Fakîr:
“Bağrımı rüzgâra açtım abi. Hoş
sadâsına, naif dokunuşlarına kapılmak üzereyim. Hâlbuki taş duvardan değil
miydik? Duvar da rüzgâra yenilirmiş abi, devrilmese de sarsılırmış. Ben
devrilmek de sarsılmak da istemiyorum. Rüzgârın cilvelerine karşı dimdik durmak
istiyorum. Duvarım ben, görevim bu benim. Rüzgâr beni devirememeli. Tuğlalarım
sebatkâr, harcım ilk kardıkları gibi sağlam olmalı. Bağrımı kapatmalıyım abi.
Rüzgârın esintisine bir kez daha kanmamalıyım. Çünkü gelip geçecek. Çünkü
kapılmanın vakti değil. Dimdik durmanın, vazifemi yerine getirmenin zamanı. Ben
duvarım abi, rüzgârlara karşı dimdik durarım.”
Hazret:
“Fakat devrildim tekrar.
Devrilmem dedikçe devrildim. İlk kez devriliyormuş gibi şaşkınım hâlâ. Ben adam
olmam abi, ben var ya ben iflah olmam. Yine âsude bir rüzgâr yerle yeksan etti
beni. Oysa ben nasıl büyük bir set idim, sett-i zülkarneyn misali.
Dur abi dur bir yanlışlık olacak.
Bu böyle olmamalı.
Atam toprak dedem toprak diye
öğretmişlerdi küçükken.
Toprağa ruh üflenmişti sonra.
Ben bir duvar olamam...
Üstüme basıp geçerdi insanlar.
Kusurları yine toprak olan gizlerdi. Firavun heykelini dikmişti güç benim
elimdedir sanmıştı. Toprak olan tebessümle ve tatlı sözle ona karşı çıkmıştı.
Firavun devrilmişti, toprak olan Hakk divanına varmıştı.
Fakat devrildim tekrar ben.
Dikilmek istedikçe devrildim. Ah toprak olsaydım bütün bunlar olmayacaktı.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder