“Uzun yola çıkmaya hüküm giydim”
İsmet Özel
Yolculuk
Kendi iç dünyamdan imgelenmiş dış
dünyaya doğru, sözcüklerin çoğaltıldığı fakat anlamın anlaşılmaz hale
getirildiği bir dünyaya yolculuk. Hayatın sıfır noktasından gölgeler dünyasına
sürülmeye hüküm giydim. Az mısranın çok şey anlatmasından, çok mısranın az
şeyler anlatmasına sürülmeye hüküm giydim. Bir yanımda dolunay hüzün şeklinde
kıvrılmış gecenin karanlığına, bir yanımda güneş gün lekelerinin esareti
altında sessizliğin ülkesinden gülen yüzlerin arkasında saklanan hançerlerin
olduğu beldeye sürgün olmaya hüküm giydim. Merhamet çapulculuğunun arkasına
saklanan, karanlıktan oluk oluk akıtılmış siyah renklerden insan görünümlü
deriye dönüştürülmüş maskeler. Yüzlerinin derisi ile koltuklarının rengi aynı,
masumiyetlerinin arkasında ateşten mızraklar saklayan insanlar. Hayatın hain
noktasında devasa binaların içine saklanan, etiketlerin tanrısına boyun eğen
secdeye kapanan insanlar. Yolculuk bir uçurumun kenarından sırtında masmavi
gökyüzünün bütün ağırlığı, sağ cebinde rüzgâr sol cebinde nehirler hain ve dumura
uğramış ruhlar arasında ağır aksak yolculuk. Geldiler karanlıktan yapılmış
mızraklarla etiket tanrılarının üzerine binmiş karanlığın içinde döllenmiş
insan yüzü suretli maskeler. Geldiler ve beni kendi karanlık dünyalarının
bulutlarında ağırladılar. Günlerse birbirini yiyor hayatın aşina olan
sözcükleri arasında. Suskunluk koyu sese dönüşüyor, etrafımızı koyu simsiyah
bir ateş sarıyor. İnsan cesetlerinin üzerinde binalar bulutları esir almış
yükseklikte. Sokaklar benliğin pazarlandığı camekânların arkasında devasa alış
veriş merkezi arenalar. Sözün sıfır noktasından, kelimenin dondurucu ayazından,
vaktin alacakaranlığına hayatın keşmekeş kaosunun çeyreğine doğru yolculuk.
İçi dışı bir olmayan İçinde
yaşadığım soyut çemberin kırılgan yüzünden çıktım, sürüklendim güneyden kuzeye
esen rüzgâr gibi hayatın hain taraflarına. Deriden maskeleri takmış birçok yüz
arkasına karanlığı almış koltuklarında, evlerinde, koca koca binalarda
oturuyorlardı. Acının ilk çeyreğinde, soyut zamanın ilk sessiz gölgesinde,
kendi benimin uçsuz bucaksız dalgalı sahilinden, etrafımı çeviren soyut
çemberin kırılgan yüzünden, gökyüzünün acı çekmiş renklerine doğru, kuş
seslerinin makinelerin seslerine yenik düştüğü yerdeydim. Sürüye uyanların
cennet garanti ahlaksal tavırlarını takındığı, kuzey poyrazının sert ve
yüzümüzü çalan esintilerinin olduğu yerdeydim. Orada binbir surat hayatın
içinde iyiliğin, güzelliğin, merhametin arkasına saklanmış hain yüzler, kendi
medeniyetlerinde insan derisinden maske yapılan fabrikalar. Kibir maskesi fabrikası,
iki yüzlülük maskesi fabrikası, kapitalizmin obur yüzlü maske fabrikası ve
yeryüzünün çehresine giydirilmiş ilk defa duyduğum yeni yüzler için maske
fabrikaları. Maskesiz çıkmak tavır almak demek değilmi, eleştirmek, kral çıplak
demek ruhları viraneler ülkesi olmuş yürüyen cesetlerin içinde. Pramidin üst
katmanlarından aşağı doğru maddeciliğin inanç haline gelmiş duygularının aktığı
yerdeydim. Kendi iradeleri dumura uğramış, kelimeleri kalmamış içleri
boşaltılmaktan, kıyamet kelimelerinden haberi olmayanların yığınların olduğu
yerdeydim. Kendi soyut çemberimin dışına sürüklendiğimde kendi yüzümle
çıktığımda hayatın ilk çeyreğine gördüm camekânlar önünde secdeye yatan
kavimler, yüzleri alışveriş merkezleri ile cilalanmış sahte kişilikler. Gördüm; hayatın sıfır noktasından çıktığımda şehrin ve binaların tanrısının önünde
kelimelerinin içleri boşaltılmış, demir ülkesinin gürültüsünden kalplerinin
sesini duymayan insanlar gördüm. Gördüm koltuklarının yanına kabilin
gözlerinden ateş gibi fışkıran kelimelerinden alınmış muskalar asıldığını. İç
dünyalarının alafranga sahillerinde birbirine inanç pazarlayan insanlar gördüm,
dinin suskun ve heybetli mevsimlerini parselleyen gruplar meşrepler topluluklar
gördüm. Ne maskeler gördüm içi vesvese karanlığı ile doldurulmuş, dini
jargonların arasına sinsice gizlenmiş. Ne maskeler gördüm aydınlık titrek bir
mum gibi sallanırken karanlığın ucunda, çocukların yüreği akıl erdiremiyordu
insan şeklinde olan kibir tahtında oturanlara .
Hangi maske alacakaranlık kuşağında renk değiştirir ne kadar da
teknolojik.
Ey kalbim yolculuk nereye. Geride
bıraktığın kendi dünyamın dışında bir çeliği delecek gibi duran hain yüzler
arasından, yeryüzünü bozguna uğratan moderizm hastalığının yanından sessizce
ruhum talan edilerek geçtim bir nefeslik bir yıldızın göz kırpmasına bakarak.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder