Alışkanlıktan da öte adeta günün
o saati için hazırlanır, çayını demler, sigarasını sarar ve o gün batımı kızıllığının gelmesi için beklemeye koyulurdu. Aylardan mayıs olması hasebiyle
"dizlerim üşür mü?" diye düşünmesine gerek kalmadan geçecekti camın kenarına.
Mevcut yaşı itibariyle bu bile ona büyük bir keyif vermekteydi.
Gene oradaydı, her gün okuldan
bir kavgayla gelen çocuk; Ali beyin oğlu Burak. Asla yerinde duramayan bir
çocuktu o. Arada müziğin sesini fazla kaçırdığından uyutmaz insanları ama
gençtir deyip pek ses de çıkarılmazdı. İşte, şu taraftaki Ayşe Hanım, manavdan
almış olduğu sebzelerle birlikte apartmana doğru geliyor. Çok takdir ettiği bir
kadındır Ayşe. İnsanlar öz evlatlarına bile tahammül edemiyorken o bir başka evin
çocuklarıyla ilgilenir ve günün bu saatlerinde de evine erken girebilmek adına
hızlıca yürürdü. Bu acele ve vakur adımların sahibi asil anneyi gördükçe de
hatıralara dalardı: “Ne kadar da çok benziyor rahmetlinin gençliğine” diye
düşünürken yüzünde beliren o acı tebessümle birlikte gamzeleri de
belirginleşirdi.
Kaç yıl olmuştu, kaç bayram
geçmişti onsuz?
Hafızası mı zayıflıyordu yoksa
vakit mi çok hızlı geçiyordu, pek umurunda da değildi aslında.
Torunu aklına geldi bir an için.
Onun vefat ettiği günün akşamına doğmuştu.
Demek on iki yıl olmuş.
Hanımının hasretinin üstüne bir
de torunun hasreti eklenmişti şimdi. Sessiz, sakin, uysal ama inatçı bir çocuktu
bıdık baba. Adeta dayısının çocukluğu gibiydi, hık demiş burnundan düşmüş
derler ya, öyleydi işte.
Oğlu küçüktü o zamanlar, henüz
ilkokula başladığı zamanlardı. Memlekete gidiyorlarken dağın başında arabanın
lastiği patlamıştı da ne çok ağlamıştı çocukcağız korkudan. Hanımla çocuğu
sakinleştirdikten sonra bagaja doğru yöneldiğinde yedek lastiğin de patlak
olduğunu anımsamasıyla birlikte sesli bir şekilde gülüvermişti. Bu
dikkatsizliği yüzünden de yiyecek olduğu fırça farz olmuştu ya, o da ayrı
mesele. Oğlunun yorgun düşüp annesinin kucağında uyuya kalmasıyla birlikte
yardımın gelmesine de en az dört saat olduğunu fırsat bilip gönlünü aldıktan sonra
hanımıyla uzunca sohbet etmişlerdi o gece.
Rahmetliyle sohbet etmek en büyük
zevkiydi ve bu sebepten ötürü ne çalışırken ne de emekliye ayrıldıktan sonra
evlerinde asla televizyon bulunmamıştı. Zaten, bilhassa gençliklerinde, çocuklardan
fırsat kaldıkça karşılıklı iki bardak çayı bile zor içerlerken bir de
televizyona tahammül edemezlerdi.
Derken bir anda bir ses, ezan
sesi duymaya başladı...
Meğer hava kararmış, insanlar
evlerine çekilmiş, tükenmiş olan çay ve sigarası yine ağzında o acı tadı
bırakmıştı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder