Babamla birlikte gelmişti. Oturma
odasında başköşeye kuruldu. Birkaç kişi ile birlikte içeriye ancak girebilmişti
sanki korumaları gibiydi yanın- dakiler; ama onlar sonra gittiler.
Koyu tenli, boy ve kilo oranı
birbiriyle uymayan sıska bir tipi vardı.
Evimize ilk defa gelen bu konuğu
görünce çok şaşırmıştım. Babam; “Evladım! Bu bizim konuğumuz, misafirimiz,
yakınımız velhasıl baş tacımız.” Dedi
Baş tacımız mı?
Babam artık eve her zamankinden
daha erken geliyor, gelir gelmez de hemen onun yanı başına oturuyordu. Hatta
onun tam karşısına değil de yan tarafına oturarak bizim de konuğumuzun
söylediklerini ve davranışlarını daha net görmemizi istiyor, arada bir de “Bak
bak! iyi dinleyin “diyerek bizim dağılan dikkatimizi toparlamaya çalışıyordu.
O, konuşmaya başladığında babam
gözlerini ondan alamıyor, hiç sesini çıkarmıyor arada da kahkaha atarak
gülüyordu. Önceleri edeple tebessüm eden babamın tebessümlerinin şimdilerde
kahkahaya dönüştüğünü görüyor şaşırıyordum. Konuşmaları ise öyle çok önemli
konular değildi; hep neşeli şeylerden bahsediyorlardı.
Oturduğu, daha doğrusu kurulduğu
başköşeden hiç kalkmaz, herkes beni dinlesin der, hiç durmadan konuşur,
dinlemeyenler olsa da onlara hiç mi hiç aldırmaz konuşmaya devam ederdi. Farklı
farklı sesleri çıkarma yeteneği vardı; kadın, erkek, çocuk, hayvan hatta
bunların ses tonlarını bile değişik şekillerde çıkarabiliyordu.
Babam sabah kahvaltısını onunla
birlikte erkenden yapardı, oysa önceden hep beraber yapardık kahvaltımızı.
Annemin dediğine göre kahvaltıda önemli haberler veriyormuş, aynı evde
kalıyoruz nerden alıyor bu haberleri bilemiyordum. Annem ve ben bu durumdan
iyice rahatsız olmaya başlamıştık, ben bütün bu olanları anlamaya çalışıyordum
ama annem rahatsızlığını yer yer belli ediyordu.
-
Bey artık yüzümüze bakmaz oldun bir kusurumuz mu var acaba! diye babama imâlı
bir taş atsa da babam oralı olmuyordu.
- Yok canım siz de abartmayın artık ayıp
oluyor ama…
Akşamları artık misafirliğe
gitmez olmuştuk. Babam da eve pek misafir almıyordu. Birkaç kez evimize
konuğumuzu ziyarete gelenler oldu ama baş konuğumuzun olduğu yer de kimseye söz
sırası gelmiyordu. Hatta ve hatta kimsenin söz hakkı dahi yoktu. Bu ziyaretten
ne gelen misafirimiz bir şey anlamıştı ne de biz bir şey anlamıştık.
Aslında konuştuğu şeyler bize
yabancı konulardı. Yaptığı şakalar ve neşeli konularda bizim gülmemizi
hedeflese de ben çoğu zaman utanıyordum.
Evdeki yemek kültürümüzde yavaş
yavaş değişmeye başlamıştı. Bize hep farklı lezzetler tatmamızı tavsiye
ediyordu, babam da bunları bir emir gibi anlıyor annemden bu tavsiyelere uyması
için ısrar ediyordu. İtalyan usulü makarna, Rus salatası, tarator, beşamel
sosları, hatta annemin ismini bir türlü söyleyemediği “Suşi”.
Annem ısrarlar neticesi farklı
lezzetleri deniyordu ama ortaya çıkan sofraya gelmeden çöpe gidiyordu, hatta
Suşi denemesi en çok mahallenin başıboş kedilerine yaramıştı.
Tavsiyeler uzayıp gidiyordu:
Sedir de oturmayın, çekyat ve divan oturma takımları, sekiz kişilik yemek masası
ve yemek takımları, konsol, etajer, vitrin derken evin şekli iyice değişmişti.
Amerikan mutfağını ilk defa duyan annem; “Oturma odası kokudan geçilmez” diyerek
babama itiraz ediyordu. Dolayısıyla babamın ödemekte iyice zorlandığı taksitler
neticesinde de yer sofrasındaki yemek adeti yerini aynen muhafaza etmişti.
“Hey dostum! Kopmuşsun iyice,
dünyamıza dön” diyen bir sesle uyandırıldığımda babamın gülen yüzüyle
karşılaşmıştım. Duyduğum sesler babama mı aitti yoksa rüya mı görmüştüm bu
durumu ayırt edememiştim.
Annemde artık babama kayıtsız
kalamamış ilk başlarda şakadan da olsa daha sonraları alışkanlık haline gelen
tuhaf konuşmalarına şahit oluyordum. Sabahları annem babamı yollarken “Çüüüz,
görüşüçüüüz” diyerek uğurluyor babam da başparmağını yukarı doğru kaldırıyor,
diğer dört parmağını da yatay bir şekilde katlayarak bu hareketine birazda
tebessüm ekleyerek evden ayrılıyordu.
Evde yalnız kaldığım bir zamanda
salondaki konuğumuzdan bilmediğim, bana yabancı gelen kelimelerle çok ilginç
bir şarkı duyunca hemen salona koştum. Alışık olmadığım bir tarzda çok
hareketli bir parça seslendiriyordu. Hoşuma gitmeye başlayınca ritmine ayak
uydurmaya başlamıştım. Kendisine bakarak yaptığı hareketleri aynen tekrar
ediyordum, ellerimi çırpıyor, dizlerimi öne doğru bükerek yarım daire çiziyor,
topuklarımı havada birleştirecek şekilde zıplıyordum. Çok hoşuma gitmişti
söylemesi bittikten sonra ne olur bir daha söyle diye ısrar ettim ama beni
dinlemedi.
Yavaş yavaş onu sevmeye başlamıştım, ilerleyen
günlerde bana öyle masallar anlatmıştı ki anlattığı her şeyi aklımda
tutabiliyordum. Arkadaşlarıma dinlediklerimi anlatırken bütün ayrıntılara
dikkat ediyordum. Sanki bir film şeridi gibiydi her şey…
Her akşam babam annem ve ben onun karşısından
ayrılmıyorduk. Sadece bana “Artık saat 21.30 oldu sende bütün çocuklar gibi
yatağa girmelisin.” deyince babamın kaş göz işaretiyle annem beni yatağa
götürüyordu.
Zaman çok hızlı akıp geçiyordu. Bir cumartesi
günü öğleden sonra babam konuğumuzu ani bir hareketle hiç konuşturmadan tuttuğu
gibi kapının önüne koyuverdi. Annem de ben de çok şaşırmıştık. Çok kısık bir
sesle “Baba ne yapıyorsun, yapma” diyebildim ama sesimi duyuramamıştım.
Benim için tek gözlü sevimli bir devi andıran
konuğumuzda arkasına bakmadan ve de babama hiç direnmeden çıkıverdi evimizden.
Oysa babam onu çok seviyordu. Hayatımıza bir farklılık katmıştı. Ne oldu da bu
hale gelmiştik. Bu durumu o hiç mi hiç hak etmemişti.
Babamın bacağına sarılıp
pantolonunu çekiştirerek “Baba ne olur onu bizden ayırma ben onu çok
seviyorum.” diye yalvarınca, babam bana
doğru iyice eğilerek gözlerimin içine baktı ve şefkatli bir ses tonu ile; “Biraz sabırlı ol yavrucuğum.” dedi.
Birkaç saat sonra aynı şekilde
giyinmiş iki adamın kolları arasında birisi geldi ve içeriye girerek salondaki
baş köşeye önceki konuğumuzun yerine kuruldu.
Babam; “Evladım artık bundan
böyle yeni konuğumuz bu olacak” dedi. Babamın bu konuşması beni çok şaşırttığı
gibi iyicede heyecanlandırmıştı.
Salonda konuğumuzun tam karşısına
geçerek onu baştan ayağa incelemeliydim. Bu konuğumuz öncekinden biraz
farklıydı. Öncekinin dışa doğru çıkık olan gözünün yerine bunun gözü gözlüğünün
çerçevesine iyice uyumlu, öncekinin ahşap kasasının yerine bu gri boyalı
plastik kasalı düğmelerine basmadan uzaktan kumanda ile çalışan açıldığında
bize renkli bir dünya sunan aynı zaman da bize öncekine nazaran geniş bir bakış
açısı kazandıran yetmiş ekranlı konuğumuz eskisini kısa sürede unutturmuş, baş
konuğumuz daha doğrusu baş tâcımız olmuştu.
Bu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSilKalemi güzel insan . Başımıza tac edeceklerimizi iyi bilmek gerek……Allah görebilmeyi nasip etsin
YanıtlaSil