AÇILIŞ
-Selamünaleyküm
-Selamünaleyküm
-Aleykümselam
-Burada ben oturuyordum
-Aaa… ben buradaki yerlerin sahipli olduğunu
bilmiyordum, buyurun.
-Tamam… tamam otur. Ben de şuraya oturayım, dedi
uzun boylu, hafif öne doğru eğik gibi duran sırtında, gençlere mahsus diye
bildiğim paraşüt gibi iki omuzundan kemerlerle bağlanmış sırt çantalı yaşlı
adam. Evet, bizim buralarda böyle modern bir yaşlı bulunmaz. Elinde bastonu,
sırtında dağcı çantasına benzer bir çanta taşıyamaz da zaten bizim bu tarafın yaşlıları.
AŞTİ’deyim –Ankara Şehirlerarası Otogarı-. Akşam saat
onda Maraş’a gidecek olan otobüsün kalkma saatini bekliyorum. Dün sabah
Ankara’ya geldim; dolayısıyla geceyi uykusuz geçirdim. Gündüz de o kadar fazla
işe koştum ki; kulak çınlaması, baş dönmesi, bayılma hissi ayakta durmama
müsaade etmiyor. İşte tam o anda başımda bitti bu yaşlı amca. Yanıma, daha
doğrusu ben kendisinin yanına -İnsaniyetlik önce onun oturmasını gerektirir çünkü-
oturur oturmaz ilk lafı “Baban yaşıyor mu?” oldu. Anamın da babamın da
yaşadığını söyledim. Nereli olduğumu sordu. Maraşlı olduğumu söyledim. “Yarın
Maraş’a varınca babana Malatyalı Mahmut Emminin selamı var de.” dedi. Selamının başım üstüne olduğunu, Maraş’a
vardığımda ilk işim selamı babama iletmek olacağını söyledim. Olur ya babamı
tanıyıp tanımadığını da sormadan edemedim. Sırtıma eliyle hafifçe bir iki
vurduktan sonra, “Yaşlılar birbirini tanır, sen selamımı söyle yeter.” dedi.
Lafı devam ettireceğim ama merak edenleri bekletmemek için şuraya yazayım. İlk
işim sabah gelip Malatyalı Mahmut Emminin selamını babama iletmek oldu. Babam,
gurbetten bir dostunu getirmişim gibi hüzünle aldı başına koydu selamı. Hafif
bir tebessümle “Tanıdım Malatyalı Mahmut Emmini, yaşlılar birbirini tanır.”
dedi.
Üç tane oğlu varmış. Maşallah her biri bir
görevdeymiş. Kendisi emekliymiş. Bir askeri birlikte aşçı olarak çalışmış
emekli olmadan önce. Şimdi de AŞTİ’ye yakın bir fırında çalışıyormuş. Fırın işi
gece olduğu için iş saati gelinceye kadar otogarda zaman geçiriyormuş. Esasen
bu işe maddi olarak ihtiyacı yokmuş, ancak çalışmadan olmazmış.
-Ben emekli olursam bir saniye çalışmam, dedim.
-Emekli ol da göreyim seni, dedi çantasını sırtına
alırken
-Omzuma vur bakalım
-Haşa
-Vur sen vur da vedalaşalım. Sağlık olur, bereket
olur Müslümanın eli Müslümana.
Adam sanki bendeki kulak çınlamalarını, baş
dönmelerini ve de bayılma hissini de yüklenip gitti.
Emekli olalı iki yıla yaklaştı. Malatyalı Mahmut
Emmi yaşıyorsa Allah hayırlı uzun ömür versin. Sırtında çantasıyla her an hazır
olduğu dönülmez yola gittiyse mekânı cennet olsun. “Emekli ol da göreyim seni.”
derken ne kadar da haklıymış. Emeklilik dedikleri şey çalışmaktan zormuş meğer.
Fakat bu yaştan sonra birilerinin yanında çalışmak istemiyorum, artık sabır
kalmadı. Kimse alınmasın ama yanında çalışılacak adam da kalmadı bizim
meslekte. Ben de düşündüm taşındım; gittim bir büyüğe danıştım, bir de küçüğe
danıştım. Bir dükkân açmaya karar verdim, becerebilirsem en iyisi esnaflık.
Bakmayın bu bizim esnafların “öldük battık” dediğine; Ahır Dağının çevresinde
ne kadar bağ, villa varsa hepsi bu “batık” esnaflarındır. Allah daha versin
gözümüz yok. Bizim derdimiz; bağdan, villadan ziyade, çıkabilirsek eğer akşama
yatarak değil çalışarak çıkmaktır.
Eve yakın, yol kenarında bir dükkân buldum. Evde
olanları evden, olmayanları olandan, hiç olmayanları da satanlardan alarak,
tuttuğum dükkânı büro şeklinde döşedim. Olup olanı bir oda yarım mutfak zaten.
İçeride otururken elektrikli semaverin kaynattığı su sesi kulaklarımıza, çayın
demi burnumuza kadar geliyor.
Dükkânda hikâye malzemeleri satacağım. Malzeme
dediysem, elle tutulur, gözle görünür bir şey değil tabi bizim satılık mallar.
Laf satmayı hesap ediyorum işin doğrusu. “Laf da parayla satılır mı?” derseniz
size cevabım “Evet” olur. “Kör satıcının kör alıcısı olur.” demiş atalar. Ben
satıcısıyım, alan olursa ne âlâ. Elimizdeki, daha doğrusu dilimizdeki malzeme kokar
bozulur cinsten bir şey değil nasıl olsa. Sonra, hele bir düşünün bu millet ne
laflara ne paralar döktü. “Birine, beş veriyorum.” diyenin ardına düştü, beş
beklerken biri de kaybetti. Fakat bu tipler bizim hitap ettiğimiz kesim
değildir. Bizim hitap ettiğimiz müşteriler okumuş; okumamışsa da okumaya, yazmaya
hevesli insanlardır. İlkokul öğrencisinden, profesyonel yazara kadar herkese
satacak bir iki cümlemiz bulunur evelallah. Kaldı ki çağımızın hikâyecileri;
şehrin aynı sokağını, aynı kaldırımını elinde sigarasıyla ellinci defa dolaştı.
Ellinci defa sevgilisini bekledi, kalabalık caddelerde. Nasıl ki şairler
serbest şiiri icat edip, insanları şiirden soğuttuysa, günümüz hikâyecileri de
modern hikâyeyi yani öykü dedikleri öykünmeyi icat
ederek okuyucuları okumaktan soğuttular. Belki bizim dükkânın malzemeleri
sayesinde yeniden; köye, kasabaya, ilçeye hülasa bu millete dair hikâyeler
yeniden gün yüzüne çıkar.
Biraz da dükkânın işleyişinden bahsetmek lazım: Her
ne kadar bizim oturduğumuz masanın arkasındaki duvarda, “Veresiye Satan, Peşin
Satan” resmi bulunuyorsa ve her ne kadar Ahilik Ahlâkı almış bir esnaflık
sergilemeyi düşünüyorsak da küresel sistemin çarklarının dişleri arasında
çiğnenip gitmemek için bir kısım tedbirleri de aldık. Bir kere her türlü kredi
ve banka kartı geçerlidir. Yüzün üzerine çizgi çekip elli yazmak, on’u dokuz
doksan dokuza vermek ve dört al üç öde gibi esnaflığa yakışmayacak sahtekârlıklara
kapımız kapalıdır. Atalar “İt etinin veresiyesi olmaz.” demiş, kesinlikle
veresiyemiz yoktur.
Ücret, mal satılmadan önce peşin tahsil edilir.
Satılan mal geri alınmaz. Satın aldıkları malları
kullanamayıp, herhangi bir yerde yayınlamayanlara ikinci defa mal satılmaz.
Kesinlikle başka şubemiz yoktur.
Dostlar; davullu zurnalı, belediye bandolu,
çelenkli, ayakta pasta yemeçli, limonata içmeçli şehrimizin büyüklerinin; çoğu
siyaset, azı ticaret içeren konuşmalarını heyecanla dinleyip, alkışlayacakları
bir işyeri açılışı hayal etmesinler.
Dükkânımız açılmıştır efendim.
NOT: Satılan, anlatılan ve yazılan hikâyeler
tamamen hayal ürünüdür. Hiçbir kişi veya kurumla alâkası yoktur, hiçbir hayvana
zarar verilmemiştir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder