Üniversiteye başladığım yıl
birinci sınıfın birinci döneminde Müzik Öğretimi adında bir ders okumaya
başladık. Okulun açıldığı ilk hafta Müzik Öğretimi dersi için müzik
laboratuvarına gittik. Sınıfımız yetmiş kişi civarındaydı. Bunlarında çoğunluğu
öğretmen lisesi mezunuydu. Laboratuvara girer girmez kimi piyanonun başına
oturdu, kimi kaval çalmaya başladı, kimi sazı kaptı, kimi darbukayı alıp ritim
tutturdu, benim gibi müzikle alakası olmayan on-on beş kadar öğrenci de aval
aval onlara bakmaya başladı. Ben ilk gün gördüğüm bu vaziyet karşısında müzik
bilgimin sıfır olduğunu, müzik deryasının içinde bir damla kadar dahi
olamadığımı keşfettim.
Dersimize Adil Vural adında bir
hoca geliyordu. Adil Hoca müzik alanında çok yetenekli çok maharetli bir
insandı. Bunun için, okuldaki bütün öğrenciler ona “Mozart” diyor, Mozart
lakabıyla tanıyorlardı. Bu nedenle okulumuzdaki birçok öğrencinin müzik
hocamızın adının Adil Vural olduğunu öğrenmenden, duymadan mezun olup gittiğini
tahmin ediyorum. Adil Hoca laboratuvarda bulunan vurmalı, nefesli, telli bütün
çalgıları çalıyor, söz yazıyor ve beste yapıyordu. Memleketi Gaziantep’ti.
Takmış olduğu gözlüğün zarifliği, kıvırcık saçları, öğrencilerine hitap şekli,
giymiş olduğu kıyafetlerin farklılığı onun gerçek bir müzik adamı olduğunu ilk
bakışta ele veriyor, tebessüm etse dahi gözlerinin içi gülüyordu.
Adil Hoca iki üç hafta nota, müzik terimleri
konusunda ders anlattıktan sonra, bize haftaya herkes birer tane flüt alarak
derse gelsin diye talimat verdi. Ben aynı gün bir kırtasiyeye giderek Sarı
renkli bir flüt aldım. Haftaya flütü paltomun iç cebine koyarak müzik dersine
girdim. Adil Hoca arkadaşlar! Yılsonuna kadar herkes flütle İstiklal Marşımızı
çalmayı öğrensin. İstiklal Marşını flütle çalamayan öğrenciyi Müzik Öğretimi
dersinden geçirmem diyerek bizi sene başında ikaz etti. Bu ikazdan sonrada
yılsonuna kadar dersin müfredatına göre konuları anlatmaya, müzik aletlerini
tanıtmaya devam etti. Bu arada bazen benim derslerde şiir okumam ve
memleketimin Kahramanmaraş olması nedeniyle Adil Hocayla aramızda bir dostluk
oluştu.
Bir gün akşam yurtta flütü elime
alıp İstiklal Marşını çalmaya uğraşırken benim bu işi beceremeyeceğimi anladım.
Çünkü deliğin birini kapatmak için parmağımı indirdiğimde parmağımın kalın
olmasından dolayı deliğin ikisi birden kapanıyordu. Deliğin ikisi bir kapanınca
da istediğim sesi çıkartamıyordum. Bir hafta sonraki derste durumu Adil Hocaya
söyledim. Adil Hocada bana alaylı bir şekilde tebessüm ederek,(senin bu okul da
ne işin var dercesine) hemşerim sen o zaman postacıyı çal yeter dedi. Bir yıl
boyu verdiğim emek ve gösterdiğim çabaya rağmen, flüte; kurallarına uygun
şekilde “do” dedirtemedim ama Adil Hoca ile dostluğumda hiçbir şekilde zeval getirmedim.
Bazen okulumuzun yakınlarında bulunan Fenerbahçe Çayevinin bahçesinde
arkadaşlarla çay içerken, Adil Hocayı gelirken gördüğümde, flütü cebimden
çıkartıp çalışıyor gibi yaptığımda, Adil Hocanın yanımdan geçerken “ çalış,
çalış olacak” demesi birlikte oturduğumuz arkadaşların gülmesine neden olurdu.
Adil Hoca da benim işin dalgasında olduğumu bildiği halde, bana olan
sevgisinden dolayı tepki göstermemesi hoşuma gitmiyor değildi. Hocam buyurun
çay içelim dediğimde; (beni üzmemek için) “içerdim ama vaktim yok” demesi, beni
ayrıca mutlu ediyordu. Günler, haftalar su gibi akıp gidiyor fakat ben flüt
çalma konusunda bir arpa boyu yol alamıyordum. Görünüşte işin gırgırında
olduğum anlaşılsa da gerçekte başarısızlık zoruma gidiyor, bazı geceler rüyamda
flüt çalıyordum.
Müzik öğretimi dönemlik değil,
yıllık bir dersti. Final sınavında yoktu. Hocanın verdiği sözlü notları vize
yerine geçiyor, başarılı olmayanlar doğrudan bütünlemeye kalıyordu. Ben flütle
“Postacı Şarkısını” çalamadığımdan Müzik Öğretimi dersinden otomatikman
bütünlemeye kaldım. Eylül ayının başında bütünleme sınavına girmek için
Kahramanmaraş’tan Niğde’ye gittim ama Postacıyı çalma konusunda bir milim
ilerleme sağlayamamıştım. Sadece hocanın hemşerilik adına, toprak hatırına iyi
niyet gösterip beni dersten geçireceği konusundaki ümidim devam ediyordu.
Pazartesi günü öğleden sonra
müzik laboratuvarına gittim. Bütün öğrenciler sınava girdikten sonra en son ben
oturdum ünlü bir flüt ustası edasıyla, hocanın karşısındaki sınav sandalyesine.
Hoca beni elimdeki flütle nizami bir şekilde sandalyede otururken görünce,
gayri ihtiyari gülümsedi. Tatille, memleketle ilgili üç beş cümle hasbihal
ettikten sonra, ”çal bakalım Teyfik” dedi. Ben flüte “do” dedirtmeden “olmadı
Teyfik yarın gel” dedi. Ben bunun üzerine Salı, Çarşamba ve Perşembe günleri de
bütünleme sınavı için müzik laboratuvarına Adil Hocanın yanına gittim. Adil
Hoca her gittiğimde bana bugün git, yarın gel diyerek zaman tanıdı. Perşembe
günü ise” Cuma günü öğleden sonra saat ikide odasına gelmemi “ söyledi.
Ben Cuma günü namazdan sonra saat
bir buçuk gibi hocanın odasının kapısına gidip beklemeye başladım. Beş dakika
sonra sınıf arkadaşım Tevfik Akkuş’ta geldi. Müzik Öğretimi dersinden
bütünlemeye kaldığı için benimle aynı saatte hoca onu da odasına çağırmış.
Tevfik’le saat ikiye kadar bekledik ama hoca gelmedi. On beş dakika daha
bekledik, hoca yine gelmedi. Bunun üzerine hocanın evine gitmeye karar verdik.
Ben hocanın evinin yerini biliyordum. Hocanın evi okula yürüyüş mesafesinde bir
apartmanın alt katındaydı. Yürüyerek hocanın evine gittik. Adil Hoca beni
pencerenin önünden geçerken görünce, pencereyi açarak “sizi unutmuşum, siz
okula gidin ben geliyorum” dedi. Biz okula varmadan wolsvagen marka mandalina
renkli tosbağa taksisiyle vız diye yanımızdan geçip gitti. Bizi durup arabasına
almadığına üzülmedik desek yalan olur. Hocadan tahminen beş dakika sonra bizde
okula vardık.
Okuldaki hocanın odasının olduğu
blokta merdivenden yukarı doğru çıkarken, hocanın ikinci katta Utku Mutlu hocamın
odasında oturduğunu gördüm. Başımı kapıdan uzatarak “hocam biz geldik” dedim.
Adil Hoca “ siz yukarı çıkın, çalın ben dinliyorum” dedi. Tevfik Akkuş’la
üçüncü kattaki merdivenin başında flütleri elimize aldık. Önce ben başladım
çalmaya. Tevfik Akkuş’un desteğiyle zor da olsa flüte do, re, mi, fa, sol
dedirtebildim. Hoca kapıdan dışarı çıkıp “kim çaldı?” diye sordu. Bende “ben
çaldım hocam ”dedim. Adil Hoca “harika, doğrusu bayıldım” dedi. Tekrar Utku
Hoca’nın odasına girdi. Tevfik Akkuş İstiklal Marşımızı flütle normal bir
şekilde çaldı. Böylelikle benim için bir hafta süren müzik öğretimi dersi
bütünleme sınavı tamamlanmış oldu. Adil Hoca Tevfik Akkuş’u da dinledikten
sonra, içeriden gür bir sesle “siz gidin, ben sonuçları Pazartesi günü ilan
ederim” dedi. Bunun üzerine bizde okuldan ayrılarak kaldığımız yurda gittik.
Pazartesi günü sonuçlara bakmak
için okula geldiğimizde benim Müzik Öğretimi dersinden geçtiğimi Tevfik
Akkuş’un tekrara kaldığını görünce hayali hüsrana uğradık. Tevfik Akkuş bu
durum karşısında haklı olarak aşırı derecede tepki gösterdi. Tevfik Akkuş’u
telkin etmek, yatıştırmak benim için hiç te kolay olmadı. Sevgili arkadaşım
Tevfik Akkuş’ta dersi tekrardan alıp bir yıl sonra geçti ama bizim merdivenin
başında müzik sınavına girmemiz, flütü Tevfik Akkuş’un çalıp dersi isim
benzerliği nedeniyle Teyfik Karadaş’ın geçmesi (yani benim geçmem) üniversite
genelinde komik bir fıkra gibi senelerce anlatıldı.
Aradan yarım asra yakın bir süre
geçmesine rağmen sınıf arkadaşlarımızla bir araya geldiğimiz toplantılarda
Tevfik Akkuş kardeşimle birlikte bu anımızı anlatır hem biz güler hem de
arkadaşlarımızın gülmesini sağlarız.
Tebessüm; kana en hızlı karışan
ilaçtır. Sizin yüzünüzden gülücükler eksik olmasın. İyi dost kara günde belli
olur. Allah herkesi daima iyi dostlarla karşılaştırsın diyor, merhum Adil Vural
hocamı saygıyla anarken, sizlerin de benden daha güzel anılar yaşamanızı
dilerim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder