Orta Toros Dağları ile Doğu Toros Dağlarının kesişim noktasına yakın bir yer olan Kahramanmaraş’ın Merkez ilçesine bağlı Döngel Köyünde dünyaya gelmişim. Çocukluk yıllarım bu zor coğrafyada, yoksulluk içinde ve çok mutlu bir şekilde geçti. Yazın yaylalarda oğlak güttüm. Sümbül, çiğdem ve kekik kokladım. Hayvanlarımıza kışlık yem hazırlamak için çakşır, kenger, dağ yoncası gibi yem bitkilerini topladım. Ardıç oluklu pınarların buz gibi soğuk sularını içtim. Şehir çocuklarının hayvanat bahçesinde kafesin içinde gördüğü ayı, kurt tilki, tavşan gibi hayvanları doğal yaşam alanlarında gördüm. Şahin, kartal, doğan, atmaca gibi yırtıcı kuşların yaşam koşullarına tanıklık ettim. Radyodaki türkü programlarının yerine bülbül ve keklik gibi ötücü kuşların sesini dinledim. Yaylaların serin havasında hakiki tere yağı ve doğal kara kovan balı ile beslendim. Obamızdaki çocuklarla çelik çomak, kale, kızgın taş gibi oyunlar oynadım. Yaz tatili bitince köyümde okula gittim. Tahta arabalar yapıp bindim. Arkadaşlarımla sokak ortalarında birdirbir, saklambaç, yakın topu gibi oyunlar oynayarak zaman geçirdim. Kar yağdığı zaman gübre torbasının üzerine binerek kayak yaptım. Dağlarda tavşan avladım. Tekir çayında olta ile kırmızı benekli alabalık tuttum. Anlayacağınız çocukluk yıllarım oldukça hareketli ve verimli geçti.
Çocuk iken yüzlerce ilgi çekici hadiseyi ya bir zat yaşadım ya da yakından tanıklık ettim. Dağlarda dolaşırken eli silahlı hırsızlar gördüm. Kaçak kazı yapan definecilerle karşılaştım. Dağlarda karşılaştığım kurtlardan korktum. Tavuklarımızı kaçırmaya gelen tilkilere av tüfeğiyle ateş ettim. Ayı ile köpeğin boğuşmasını canlı olarak izledim. Köyler arası kavgaya karıştım. Düğünlerde halay çektim. Çayırlarda güreş tuttum. Ben gözlerimle görerek tanık olduğum veya bir zat yaşadığım binlerce anı arasından hiç unutamadığım bir ayı avı macerasını sizlere anlatmak istiyorum.
O sene dağlara, köylere, ovalara o tarihe kadar görülmemiş, duyulmamış miktarda kar yağdı. Köydeki tek katlı evler tamamen karın içine gömüldü. Bu evlerde yaşayan vatandaşlar evin kapısını açıp dışarı çıkmakta zorlandı. Devasa büyüklükteki çam, ardıç ve sedir ağaçları üzerine yağan karın ağırlığını taşıyamayarak kökünden yıkıldı. Kurucova Tüneline çığ düşmesi sonucu Kahramanmaraş Kayseri karayolu ulaşıma kapandı. Yolda kalan yolcuları Kurucova ve Tekir köylerinin halkı günlerce evinde misafir etti. Dağlardaki ormanlık yeşil alanlar gelinlik giymiş bir kız gibi beyaza büründü. Dereler, tepeler ve çukurlar kar ile doldu. Yollar açılmadığı için öğrenciler okula gidemedi. Memlekette adeta adı konulmamış bir felaket yaşandı.
Yüksek yaylalarda yiyecek bulamayan tilki, kurt gibi vahşi hayvanlar köylere indi. Vatandaşların ahırındaki hayvanlara saldırmaya başladılar. Serçeler, keklikler evlerin verandasının altına atılan yemleri tavuklarla birlikte yediler. Hayvanlar otlamak için doğaya gidemeyince evdeki yem mevsiminden önce tükendi. Vatandaşlar hayvanlar acından ölmesin diye şehirden köye çuval çuval yem taşıdı. Bakkal Muzaffer’in şehirden getirdiği çay, şeker, tuz gibi temel ihtiyaç maddelerini köy halkı karayolundan bakkala kadar imece usulüyle sırtlarında taşıdılar. Hayvanlar ahırdan dışarı çıkamayınca köy halkı çeşmeden kovalarla su taşıyarak hayvanlarını leğenlerle suladılar. Lambalara koyacak gaz kalmadı. Çaya atacak şeker bulunmadı. Komşu komşunun külüne muhtaç sözünün doğru olduğuna o zaman inandım. Evimizdeki bir kilo şekeri komşularımızla bölüştük. Komşularımızın evindeki bir paket tuzu paylaştık. O kış yaşadığımız felaketi tam manasıyla anlamak için yaşamak gerekir. Vaziyeti kelimelerle anlatmak mümkün değildir.
Yardımlaşarak, tasarruf ederek zor bela mart ayına kavuştuk. Mart ayında karlar erimeye başlayınca dereler, ırmaklar coştu. Yağmur suları da buna eklenince sel felaketleri yaşanmaya başlandı. Yalnız bizim köyde dört ev sele gitti. Sele giden evlerden bir adet çay kaşığı bile kurtarılamadı. Bu sel felaketlerinde can kaybı yaşanmadığı için mutlu olduk.
Köylere yakın rakımı düşük bölgelerin karı eriyince otlar yeşermeye başladı. Otlar yeşerince çobanlar sürülerini otlatmak için dağlara götürmeye başladı. Mevsimi geldiği halde Keş Dağı, Eşme, Karlık gibi yüksek rakımlı yaylaların karı erimedi. Yüksek yerlerdeki inlerinde kış uykusuna yatan ayılar kış uykusundan uyandı. Yüksek yaylalarda yiyecek bulamayınca ayılarda engin yerlerde inerek karınlarını doyurmaya başladılar. Karınlarını doyurmak için engin yerlerdeki arazilere inen ayılar köylerin içine kadar gelerek hayvanları telef etmeye başladılar. Sadece bizim köy değil Tekir, Tanır, Çukurhisar gibi komşu köylerden de sürülere ayıların saldırdığı hususunda haberler gelmeye başladı. Köy halkının malını ve canını ayılardan korumak için yöredeki avcılar harekete geçti.
Bizim köy ve komşu köylerdeki birçok avcı silahlarını ellerine alıp ayıları öldürmek için dağlara çıktılar. Bir hafta içinde çok sayıda ayının öldürüldüğü hususunda onlarca haber duyuldu. Tabi bu haberlerden her birinin hikayesi ayrı, yöresi farklıydı. O kadar ayı avcılar tarafından öldürüldüğü halde ayıların keçi sürülerine saldırısı konusundaki havadisler bir türlü kesilmedi. Her gün ayrı bir saldırı haberi duymaya devam ettik. Bir gün Yeşilgöz’den bir gün Kısıktan ayıları sürüye saldırdığı konusunda haberler gelmeye devam etti. O zamanlar bizim yörede her evin veya her ailenin mutlaka ama mutlaka bir sürü keçisi olurdu. Geçim kaynağımız hayvancılıktı. Keçisi olmayan insan fakir sayılırdı. Köy halkı zekatını, fitresini keçisi olmayan ailelere verirdi.
Yahya Ali namıyla bilinen merhum amcam Ali Karadaş keskin bir nişancı, usta bir avcıydı. Attığını vurur, kovaladığını tutardı. Komşu köylerden hayvanları zarar gören sürü sahipleri amcamı ziyarete gelmeye başladılar. Ziyarete gelen insanlar çoğu hayvanlarını öldüren ayının bir günde çobanlarına zarar vereceğinden korkuyorlardı. Ayının çok uyanık bir ayı olduğundan bahsediyorlardı. Amcamdan bu ayıyı vurmasını istiyorlardı. Hatta ayıyı öldürmesi durumunda amcama ödül olarak birer tane keçi vereceklerini bile söylüyorlardı. Bu konuda gelip giden insan çoğalınca amcam ayının peşine düşmeye karar verdi. Ayının avına gitmek için savaşa gidecek asker misali hazırlıklara başladı. Önce kendisi gibi keskin bir nişancı olan amcasının oğlu Kazım ile görüştü. Zorda olsa Kazım’ı ava gitmeye ikna etti. O zamanlar bizim köyde bazı varlıklı ailelerin evinde Osmanlı döneminden kalma beşli mavzer vardı. Kazım Amca Mustafa Kâhya ile Kara Mehmet’in mavzerlerini ödünç olarak aldı. Kara Mehmet’in mavzerini amcama verdi. Mustafa Kâhyanın mavzeri kendinde kaldı. Dağda yiyecekleri azıklar hazırlandı. Karda giyecekleri lekenler(hetik) onarıldı.
Ben o zaman on dört on beş yaşında vardım. Amcam bana arada bir av tüfeğiyle atış talimi yaptırırdı. Bazen köy çevresindeki yakın yerlere tavşan, keklik avına götürürdü. Ava gittiğimiz zaman beni tehlikelere karşı gözü gibi korurdu. Bende amcamla ayı avına gidip bir macera yaşamak istiyordum. Amcam tehlike olur diye bütün yalvarmalarıma rağmen beni ayı avına götürmek istemiyordu. Konuya dedem müdahil olunca amcam istemeyerekten de olsa beni ayı avına götürmeye karar verdi. Tek şartı kendinin verdiği talimatlara harfiyen uymamdı ve ayı vurmamız durumunda ayının postundan pay istemememdi. Amcam beni ayı avına götürmeye karar verince nasıl sevindiğimi sizlere yazıyla anlatamam.
Babam başka bir yerde hayvanlarımızı otlattığı için evde yoktu. Annem ayı avına gitmemi kesinlikle istemiyordu ama beni durduramayacağını anlayınca akşamdan azığımı hazırladı. Amcam av tüfeğini bana verdi. Komşulardan ayağıma olacak ödünç bir çizme aldım. Profesyonel bir avcı edasıyla amcamdan önce bütün hazırlıklarımı tamamladım. Amcamın en önemli şartı dağda kendisin yanından beş metreden fazla ayrılmamamdı. Ava gideceğimiz günün akşamı hazırlıklarımı tamamlayıp yatağa girdim ama gözüme bir türlü uyku girmedi. Ava gideceğim için seviniyor, ayıyı ilk önce ben görürsem ne yapacağım diye heyecanlanıyordum. Yatağın içinde öte dön, beri dön derken üç dört saat kadar uyumuşum. Horoz ötüm vakti annem beni uyandırdı. Elimi yüzümü yıkayıp acele olarak üzerimi giydim. Evden çıktığımda Ali Amcam ile Kazım Amcanın yola çıkmaya hazır vaziyette beni beklediğini gördüm. Amcamın evi ile bizim evin arasında sadece altı metre genişliğinde bir sokak vardı. Bende yanlarına varınca üçümüz birden yola koyulduk.
Silahlarımızın ruhsatı olmadığı için Tekir Jandarma Karakolunun önünden geçmemek için Döngel Mağaraları istikametinden köyden çıkış yaptık. Kısıktan geçip, Aliş Arlıların evlerinin karşısından Kocalar obasına doğru yol aldık. Muratlar obasını geçerken Tekir Camisinden okunan sabah ezanı duyuldu. Saman Taşına varınca stabilize yoldan ayrılıp dağlara vurduk kendimizi. Dikenliğin altından geçip Sakız Aklığından doğru Sakız Boynuna çıktık. Sakız Boynundaki Çavuş Hüseyin’in kışlasına vardık. Çavuş Hüseyin’in evinde hafif bir kahvaltı yaptık. Hüseyin Amcayı da yanımıza alıp yolumuza devam ettik. Hüseyin Amca da memlekette namı olan bir avcıydı. Aynı zamanda ayıların yaşadığı bölgede çobanlık yapıyordu. Bu avda da bize mihmandarlık yapacaktı.
Sakız Boynunu geçip Arı Taşına varınca ilk kar ile karşılaştık. Arıtasından Ağıl kayaya doğru baktığımda karşımda her tarafı karla kaplı bir buz dağı görünüyordu adeta. Gideceğimiz patika yolun tamamı kar ile kaplıydı. Karla kaplı yolun etrafında tavşan ve tilki gibi av hayvanlarının ayak izleri gözümüze çarpıyordu. Biz ilerledikçe rakım yükseliyor, kar kalınlığı artıyordu. En önde Çavuş Hüseyin Amca, en arkada ben yürüyordum. Gov Boyuna varınca yürüdüğümüz patika yoldaki kar kalınlığı yarım metreyi geçti. Kar kalınlığı yarım metreyi geçti ama kar don olduğu için yürümemizi engellemiyordu. Kanlı Çukur, Kara Yakup, Teke Kayası gibi yüksek tepeler üzerleri sisle kaplı olduğu için gözükmüyordu. Eşme Yaylasına varınca dağlar birdenbire ıssızlaştı. Yollar, köyler evler görülmez oldu. Üzeri karla küçük tepeler, tepelerin yamacındaki beyaza boyanmış minare yüksekliğindeki ardıç ve sedir ağaçları içimi ürpertmeye başladı. Eşmeye varıp bu ıssızlığı, bu çaresiz coğrafyayı görünce ava gittiğime pişman oldum. Korktuğum için tek başıma geri dönme şansım yoktu. Kaderime razı olup amcamın yanı sıra yola devam etmeye karar verdim.
Çavuş Hüseyin Aşağı Eşmeye varınca bir ayı izi buldu. Ayı izini buldu ama Yukarı Eşmeye varınca kar yağışı nedeniyle iz kayboldu. İz kaybolunca avcıların değerlendirmesi neticesinde ayının büyük bir ihtimalle Karlıktan yüze geçtiği yönünde düşünce hasıl oldu. Orada bir arama planı yapıldı. Kazım Amca Ayı Düşen İnlik tarafından, Çavuş Hüseyin Bıçaklıların Yurdu tarafından, Amcam ile ben ise Sakızlı Çukur tarafından Karlık Yaylasına hareket ettik. Biz Sakızlı Çukurdan geçip Karlığın Hacı Tıraşın Yurdunun arkasındaki tepeye varınca Kazım Amca Kavlak Ahmet’in Yurdunun arkasındaki tepeden “Buraya gelin” diye bizi çağırdı. Bu arada kar yağışı durdu. Rüzgâr kesildi. Rüzgârın kesilmesiyle dondurucu soğuktan kurtulduk.
Hava biraz ısındığı için karlar hafiften yumuşamaya başladı. Yumuşayan kar üzerinde bizim yürümemiz zorlaştı. Amcam sırtındaki lekeni indirip ayağına bağladı. Ben ise amcamın leken ile bastığı izlere basarak kara saplanmaktan kurtuluyordum. Bu zor şartlar altında bir kilometre kadarlık bir mesafeyi yarım saatte ancak yürüyebildik. Kazım Amcanın yanına giderken güney taraftaki sis perdeleri hafiften açıldı. Sis perdesi açılınca güneye baktığımda Delik Höbek tepesi beyaza boyanmış bir hançer gibi karşıma çıktı. Güney doğu tarafımızdaki Kapılı Yolak dağı modern bir kayak pisti edasıyla yamacımızda duruyordu. Kazım Amca yanına yaklaştığımızda eliyle ayının girdiği ini işaret etti. Yanına vardığımızda ise ayının dışkısı takip ederek inini bulduğunu söyledi.
Biz vardıktan beş dakika sonra Hüseyin Amcada geldi. Ben ayıdan korktuğum için inin yanına bile yaklaşamadım. Amcam inin başına varınca mavzerle bir iki mermi sıktı. Hep birlikte bağırdılar çağırdılar ama ayı bir türlü ortaya çıkmadı. Ali amcam iki üç tane av tüfeği mermisinin içindeki barutu çıkartıp gazete kağıdıyla fitil yapıp yanında taşıdığı dinamit lokumunu deliğin içine doğru attı. Dinamit patladı ama ayı yine delikten çıkmadı. Bu arda açlıktan karnımız zil çalmaya başladı. Ayının inine hâkim bir kayanın altındaki mağaranın önüne oturup azıklarımızı yemeye başladık. Daha ağzımıza aldığımız ilk lokmaları çiğnerken tünelden çıkmış tren misali kızıl renkli kocaman bir ayı homurdanarak delikten çıktı. Ben ayıyı görünce oturduğum yerde dizlerimin bağı çözüldü. Ağzımda çiğnediğim lokmayı yutamadım. Ayının homurtusu dağları taşları inletiyordu. Ayı delikten çıkar çıkmaz amcam anında refleks gösterip oturduğumuz yerin yanındaki bir taşa dayamış olduğu mavzeri kaptığı gibi ayıya ateş etti. Ayı ilk mermide başından isabet aldı. Başından isabet alan ayı can havliyle köze basmış aptal gibi en az üç metre havaya sıçradı. Tekrar dört ayağının üzerine yerdeki karın üzerine düştü. Ayının bu acıyla bağırtısı yeri göğü inletiyordu. Başından fışkıran kan en az iki metre karelik zemini kırmızıya boyadı. Ayıya Çavuş Hüseyin Amca iki mermi daha sıktı. Ayı ayaklarını karnını altına doğru çekerekten oracıkta can verdi. Ayı artık ölmüş Yeşilgöz Köyünün çobanları tehlikeden kurtulmuştu ama benim içimi bir hüzün kapladı.
Azıklarımızı yiyip karnımızı doyurduktan sonra amcam kazan kabı dediğimiz sırt çantasından kocaman bir bıçak çıkartıp ayıyı arka sağ ayağından yüzmeye başladı. Ben ayının ayağını tutarak amcama yardım etmeye ediyordum. Kazım Amcada cebinden bir bıçak çıkararak ayının sol arka ayağından derisini yüzmeye başladı. Ayının derisinin kalınlığı yarım santimden fazlaydı. Ayı iki yaşlı bir tosun büyüklüğünde vardı. Pençeleri insan elinden büyüktü. Ayıyı yüzdüğümüzde Amcamın sıktığı ilk merminin ayının başına isabet ettiğin ve beynini tamamen dağıttığını gördük. Ayıyı komple tuluk olarak yüzdüler. Postunu taşımak için yanımızdaki ardıç ağacından iki metre uzunluğunda bir sopa yapıp postu birkaç yerinden sopaya bağladılar. Amcam sopanın ön tarafını, Kazım Amca arka tarafını omuzuna alarak yürümeye başladılar. Bu sırada ben av tüfeklerini, Hüseyin Amca mavzerleri taşıyordu. Daha biz hareket ettiğimiz yerden iki yüz metre kadar uzaklaşmıştık ki o havalideki kartalar, kuzgunlar, doğanlar ve adını bilmediğim diğer yırtıcı kuşlar ayının leşine saldırmaya başladı. Biz gittiğimiz yoldan köye tekrar döndük. Ayının postunu Kazım Amcanın evine bıraktık. Ayının postunu dört saat omuzunda taşıyan Ali Amcam ile Kazım Amca yorgunluktan bitap düşmüştü. Bir an önce yatmak için Amcam ile ben birlikte evimize gittik. Eve vardığımda annem yatsı namazı kılıyordu.
Sabahleyin Kazım Amca ayının postuna ağaçtan iskelet yaptırmış. İçini saman ile doldurmuş. Gözlerine cıncık bilye taktırmış. Ayıyı adeta canlı haline döndürmüş evinin balkonuna koymuş. Köy halkının tamamı ayının postunu görmek için Kazım Amcanın evine akın etti. Canlısını gördüğüm halde merak edip bende gittim Kazım Amcanın evine. Kazım amcanın evine vardığımda Kazım Amcanın evinin panayır yerine döndüğünü gördüm. Onlarca insan ayının postunu görmek için toplanmıştı oraya. Kalabalık arasında ayıdan korkup ağlayan çocuklar gördüm. Ayının postu üç gün Kazım Amcanın evinin balkonunda teşhirde kaldı. Bizim köyde ve komşu köylerde ayının postunu görmeyen insan kalmadı.
Kazım Amca ayının postunu üç gün evinin balkonunda teşhir ettikten sonra dördüncü gün postu köyün minibüsünün bağıcına yükleyerek Maraş’a satmaya götürdü. Maraş’ ta ayının postunu gören ahali Kazım Amcanın başına toplanmış. Muhabirler Kazım amcanın eline bir av tüfeği tutuşturup resim çekmişler. Kazım Amca postu satamadan köye geri getirdi. Ali Amcam ile ben Kazım amca Maraş’tan dönünce akşam evine gittik. Kazım Amca Maraş’ta yaşadığı hadiseleri saatlerce anlattı bize. Bir gün sonra bütün ulusal gazeteler Yedi Köyün Ayısını Öldüren Avcı Kazım manşet haberiyle yayımlandı. Gazete haberini okuduğumda Kazım amcanın anlattıklarının biraz abartılarak yazıldığını gördüm.
Bir gün sonra Kazım Amca ayının postunu bir deri tüccarına bir inek alabilecek miktarda paraya sattı. Ali Amcam, Kazım Amca ve Çavuş Hüseyin Amca postun parasını paylaştılar. Beni de mahrum etmediler. Az bir miktarda bana da para verdiler. Onlara postan aldıkları para, bana da yaşadığım macera kar olarak kaldı.
Yaşadığım bu tehlikeli macerayı hiç unutmadım. Halen de hafızamın bir köşesinde yaşayıp tazeliğini muhafaza etmektedir
An anlattığın hayat şartlarını böyle zor değilse de, ben de yaşadım hocam. Geçmişe götürdüm gençliğimi cocukluğumu hayalide olsa bana yaşattın. Teşekkürler ederim. Selamlar ve saygılar.
YanıtlaSilTeşekkür ederim kardeşim. Geçmişten ders almayan milletler geleceğe güvenle bakamaz
YanıtlaSilTeşekkür ediyorum ediyorum kardeşim dilinize, yüreğinize ve emeğinize sağlık olsun. Yaşamak ve anlatmak ikisi bir arada bu herkese nasip olmaz. Sağlık ve afiyetler diliyorum. Daha nicelerine inşallah.
YanıtlaSilTeşekkür ediyorum çok güzel.
YanıtlaSilYaşar Şakalar
YanıtlaSilÇok güzel bir hikaye olmuş eskiden ebelerimiz hikaye anlatırlardı böy dilinize elinize sağlık hocam
YanıtlaSil