ZEHİRLENDİK/Seyfettin ALBAYRAM



Toplum olarak kirlendik, zehirlendik. Toplumun her kesimi bu zehirden payını aldı. Yüce yaradan ın sığdığı kalplerimiz kirlendi. Bu zehrin panzehrini bulmamızda zor görünüyor.

 Çocukken rüyalarımda hep uçardım. Kollarımı bir kanat gibi kullanarak hız kazanır, Gazi Antep'in üzerinde dolanır dururdum. Kuş bakışı insanları seyretmek keyif vericiydi. Benim için tek renk vardı o zaman 'Gök mavisi'. Her yer gök mavisiydi. Huzur doluydum. Sabah uyandığımda rüyamı anneme anlatırdım. "Oğlum çocuklar Melaike dir, melaikeler uçar" derdi. Acaba hala bütün çocuklar uçuyor mu? Yoksa internet ve dijital oyunlar kanatlarına el mi koydu?

Uçma deneyimimde ilk başarısız olduğumda ortaokula yeni başlamıştım. Sınıf arkadaşlarımın hemen hepsi kenar mahalle çocuğuydu. Hepimiz birbirimize benziyorduk, bir kişi hariç. Adı Yakup'tu. Bir kuyumcu çocuğuydu. Hepimizden farklıydı. Bizim ceketlerimizde yediğimiz yemeklerin listesi sırıtırken, O hep temiz giyimliydi. Ceketi ve pantolonu her zaman ütülüydü ve temizdi. Bize göre beyaz tenliydi. Hepimizden de yakışıklı sayılırdı. Bizler birbirimizle şakalaşıp boğuşurken, O hep bir kenarda durur bize pek karışmazdı. "Gel oynayalım" derdik ," yok ben seyredeceğim" derdi.

 Din dersi öğretmenimiz sınıfa girdi ve "Yakup, sen istersen dışarı çıkabilirsin evladım" dedi. Şaşırmıştık, hepimiz Yakup'a bakmaya başladık. "Yok, öğretmenim, ben dersi dinleyeceğim," dedi. Sonra sınıfa dönerek "çocuklar arkadaşınız Musevi "dedi. Sırayla "geçmiş olsun Yakup" demeye başladık.

 Ben hasta değilim ki, Musevi’yim.

 Musevi ne demek?, hepimiz çocuktuk işte. Bütün çocuklar çocuk değil miydi? Sonra, bütün renkler gök mavisi değil miydi yoksa?

 Değilmiş. Zihnimde renkler değişmeye, belirginleşmeye başlamıştı. Mavi, derken kırmızı, yeşil, sarı, beyaz, siyah, sonra bunların tonları, ara renkler. Kırmızı birden kızıla dönmüştü. Atatürk lisesinin ortaokul kısmında sabahları biz, öğleden sonraları liseliler okuyordu. Liseliler her gün boykot yapıyordu. Bizleri de dışarı çıkarmaya başladılar. Başta hoşumuza gidiyordu. Çalışmadığımız dersin sözlüsünden, yazılısından kurtuluyorduk. Bazı öğretmenlerimiz de dışarı çıkıp arkadaşlarımıza destek olmamızı öneriyordu. Birileri kızıl bayraktan söz etmeye başlamıştı. İlk potumu sözlüsüne çalıştığım dersten çıkmak istemediğimde kırmıştım. Beni hırpalamaya çalıştılar. "Boykot kırıcı mısın ulan, sen" diyorlardı. Kırmayı anlamıştım, ama boykot kırmanın ne demek olduğunu anlamamıştım.

 Okulun adına Atatürk Lisesi değil, “Küçük Moskova” diyorlardı. Yine küçüğü anlamış ama Moskova'yı anlamamıştım.

 Niyazi isminde bir arkadaşım vardı. Şakalaşırken ceketinin yakasının arkasında elime bir şey değdi, çevirdim bir Türk Bayrağı rozetiydi.

 Ne güzelmiş.

 Sana verebilirim, ama benim gibi ceketinin arkasına tak, başın belaya girer.

 Alnı yoğurtlulardandım. Kavgadan kaçacak adam mıydım? Hem karate' ye de başlamıştım. Kendimi Wang Yu sanıyordum.

 Beni dövecek adam daha anasından doğmadı. Ver ben takarım.

Taktım. Göz ucuyla rozete bakarak kantine indim. Bayağı da yakışmıştı. Birden ayaklarım yerden kesildi. Liseli iki öğrenci koluma girmiş, beni kantindeki öğrenci odasına götürüyordu. O zaman kantinde bir öğrenci odası vardı. Oraya öğretmenler de dahil biz giremezdik. Liseli abiler oturuyordu. İçeride sigara dumanından göz gözü görmüyordu. Başkan dedikleri bir liselinin karşısına götürdüler.

 Başkan bak sana bir “faşist” getirdik.

 Başkan bana bakarak "sen faşist misin?"

Oda ne demek "Ben çocuğum"

 Güldüler, sonra birisi omuzuma dokunarak "bırakın bu genci, bu Kemalist, bizden sayılır ".

  Mahallemizde bir Meyrem teyze vardı. Kocasının adını bilmezdik. Hamallık yapardı. Pek kimi kimsesi yoktu. Meyrem teyze kocasına "Kürdoğlu" diye seslenirdi. Meyrem teyze pek kimseye gidip gelmezdi. Bazen bize gelir, zaten çok ta oturmazdı. Ramazan aylarında bize geldiği olurdu. Annem, küçük kardeşlerim oruç tutmadığı için önlerine yemek koyardı. Meyrem teyze de bir kaç defa bu yemek faslında bize geldi.

Annem,"Meyrem teyze karnın açsa gel yemek ye "diye buyur etti.

 Yok, kızım, ben niyetliyim.

Yıllar sonra Meryem teyzenin ve kocasının ermeni asıllı olduklarını öğrenmiştim. Aslında oruç tutmuyorlardı. Ancak bu saygılı davranış bende iz bırakmıştı. Öğretmen olduktan sonra kocası da ölen Meryem teyze’ ye annem kanalıyla elimden geldiğince yardım etmeye çalıştım.

 Yetmişli yılların başı, babam Almanya ya işçi olarak gitti. Komşularımızdan da kocası Hollanda’ ya, Almanya’ ya gidenler vardı. Kadınların hemen hiç birisi okuma yazma bilmezdi, mektuplarını ben yazar, gelen mektupları da ben okurdum. Babam izine geldiğinde bana bir daktilo getirmişti. Artık mektupları daktiloyla yazıyordum.

Uzmanlaşmıştım. Giriş kısmını hep ben başlatırdım "Evvela selam eder büyüklerin ellerinden küçüklerin gözlerinden öptürürdüm. Sonra istek kısmına geçer mektup sahiplerine sözü bırakırdım. Elma yanakları, kiraz dudakları hep öğrenmiştim. Araya dörtlüklerde sığdırır” kestane kebap acele cevapla” mektubu bitirirdim. Ancak sır saklanırdı. Anneme bile ne yazdığımı anlatmazdım.

 Yakup'a ne mi oldu? Bir dönem daha bizimle güvercin tedirginliğiyle okudu ve bir gün göçüp gittiklerini işittik.

 Renklere dokunmayın efendiler, bırakın çocuklar( en azından rüyalarında bile olsa) özgürce uçsunlar.

 Hayırlı ramazanlar

9 Nisan 2022

1 yorum:

  1. Bu Dünya'daki en önemli şeylerden birinin saygı olduğunu anlamamız lazım. O zaman dünya daha yaşanılır bir yer olucaktır...

    YanıtlaSil