Böyle söylemişti Yakup ve
hepimiz gülmüştük. Gülmüştük çünkü hiçbir şeyi ciddiye almayacak yaşı henüz
tamamlamamıştık. Yakup benim en yakın arkadaşımdı. Öğretmenlerin
anlatmasına göre Gölcük depreminde enkazdan ailesinden sadece onu çıkarmışlar.
Zayıf, kıvırcık saçlı, gözlüklü,
ciddi siması ve duruşu, tertemiz kıyafetleri ve sessiz hali ona garip bir
asalet katıyordu. Aradan yıllar geçmesine rağmen onu ve bir rehberlik dersinde
söylediği bu sözü unutamıyorum.
Bu sözün ciddiyetini tüm
sevdiklerimi beton yığınına dönen evimin altında bıraktığımda anlayabildim.
Artık bırak kapıyı çaldığımda açacak biri çalacak kapım bile yoktu.
Kendimi kaybetmiş bir durumda
kentin mecburiyet caddesinde adımlarken Yakup’la karşılaştım sanki duruşunda
hayatında girdiği tüm savaşları kazanmış Muzaffer bir komutan edası vardı.
Hemen sarıldık ve kentteki mecburiyet kahvesine oturduk. Demli çaylarımızı içip
eski günlerden konuşurken derste söylediği o sözü hatırlattım kendisine ve
devam ettim sözlerime...
Meğer önemli olan kapıyı çalmak
değil o kapıyı açacak bir sevdiğinin olmasıymış. Eğer öyle biri yoksa o kapıyı
çalmak gürültü, kapı ise duvardan ibaretmiş. Şimdi bunu daha iyi anlıyorum.
Yakup o hiç değişmemiş bilgin
bakışı ve gülüşüyle, sakallarıyla oynarken bir an duraksadı ve ciddi bir surat
ifadesiyle; “Bu sözü söylediğimde benim çalacak bir kapım yoktu ama senin her
zaman rahatlıkla gireceğin bir kapın var dostum bunu unutma.”
***
ÖĞRETMENLER ODASI
İnsanların çocuklarına “oku da
onun gibi olma” dediği insanlardan birisiydi Ökkeş amca. Bizim okulun
hademesiydi; orta yaşı geçkin, sık ve kır saçlı, hafif etine dolgun sessiz,
kendi halinde birisiydi. Onu en çok öğretmenler odasının önünde görürdüm sanki
sevdiği adam gurbetten gelecek bir kadının pencereden bakması gibi bakardı
kapıdaki “öğretmenler odası” yazısına.
Öğrencilerin arasında onunla
konuşan tek kişi bendim. Arada bir “öğretmen olacaksın bu hayatta arkadaş”
derdi ve iç çekerdi uzaklara bakarak.
Yıllar sonra bir gün okuduğum
okula öğretmen olarak atandım öğretmenler odasından çıkıp kantine çay almaya
gidecekken Ökkeş amca ile karşılaştım. Neredeyse hiç değişmemişti; yine aynı
özlem dolu bakışları vardı. Neden sonra beni fark etti ama tanımadı selam
verdim geçtim yanından. Kantinden iki kahve aldım. Ökkeş amcayı da öğretmenler
odasına davet ettim. Bu eski dostla kahve içilirdi ancak. Ökkeş amca çekinerek
girdi öğretmenler odasına. Sonra bir gülümseme oluştu suratında sanki yıllardır
bu anı bekliyormuş gibi bir ifade vardı yüzünde.
Oturduk ve kahveyi yudumlamaya
başladık. Önce kendimi tanıttım. Hemen hatırladı beni; kalktı ve şefkatle
sarıldı bana. Bu kucaklaşmanın ardından gerçekleşen koyu sohbetimiz
sırasında Ökkeş amcaya o güne kadar neden öğretmenler odasına böyle
bir özlemle baktığı sormak geldi aklıma.
Yarasına tuz basılmış gibi oldu
önce. Sonra derin bir iç çekti “ben üvey baba elinde büyüdüm. Öğretmen olmak
isterdim hep, babalığım beni okul yerine çobanlığa gönderdi. Kaçıp kaçıp
okula giderdim sürekli. Bundan dolayı çok dayağını yerdim üvey babamın. Bir gün
dayanamayıp şehre kaçtım. Ancak hayat burada daha zormuş bilemedim. Bırak
okuyup öğretmen olmayı okumayı bile zor öğrendim burada. Ben de hademe
olabildim ancak” dedi acı bir surat ifadesi ile. Sonra birden gülümseyen bir
yüzle “öğretmen olacaksın bu hayatta arkadaş” dedi ve kahvesinden bir yudum
aldı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder