İlk Tanışma: Şair, yazar
Mehmet Narlı ile aynı okulda okumuş olmam hasebiyle Kahramanmaraş’a tayinim
çıktığında, 1990 yılının aralık ayında Mehmet Narlı” Seni bazı arkadaşlarla
tanıştırayım, onların tarzı sana uyar.” diyerek Hasan Ejderha’dan başlayarak
kendi has ve misyon ismiyle “dükkan ehli” ile tanıştırdı beni. O zamanlar
Dolunay dergisi ve Türk Ocağı ve Kamu Çalışanları vakfı ekseninde bir araya
gelen gönüldaşların oluşturduğu ve hâlâ da devam eden ehli dükkânın o zamanlar
buluştuğu yerin adı ise Fotoğrafçı Mehmet Abi’nin Firavun Mezarı adı verilen
stüdyosuydu. Kimler yoktu ki: Bahaeddin Karakoç, Muzaffer
Gözükara. Ahmet Doğan, Hasan Ejderha, Mehmet Narlı, Savaş Kıyak, Hasan
Keklikçi, Merhum Durdu Ergüven, Yunus Barman, Ejder Odunkıran, İsmail Göktürk, Fatin
Başkan, Cüneyt Cesur namı diğer Başbuğ, Murat Yücel, İbrahim Arıkmert, Tayfun
Göktürk , Engin Tuncay daha onlarca isim gelir giderdi.
İlk dikkatimi çeken şey koyu bir
mizah havasının hâkim olmasıydı. Öyle ki saat sıfır üçlere kadar çoğu zaman
üşüyerek oturulur ama Muzaffer Hocam üzerinden Ali Hocamın katkıda bulunduğu
siyasi mizahlarla vakit erişirdi. Ahmet Doğan ağabey de o vakit daha “demokrat
derviş” modunda değil “faşist bir muvakkitti” Geç gelen, erken kalkan hain
muamelesine maruz kalırdı.
Sonra çok ciddi meselelerin
tahlil ve terkibinin de yapıldığı bir fikir ve düşünce ekseni olduğuna
dükkândan geçen herkes şahit olmuştur. Bazen ülke gündemi daha önce dükkânda
mizahi olarak ele alınan bir noktaya gelirdi. Ve bu fikir, düşünce, milli ve
manevi değerler merkezini, yazar, şair pozundaki insanların kalabalığından
koruyan kesinlikle sigara ve çay olmuştur. Yazarlar Birliği unvanı sebebiyle
müdavim olmak isteyen” acemi oğlanlar” bir gelir hem Ahmet Abinin faşist
muvakkitliği hem sigara ve çay tesiri ile bir daha uğrayamazlardı.
Ali Yurtgezen hocam bu toplulukta
ince yazı misali herkesin, ilk girenin hemen fark edemeyeceği bir hususiyete
sahipti hâlâ da öyledir. Bendeniz bu toplulukta “Sivas’ın soğuğu” namına
erişmiş bir fani olarak önce anlamaya çalışıyordum kim kimdir diye. Bir nesli
İsmail vardı tüm kederlerimizin sembolü bir hocam vardı, Molla vardı, Savaş
Hocam vardı, Tanrı’nın Türk’ü vardı. Unutulan çayların sahibi Mehmet Narlı
vardı. Yani herkes kendi ismi dışında kişilik hususiyetine göre bir isme
sahipti ki bu isimler çoğu kez Ahmet Abi tarafından verilirdi. Hâsılı kelam Ali
Hocam tüm bu oluşun mimarı, kendini gizleyen bir ince yazıydı.
Öğretmenliği: Yaklaşık
bir on beş yıl birlikte çalıştık. Kadriye Çalık Lisesinden Beyza Lisesine hem
aynı zümre olarak hem de öğretmen müdür ilişkisi ile eğitim camiasında birlikte
olma şerefine sahibim. Şahsen bu fakirin öğretmenliğinin harcında Ali Hocamdan
çok iz vardır. Öğretmenin çapını anlar, eksiğini veya iyi yönlerini fark eder.
Buraya kadar normal ama arızayı, eksiği giderme tarzı tam bir ahlakilik içerir.
Eğer öğretmende eksiklik fark etmişse kendi hazırladığı notları verir ki
öğretmen eksiğini gidersin, öğrenci mağdur olmasın. Birlikte çalıştığımız
dönemde birkaç istisna isabet etmediği öğrenci olmamıştır. Bir öğretmenden öte
bir inşacıdır. Öğrenci yazılı sorularından tut vakit hassasiyetine değin kültür
ve medeniyet değerlerimiz bakımından yetiştirilir ama farkında bile olmaz. Ben
Ali Hocamdan hareketle stajyerlik meselesinin doğru işletilmediğine çok
hayıflanmışımdır. Belki eğitim sendikaları tayin terfi işinden eski
öğretmenlerle yeni öğretmenleri bir araya getirip alternatif üniversite olma
fonksiyonu üstlenirse bu arzum gerçekleşmiş olur.
Öğretmenliği sadece ders ve
öğrenci ile sınırlı bir şey değildir. Yakınında olan herkesin zamanla düşünme,
yorumlama, fark etme, farklı açılardan bakma gibi meziyetler kazandığı ise
ehline malumdur.
Müdürlüğü: Müdürlüğü
üzerine Muzaffer Hocam ile benim söylediklerimin ortasını almak gerekir
herhalde. Derse geç girmek, erken çıkmak, hastalanmak, boş ders keyfi yaşamak
mümkün değildir. Dersi çok olan bir öğretmenini hastalandığında saat beşten
sonra hususen doktora götürdüğüne daha tehlike yokmuş şimdi ameliyata gerek yok
diye hastayı rahatlatıp dersin boş geçmesini engellediğine bu satırların yazarı
birinci elden şahittir. Yılsonunda üç
beş şiş kebap yedirse de bunun sene içinde hastalanmamak, geç gelmemek, dersi
düzgün işlemek için okunmuş etlerden verildiğine hiç şüphe yoktur. Öğrenciyi
milli hazine gören anlayışı ile nezaketi birleştirebilmesi bir emri ikinci kez
tekrar etmeyi hem kendine hem muhatabına hakaret sayması ayrı bir özelliğidir.
Arkadaşlığı: Dışardan
bakan birinin bu kişi ile Ali Bey’in ne ilgisi vardır diye düşündüğü kişilerin
tamamında belirgin bir meziyet olduğu aşikârdır. Arkadaşlığı daha çok Savaş
Hocam, Muzaffer Hocam, İlker Bey, merhum Durdu Ergüven hoca ile görünür. Onun
dışındaki kimselerde Ali Yurtgezen kelimenin tam anlamıyla Hoca’dır! Muzaffer
Hocam ve Savaş Hocam ile olan arkadaşlıklarına tanıklığımız nispetince
söyleyeceğimiz şeyler var muhakkak. Savaş Kıyak hocam ile Ahmet Doğan abi
doğrudur, dürüsttür, cesurdur, samimidir ama mesele Ali Hocam ile Muzaffer
Hocamın arasında geçen bir mevzu ise ikisinin de adaleti şaibelidir. Öyle ki
Muzaffer Hocam artık çınardan, ardıçtan, demirden kısacası nebat ve cemattan
tanıklara mecbur kalmaktadır. Kendine hak bildiği her şeyi önce arkadaşına
layık gören tasavvufi bir derinlik içeren bir arkadaşlıktır onlarınki. Ve öyle
yakışırlar birbirlerine ki biri olmadan diğerini düşünemeyiz bile.
Öğrencileri: Elbette her yaştan,
her meslekten öğrencileri vardır. İlk keşfi Muzaffer Hocama ait olmakla beraber
dükkânın bir yerinden geçenler bilir ki Ali Hocamın talebesi İsmail Göktürk
‘tür. Muzaffer Hocamın gerekirse kavgaya koşacak celadeti ile Ali Hocamın her hasma
mukabele edecek fikir tarafı İsmail’de tecessüm etmiş gibidir. Muzaffer Hocamın
kızarak, huylanarak dairesine aldığı öğrenciler nasibi varsa bir şekilde
dükkânda kalır Mehmet Yaşar olur, Fazlı Bayram olur, Ahmet Eralp olur.
Tayfun’dan Ahmet Abi ve büyük hocalarımıza değin türküden, çaydan, vatandan,
milletten, İslam’dan, Türk’ten öyle bir kimlik inşa eder ki her biri bir uç
beyi olup çıkar. Bunun lise ayağında Muzaffer Hocam, üniversite ayağında İsmail
Göktürk vardır ki Ali Hocamın Semerkant ve Mostar yazılarının varlığı inkâr edilemez.
Diyarbakır’dan Somali’ye, Bosna’dan Trabzon’un Of ilçesine uzanan bir gönül
coğrafyası nakışıdır ortaya çıkan uç beyleri!
Fikir Adamlığı: Günlük
olanın, siyasal olanın cazibesine takılmayan ender insanlardandır. Tefsir ve
hadis okumalarında, sahih kaynakları hatmetmekte önemli bir şahsiyettir. Söz
kendine gelinceye kadar ilk bakışta konuşup konuşmayacağı hususunda bile
tereddüt uyandıran biri izlenimi bırakırken söze başladığında kendisinden
önceki konuşmaları lafu güzaf derecesine düşürüp kendinden sonrakileri de “Ali
Bey’in dediğine katılıyorum.” noktasına
getirir. Muhakemesi zaman zaman hocamın sade mizahlarından müstefit ise de Ali
Yurtgezen milli, islami edebi kaynaklarımızın yerini, misyonunu, günümüze
uzanan kısmını doğru tarif eden sade bir düşünürdür.
Beşeriyeti: Dostlarının, talebelerinin,
akrabalarının kederine, sıkıntısına ortak olan biridir ama kendisine ait
kederleri saklı tutar. Muzaffer Hocam ile paylaşır mı bilmem ama ben on beş
yıllık mesaidaşlığım ve yirmi altı yıllık arkadaşlığımda kendine ait bir
problemi dile getirdiğine şahit olmadım. Verdiği zaman rahat eden biridir.
Zaman zaman basit ikramlara misliyle mukabele ettiğine şahidim. Bayramlarda
Savaş Hocamdan başlayarak gurbette yaşayan arkadaşlarını ziyaret etmek gibi bir
inceliğin de sahibidir.
Hasan Ejderha dostumuzun
araştırmaları ile folklardan da anladığını biliyoruz. Resim, güzel yazı, mizahi
hece şiirleri, karikatür gibi maharetleri usta bir nasir oluşunun yanında
gölgede kalsa da yok sayılamayacak seviyededir.
Muzaffer Hocamın Türkiye’nin her
sorununa Ali Hocamı bir çare olarak sunması dikkate değer bir husustur. Evet,hocamın
dostları ile ilgili bir tutuculuğu vardır ama Ali Hocam hususunda gerçekçi
olduğuna Tayfun’u, İsmail’i, Başbuğ’u, Narlı’yı, Keklikçi’yi, Ejderha’yı, Fazlı’yı,
Mehmet Yaşar’ı, Murat’ı, Musa Abiyi, Fatin Başkan’ı, Eralp’i, Ferhat’ı, Mustafa
Hançer’i, Hacı İbrahim’i, Doktor’u ve ismini anamadığım genç kuşak dükkan
ehlini şahit gösteririm. Savaş Hocam ile Ahmet Abi’yi hariçte tutuyorum çünkü
onların Ali Hocamla ilgili adalet anlayışlarında şaibe olduğu tevatür
derecesinde gerçektir.
Sözü şiire bırakalım:
Ali
Keskin bıçaksın Ali
Biz tutamıyoruz seni
Sen çıbanlarımızı kes!
Harlı ateşsin Ali
Biz yaklaşamıyoruz
Ama sen kuru yanlarımızı yak
Kül et bizi!
Dalgalı denizsin Ali
Biz boğulmaktan korkuyoruz
Sen yıka bizi!
Madem Ali’sin
Sev bizi
Anla bizi
Çoğalt bizi!
Herkese bir Ali düşer
Bakışı derin, kılıcı keskin!
Biz de Ali’ye sayılırız,
Töremiz
Tuğramız,
Hocamız
Sevgimiz Ali!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder