O yılarda televizyon haberleri
terör eylemleriyle başlıyor, şehit haberiyle bitiyordu. Olağanüstü Hal
Bölgesindeki illere tayin olan doktor, hemşire ve öğretmen gibi kamu
görevlilerinin yarısından fazlası istifa ederek görev yerine gitmiyordu.
Kısacası o yıllar Güneydoğuda yaşayan insanlar ve çalışan memurlar için
sıkıntılı yıllardı. O günler gitsin de
bir daha gelmesin.
Olağanüstü Hâl Bölgesinin
böylesine sıkıntılı, böylesine yaşanmaz olduğu bir dönemde; 1990 yılının aralık
ayında serhat vilayetimizin birinin şirin bir ilçesine öğretmen olarak tayin
oldum. Tayinimin doğuya çıkması nedeniyle annem ninem halalarım, teyzelerim,
komşularımızın hanımları benim için günlerce göz yaşı döktü. Dedemin, babamın
amcamın moralleri bozuldu. Ben tayinim çıktığı için mutlu olamadım. Ailemin ve
yakın akrabalarımın çoğunluğunun görev yerine gitmemi istememesine rağmen ben
görev yerime giderek vazifeme başladım. Benim haberlerde gördüğüm doğu ile
görev yaptığım doğu arasında çok fark vardı. Çalıştığım ilçenin halkı kamu
görevlilerine karşı oldukça saygılı ve devlet yanlısıydı.
Çalıştığım okulun öğretmenleri,
öğrencileri ve velileriyle kısa bir süre içerisinde kaynaştım. Lise yıllarımda
güreş yaptığım için görev yaptığım ilçede bulunan Tugayın güreş takımına
ihtiyaca binaen kısa bir süre antrenörlük yaptım. Çalıştırdığım güreş takımda
kolordu şampiyonasında derece yaptı. Bu nedenle; öğretmen arkadaşlar bana
“Pehlivan Hoca” lakabını taktılar. Bu lakap sayesinde bölge genelinde kısa
sürede tanındım. İlçenin memurları, öğretmenleri, esnafları hatta kaymakamı
bile bana Pehlivan Hoca diye hitap ediyordu. Pehlivan Hoca lakabından
rahatsızlık olmadığım gibi bilakis gurur duyuyordum. İlçedeki memurlar,
esnaflar, öğrenciler ve halkın tamamına yakını pehlivan olmamdan dolayı bana
sevgi gösteriyordu. Bende insanların bana gösterdiği iltifata layık olabilmek için
ilçede icra edilen kültürel ve sosyal faaliyetlere katkı sağlamaya
çalışıyordum. Yaşadığım ilçe olağanüstü hâl bölgesinde olmasına rağmen terör bakımından
bir tehlikesi yoktu. Bazı derneklerle iş birliği yaparak konser, ozanlar gecesi
gibi geniş katılımlı etkinlikler bile düzenliyorduk. Beş öğretmen aynı evde
kalıyor, öz kardeş gibi huzurlu şekilde yaşayıp gidiyorduk. Böylesine aktif,
böylesine güzel bir ortamda 2 yıl görev yaptıktan sonra ücretsiz izne ayrılarak
vatani görevimi ifa etmek üzere askere gittim.
Sivas 5. Piyade Er Eğitim
Tugayında 2 ay temel askerlik eğitimi gördüm. Temel askerlik eğitimini
tamamladıktan sonra öğretmen olarak görev yaptığım ile asker öğretmen olarak
gönderildim.
Askerlik dönüşü görev yaptığım
ile gittiğimde, çalıştığım ilçenin Kargalı Köyü İlkokuluna asker öğretmen
olarak atandığım haberini aldım. İlçeye gittiğimde ise Kargalı Köyünde can
güvenliğinin olmadığını, bu nedenle köyün ilkokulun üç-dört yıldır kapalı
olduğunu öğrendim. Daha önceden de o bölgede askerlerle teröristler arasında
çatışma çıktığını, iki teröristin ölü olarak ele geçirildiğini biliyordum.
Kargalı köyüne gitmemek için ilçe milli eğitim müdürü ve kaymakamla görüştüm,
hatırı sayılır insanları devreye soktum, elimden gelen her şeyi yaptım ama
tayinimi bir türlü durduramadım. Ben adeta kalemi kırılmış bir mahkûmun
darağacına gönderildiği gibi, kasıtlı olarak bile bile ölüme gönderiliyordum.
Yarıyıl tatili olduğu için okullar kapalı olduğundan bir hafta kadar ilçede
kaldım. İlçede kaldığım her günüm bir yıl, her gecem bir ömür gibi geçiyordu.
Kargalı köyüne gitmemek için uçan kuştan yardım diliyordum. Aman dilediğim,
yardım beklediğim insanlar, derdime bir türlü çare olamıyorlardı. Umudum tükenmişti. Asker öğretmen olduğumdan
istifa etme şansımda olmadığından köye gidip görev yapmaya karar verdim.
İlçe Kadastro Müdürü Bilal Bey
hemşerimdi. Kahramanmaraş’ın Göksun ilçesindendi. Ankara’dan sürgün gelmişti.
Askere gitmeden önce Bilal Bey’i bazen ziyaret eder çayını içerdim. Hem sürgün
gelmesi hem de mevcut siyasi iktidara muhalif bir dünya görüşünde olmasından
dolayı derdime derman olamayacağı kanaatinde olduğumdan tayinim konusunda Bilal
Bey’in yanına gitmemiştim. Bilal Bey benim sıkıntımı duymuş, Kadastro
Müdürlüğünün önündeki caddeden geçerken beni görmüş, derhal hizmetliyi göndererek
yanına çağırttı.
Selamın aleyküm diyerek Bilal
Bey’in odasına girdim. Bilal Bey “Ve aleykümselam, hemşerim, hoş geldin”
diyerek beni karşıladı. Bana çay söyleyerek kapıyı kapattırdı. Çayımızı içerken
Bilal Bey bana tayinimle ilgili sıkıntımı ve konuyla ilgili kendisinin yanına
niye varmadığımı sordu.
Ben ise:
-Askerlik dönüşü Kargalı Köyüne
tayin oldum. O köyde can güvenliği olmadığını öğrendim. Tayinimi durdurmak için
kaymakam, milli eğitim müdürü ve diğer yetkililerle görüştüm. Ancak; tayinimi
bir türlü durduramadım abi. Sizin de yardımcı olacağınızı tahmin etmediğimden
yanınıza gelmedim diyerek Bilal Bey’in sorusunu cevapladım.
Bilal Bey tekrar söze girerek:
-Hemşerim ben de senin tayini
durduramam ama senin orda rahat etmeni sağlarım diyerek hizmetli Şaap Efendiyi
yanına çağırdı. Şaap Efendi içeri girerek buyurun müdürüm dedi.
Bilal Bey:
-Şaap Efendi çarşıya git. Kargalı
Köyünün muhtarı Zırva Hazar’ı al bana getir. Sen onun nerede olduğunu bilirsin
dedi.
Şaap Efendi jet hızıyla kapıdan
dışarı çıktı. Aradan on dakika geçmeden görevini eksiksiz yerine getirmiş bir
asker edasıyla Kargalı Köyü muhtarı Zırva Hazar’ı, Bilal Bey’in yanına getirdi.
Bilal Bey:
-Hoş geldin muhtar. Nerelerdesin?
Ne iş yapıyorsun diyerek muhtarı karşıladı Muhtara beni tanıttı. Çay söyledi ve
böylelikle koyu bir sohbet başladı.
Muhtar Zırva Hazar.
-Bana hocam senin bizim köye
gelmek istemediğini duydum. Bizim köyümüz çok güzel. Gelirsen seni misafir
ederim. Sana en iyi şekilde bakarız. Bizim köyümüzde bir sıkıntı yok. Bizim
köye gelirsen iyi olur, güzel olur dedi.
Ben ise:
-(Durumu inkar ederek) Muhtarım o
ben değilim. O öğretmen başka yere gitti. Sizin köye ben geleceğim dedim ama
muhtarı pek inandıramadım.
Bilal Bey:
-Muhtarım bu öğretmen benim
akrabam. Adı Teyfik. Teyfik’e köyde sahip çıkacaksın. Eğer onun başına bir hal
gelirse; köyünüze bir metre kare tapu vermem. Bütün arazileri hazineye yazarım,
köyünüzün üstüne benzin döktürüp yakarım. Teyfik’i önce Allaha, sonra sana
emanet ediyorum diyerek beni muhtara emanet etti.
Muhtar Zırva Hazar.
-Emanetin başımın üstüne Bilal
Bey. Hocama her türlü desteği sağlarım dedi ve benim köye ne zaman gideceğimi
sordu.
Ben:
-Muhtarım yarın geleceğim.
Minibüsünüz nereden kalkıyor dedim.
Muhtar Zırva Hazar.
-Viran caddesinden kalkar. Yarın
saat üçte oraya gel hocam dedi.
Böylelikle Bilal Bey’in
odasındaki görüşmemiz tamamlanmış oldu. Muhtarla birlikte Kadastro
Müdürlüğünden ayrıldık. Muhtar köyüne gitmek üzere minibüs durağına, ben
hazırlık yapmak için evime gittim. Bu görüşme sonrası biraz rahatlamış olsam da
beynim de yine de fırtınalar kopuyordu. Ölürsem şehit olacağım için ölüm
korkusunu yenmiştim. Teröristlerin beni öldürmeden dağa kaçırıp işkence
yapacaklarından korkuyordum. Bütün bu çaresizlikler içinde Yüce Mevla’ma
güveniyor, onun beni koruyacağına güçlü bir imanla inanıyordum. Böylesine hızlı
değişen bir haleti ruhiye içinde eve vardım. Ev arkadaşlarım Abdullah, ilhan,
Bekir ve Özer’e vaziyeti anlattım. Onlarda bana olumlu manada telkinde
bulundular.
Arkadaşlarla birlikte akşam
yemeğimizi yedik, çayımızı içtik. Çayımızı içtikten sonra köye götüreceğim
valizi hazırlamaya başladım ama pijamaları, gömlekleri valizin içine koymaya
elim varmıyordu. Valize her koyduğum giyeceğin ağırlığı bin katına çıkıyor,
benim gücümün yetmeyeceği hacme ulaşıyordu.
İstemediğin bir işi yapmanın ne kadar zor olduğun orada anladım.
Gözümden dışarı akması gereken yaşlar kalp damarlarımın içine akıyordu. Kalp
damarların içine giren göz yaşlarım tüm bedenimi çaresiz bir şekilde yakıyordu.
Zor da olsa köye götüreceğim valizi hazırladım.
Yatağıma yattım ama gözlerime
uyku girmiyordu. Yarın köyde ne ile nasıl karşılaşacaktım. Öğrenciler okula
gelecek mi, cuma günü ilçeye sağ dönebilecek miyim gibi onlarca senaryo,
binlerce soru beynimi tırmalıyordu. Kalkıyorum, dolaşıyorum uzun kış gecesi
sabah olmuyordu. Sabah vakti yaklaşıp horozlar ötmeye başlayınca uyumuşum. O
gece gördüğüm rüyaları anlatsam bir roman olur. Sabah kalktığımda kuşluk vakti
olmuştu. Arkadaşlarım okullarındaki görevlerine gitmiş ben evde yalnız
kalmıştım. Üzerimi giydim, valizimi aldım kahvaltı yapmak ve kahvaltıdan
sonrada Kargalı köyüne gitmek üzere evden ayrıldım.
Hacı Dayı Kahvaltı Salonunda
Halil Baba köyünün ağası Samet Güler ile karşılaştık. Samet Ağa benim bir
akrabam ile Kayseri Cezaevinde hapis yatmış, varlıklı ve devlet yanlısı bir
zattı. Kendine daha önce bizim köydeki arkadaşından hediye getirmiştim ve bu
vesileyle de tanışmıştık. Samet Ağada o günden sonra beni nerde görse sahip
çıkar, halimi hatırımı sorardı. Samet Ağa beni görünce masasına davet etti.
Kahvaltı yaparken ben tayınımla ilgili durumu Samet Ağaya kısaca anlattım.
Samet Ağa:
-Ağızını kulağıma yaklaştırıp
kısık bir sesle hocam; muhtarın gelini benim kızım. Benim kızım seni tanır ama
sen benim kızıma tanışlık verme. Benim kızım tehlikeli bir durumdan haberdar
olursa sana bilgi verir. Sen canını oradan bizim köye atarsan, sen ateşin içine
dahi girsen seni kurtarırım. Ayrıca köyün fahri imamı Gaffur Hocada devlet
yanlısı bir adam. Ben seni ona da tembih ederim. Gerisi de Allah’ın dediği olur
diyerek bana moral verdi.
Ben İse:
-Samet Ağaya teşekkür ederek
kahvaltı salonundan ayrıldım.
Kırtasiyeden defteri kalemi
olmayan öğrencilere dağıtmak üzere birer düzine çizgili ve kareli defter ile
bir düzine kalem alarak Viran Caddesindeki köy durağına gittim. Köy muhtarı
Zırva Hazar’ı buldum. Çayımızı içtikten sonra muhtarla birlikte minibüsün ön
koltuğuna oturduk. Muhtar beni minibüsteki yolculara, dolayısıyla köy halkına
tanıttı. Yolcular bana “hoş geldin muallim” diyerek sevgi gösterisinde bulundu.
Muhtar Kürtçe olarak “benim toprak komisyonu müdürünün akrabası olduğumu,
istihbaratçı olabileceğimi, yanımda her şeyin konuşulmamasını” yolculara
anlattı. Ben Kürtçe konuşmasını bilmesem de muhtarın konuşmalarının içinde
geçen Türkçe kelimeler yardımıyla ne dediğini anlıyordum.
Minibüs saati gelince hareket
etti. Beş dakika kadar ilçenin ovasında hareket ettikten sonra huni şeklindeki
bir vadinin içine doğru girmeye başladık. Vadinin ortasından üç değirmen taşı döndürecek
miktarda suyu olan bir çay akıyordu. Bu suyun adı Viran Çayıydı. Çayın
etrafında söğüt ve kavak ağaçları geçen yolculara hoş geldiniz dercesine rüzgâr
estikçe el sallıyordu. Vadinin girişindeki genişçe alanın sağ ve sol tarafında
üç dört tane küçük köy ile köylerden aşağı sol tarafta görünen küçük bir sulama
göleti dikkatimi çekiyordu. Vadi daraldıkça etraftaki kayalar yükselmeye,
kayalar yükseldikçe gök yüzünden başka bir yer gözükmemeye başladı. Yol daracık
vadinin içine doğru ilerliyor, çayın üzerine yapılmış köprülerden bir sağa bir
sola geçerek devam ediyordu. Vadi daraldıkça yalçın kayalardan koparak
yuvarlanacak bir taş parçasının minibüsün üzerine düşmesi an meselesiydi.
Gittiğimiz coğrafyanın tehlikeli hali benim ruhumu karartıyordu. Vadinin içinde
on dört köprü geçtikten sonra nihayet genişçe bir alana ulaştık. Burası Samet
Ağanın köyü Halil Babaydı. Halil Baba köyündeki köpekler minibüse doğru
havlayarak gelince irilikleri gözümden kaçmadı. Köpekler bir yaşındaki eşek
sıpasından büyüktü. Evlerin önündeki tezekler mısır piramitleri gibi bir düzen
içinde dizilmişti. Halil Baba köyünden üç kilometre kadar daha gittikten sonra
minibüs yolun sol tarafındaki değirmenin önünde durdu.
Değirmen çalışmıyor ama
değirmenin içindeki çay ocağı açıktı. Bizim muhtarın oğlu Kendal orada hem
çaycılık hem de bakkallık yapıyordu. Minibüs durduktan sonra değirmende beş
dakika mola verip, birer bardak çay içtik. Köye minibüs gidemediği için
değirmenin sağ tarafındaki çığıra doğru yürümeye başladık. Benim valizimi on altı-on
yedi yaşlarında bir genç taşıyordu. Bir kilometre kadar yürüdükten sonra
Kargalı köyüne vardık. Muhtarın evine gittik. Muhtar evindeki altı odadan
birini bana tahsis etti. Köyün fahri imamı Gaffur Hocada muhtarın evinde
kalıyormuş zaten.
Muhtarın hanımı, oğlu ve kızıyla
tanıştık. İkindi namazından sonra köy imamı Gaffur Hoca muhtarın evine geldi.
İmamla da tanıştık. İmam bana Teyfik Hocam yarın ramazan başlıyor. Muhtarın
evinde kalacağız, sahuru burada yapacağız ama iftar için her gün bir eve gideceğiz
haberin olsun dedi. Ben de iyi olur hocam dedim. Akşam olmadan okulun durumunu görmek
istiyordum. Muhtardan anahtarı aldım. Okula gitmek için yola çıkınca imamda
benimle yürüdü. Muhtarın evinden biraz ilerleyince Gaffur Hoca bana köyün ve
bölgenin vaziyetini yarım yamalak Türkçesiyle anlatmaya başladı. Bu arada Samet
Ağa Kargalı köyündeki kızını telefonla aramış benden bahsetmiş, muhtarın kızı
da durumdan imamı bir şekilde haberdar etmişti. Ben imamın konuşmalarından
böyle anladım. Bende imama teşekkür ederek, hocam madem fahri imamlık
yapıyormuşsunuz Allah rızası için bende sana aylık elli bin lira himmette bulunayım
dedim. Çünkü hoca köylülerin verdiği koyunları satarak geçiniyordu. Aylık elli
bin lira yardımı duyan imam muhabbeti daha da artırdı. Okula vardım binada bir
sıkıntı olmadığını evrakların muhafaza edildiğini ancak gönderdeki bayrağın
yıpranmış kullanılmaz durumda olduğunu gördüm. Evrak dolabında yeni bir bayrak
buldum. Bayrağı masanın üstüne koydum. İmamla sohbet ederek tekrar eve döndük.
Muhtarın evinde akşam yemeğini yedik. İlk teravih namazı için muhtar, imam ve
ben üçümüz birlikte camiye gittik.
Teravih namazını kılarken
dikkatimi çeken bir durum oldu. Sekiz rekât namaz kıldıktan sonra imam beş
dakika mola verdi. Cemaat caminin arka kısmında evden getirdikleri çaydan birer
bardak, sardıkları parmak kalınlığındaki tütünden birer tane içtiler. İkinci
sekiz rekâtta da yine mola verildi. Çaylar ve sigaralar içildi. Ben bu işe çok
sevindim. Çünkü hem çayı çok seviyor hem de sigara içiyordum. Teravih
namazından sonra camiden hızlıca çıkıp okulun gönder bayrağını değiştirdim.
İmam ve muhtara eve kavuşmadan yolda yetiştim. Onlar benim okula gittiğimi bile
fark edemediler.
Sabah erkenden okula giderek
öğrencileri topladım. Köyle ilgili kısa bir çevre incelemesi yaptım. Köy
yaklaşık iki bin iki yüz rakımlı bir tepenin üzerinde kurulmuş kırk haneli bir
yerleşim yeriydi. Köyün doğu, batı ve kuzey yönleri üç bin- üç bin beş yüz
rakımlı dağlarla çevriliydi. Ocak ayında köydeki kar kalınlığı iki metreden
fazlaydı. Evler çatılı, halkın geçim kaynağı koyunculuk ve elektronik eşya
kaçakçılığıydı. Öğrencilerden ve velilerden bu kısa bilgileri aldıktan sonra
hemen eğitim öğretimi başlattım. Elli öğrenciden ancak beşinci sınıftaki üç
öğrenci okuma yazma biliyordu. Güvenlik nedeniyle okul üç yıl kapalı kalmış
öğrencilerin çoğu okuma yazmayı unutmuşlardı. Okuma yazma bilen üç öğrenciden
de yardım alarak okuma yazma çalışmasına hızlı bir şekilde başladım. Günlük beş
saat yerine on saat ders yapıyordum. Ramazan ayı olması münasebetiyle iftar
için imamla her gün bir eve gidiyorduk. Gittiğimiz evlerde hem iftarımızı
yapıyor hem de ben çocukların okuma yazma öğrenmesi için velilerin yapması
gereken işleri anlatıyordum. Türkçe bilmeyen kadınlarla benim aramda imam
tercümanlık yapıyordu. O mevsimde her taraf kar olduğu için öğrenciler okula
eksiksiz geliyordu. İftar nedeniyle öğrenci velileriyle yüz yüze görüşmemiz
başarıyı artırıyordu. Teravih namazında müezzinlik yaptığım için köydeki
kadınların beni şeyh sanıp paltomun kolundan öpmesinden aşırı derecede rahatsız
oluyordum. Köylüler bana Kargalı köyünde daha önce namaz kılan öğretmen
çalışmadığını söylediler. Ancak, kadınlara fiziki olarak temas edemediğimden ve
Türkçe olarak anlaşmakta zorluk çektiğimizden bu durumu engellemekte sıkıntı
yaşıyordum. İmama durumun engellenmesi için rica ettiğim halde, bir şey olmaz
diyerek beni geçiştirmesine mana veremiyordum.
Muhtarın hanımı çok kıymetli bir
insandı. Yemek ihtiyacım, elbiselerimin temizliği gibi görülecek hizmetlerde
bana hiçbir sorun yaşatmıyordu. O kıt imkanlar içinde benimle öz annem gibi
ilgileniyordu. Muhtarla gece aynı odada yatıyorduk. Muhtar kendi yastığının
altına bir kaleşnikof silah, benim yastığımın altına bir tabanca koyuyor,
camdan tarafta kendi yatıyordu. Kargalı köyündeki beş teröristin biri muhtarın
kızı Gazel’di. Muhtar yatarken bana hocam öldürürlerse önce beni öldürsünler
diyerek cesaret veriyordu. Bende böylesine tehlikeli bir atmosfer içerisinde
hayatımı idame ettirmeye çalışıyordum. Her gece rüyamda teröristlerle çatışmaya
giriyor, bazen şehit, bazen gazi oluyordum. Daha doğrusu her gece ölmeden
ölüyordum. Sabah uyandığımda yaşadığımı görünce içten içe seviniyordum. Aslında
vaziyet benim anlattığımdan daha vahimdi. Bazı hissettiğim olayları ispat etme
imkânım olmadığından yazamıyorum.
Hafta sonları ilçeye gidiyor,
arkadaşlarım benim halime üzülmesinler diye yalanlar söylüyor, kargalı köyü
hakkında pembe tablolar çiziyordum. Gözümle herhangi bir hadiseye tanıklık
etmesem bile köydeki gizemli atmosfer, beni korkutmaya fazlasıyla yetiyordu.
Benden yukarıdaki Açık kapı köyünde görev yapan öğretmenin lojmanını
taşlamaları, bunun sonucu öğretmenin psikolojisinin bozulması bile zihnimi
bulandırmaya kâfi geliyordu. Ben bölgede cereyan eden bu olumsuz hadiselerden
ilçedeki arkadaşlarıma hiç bahsetmiyordum. İlçeye her vardığımda bu haftada
yaşıyorum diye Ulu Camiye gidip iki rekât şükür namazı kılıyordum. Lokantaya
gidip kendime köyde bulunmayan yemeklerden ziyafet çekiyordum. Günlerimiz,
haftalarımız ölümle yaşam arsındaki o ince çizgi üzerinde gelip geçiyordu.
Muhtarın bana evininin kapısını açması, hanımının misafirperverliği ve köy
imamının bana istihbarat toplaması, sahip çıkması hayatımın avantajlı tarafını
teşkil ederken, yaşadığımız köyün karakola uzaklığı, sınıra yakınlığı, köy
halkının örgüt yanlısı olması ve Kargalı köyünden dağda bulunan beş terörist
avantajımı dezavantaja çevirmeye yetiyordu. Birde memlekete telefon ettiğimde
anneme babama, kardeşlerime içimi dökememek, sıkıntımı söyleyememek,
üzülmesinler diye rahat ve güvenli bir ortamda görev yaptığımı söylemek işin
cabasıydı.
Köyde gündüz geçirdiğim her bir
anı eğitimle öğretimle geçirmek zihnimde yaşadığım korkuların azda olsa
hafiflemesini sağlıyordu. Okulun önünde dalgalanan ay yıldızlı bayrağımızı
gördükçe içim ferahlıyor, mutlu oluyordum. Göreve başladığım günden Kurban
Bayramı’na kadar geçirdiğim üç aylık sürede öğrencilerin tamamına okumayı ve
yazmayı öğrettim. Bu başarıda benden çok velilerin ve imamın katkısı oldu.
İnkâr etmek nankörlük olur. Çalıştığım yere milli eğitim yetkililerinin,
müfettişlerin gelme ihtimali yoktu. Bütün sorumluluğum Allaha karşıydı.
Allahtan korkmasam bir gün dahi ders yapmayabilirdim. Allahtan korktuğum için
üç ay boyu gecemi gündüzüme katarak istediğim başarıyı elde ettim. Kurban
Bayramı’nda hem yorgunluğumu gidermek hem de bayramı tatilini ailemin yanında
geçirmek için memleketim Kahramanmaraş’a gittim.
Kurban Bayramı tatilini
memlekette ailemin yanında geçirdim. Tatil bitince Maraş’tan muhtarın eşine,
kızına, oğluna ufak tefek hediyeler alarak görev yaptığım ilçeye hareket ettim.
Rahatsızlığım nedeniyle pazartesi köye gitmedim. İlçedeki Sağlık Ocağına giderek
doktora muayene oldum, ilaç yazdırdım. Salı günü öğleden sonra minibüse binerek
görev yaptığım köye gittim. Köye vardığımda ilçeden aldığım bazı özel
eşyalarımı bırakmak için önce okula uğradım. Okuldan çıkarken köy imamı Gaffur
Hocanın koşar adımlarla okula doğru geldiğini gördüm. Gaffur Hocanın geliş
şeklinden ve lisanı halinden köyde anormal bir vaziyetin olduğunu tahmin ettim.
Gaffur Hoca okula gelir gelmez kolumdan tutarak beni okulun içine alıp, kısık
bir sesle:
-Teyfik Hocam işler kötü. Dün köye
üç silahlı terörist geldi. Pehlivan Hoca nerede diye sordular. Muhtarda” burada
yok, memleketine gitti. Pehlivan muallim iyi bir insan burada olsa dahi size
teslim etmem” dedi. Teröristlere biraz et biraz ekmek vererek gönderdi. Adamlar
buradalar. Haberin olsun diyerek okulun alt kısmından köylülere görülmeyecek
şekilde camiye doğru hızlıca yol aldı.
Allah kimseyi çaresiz bırakmasın.
Bu haber üzerine o buz gibi serin havada sırtımdan soğuk terler akmaya başladı.
Dizlerimin bağı çözüldü, felç hastalığı geçirmiş bir adam gibi titremeye
başladım. Dünyam karardı. Kısa bir süre düşündükten sonra ilçeye gitmeye karar
verdim. İlçeye gideme semde bize beş kilometre mesafede bulunan Halil Baba
köyüne intikal edip Samet Ağaya sığınmayı düşündüm. Düşündüm ama bir taraf
tanda Halil Baba köyündeki köpeklerde korkuyordum Okuldan yürüdüm muhtarın
evine çıktım. Muhtarla, eşiyle ve çocuklarıyla bayramlaştık. Hediyelerini
takdim ettim. Hiç oturmadan muhtarım benim Milli Eğitim Müdürlüğünde bir işim
var ilçeye gidiyorum diyerek evden çıktım. Muhtar yemek hazırlattım, yarın
gidersin dese de cevap vermeden hızlı adımlarla su değirmenin yanındaki köy
durağına kavuşmak için hızlı adımlarla yürümeye başladım. Köyün kurulduğu
tepenin yamacına gelip köy görülmez olunca bin metrelik hız koşusuna çıkmış
atlet misali can havliyle değirmene kadar koştun. Değirmene vardığımda yönünü
ilçeye cevirmiş bir minibüsün beklediği gördüm. Minibüsün şoförüne:
-Ustam ilçeye gitmiyor musun diye
sordum. Minibüs Şoförü:
-Hocam mazot parasını çıkartacak kadar
yolcu olsa giderim dedi
-Mazot parası kaç lira dedim.
-Yüz bin lira dedi.
-Al elli bin lira ben vereyim
dedim.
Minibüs şoförü elli bini alınca
minibüsü çalıştırıp ilçe istikametine doğru aheste aheste ilerlemeye başladı.
Yol güzergâhındaki köylerden de üç-dört yolcu alıp ilçe merkezine intikal
ettik. Ben köyde yaşanan durumu anlatmak üzere doğruca Jandarma komutanlığına
gittim. İlçe Jandarma Komutanı Zafer Yüzbaşıyı önceden yakinen tanıyordum.
Nizamiye nöbetçisi askere Zafer Yüzbaşıyla görüşmek isteğimi söyledim. Nöbetçi
asker gerekli görüşmeleri yaptıktan sonra beni Zafer Yüzbaşının odasına
gönderdi. Zafer Yüzbaşın odasına girdiğimde iki sivil misafiri vardı. Zafer
Yüzbaşı bana hoş geldiniz buyurun hocam diyerek yer gösterdi. Ben:
-Özel görüşecektim komutanım
dedim. (Misafirler hemen kalktılar)
Zafer yüzbaşı:
-Hayrola Hocam, ne oldu, (Zafer
Yüzbaşı benim yüzümün renginden bir derdimin, bir sıkıntımın olduğunu hemen fark
etti.)
Ben:
Komutanım dördüncü bayram günü
beni dağa kaçırmak için köye üç tane terörist gelmiş. Ben o anda köyde yoktum
dedim ve cümleyi tamamlayamadan ağlamaya başladım.
Zafer Yüzbaşı:
-O köyün tamamı senin kesip
attığın bir tırnağı etmez. Senin oraya gitmemen için kaymakamla görüştüm ama
…laf dinletemedim. Hocam sen bu hafta buralarda gez dolaş. Ben haftaya o
bölgeye komando üst komutanlığı kuracağım. O zaman gelirsin. Ben kaymakama
bilgi veririm sen canını sıkma pehlivan kardeşim diyerek beni teselli etti. (Hatta
ben çay içerken yanımdan kaymakamı arayarak beni ilçeye getirttiğini söyleyerek
sorumluğu üstlendi)
Ben görüşme tamamlandıktan sonra
ilçe Jandarma komutanlığından ayrılarak çarşıya gittim. Muhtara telefon ederek
istirahatli olduğumu bir hafta köyde olmayacağımı söyledim. Bir hafta kadar
ilçede kaldım. Eşi dostu esnafları ziyaret ettim. Bir hafta sonra Kargalı
köyüne yedi timden oluşan 150 kişilik komando bölüğünün gittiğini öğrendim. Ben
bu haberi duyar duymaz doğruca köye gittim. Köye vardığımda bordo berelileri
görünce sevinçten havalara uçtum. Komandolar bir günün içinde çadırları kurmuş,
mevzileri kazmışlardı. Okulun lojmanını ben kullanmadığım için askerlere üs
komutanlığı olarak tahsis ettim komandolar bölgeye varınca değil teröristler
havada uçan yırtıcı kuşlar bile havada görünmez oldu. Askerler oraya gelmeden
bana örgüt masalları anlatan kişiler köyü terk ettiler. O akşam muhtar
yastıklarımızın altına silah koymadı. O gece ömrümün en rahat uykusunu uyudum.
Sabah okula vardığımda gönderde
dalgalanan bayrağımızın bile sevindiğini hissettim. Ne yazık ki okulun
kapanmasına iki hafta kadar kısa bir zaman kalmıştı. Karlar eridiği için
çocuklar kuzu gütmeye gittiklerinden okula gelmez olmuşlardı. Komando Üs
Komutanı Mustafa üsteğmen günde üç kere hatırımı soruyor, öğle yemeğimi asker
karavanasından gönderiyordu. Köy Muhtarı Zırva Hazar kerende olsa komandoları
günlük ziyaret ediyor, benim hatırımı öncekinin iki katı fazlasıyla sayıyordu.
Allah devletimize ordumuza zeval vermesin. Komandoların vardıktan sonra
dağlardaki keklikler bile daha güzel ötmeye, çiğdemler, sümbüller daha güzel
kokmaya başladı.
Ben bir taraftan öğrencilerle
ders işlerken, bir taraftan da okulun diploma defteri, karne kayıt defteri gibi
yıl sonu evraklarını hazırlıyordum. Kâbus içinde geçen üç buçuk aydan sonra on
beş günde olsa mutlu yaşamak zihnimdeki bütün karamsarlıkları silmeye yetmişti.
Mayıs ayının ortalarında maaşımı
almak ve yıl sonu evrakların teslim etmek üzere İlçe milli eğitim Müdürlüğüne
gitmiştim. Koridorda karşılaştığımız şube müdürü Cavit bey “müjdemi isterim
Teyfik Bey” diyerek bana seslendi. Ben ise.
-Hayrola müdürüm, ne müjdesi
dedim.
Şube Müdürü Cavit Bey:
-Okulun kapatıldı. Yol üstü Köyü
İlköğretim Okuluna Müdür Vekili olarak atandın hocam dedi.
-Teşekkür ederim müdürüm dedim
ama bu habere sevinemedim. Çünkü; tayin evrakını görmediğim için Kargalı
Köyünden kurtulduğuma inanamadım.
Atama evrakımı personel
bürosundan alarak çarşıya gittim. Kadastro Müdürü Bilal Bey’i ziyaret ederek
sevincimi paylaştım ve yardımları için teşekkür ettim. Ev arkadaşlarıma akşam
yemeği ısmarladım. Eve geldiğimizde Kargalı Köyünden başıma bir iş gelmeden
kurtulduğum için sevinç göz yaşlarımı tutamadım. Sabaha kadar ağladım. Hafta
sonunu ilçede geçirdim.
Pazartesi günü ev arkadaşım
Hidayet kendi arabasıyla Kargalı köyüne götürdü ve kendisi tekrar ilçeye döndü.
Ben mezun olan öğrencilerin diplomasını dağıttım. Okulun evraklarını ve
demirbaşlarını muhtara teslim ettim. Muhtarın hanımı, çocukları, gelini ve
Gaffur Hocayla vedalaşarak Komando Üs Komutanlığına geldim. Komando Üs
Komutanlığındaki arkadaşlarla da vedalaşarak dört ayda ömrümün yarısını
bitirdiğim Kargalı Köyünden ayrılarak zırhlı bir askeri araçla ilçeye geldim.
Kargalı Köyünde görev yaptığım
dört aylık sürede yaşadığım olayları normal şartlar altında insan mantığının
kabul etmesi mümkün değil ama bu hadiseleri orada yaşayanlar bilir. Bir insan
ömründe bir kez ölürken ben dört ay boyunca orada her gün öldüm. Samet Ağanın
kızı Senem’in orada gelin olması, Gaffur Hocanın orada fahri imam olarak
çalışması bir tesadüf olamaz. O zaman fark etmesem de onlar devletin Kargalı
Köyündeki azı dişiydi. Büyük Türk Devleti bu gizli kahramanlar sayesinde benim
canımı koruyarak, bedenimi kanlı terör örgütüne teslim etmedi.
Allah kimseye benim gibi sıkıntı
vermesin, devletimiz zeval görmesin.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder