Bir
kelimenin etrafında dolanıp duruyorum, fakat hiçbir anlam veremiyorum. Anlam
veremediğim gibi hiçbir tarafı kendini ele vermiyor; ben yazı yaşarken o kışın
en şiddetli zamanında kendi ile cebelleşiyor. Ben geceye aşina olmaya
çalışırken o gündüzün ateşten hayatıyla dans ediyor. Anlam veremiyorum ki bir
türlü benim ruh halimle onun bana verdiği ruhsal anlamsızlık çatışıyor.
Bir
türlü demirden kabuğunu kıramıyorum.
Giremiyorum.
Ne
âlemler saklı içinde göremiyorum.
Ay’ın
dünyanın etrafında dönmesi gibi dönüyorum durmaksızın.
Sonra
bir bakıyorum o benim etrafımda dünyanın güneş etrafında dönmesi gibi dönüyor.
Kendime gelmeye çalışıyorum fakat başım dönüyor; mevsimlerin değişimlerine
dayanamıyorum. Sadece bir kelimenin etrafında kuyrukluyıldız gibi dönme
mesafesinde anlamanın kıyametini yaşıyorum. Ne kadar anlamıyorum o kadar
kıyametim artıyor, arttıkça yüz hatlarım ele veriyor kendini. Kaçamıyorum
gecenin sessiz sakin ve bir o kadarda karanlık hengamesinden. Kaçamıyorum ay
kırıklarının bir ok gibi saplanmasından zamanın yediği yüz hatlarıma. Hüzünlerimle
saldırıyorum demirden kabuk bağlamış kelimeye, hatta dünyanın bütün hüzünlerini
topluyorum ve vuruyorum çiğ düşmüş taraflarına güneşin renklerini kamufle ederek.
Acılarımla saldırıyorum demirden kabuk bağlamış kelimeye, bütün annelerin acılarını topluyorum; çocukların ağıtlarını da
yanıma alarak ve vuruyorum en mahrem yerine kelimenin. Acı tarlasına diktiğim sabrı aldım yanıma,
daha olgunlaşmamıştı; yürümeye bir çıvgının yüreğinden başlamıştı; üveyikler
konmamıştı dallarına, rüzgâr yapraklarını okşamamış, güneş yakmamıştı gün
ortasında savurgan ışıklarını. Fakat yine de aldım sabrı yanıma, ucunu önce
aşkın zehirliği sarmaşığı ile sardım, zehrin bir damlası uzun bir düşü
devirecek kadar güçlüydü. Gökdelenleri devirecek kadar sarıp sarmalayacak
kolları vardı ve ancak yetti sabrın ucuna dünyanın kendi ekseni etrafında
dolandırmama rağmen. Daha toy olan sabır ele avuca sığmaz, halden anlamaz,
konuşması dahi bir kekemenin yanında lal kalırdı. Demirden kalıp bağlamış
kelimeye sabır ile bir delik açacaktım anlayabilmek için, anlamına ulaşmak için
türlü türlü yollar denedim, denedikçe kıyametim oluyordu yollar, kan rengine
dönüşüyordu ırmaklar.
Acı
tarlasında daha olgunlaşmamış sabrın dayanma kapasitesi ne kadardı, hangi ölçü
birimi ile ölçmem gerekti. Yoksa güç formüllerini mi kullanmam gerekecekti, watt
gücü temsil ediyordu soyutlanmış formüllerin arasında. Ya sabrın dayanma gücü,
olgunlaşmamış hali güç formülüne göre ters orantılıysa, ya sabır dediğimiz
olgunlaşmasını beklediğimiz şey hayat ile ters orantılıysa. Demirden kabuk
bağlamış kelimeye sabrı her vurmamda güç formülleri hayatımın dışında belli
belirsiz hareket eden düşsel vurdumduymazlıksa. Hem ne
anlardı ki bu formüller bir gelinciğin hüznünü, bizi hayaller âlemine götüren
güllerin büyüsünü ve ne anlardı ki kelimenin bağrında harlanan anlamını kavrayamadığım
duygu selini. Vurdum sabrı,
demirden kalıp bağlamış kelimenin en zayıf hassa yerine. Vurdum fakat adını
sanını bilmediğim, daha önce görmediğim duygularım kıvılcımlar saçarak döndü
bana. Fecrim döndü bir akşam kızıllığında, yüzükoyun döşendim karanlığın
üzerine, rüzgârın renginin değiştiğini gördüm, atların yelelerinden kuzey
poyrazının uçup gittiğini… Sonra kafamda karanlık içinde bir karanlık gördüm,
süzülüp gelen masal kahramanlarını… Hüzünlerimin üstüne otağ kurmuş dünya
kelimesini gördüm, suskunluğun nehrinde akan ne acılar gördüm. Durdum ve
demirden kabuk bağlamış kelimeyi yeniden yorumladım, kendimi yorumladım gök
kubbenin mavi rengini bir tarafıma alarak. Ne kadar hırsla, kibirle,
bilinçsizce saldırılırsa demirden kabuk bağlamış kelimeye o kadar sertleştiğini
gördüm. Kendi kafamın etrafında kabuk bağlamış hurafeleri, bilinçsizlik
ateşinde yanan kendimi, saldırdığım kelimenin sabahında gördüm. Durdum ve
bekledim, gök bekledi tekrar kendi rengine boyandı, yeryüzü kendi mecrasında
yoluna devam etti, her yağmur damlası merhaba diyerek geçti hayat denen nehrin
üzerinden. Aydınlık ışığı bağrına bastı, ağaçlar kuşları misafir etti. Durdum
ve anladım saldırdığım anlamaya çalıştığım o kelime kendimdim/Nereye gidersem
gideyim kendi ışığım kadar yol alan bendim. Kendi kendimle mücadelenin
kıyametini yaşıyordum; ruhuma yerleşen hurafeler denizinin tufanlarını.
Demirden kabuk bağlamış kelimeydim, kalbimde üveyiklerin yuva yapmadığı çorak
bir yerdim. Durdum ve hayata tekrar baktım.
Rüzgârın
önüne kattığı bir gemi gibi yol aldım hayatın suları üzerinden.
Hayat
denizinin içine daldım.
Tuttum
nefesimi, tuttum yunus balığının kalbini kendimi içinde buldum.
Tuttum
göğün alnından, yerin ayaklarından ikisi arasındaki yaşananlardan.
Tuttum
kelime olan kendimi ve anladım ki her şeyin anlamı bende başlar bende biter.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder