-“Annem!”
-“Efendim kızçem.” dedi Şiir Naz,
Amine Şuarâ’nın ışıltılı gözlerine içtenlikle bakarak.
Amine Şuarâ:
-“Canım tereyağlı ballı ekmek
istedi.”
Şiir Naz, kızının bu isteğini
karşılamak için oturduğu divandan ayağa kalkıp bir kuğu gibi süzülerek yavaş
adımlarla kapıya yöneldi ve salona açılan oturma odası kapısından mutfağa
geçti. Birkaç günlüğüne geldikleri bu köy evinde neredeyse bir ay yetecek kadar
yiyecekleri vardı. Şiir Naz yumurta, sucuk, bal, bulgur, peynir, un ve diğer
yiyecekleri poşetlerinden tek tek çıkararak tereyağını ve ekmeği aramaya
çalıştı. Bir yandan da şehirden getirdikleri yiyecekleri dolaba düzenli bir
şekilde yerleştirdi. Fakat nafile bu kadar yiyecek arasında ne ekmek vardı ne
de tereyağ. Poşetin içinden un paketini çıkardı. İşe nereden başlayacağını
düşündü kendince. O sırada mutfağa gelen Amine Şuarâ, annesinin eteğine sarıldı
ve onun küçücük dudakları acıktığını söyler bir tarzda büzüldü.
- “Annem, ben çok acıktım.”
- “Kızçem, haydi seninle ekmek
yapmak oyunu oynayalım, ne dersin?” dedi, Şiir Naz.
- “Evet, babama da süpriz ekmek
yaparız.”
Şiir Naz havanın buz kesen soğuğunda
salona açılan oturma odası ve mutfak kapısı arasında mekik dokuyarak unu, suyu,
tuzu, bakır kabı, tahtayı, oklavayı ve sofrayı sobanın başına getirdi. Şiir
Naz’ın odalar arasındaki her gidiş gelişinde ayaklarının bastığı tahta çardaktan
çıkan tiz sesler, uzun zamandır insanın varlığına alışık olmayan bu köy evi
için bir yaşamın olduğuna delildi. Neredeyse bu köy evi uzun zamandır
sessizliğini bozmuş bu seslerin eşliğinde yaşamaya karar vermişti. Amine Şuarâ’nın
sevinç çığlıkları ve Şiir Naz’ın her adımında çardağın çıkardığı tiz sesler
adeta bu köy evinin neşesi ve sesi oluvermişti. Oysa ne bu ev alışkındı bu
insanlara ne de insanlar alışkındı buradaki havaya. Buradaki ağaçların kokusu metropol
şehirlerinki gibi olmasa da toprağa düşen yağmurun kokusu onlar için bereketin
habercisiydi fakat onlar bundan bi-haberdi. Odanın duvarlarına çarpan sobanın
sesi küçük kızın sesinden daha az ısıtıyordu odayı.
-“Annem, babam camiden geldiğinde
ekmekler ona süpriz olacak.” dedi Amine Şuarâ.
-“Evet, kızçem.” diyen Şiir Naz, sofrayı serdi ve bakır kabın
içerisine iki kilo kadar una iki kaşık tuz ilave ederek karıştırdı. Elleri una
bulanırken bu köy evine ilk geldiği düğün gününü hatırladı. Ağustos
böceklerinin çıkardığı seslerin eşliğinde, bir ilkbahar akşamında geldiği günü
nasıl unutabilirdi? Oymacı İhsan ustaya baba, kıymetli kaynatası Çeşm-i Naz’a
anne demişti ve onların ellerini öperek öğrenmişti hayatı. Ekmek nimetti, tuz
nimetti, su nimetti ve bahçedeki ağaçların yaprakları arasında yavrusunu
gagasıyla besleyen serçenin sesinin de birer nimet olduğunu bu köy evinde
öğrenmişti.
“Hayat, bir nimetti.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder