“Cihân-ârâ
cihân içindedür arayıbilmezler
O mâhîler ki deryâ içredür deryâyı
bilmezler”
Hayalî
İkindi
vakti girmiş, ezan okunmak üzere ve noterde işler her zaman olduğundan daha
sakin. Ezan başladı ben o sırada bir can yoldaşıma Şehr-i Maraş ta ikindi ezanı
okunurken temalı bir video çekip göndermem gerekmekte. Namaza mı yetişsem?
Videoyu mu çeksem? Yoksa hem videoyu çekip hem de namaza mı yetişsem? Soruları
içerisinde iken videoyu çekmeye karar verdim. Bir iki deneme derken ezan bitmeden
videoyu çekebildim ve namaza da yetişebilecektim. Tam bu sırada telefonum çaldı
ama öylesine "dünyalık" bir çalış değildi bu çalış. Hani telefonum
çaldı desem, bu cümleyi söylemişliğimin utancı ile yerin kaç kat dibinin
olduğunun keşfine çıkmam gerekir. Sabahın erken saatlerinde Ali Hocam ile
birlikte on günlük Bosna-Hersek ziyareti için Şehr-i Maraş tan yola çıkan
İsmail Hocam arıyordu...
Heyecan,
aşk, vecd, cezbe içerisindeyim, derken insani fonksiyonlarımdan geriye
kalanlarıyla telefonu açmaya çalıştım ve sanırım başardım. Sanırım başardım
diyorum çünkü hocamdan dinlediklerimi gerçekten duyduysam neden hâlâ bu yazıyı
yazabilecek kadar diriyim bunu bilmiyorum...
Hocam
konuşmaya başlıyor: "Ahmet, biz Ali hocamla şimdi Galata köprüsünden geçip
Yeni Camii de Tahiyyat-ül Mescid namazı kıldık, ama asıl anlatacağım bu değil,
Ali hocamla birlikte arabadaydık, boğaz köprüsünden geçerken Ali hocam eli ile
işaret ederekten: 'Bak İsmail, şurası Üsküdar, Üsküdar ve...' diye konuşuyordu
ki hocamın telefonu çaldı, arayan Muzaffer hocamdı, hocamlar ne konuştular
bilmiyorum, ya da bir vesile duyamadım! Telefon konuşması bitince sordum Ali
Hocama: “Hocam bu ne demek oluyor?"
Bunu
ancak size anlatabilirim Ahmet abi, bu vakayı ancak size anlatabilirim çünkü,
bu vaka ve hocamın beni araması vakası ancak size yazılabilecek bir mektup İle
anlatılabilir. Ali hocam da İsmail hocam da Bosna'yı ayrı ayrı ziyaret
etmişlerdi ve şimdi birlikte ziyaret etmeye gidiyorlardı. Ali hocam ve İsmail
hocam tam da yarın sabah Bosna uçağına binmeden önce ve tam da iki kıtayı
birleştirmiş olan köprünün üzerindelerken, Ali hocamın Üsküdar’ı işaret edip
konuşmaya başlayacakken Muzaffer hocamın da onlara katılması ve Ali hocamla
aralarında "sırlı" bir konuşmanın geçmesi neyi anlatır bize Ahmet
abi?
Yoksa
bu gidiş başka bir gidiş mi Ahmet abi? Bu gidiş dostlarla, gardaşlarla,
analarla, babalarla, dedelerle, torunlarla kucaklaşıp hasbihal etmek,
dertlerini dinleyip derman bulmak, hemdem olmak dışında bambaşka bir köprü
yapmanın gidişi mi Ahmet abi? Tam da Anadolu’dan Avrupa’ya bağlanan köprü
üzerinde iken bu yolculuğa Muzaffer hocam da katıldıysa bu öylesine bir gidiş
olabilir mi?
Bu
gidiş mühürlenmiş kapıların mührünü kırmak, bekleyen ve yılmadan beklemeye
devam eden ve edecek olan akrabalarımıza biz geldik ama bu kez çay içip dönmeye
değil, beklemeye devam demeye değil, geleceğiz ümidinizi yitirmeyin mutlaka
geleceğiz demeye değil de, geldik evimize geldik, evinize götürmeye geldik
demenin gidişi mi?
Muzaffer,
Ali ve İsmail hocamlar bir olup Bosna ya giderler de Başçarşı’nın çeşmeleri
Zemzem olup akmaz mı Gâvurun açtığı yaraları kapatmaya,
Muzaffer,
Ali ve İsmail hocamlar Hüsrevpaşa da namaza dururlar da Bin Boşnak genci Bin
kere Aliya olup olup yeniden dirilmezler mi?
Muzaffer,
Ali ve İsmail hocamlar Mostar Köprüsü'ne ayak basar da Neratva coşmaz mı
gökyüzüne kadar kabarıp sağında solunda nice fitne ve fitne tohumu var ise onları boğmaya...
Hasılı
On gün neler yaşarlar bu üç yoldaş Bosna’da bilebilmek ve tahmin edebilmek
haddim değil; ama biz bu on gün ne yapmalıyız Ahmet abi?
Hocamlar olmadan öksüz kaldı şehr-i Maraş, Gönüller yasa ve hasrete durdu, hayırlı ve kutlu bu gidişten manevi zaferlerle donecekler insallah bize...
YanıtlaSil