kokan aşk
ve uzun belikli bir gazi
U z l e t/yüreğine güm güm vursa da
vatan için nedir ki sevda hasreti
gökte kartal, yerde aslan cesareti
kurşunlar delse
de yüreğini
yine de söylenir
Mehmet:
Elifim uzun
boylum
hasretin yaktı
şuramı
kavlattım kurşun
yaramı
Ve Vatan
Irmakları Övünür Yağmur Busesiyle
d.
Mümbit topraklarda
şeytanca bir itilaf
hunharca ve boğazımıza kadar
sinsice bir itilaf
haçlıların buyruğu altında
ve uyuşmuş tanrılarıyla
cebimize sığmayan bir itilaf
Ama bunlar işlemez/ ç e l i k verilmiş
Mehmetlerin- Eliflerin ruh atlasına
Ve yine
Conkbayırı’na
doğru
seslenir Elif:
Mehmet… Mehmet
Bu can sana
emanet
Ve yalnızlık sonrası büyüyen aşkla
saklamış çocuklarını kanat altına
Mehmet hep yara kalmış kalbinde
süngü gibi saplı ve kanayarak
ve söylenmiş gündüz gece:
Mehmet’im Alkanlar içinde kalmasın Rabbim
şuramda yanmasın
Ve Toprak
Sarsılır Erlerin Hu Sesiyle
e.
Yusuf bir Yakup rüyası
kurtların bölüştüğü can
gömleğe sığmayan ruhtur aşk
ağlayan ama ağlatmayan
saklayan ama saklatmayan
susayan ama susatmayan
Bunu biliyordu Elif ve söylendi:
“Ben üzüntü ve tasamı yalnız Allah’a açarım.”
Rabbim Yusuf’unu ayna et Mehmet’ime
çöller yağmur olsun
sular durulsun
zindanlar boğulsun Yakup ışığında
bu Kenan benim, Çanakkale benim
Mekke-Medine ruhumun direği
İstanbul peygamber dileği
Mehmet’ine yüreğini kesen Züleyha benim
bu zaman için boş çevirme ellerimi
Ve Çanakkale
Büyür Bedir Siluetiyle
f.
Ay keskin bir bıçak
güneş geniş bir sofra
deniz, gemilerin uyukladığı mavi yatak
Evet evet mayınların uyandırdığı
Seyit’in uyandırdığı
Mehmet’in kaşlarını gerip gerip
zamanı uyandırdığı
Ali’nin İsmail olduğu bir vakit
Meleklerin omuzlarda dönüp durduğu
Conkbayırı’nda vınlayan kurşunların
sekip karanlığı deldiği
Elif, evinin direğini andığı vakit
Kanın gül olduğu
Mehmet’in şehit
Elif’in gazi olduğu o sarsan vakit
güneş tuttu toprağı
Anafartalar’da bir yağmur uğultusu dönüp dönüp
dayandı kalp kapısına
ve Yusuf’tan bir rüya gördü Elif
bütün yıldızlar, güneş ve ay toplanmış
incir yiyen kuşlar
Kevser içen ceylanlar toplanmış
ışık eliyorlar başına
kanat çırpıyorlar ateş yanığına
miski amber sürüyorlar kaşına
Bu topraklarda insanlar
Hu hu uyanmış
Ve Çanakkale Taç
Olmuş Anadolu’nun Başına
“AŞK ATLASI”
Çanakkale Şehitlerine yazıldı ve
Türkiye üçüncülük ödülü aldı.
***
YÜZÜ KAMAŞTIRAN AYNA
yüzü şemstir
onun
sırrı yorgun
bir süvari gibi
i
n
e
r
hilalin
bulandırdığı sulara
su hû olur
ve döner
hüdavendigar/mevlevi
döner mah
ve kılıç
gök
semazenleriyle
gözlerim buna vaki
bulanık
su durulur
iki su
buluştu
bir su
susuzluğunda
şimdi
gözlerim
merec-el
bahreyn
ve konya güneşi
gece
güneş
boyasıyla boyandı
yüzümdeki
ayna sızıları
kamaştırdı
suretimi
su
yatağını andı
akıl da
tutuldu
cennetin
gölgelediği
insicam ırmağında
şimdi
maverada
şeb-i
arus
ve kevser ritimleri...
***
KARANFİL YÜZLÜ KİTAP
Menim yüreğimde Memmet Aslan yatar
Menim har kimi
yüreğimde yara var
har(a)da Bakü aslanı yatar
Bazardüzü kadar bir ağrı
indi yüreğime atəş atəş
atəş var menim ellerimde
azığımda küller kaldı
Baxın baxın
ağlayan bir karanfil var
Kız Kulesi seherinde
şu uzun saçlı Bakü’nün
ağıt saklı mahnisinde
Erzurum Tabyasına
konmuş Bakü quşları
Baxın baxın
Abşeron’a bir məzar konmuş
örtmüş üstünü Palandöken
qışları
Mehmet şairim giyinmiş
aşkı
giyinmiş de şeir
elbisesini
Maraş’ın Gediğine Varanda
ceplerinde unutmuş
yüreğimi
Dağ kimi yüreğin göğü baş
alsın
gülüşünün içinden âşıklar
yaş alsın
önce ağzımı toplamalısınız içli kelimeler kayarken dilimden
siz önce güneşlerimi kundaklayan şefkatle sarılmalısınız /ağrıyan
yanlarımı
tutmalısınız karanlığın ucundan yıldızlar dokunmadan gözlerime
beni şöyle sarıp sarmalayıp yalnızlık biçen seslerin ortasına
oturtturmalısınız
önce bakışlarımı biçip metrelerce hüzünler dikmelisiniz dans salonlarınızda
ve günlerce içimde kanayan bayramın en keskin yanıyla savmalısınız
uzaklara
yürüyen koro
nakarat 1
kristal fanusta bu ne güzel bir firak ki inelim kalbinin
sulbüne
haydi tekrarlayalım ve naralarla çıkalım evlerinin kalbine
hüznün kıyılarından acı çalan bir eşkıya telaşıyla kaçıyorum sesimden
siz ellerinize cüzam gülleriyle çürütün vedaların dönülmez soyluluğunu
koşun çarşılarınızda endam tutan o yosmaların kokuşan kokularına
ve şöyle deyin bu koro çağlarca içimizi gıcıklayan batının korosu değil
mi
kanayan koro
nakarat 2
haydi anlat bu sofra İsrafil’in beklediği sofra mı
Sur’un çıngıları saçılmadan tutuşan güneş mi sen mi
***
HÜZÜN ÇIKINI
I
rahatsız
bir nehirdir gözlerim
II
namluya da konarmış
üşüyen kuşlar
anneler
her gün
iki satır ağlarmış
III
şimdi
bulanık
bir nehirdir
gözlerim
ARTÇI MISRALAR
1-dilimde binlerce anne çığlığı / nasılsın, sevinci hüzünlü anne
(yüzünüzde yüz buldum da yüzümü yüz kere sürdüm aşka /yine de içime
giremediniz)
2-dilimde ağır bir kelime kokusu: ihtiras olabilir
3-ağzımı yıkadıkça, sözcükler beyaz oluyor: aşk mı dilime mesh ettiğim
4-yüksek bir mana düşüşü gözlerimdeki uçurum: yar sen mi gittin
şehrimizden
5-ayaklarım artçı sarsıntı topluyor günaha: sağ ayağım soldan davacı
6-bu aşk kaç kötülük eder kent toplamında: kalabalık çürütüyor aşkı
7-kara kıtalı gelin karartıyor sevincimizi: yeryüzü kınalanmış bir hüzün
avuçlarımızda
8-söz söndüren bir kor dudağındaki ateş: küfürlerle iğdiş edilmiş
melankoli kelimeler
9-geceye yaslanan bir ay uykusu gibi olsun evimiz: bacasında ısıtan türküler
tütsün
10-yarım elmanın yarısı yarım kaldı bıçakta: kabiller, habillerin kanına
uyundu
11-yalanı yumuşatan bir dil, kemiğine kadar: dilimin iliğinde dualar
kanlansın
12-su sararır mı güz hatıralarıyla: her gün buruşmuş bir akşam düşer aşka
13-günümüz böyle işte: pazar pazartesiye gün çalar: cuma uzun boylu
bir sevinç minaresi aynamda
MARAŞ SAATİ
Fotoğraf: Y. Mortaş
Dağ yürüyüşleriyle aşılmış bu şehrin dilinde kırık bir alfabe
gibi duran yalnızlığı
çağırdım
yokuş saatlerinin altından
geçen rûzigâr bir Maraş ağrısı sapladı kalbime
ki yüzüm ahir yanlarıma
yansıyan bir kent gibi ürperdi içinde
kim çağırdıysa gittim kim
gittiyse çağırdım
sözüm aktı durdu o
ateşlenmiş buluttan
eğildim insan
yansımalarıyla o gölgesiz aynalarınıza
gecenin dokunulmamış
rahminden ışıklar topladım
Bu ejder kalesinden
sökülmüş aynaların gecesi yok
öyle bir ak su ki
ışıkların içinden geçen saat
zamana ayarlanmış yalnızlıktan
/ bir Maraş bir ağzım yanar
dökülür üzerime o Milcan’ın
topladığı rûzigâr
ya vakit durulur içimde ya
da ocaklarda saatler kaynar
Dağın ezberlediği ovayı
tuttukça betonun esmerliği
soluğu kesilmiş toprak
gibi yanar Maraş
hilalin keskinleştirdiği kentlerde yatar
güneşin kıvılcımları
zaman döner
söz söner
şehir yürür uçsuz
gözlerinin içine
Dağ yürüyüşleriyle aşılmış
bu şehir
dilimde
yazılmamış bir alfabe gibi
durur
YEŞİLIRMAK BİR AŞK SEYYAHI
Irmak,
çağlayan topladıkça büyür aşka
çağlayan topladıkça büyür aşka
Fotoğraf: Y.MORTAŞ
I
Yeşilırmak
Havva terlemesi gibi berrak.
Ey şiir taşıran ırmak
Taşı eriten bir aşktır aktığın şehir
Ve saçlarından akan yağmur
Mendilde kuruyan gözyaşı gibi pak.
II
Tanla uyanırsa âdem bir nehir gibi uyanır
Bir destan gibi dolanır kanındaki ırmak
Ve aşklar çağlayanı dünya aynasında
Senin gözlerinle ağlamayan göz kördür
Sana dokunmayan aşk çeşmesi bulanık.
Eğer Yusuf yüzünü yıkamışsa suyunda
Ey serin bahar güzeli, boy ver aşka ve denize
İçimdeki çölü sulayan bereket kervanı, yürü
Dağ uykularımı bölen aşk çağlayanı, ak
Bir dil ver ıssız /peltek sessizliğimize.
Bir dağ sağırsa, Ferhat’ı duymamıştır
Şirin, tebessümler taşımıştır berrak suyundan
Kuşlar suyunu içmiş havalanmıştır göğe
Sana dokunmayan yağmur buhar olmuştur
Yaz susamıştır dudaklarına/çatlamıştır
Sen serin bir akşam gibi uzanmazsan yatağıma
Toprak kül olmuştur/ağaç kül olmuştur.
Saçların parlak bir denizyıldızı/güneş toplar
Isıtır uzun üşümelerini Karadeniz’in/çığlığını tutar
Hangi taş sevinmez ki senin sıcak koynunda
Kum olur çakıllar, külünge de gerek yok
Yıldızlar asılı kalır ince boynunda.
Abdest tazeleyen derviş, ağlamış senin gözünle
Suya ateş veren âşıklar ağlamış senin gözünle
Gök toplanmış senin gözünle sana ağlamak için
Hattat, divitlere kav-ateş alır senin gözünden
Amasya bir dolunaydır yüzüne yansır her vakit
Aynalar güneş toplar senin billûr yüzünden.
Havva’nın bohçasında Yeşil bir Irmak buğusu
Açtıkça toprakta bir Adem kokusu/yağmur kokusu…
***
TÜN
bir yüzüm 'kor'
diğeri 'kül' dür benim
ben tin
zeytin yüklü yüzümün
yeminlerine çıkarım her gün
yeminlerine çıkarım her gün
yağmura iliklenen gök
duygularımın arkasıdır
şimşekleri kırıldıkça aşkın
ışıkları hıçkırır günümün
benim tirajsız tarihim
talihsizliğim ve soy kırımım
kaygılar üstlenmiş aşım
kanıma karışmış ne acı
bu ikindi de estetik değilim
tün yüzlüm
çok üzgünüm
algılarımı düzleyen
aynaya da gece çöktü
saçlarına ay toplayan
ırmak kadar yorgunum
ben her gece
kasvetle dökülürüm
bilincin çağlayanından
yine buharlandım
aşk yüzlüm
çok üzgünüm
***
AŞK TİLAVETİ
I
ben ağrıyan bir bulutun ateşiyim
yüzümü ört öç tutkusuyla
yırt yağmur ağzımı
/s u s da gel gidelim/
kavlin sağanağı
göğertiyle tuttukça toprağı
savaş yüzümde filizlenen bir acıdır benim
saatime şimşekler çarpar da
güney bir deniz çekilmesi gibi ruhumda kurur
çöllere su içiren manam da yok artık
vakarlı ırmaklar devşirip
elim geçitleri seçtiğimden beridir
kalbe
bulut tıkayan
gönlü aktardım kap kap kabınıza
sunmalarımın içi köz doldu
/ateşi tut da gidelim/
II
saatlerden çıkan çıngı
çöl sıçrattıkça kalbin vahalarına
güneş aşkın eşiğinde gölge değil
vaatler ayarsız
ilkel yağmurlar da geldi kapıma
artık mana vaktidir
/g e l –de- gidelim /
derimde güneş ağrısı
kimliğim tozlu
çiğneğim çiğ
tutturdum kör düğüme yüreğimi
toparladım paylaşılmaz acıyı
vaktidir sana gelelim
gelip geçelim çağın cenkli geçitlerinden
eşyam
tinim
aşk tilavetim
/g e l de gidelim/
***
ÇÖL UYANDIRAN YAĞMUR
I
Sıcak su
buza keser mi?
Ey Nebî
bu ne garip bir ateştir
kalbim, kendi çölünde ateş
ateştir!...
Kendi kavıyla yanan kibrit
ve suyu çekilmiş sünger gibiyim
40 dereceyle duruyorum hayat ortasında.
II
Saatler ateş aldı yine Ey Nebî!...
Hangi gözümle baksam yüzlere,
putperest
Sağımda kâhin panayırları
solumda şeytan kabileleri/iyilik
cesetleri.
Karaya oturmuş bir deniz gibi
kalbim
denize tutunmuş bir dağ gibi
ellerim.
Bir kandil rüzgârı
büktü de boynumu
gelmedin Ey Nebî!...
Kanımda ateşgede süvarilerin nal
çıngıları
günümü tutuşturur ve üstüme döker
gece küllerini
sesimi içer kinim/rengimi tutar
çöl
yatsılara yaslanan ay saklar
ışığını
Sen, ”açıl!” dediğinde açılan ay
“kapan!” dediğinde kapanan ay
şimdi
gözlerimde
gece lekeleri
(Yoğun aşk yağmurları
özetliyorum sabrıma
rengim yıkandıkça açılıyor Habil
yanlarım)
Gel desem
kalbime ışık
tut desem
gelir misin Ey
Nebî?...
Gök bir yağmur kasidesi gibi
hüzün içiyor
“O” kâinata güneşten bir elbise
biçiyor
bir çocuk anne sütünden geçiyor
anne çocuğun aşkından geçiyor
ırmak deniz küskünü
yol kendine uzak bir menzil
güneş üzerine güneş çekiyor
ağaç baharı özlüyor
çöl
Medine kuşuna su oluyor
Mekke
bir hurmanın dalında
Peygamber ağlamaları saklıyor.
(Ey kalbimde Hacerü’l Esved
dokunmaları büyüten Mekke!
Seherin melek
kanatlarından incinmiş yel!
ütülenmiş şafak gibi
takıl sızılı tüllerimize
bir Medine
tebessümüyle açılsın Ensar pencereleri.)
Sen
İkindi
gölgesini tutmadan
ve akşam
geceye tutunmadan
niçin
gelmiyorsun
Ey Nebî?...
Bir gözümüz diğerine muhalif
aynalarda uzayan yalnızlık gibi
elif
Hıra aydınlığında sertliğini
unutan taş metaneti
Cibril yağmuruyla telaşlaşan çöl
harareti
dağlarda bir peygamber titremesi
bir Hatice sessizliği yağmurlarda
soğumamış azığın ahret çözülmesi
gözlerimizden sağanak bulut
terlemesi
kalemlere sonsuz mürekkep
çekilmesi.
(İçimde taşan hayatı
bir balçık özetiyle
kuruttum toprakta
aynada tozlanan
bakışları not tuttum
öyle baktım alnıma
sıvanmış utançlara.)
Sen
Allah’ın elçisi
rüzgârsız
yapraklarımız döküldü
neden gelmedin
Ey Nebî?...
Bu çağda
mumu kurutmuş ateş, bu ateş
nasılsa?
taşa dadanmış bir acı, bu acı
nasılsa?
şeytana akan bir kan, bu kan
nasılsa?
çıngıya dokunmuş bir bulut, bu
bulut nasılsa?
gölgeye tutunmuş ikindi, bu
ikindi nasılsa?
kuşa tutulmuş cıvıltı, bu cıvıltı
nasılsa?
kelime çağıran bir lügat, bu
lügat nasılsa?
kaşıntı tutkunu bir yara, bu yara
nasılsa?
harf unutan bir kalem, bu kalem
nasılsa?
anne büyüten bir çocuk, bu çocuk
nasılsa?
rüzgârı eğen bir başak, bu başak
nasılsa?
sesini arayan bir ses, bu ses
nasılsa?
kurdu çağıran bir kuzu, bu kuzu
nasılsa?
geceye seğirten bir gün, bu gün nasılsa?
olta çağıran bir balık, bu balık
nasılsa?
aslana bürünmüş bir ceylan, bu
ceylan nasılsa?
akbaba çağıran bir leş, bu leş
nasılsa?
bulutu unutan bir yağmur, bu
yağmur nasılsa?
Nasıl olursa olsun EY RESÛL!
Bir bakraç aşk çektir bize
Yusuf kuyusundan
bir Yakup içer
bir ben içerim nasılsa...
Bu bozkırda
tanrı tanımazların bakışını
Şifreleyen o kötülük
çıkmazı tuttu fırtınaları
Yüzümde Kudüs
kalaylarından bir sıcaklık
erittikçe
“esselatu hayrun minennevm” çağırışını
ben, taşı
ipek, çeliği pamuk yapan
ve geceyi
gündüze emdiren dağın duruşuyla
kanını
bedenine kışkırtan hapşırma gibi
çelik
dürtülerin bükülmez direnciyle
seheri düğüm
yapıp ipince vaktin belleğine
iç depremleri
emen boşluğuna dolan suskunluklardan
yollara nal
öptüren atların köpüren düşünden
kenger tadıyla
ağzını gevişleyen koyundan
bir deniz
soluğundan, bir keşif rıhtımından
kanımdan
hırıltıyla geçen şeytan hışmından
gövdeme
gürültüyle devrilen söz eyleminden
gözlerimde
elenen uzağın tozlu haritasından
Seni metheden
yağmur gibi siliyorum kara bulutu.
Sabah ile
akşam ile
hıçkıran
nehirler akıyor
bulanık içimize
gelsene
Ey Muhammed!...
(Gözlerimiz
bir güvercin üşümesi Ebubekir bakışıyla
saatlere baktıkça
çözülüyor göç yanığı kanatlar.)
Her gün
bir Mekke gülü
açılıyor göğün tebessümüyle
Mescid-i
Nebevî yağmur uykuları saklıyor
Şefaât
çiçekleri kokuyor
Yeryüzü
Gökyüzü.
***
YOKUŞA AKAN IRMAK
Allah’ım geceye boy vermiş güneş gibiyim
yol
bu yol değilmiş boyumun
kısalığı/günahımdanmış
uzun
bir rüzgarmış boynumu eğen bu rant ve sana
yaslanmak/senden utanmakmış
Allah’ım sesini
içmiş taş gibi/sükûtum
gök
kapalı ve yer yersiz dişlerimdeki
sızı/haramdanmış
canım-
kanım-sevgilim değilmiş bu bahçe ahların
harflerini dahi unuttum
Allah’ım,
yalanlarım damarımı
akak sanmış ırmak gibi/kirli
aşk
tutanaklarım karalanmış defter gibi ve
titriyor aşkın kalemi
kan
içirilmiş nehirlerim bulanık kezzapla
yıkadılar mülevves elbisemi
ağzım
açık arıyorum dilimin derin kuyularını
arıyorum
ben’i ve
kalp gözüyle Allah’ı
***
AŞK TİRYAKİLİKTİR
aşk tiryakiliktir
o da yeter beni öldürmeye
sen alışmasan da olur
bu ölümlük nefeslere
aşk çiçeğine
kevgirle yağmur taşıyan
sevgilimi buldum dün/sisler
içinde
ıslak sayfalarını
çeviriyordu
bir tütün içimi ömrünün
tiryakilik
birazda ıslanmaktır
dumanlı havalarda
varlığın
yalnızlığa çıngıdır
aslında
sıçradıkça üzerine
söndürülmez sevdalar
başlar
aşk
dudak tiryakiliği değildir
Bu şiirlere ne yorum yazayım dara sıfır çıkla şiir.
YanıtlaSil