Televizyon; bizi etkileyen, tesir etkisi hayli yüksek bir iletişim aracı olarak günümüz insanının vazgeçilmezi niteliğinde başköşeye kurulmuş bir vaziyettedir. Bugün evleri mizin hemen hepsinde var olan televizyon, temel ihtiyaçlar dizesi içerisinde birinci sırayı almış durumdadır. Eskiden
odalarımızı kıbleye göre düzenlerken, artık günümüzde oda düzenleri televizyona
göre ayarlanır oldu! Artık evlere misafirliğe gidildiğinde sohbetlerin yerini;
televizyonda sergilenen dizi-filmler, Türkiye’yi ve dünyayı kurtarma çabası
içerisinde olan tartışma programları, kültür ve medeniyetimizle yakından
uzaktan hiçbir alakası bulunmayan ve hatta mübarek aile müessesemizin temeline
dinamit koyan izdivaç programları, irfandan yoksun ve hafızaya çakıl taşı gibi
saplanan genel kültür programları… almıştır. Ajansları takip ederken, ‘Asıl
haberden haberimiz var mı?’ diye kendimize sürekli soralım ki, işte o zaman
aslımıza rücu etmiş olalım. Çünkü ecdat o kutlu zamanlarda dünyada olan-biten
her şeyi takip ederken, asıl takipçisi olduğu gerçekliğin her zaman farkında
oldu ve bu farkındalıkla ismini tarihe altın harflerle yazdırdı. Cemil Meriç
televizyon için şu ifadeleri kullanmıştır: ‘Televizyon; aylak, şuuru iğdiş
edilmiş, hiçbir zaman okumak ve düşünmek alışkanlığı kazanmamış sokaktaki adam
için icad edilmiş bir nevi afyondur.’
Televizyonu içtimai hayatta meydana
getirdiği karmaşadan dolayı veyahut da içtimai hayatı direkt olarak parçalayan
yayınlarda bulunmasından dolayı ‘fitnevizyon’ olarak ifade etsek hiçte
yanlış olmaz. İçtimai hayatta insan ilişkileri çok önemli bir konumdayken, TV
bağımlısı insanların türediği toplumda, insan karakutu karşısında kendisine
sunulan(maruz kalınan) hayal dünyasında bireyselliği iliklerine kadar yaşamakta
ve Modernizm’in kaçınılmaz sonucu olanbireyselleştirilmiş insan tipi oluşmaktadır.
Televizyonlarda gördüğümüz hayat bu milletinhayatını
yansıtmamaktadır. En basitinden; renkli ekranlarda gördüğümüz insanların
giyim-kuşamı, aile ilişkileri, hal ve hareketleri, ağızlarından çıkan kelimeler
ve o kelimelerin manasızlığı bu insanların biz olmadığını çok açık bir şekilde
ortaya koymaktadır. Acaba kaç kişi kendisine ‘İşte tam benim hayatımı veya
bizim hayatımızı canlandırıyor demiştir?’ Cevap kocaman bir hiç olacaktır.
Bununla birlikte insanlık için büyük bir nimet sayılan televizyon; insanlığa
yararlı olacak işlerde, güzel amaçlar doğrultusunda ve bilinçli olarak
kullanıldığında, hem büyüklerin hem de çocukların ahlaki değerlerine ve
kültürel yapısına çok büyük katkıda bulunacağı söylenebilir. Ve bu potansiyel
günümüze kadar geliştirilen teknolojik aletlerden yalnızca televizyonda
mevcuttur.
Ancak tüm bu olumlu yönlerinin yanında
Türkiye ve dünyada televizyonun yol açtığı ahlaki çöküntü ve yozlaşma çok büyük
seviyelere ulaşmıştır. Büyüğünden küçüğüne, gencinden yaşlısına herkesin ama
özellikle çocukların televizyon müptelasından elden geldiğince uzak tutulması
gerekmektedir. Ya da seçiciliği son kerteye çıkarmak en doğrusu olacaktır.
Bilhassa çocuklarda bu hususa daha çok riayet edilmesi gerekir ki; herhangi bir
kire bulaşmamış, saf ve duru zihinlerin fuzuli şeylerle doldurulması, ileride
çocuğun kişiliğinde bazı sarsıntılara yol açacaktır. Ve devamında idrakten
yoksun, değerlerine yabancı, büyüklerin sürekli şikâyet ettiği neslin gelmesi
kaçınılmaz olacaktır. Çocuklar kimi örnek alacak? Hangi değer yargılarına sahip
olacak? Çocukları saatlerce TV karşısında bıraktıktan sonra onlar için ‘bizim
çocuğumuz’ demek belki genetik olarak doğru olabilir. Ama fikir ve ruh
bakımından televizyonun olduğunu kabullenmemiz gerekmektedir.
Aslında bilinçli kullanıldığında zarar
derecesini en aza indirgeyeceğimiz televizyonun elbette faydalı yönleri de yok
değildir. Lakin kullanımın bilinç dışı olması hem zihinlere hem de zamana en
büyük zararı vermektedir. Normal şartlar altında bir insanın günde ortalama üç
saatini TV karşısında geçirdiğini düşünecek olursak bu, yılda 1080 saate yani
45 güne tekabül eder. Günde sekiz saat uykuyu da buna ilave edecek olursak bir
insanın ömrünün neredeyse yarısı TV karşısında ve uykuda geçmektedir. Tüm
bunları görünce insanın aklına ister istemez şöyle bir sual gelmektedir: ‘Acaba
biz dünyaya TV izlemek ve uyumak için mi geldik?’
Çocuk yetiştirmekten yoksun annelerin
sözde eğitici televizyon programlarını çocuklarına izlettirmesi, kurda kuzuyu
teslim etmekten farksızdır. Film sektörünün neredeyse merkezi olan Amerika’da
Amerikan Pediyatri Akademisi’nin araştırmasına göre iki yaşın altındaki
çocuklara ‘kesinlikle’ televizyon izlettirilmemeli. Gel gelelim bu
ifadeleri açıklayanlar, çocuklar için çizgi film yapmaktan da geri
kalmamaktadırlar. Galiba bu durum çok büyük bir sanat icra eden bu kişilerin
sanattaki karaktersizliğini ortaya koymaya yeter, artar da.
Televizyonun insanlarda alışkanlık yaptığı yapılan araştırmalarca ortaya
konulmuştur. Bağlanma, bunların en başında gelen alışkanlıktır. İnsan kiminle
uzun bir süre vakit geçirirse, onun bakış açısı ile hayata bakmaya başlar ve
hayatı da o doğrultuda biçimlenir. ‘Bana arkadaşını söyle, sana kim olduğunu
söyleyeyim’ sözü burada ifade edilmesi gereken, kulaklara aşina sözlerden
sadece birisidir.
Burada vazife yine anne ve babalara
düşmektedir ki, yapılması gereken temel şeylerin başında geleni aile sohbetini
tesis etmek olacaktır. Aile içi iletişimin olmadığı bir toplumdan kişilik ve
kimlik olarak sağlıklı bireylerin çıkmayacağı gün gibi aşikârken, günümüzde bu
sohbete ender rastlanması halimizin çokta iç açıcı olmadığını göstermektedir.
Esasında çocuk ve gençlerden ziyade anne-babaların televizyon bağımlılığından
tez elden kurtulması gerekir ki; bu hususla alakalı Bediüzzaman Said Nursi(ra)
‘Sizin ailenizdeki masum evlatlarınızla masumane sohbet yüzer sinemadan daha
ziyade zevklidir.’ demiştir. Eğer biz karakutunun kapatma düğmesine basıp
dünyadan ailemize dönemiyorsak asıl sorun bizde demektir.
Mübarek Selçuklu ve Osmanlı
dönemlerinde İslam’a sancaktarlık yapıp, cihan hâkimiyetini tek başına elinde
bulunduran o kutlu nesil, aileye layık olduğu değeri vererekten tüm bunları
başarmıştır. Başarılmışların tekrardan başarılması çokta zor olmayacaktır.
Koltuktan kalkıp kapatma düğmesine basmak kaydıyla.
Kanal’izasyon çukurundan kurtulmanın
vakti geldi, geçiyor bile.
Bu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.
YanıtlaSilHayırdır Bekir tekrara düşüyorsun. Koltuktan kalkıp televizyonun düğmesine bastık kapattık. Baktık ki değişen bir şey yok; tablet çıkmış, çok işlevli telefon çıkmış, bilgisayar diye bir şey üretilmiş hele bir de bunlara tüm imkanı sağlayan internet diye bir şey eklenmiş. biz yeni nesiller bu yazıyı milattan önce ilk okuduğumuzda da televizyon mu kaldı demiş ama susmuştuk. Bir de okumayı sevmiyoruz, eskisi gibi ihtiyarlara da kıymet vermiyoruz dolayısıyla eski (osmanlı ve selçuklu) ya da daha yakın geleneksel İslami aile yapısını da bilmiyoruz. onlar ne yaparlarmış ki teknoloji olmadan.
YanıtlaSilBekir Büyükkurt'un "ÇAĞIN AFYONU: TELEVİZYON" yazısı; editör tarafından yeniden yayınlanmıştır
YanıtlaSil