Ahmet Abi,
Sana mektup yazarken ‘bir mektubu
yazmaya nasıl başlanır?’ sorusuna verilmiş cevaplardan niceleri gelip geçti
gözüm önünden ama içinden herhangi birini seçmek yerine sadece “Ahmet abi”
diyerek başlamak gönlümdeki muhabbete gölge düşürmeyecekti.
Sana yazmak, şehirleri aşmak
demektir abi. Şehirde gönlümüzün genzini yakan nice koku varsa hepsinden
kurtulup dost kokusunu çekmektir içine.
Çorak ve kurak hale gelmiş
gönlümüzü dost bulutlarının yağmurları ile sulayıp bereket beldeleri haline
getirmektir sana yazmak.
Yağmur dediysem, öyle bozkırlarda
durmaksızın koşan yılkılar gibi okyanus çehrelerine damlayan ya da kapkara
asfaltlara vefasız makam tekerleri ezip geçsin diye sağnak sağnak yağan
yağmurlardan değil. Toprağa, bir kız çocuğunun babasına sarılması gibi düşen
yağmurlardan bahsediyorum abi.
Sana yazmak sevgi ister Ahmet
abi. Sevgi ise emek ister. Çünkü “sevgi emektir.” Emek dediğim, 1 Mayıs
holiganlarının dillerine hiç yakışmayan, pejmürde hale getirdikleri,
alınlarından damlayan milenyum terlerinin yalancı yorgunluklarına verdikleri
isim değil.
Dünyanın en samimi gözlerine harf
harf değecek bir mektup için verilecek olan emek çok talim ister. Aşk talimi,
gurbet talimi, seyahat talimi, hasret talimi...
Sadece sana mektup yazmak için de
olsa gurbete çıkmak gerekmiş abi. Uzak yakın fark etmez, dost gurbetine çıkmak.
Dost gurbeti ki her şeyi gurbet eyleyeninden. Dost gurbeti; hüzün gurbeti, hikâye
gurbeti, şiir gurbeti, kalem gurbeti, çay gurbeti, türkü gurbeti, sarılmak gurbeti,
‘sarılıp sarılıp delirmek’ gurbeti, dağ gurbeti, ses gurbeti, duman
gurbeti...
Belli ki “zalım” kelimesini ilk
kez, gurbete çıkan birisi bulmuş abi. Ne diyeceğini bilememiş, ‘kötü söz etsem
olmaz, sövsem olmaz, sevsem olmaz’ demiş ve “Zalım Gurbet” deyip dağlamış her
gün tazelenen yarasını. Her gün tazelenmek meğer pek iyi bir şey değilmiş Ahmet
abi. Başlayan gün bitip geceye döndüğünde, gözler uykuya daldığında, gurbetteki
bir dost ölüyormuş meğersem. ‘Sensiz bir günü daha uyku ile öldürüyorum.’ deyip
kapatıyormuş insan gözlerini. Kelebek misali, gurbette insan bir günlüğüne
doğuyor her sabah Ahmet abi. Gurbet, bir gün hayat, her gün ölüm. Sıla, her gün
hayat, elbet bir gün ölüm. Gurbete bahar gelmiş Ahmet abi.
Doğru ya bu mevsime ‘bahar’
diyorlar. Dost olmadan baharın hangi rengini görebilir ki gözler. Yeşiller,
kahverengi oluyor kendiliğinden. Çukurova her gün bereketi ile haykırsa da
yeşilini, dost yüzü görmeyen gözler, kahverengi sanıyor yeşilin her bir
rengini. Seyhan çağlayıp dursa da her gün, bir dertli demliğin içinde nazlı
nazlı kaynayıp da bir ince belliye dolup çay rengine bürünemiyor. Dost ile
muhabbet edilen masaya düşecek tek bir damla su, çay olup akarken gönlümüze,
gurbette oluk oluk kaynayan nehirler, kurak bir akşamın “nem” kaynağı
oluveriyor kendiliğinden. Gurbet, bir yanı umman bir yanı çöl.
Ummana damladı gözyaşım
Taştı bir baharda
Çöllerde kurudu göz pınarlarım
Şaştı bir baharda
Bu sana ilk mektubum Ahmet abi,
hoş göresin acemi harfleri, hoş göresin heyecanımı, affedesin
aceleciliğimi.
Nice ilkler vardır ya abi, her
biri kâinatın çatı ruhunu ayakta tutan hadiselerdir aslında. Acemilik ve
heyecan bir arada olur bazen, bir karıncanın yuvasına taşıdığı ilk buğday
tanesi gibi. Şaşkınlık ile sevinç birbirine karışır bazen, güvercinin kanadına
düşen ilk yağmur damlası gibi. Su, ateş, hava ve toprak yeniden biçimlenir
bazen, şairin kalemindeki ilk dize gibi.
Bazı ilkler de vardır ki ne
karıncanın kamburlaşmış sırtı ve güçlü zarif ayakları kaldırır, ne güvercinin
kanatlarındaki tüyler ıslanmayı göze alabilir, ne de şair kalemine kandan gayrı
çektiği mürekkeple kâğıda hükmedebilir.
Bu ilk, bir tutam saçın bir başta
belki kırk yıl beklediği bir ilktir. Nehir nehir gezilse de suyun aranıp
bulunamadığının, kıta kıta dolaşılsa da bir yurt edinilemediğinin, dağlar
boyunca haykırılsa da sesini duyuramamışlığın nihayete erdiğinin ilkidir.
Bu ilk, yetimin başındaki ilk
şefkatli eldir Ahmet abi.