Dil, âciz derûnumda hâşâ bir
mâbed gibidir yahut dinimizin mânalar âlemine götüren büyük bir vasıtadır.
Dîvân şairi Taşlıcalı Yahya Bey şu mısralarını haddimiz değil ama fakir için
yazmış sanki:
“Kitâbı şol ki okur dikkat eyler
/ Kitâbun sâhibiyle sohbet eyler / Kimi şemşîr-i âteşbâra benzer / Kimisi
revzen-i envâra benzer / Eyi söz eskimez nitek-i altun / Olur yevmen- feyevmâ
kadri efzûn.”
Diyor ki şair: Kitabı dikkatle,
mânası içre okuyan kimse / kitabın sahibiyle sohbet eder / Kimi ateş yağdıran
kılıca benzer / Kimisi ışık saçan pencereye benzer / İyi söz eskimez altın
gibidir / Günler geçse de değeri çoktur.
Bu haslettendir ki bâzı kitaplar
başucu kitaplarımdır. Yıllar geçer de kitaplıktaki yerlerine girmezler. Masada
derde devâ ilaç gibi dururlar hep.
Sessiz ve vakur, eski ve gelecek zaman bilgeleri gibidir. Dahası önünde
diz çökülen nâzenin bir mâşuk gibidir fakir için. Akşamdan sabaha, günden
ertesi güne yürürken derdimi sorar, fikrimi ve kalbimi açarım bu kitaplara.
Dilimin anahtarı onlardadır.
DİLİMİN
GÜCÜ AZALDI MI KİTAPLARI AÇARIM
Dilimin gücü azaldı mı akşama
kadar, geceden sabaha varmadan bu kitaplara gözümü sürer, yüzümü sürer,
yüreğimi koyar, gönül ve fikir dilimi kavî kılmış olarak başlarım güne. Gündüz
maişet telâşında ve “nesneleşen dünyada” mecâlini kaybeden gönül ve fikir
tâlimimi bu kitaplardan alır, azıklı çıkarım yola. Bu kitapların alâmet-i
farikası önce dil ve üslûbudur, sonra mevzu.
Dil, mevzuu şefkatli bir ananın
yavrusunu kucakladığı gibi her yanıyla kuşatıcı bir unsurdur. Dili
medenîleştiren, gönlü olan bir insana dönüştüren bu kitaplar damarlarımda bir iksir
gibi dolaşır, dimağımı ve kalbimi şifa veren sayfalarına çekerek günlük
hayatımı fikirli ve bediî kılarlar.
Gençlik yıllarımda, âmâ üstadım
Cemil Meriç’in “Bu Ülke”si az çarpmadı yüreğimi. Dile yaslamak istediğim gücümü
sağlıyor, dile olan meftunluğumu vuslata erdiriyor, dile olan açlığımı
doyuruyordu. Türkçeye olan karasevdam üstüne muharrik bir güç olarak tesirini
hâlâ kaybetmedi.
Ne zaman aydınların zihniyet ve
tavırlarında yabancılaşma görsem ve üniversite allâmelerinin düşmanca
duruşlarına bir mâna veremezsem hemen o gece “Mağaradakiler” kitabındaki kendi
ifadesiyle “İsrafil’in sûru gibi heybetli bir dil”den neşet eden “Hasbî
Tefekkür” yazısını üç-beş defa hatmettikten sonra çıkarım fikir ringlerine.
Şekeri yükselmiş bir hasta nasıl ensülin vurulursa damarından; günlük hayatımda
kitap ve yazıyla irtibat zayıflığı hissettiğim anda aynı kitabın “Son Yaprak”
yazısını kana kana okur ve âdeta sarhoş olurum.
Yunus kitabı çokça yazıldı.
Fakat, Sezai Karakoç’un “Yunus Emre” kitabı nasıl da o âlemi, o ruhaniyeti, o
mânevî iklimi nefes nefes, kare kare yüreğime ve düşüncelerime emdirmişti öyle.
Elbette mevzu diğerlerindeki gibi Yunus’tu. Fakat bu kitaptaki fark dildi, sanatkârane
bir bakış ve üslûptu. Mâneviyatımı ve dost aşkını gönlümde diri tutan, hattâ
bir vakit iflah olmaz diş ağrılarımın sızısını dahi unutturan Fethi
Gemuhluoğlu’nun “Dosta Dair” kitabının gücü hiç eksilmedi nezdimde.
Tarihî şahsiyetlerimiz gibi
asırlar önce vücuda gelip mimarîsi, eşkâli ve kimlikleriyle bize mekân şuuru
veren “Osmanlıyla yaşıt” şehirlerimizin sûret ve sîretlerini her dem taze
yaşamak duygusu içime çöktüğünde Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Beş Şehir” kitabını
birkaç gün yanımda taşırım.
Hazreti Peygamberimizle
sahâbelerinin, câhiliyeyi “açıp gülzar yaptıkları” ve İslâm ahkâmını yürürlüğe
soktukları Asr-ı Saadet’in mübarek vak’alarını gönlümden ve fikrimden taşra
düşürmemek için, has üslûbun bânisi, dilimizin büyük tâcidarı Üstad Necip
Fazıl’ın “Çöle İnen Nur” kitabını senede birkaç kez okurum.
İHTİYAÇ DUYDUĞUM DOSTLARA BENZEYEN KİTAPLAR
İHTİYAÇ DUYDUĞUM DOSTLARA BENZEYEN KİTAPLAR
Gıda gibi her an ihtiyaç duyduğum
dostlara benzeyen ve iç evimi aydınlatan bu kitapların yanında, mevzuunda tek
başına Himalaya Dağları gibi zirvede bir duruşu temsil eden yazılar da vardır.
Selâset, sarâhat, söyleyiş ve telaffuzda akıcılık gibi iyi yazının bütün
özelliklerini ilmî, tasavvufî ve fikrî mevzuların izahatına giydiren Ali
Yurtgezen hocanın “Adam Olmak” ve “Hâlimiz Vaktimiz Yerinde mi?” yazılarını ve
irfan dünyamızın el kitabı hüviyetini taşıyan “Evin Mahremi Olmak” kitabını
okumadan yattığım vâkî değildir.
Batılılaşmaya kurban edilen
muazzez medeniyetimizdeki ezanî vakitlere ayarlı hayatımızı, yâni ibnü’lvakt
(vaktin oğlu) oluşumuzu yok eden modern zamanlardan ruhum daraldığında Ahmet
Haşim’in “Müslüman Saati” yazısını kıraat ederek mâneviyatımı tazelerim.
Ecdadımızın, Kur’an-ı Kerim’e ve
O’nu takip eden insan yazması kitaplara hürmetini hatırlatan ve bir muamele,
bir siyaset etme sırasında kitapta yeri var mı diyen tavrındaki ululuğu yâd
etmek ihtiyacı duyduğumda Nevzat Kösoğlu’nun “Kitap Şuuru” yazısına müracaat
ederim.
Hafızasını ve dilini kaybeden
toplumun “diriliş” gücünün önemli bir ayağının dilimiz olduğunu hatırlattıkları
için Yunus’tan Fuzûlî’ye, Dede Korkut’tan bin yıllık türkülerimizin ana sütü
gibi helâl Türkçe’sine uzanan silsilenin ve dilimizin kahramanları önünde
ihtiramla eğiliyor ve selâm duruyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder