Aydınların içinde
yaşadıkları topluma karşı mesuliyetleri vardır. Kültürü geliştirmek, dili
zenginleştirmek, eski ve yeni arasında bağlar kurmak, yeni eserler vermek gibi.
Bu mesuliyet duygusuyla hareket ediyor Doğan. Kırk küsur yıldır dil diye diye
dilinde tüy değil ağaç bitti adeta. Göz göre göre dilimiz ölüp gidiyor diye
feryat ediyor. Derdi davası Türkçe ve yıllardır bu davayı savunuyor. Sesini duyanlar var elbette ama onların da durumu
değiştirmeye gücü yetmiyor. Esas devletin icra makamında olanlar bu sese kulak
verip gerekeni yapmalı ama maalesef onlardan böyle bir şey beklemek şimdilik imkânsız
gibi görünüyor. Doğan işin o kadar hayati olduğunu anlatmak için Türkçe ile
ilgili yazdığı bir kitabına “Yüzyılın Soykırımı” adını verdi.
Bir diğer kitabının ismi “ Türkçenin Cenaze Töreni “ .İstiyor
ki geç olmadan uyanalım ve dilimizi yok olmaktan kurtaralım. Çünkü dilimiz yok
olursa bizden de eser kalmayacak.
Bugün, daha önce sömürgeyken bağımsız olmuş ülkelere bakın.
Aradan kaç yıl geçmiş hala bir millet olamamışlar. Neden? Çünkü dilleri kendi
dilleri değil. Birbirleriyle anlaşamıyorlar. Ülkelerinde sömürge devletinin
dili hakim. Bu yüzden milleti millet yapan değerleri de kendi dilleriyle
birlikte yok olmuş. Kültür ve medeniyet oluşturamadıkları için var olma
iddiaları da ortadan kalkıyor. Dilimiz ortadan kaybolursa bizim durumumuzda
onlardan farklı olmayacak.
İnsan hayatı anlamlandırmak ister. Bir anlam dünyası inşa
eder kendine. Tabii bunu kelimelerle yapar. Kökleri olan çağrışımları olan bağ
kuran kelimelerle. Biz kelimelerimizi, manamızı, ruhumuzu kaybediyoruz. “Dil bayramı dedikleri gün aslında
Türkçenin cenaze töreni icra edilmiştir” diyor Doğan. Kelime kıyımı
yapılmış bu dönemde. Dilimize kültürümüze mal olmuş anlam dünyamızda yer
edinmiş kelimeler katledilmiş. Gerekçeleri ise güya bu kelimeler yabancıymış
bunların yerine öztürkçe kelimeler kullanılmalıymış. Katledilen kelimelerin
yerine vasıfsız uzmanlar tarafından yeni kelimeler uyduruluyor. Anlamsız ruhsuz
saçma sapan kelimeler. Dil devrimi adı altında zengin bir dil yok edilip yerine
sentetik bir dil inşa edilmek isteniyor. “
İnsanı uzun bir süre içinde yok etmek onun kültürel manevi varlığını yok
etmekle sağlanabilir” yazar bu ifadesiyle dil devrimine neden yüzyılın
soykırımı dediğini de açıklamış oluyor.
Dil yaşayan bir varlıktır ve yapısı gereği çok çabuk
etkilenir. Dillerin birbirinden etkilenmesi kelime alışverişinde bulunması da gayet
tabiidir. Uzun yıllardır dilimize yerleşmiş olan bazı Arapça ve Farsça
kelimeler hayatın içinde kullanılarak artık bizim olmuştur. Bu kelimeleri yok
ederseniz onun toplumdaki anlam dünyasını ve kültür birikimini de yok etmiş
olursunuz. Büyük diller kelime hazinelerinin zenginliğinden belli olur. Farklı
dillerden kelime alırlar ve onları kendilerine mal ederler. Bizim dilimiz bir
imparatorluk dili idi. Bin yıllık birikimin dili. Dil bünyesine uymayan kelimeleri
zaten kabul etmez. Osmanlı’da divan edebiyatında kullanılan bazı kelimelerin
millette bir karşılığı yoktu belki. Bu tür kelimeler için dilde bir
sadeleştirmeye gidilebilirdi. Ama bunun yerine eskiyi yani İslami kültürü çağrıştıran
bütün kelimeler katledilmek istendi dil devrimi adı altında.
Burada esas amaç dili sadeleştirmek değildi. Laik
cumhuriyetin kurucuları ve sözde aydınları harf inkılabı ve dil kurultayı ile
milletin geçmişi ile olan dini ve kültürel bağlarını koparmak hedefindeydi. Esas
gaye buydu. Bunu büyük ölçüde de
başardılar. Dil kültürün taşıyıcısıdır. Medeniyeti oluşturan en önemli yapı
taşı dildir. “ Dilimiz, kültürümüz,
edebiyatımız, sanatımız yüzyıllar içinde var ettiğimiz manevi vatanımızdır. Manevi
vatanımız saldırı altında, milli varlığımıza kastediliyor. Bu saldırı içeriden.”
Doğan burada manevi vatan ifadesini kullanarak işin hayatiyetini vurguluyor.
Evet, insanın topraktan müteşekkil maddi vatanı olduğu gibi bir de manevi
vatanı vardır diyor. Bizim manevi vatanımız yüzyıllardır Türk İslam medeniyeti
ile yoğrulmuştur. Bunu dilimizle ve verdiğimiz eserlerle ispatlıyoruz.
Bütün kadim medeniyetlerin
kaynağının din olduğunu herkes bilir. Medeniyet onun etrafında şekillenir.
Türkler Müslüman olduktan sonra gerçek bir medeniyet kurmuşlar ve devam
ettirmişlerdir. Laik cumhuriyetçiler dilden kelimelerden değil bu durumdan
rahatsızdı. Kelimelerin arka planındaki dini ve kültürel anlam dünyasından
rahatsızlardı.
Cumhuriyet devrimlerini öven zavallılara soralım. Savaştan
yeni çıkmış bir devletin yapması gereken nedir? Ekonomisini düzeltmeye
çalışmak, milletinin moralini yüksek tutacak işler yapmak, geçmişinden dersler
çıkarmak, kültür ve medeniyet birikimiyle yeniden ayağa kalkmak vs. Peki biz de
iş böyle mi oldu? Tam tersi devrim adı altında milletin kılık kıyafetiyle
uğraşıldı. Millet ötekileştirildi. Hatta düşmanmış gibi davranıldı ona. Şapka
giymediği için insanlar idam edildi. Harf inkılabıyla millet cahil konumuna
düşürüldüğü gibi Türk İslam dünyası ile ortak yazı dilimiz yok edildi. Dil
devrimi adı altında dilimize soykırım uygulaması yapıldı. Türk müziğinin
yasaklandığı bir dönem bile var. Gerisini siz düşünün. Öyle bir travma yaşıyor
ki millet, bugün bizim halen kültürel anlamda bir şeyler üretmemiz gerçekten
bir mucize.
Peki, devlet milletin dili, dini, kültürü ile uğraşmak yerine
iktisadi olarak kalkınmaya önem verseydi. Askeri olarak güçlenseydi. Milleti
millet yapan değerleri öne çıkarsaydı. Ne olurdu? Şu olurdu: İkinci Dünya Savaşına
gelindiğinde Türkiye iktisadi olarak kalkınmış askeri olarak güçlenmiş bir ülke
olurdu ve Batı birbirini boğazlarken biz on iki adayı, Musul Kerkük’ü hatta Suriye
ve Irak’ı topraklarımıza katardık. Batı’ nın bu duruma itiraz edecek gücü ve
durumu yoktu o şartlarda. Oralardaki halk da bizdendi zaten isteyerek bize
katılmaya razı olurlardı.
Dil meselesi bizi
nerelere getirdi. Aslında iyi de oldu böylece meselenin sadece manevi
vatanımızla değil maddi vatanımızla da ilgisini görmüş olduk. Bu konu üzerinde ayrıca bir çalışma yapılmalı.
Sahibinden satılık, az kullanılmış çok parlatılmış Bilim
Dili. İlanı garipseyebilirsiniz ama bu ilanı görünce sevinecek ve hemen alalım
diyecek tipler var bu ülkede. 28 Şubat döneminin emir erlerinden biri olan o
zamanın YÖK başkanı Kemal Gürüz şöyle bir şey zırvalamıştı hatırlarsanız.
“Türkçe bilim dili olamaz” O zaman belli kesimler buna tepki göstermişti. Sözüm
ona bilim yuvası olan üniversitelerin bağlı olduğu bir kurumun başkanı nasıl
böyle bir şey derdi falan gibisinden birtakım itirazlar yükselmişti. Şimdi
düşünüyorum da Gürüz haklı gibi sanki. Siz dili katlederseniz yerine sentetik
bir dil uydurursanız tabi ki o dille bilim olmaz.
O zaman da öyle idi
şimdi de öyle Türkiye’de en yüksek puanla öğrenci alan ve en iyi olduğu
söylenen üniversiteler yabancı dille eğitim verenler. En iyi okullar bu işi en
iyi bildiğine göre bütün okullarda öğretim dili İngilizce olmalıydı o zaman.
Gürüz’ün esas söylemek istediği şeylerden biri bu idi. Zımnen şunu da demek
istiyordu: Evet sonunda başardık. Dil devrimi ile Türkçeyi ortadan kaldırdık.
Ölü bir dille bilim olmayacağına göre öğretim ana dilimiz ve bilim dilimiz
İngilizce veya başka bir dil olsun. Ana sınıfından üniversiteye kadar okullarda
İngilizce zorunlu tutuluyor günümüzde. Gelin görün ki üniversiteden mezun olan
genç iki cümle İngilizce konuşamıyor. Bütün okullarda öğretim dilini İngilizce
yaparsak durum ne olur artık anlayın siz.
İnsan dilini önce ailesinde öğrenir daha sonra okulda
geliştirir ve zenginleştirir. Bizim eğitim sistemimiz dil konusunda o kadar
maharetli ki çocuklar okuduklarını anlayamıyor. Bugün biz meselenin
ciddiyetinden, dilimizi kimliğimizi kaybetmekten bahsediyorsak bunun esas sebebi
milli eğitimin dilimizi öğretememesi veya öğretmek istememesi.
D. Mehmet Doğan aydın mesuliyeti taşıyan bir yazar olarak dili
döndüğü kadar Türkçemiz günden güne eriyor diye feryat ediyor. Yatıp kalkıp dil
diyor, Türkçe diyor. Sadece tenkit edip köşeye çekilmiyor. Tenkit ve tahlilden
sonra teşhis koyuyor ve çözüme dair bir takım reçeteler sunuyor. Dilimizin
başına gelen bunca soykırım ve katliama rağmen Doğan umutsuz değil. Çünkü
Müslüman hiçbir zaman umudunu kesmez Üzerine düşeni yerine getirmeye çalışıyor.
Konuya muhatap kişi ve kurumlardan da bunu bekliyor. Kitaptaki yazı
başlıklarından biriyle her zaman bir umut ışığı olduğunu da göstermiş oluyor
bize.“ Türkçe Şiirle Kurtulacak” bu yazısında yazar, sentetik, uydurma
kelimelerin şiire nüfuz edemediğinden bahsediyor. Bu uydurma kelimelerle edebiyat
yapılamayacağından dem vuruyor. Güncel edebiyat dergilerinden örneklerle
şiirlerde işlenen dilin Türkçemiz için umut olduğunu söyleyerek sahih dilimizle
beslendiğimiz sürece kültür varlığımızın devam edeceğini vurgulamış oluyor.
Hiçbir mesele çözümsüz değildir. Yeter ki samimiyet ve gayret
olsun. Dil meselesi ve çözümleri ile ilgili bütünü ihtiva eden bir Türkçe şurası
yapıldı 26-27 Kasım 2021 tarihinde. 2021 yılı Yunus Emre ve Türkçe yılı ilan
edilmişti malumunuz. Bu münasebetle Türkiye Yazarlar Birliği, Yunus Emre
Enstitüsü, Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi ve Türkiye Dil ve Edebiyat
Derneği müşterek olarak bir Türkçe Şurası tertip ettiler. Tyb Şeref Başkanı D.
Mehmet Doğan da bu tertip heyetinde idi. Bu şurada, dilimizin dünü, bugünü ve
yarını konuşuldu. Ve bir sonuç raporu yayınlandı. Meselenin çözümüne dair
teklifler, tavsiyeler ve uygulama ile ilgili görüşler sunuldu. Umarız
devletimizin icra makamında yer alanlar bu şurayı dikkate alır ve çok geç
olmadan dilimizin daha fazla erozyona uğramadan sahih bir şekilde zenginleşerek
varlığını sürdürmesi konusunda gereken hassasiyeti gösterirler. Dilimizi
kaybedersek kim olduğumuzun, nerede ve ne için yaşadığımızın bir önemi
kalmayacak.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder