Başlangıç
Hayatın sıfır noktasında sözün
darasının alındığı; mevsimlerin saatleri, saniyeleri, hüzün denizine
istiflediği bir çemberin içindeydim. Bu çember bir haleyi andırıyor katman
katman soyut zamanlardan oluşuyordu. Her katmanın arası binlerce yıl acı
çekilmiş bir hüznün yolculuğu, yokluk ile varlık arasında uçsuz bucaksız
sözcüklerin sıralandığı bir çember… Zaman çemberin etrafında dönüyordu,
acıların kaypaklaşmış mahrem anıtların çatlaklarından sızıyordu ağıtlar.
Çemberin bir ucunda sözün sıfır noktasında mevsimler yok olurken ayazın
tonlarında, diğer noktasında hayaller çemberin dışına çıkmaktan haya ediyordu. Hayal
ile gerçek sonbahar hüznü gibi yazın çehresine çarpıp suskunluğu tercih ediyor,
suskunluk sessizliği iç çekişlerle gecenin gündüzün üstünü örtmesi gibi
örtüyordu. Hayallerimin ötesinde gerçek alev alev yanıyor, hayatın sıfır
noktasında etrafıma çevirdiğim soyut çemberin nüansları bir başka hayale evriliyor,
gecenin katı rengi etrafta kanat çırpan gün ışıklarının üzerine konuyordu.
Suskunluğun sıfır noktasındaydım kaynamaya hazır sesler çarpıyor, dağlanıyor,
donuk bir ses olarak düşüyordu gök kubbeme. Özellikle içinde bulunduğum soyut
çemberinin suskunluk katmanı, seslerin bir bir istiflendiği, anlamsız cümlelerin
korku tünelleri oluşturduğu bir zamana gidip gidip geliyordu. Etrafımda uzak
iklimlerin çöl rengindeki sessiz bahçeleri dönüyor, döndükçe sessiz bahçeler
çemberin hiçlik tarafı artıyor aklın anlamayacağı kış rengine dönüyordu.
Acının sıfır noktasındaydım, hüzünler yüreklere
pazarlanmış gök kendi kubbesinde tarumar edilmiş, yenilmiş bir bahar mevsimi
olmuş yanı başlarında.
Yüreğin mevsiminden gecenin
rengini dağlandığı ve karanlığın mengeneyle sıkıldığı acının damla damla düştüğü
yerdeydim. Rüyalardan kurduğum şehir etrafımda sokakların bilinmez yürek
atışları bir balyoz gibi vuruyor beynime. Hiçliğin nehri geçiyor gün boyu hazan
gölüne dökülüyor bir bir umutlar. Acının sıfır noktasında çemberin etrafında
dalgalanıyor sarıya dönüşmüş hazan gölü. Ve avucumda getiriyorum bütün
denizleri yer ile göğün sıfır noktasından bırakıyorum yıldızlara, düşüncelerim hüzne
çalan sıfır noktasında mevsimler acının rengiyle soluyorlar.
Korkularım çember etrafında
dönüyor.
Hayaller aynalarda yüzyıllık bir
anı ile tortulaşıyor.
Aynalarda münzevi şehirler
kuruluyor fakat kırık aynalar gibi yıkık dökük.
Kendi benim hiç açılmamış kitap
gibi durağan suskun ve korku üreten modernizmin uzağında bir ipek böceği gibi
yaşayan ben. Soyut ülkenin anlaşılmaz
kelimelerinde hayat, ayaz vurgunu yaz gibi dönüyor etrafımda. Hayat tahterevalli
gibi bir gidiyor bir geliyor hiçliğe doğru, varlık direniyor gölgelerin
ülkesinde kaybolmanın dehşetengiz hissine. Ve ben gerçek zannettiğim gölgelerin
darasını alırken eksi artı modern ölümlerin kıyısından yaralanarak hüznün
gözlerinden geçiyorum. Gölgeler etrafımı çeviren soyut çemberimin pencerelerine
çarpıp çarpıp ölüm sesi çıkarıyorlar. Yalnızlığımın derin kuyularına konmak
istiyor fakat gölgeler bir ölüm kuşu gibi pencereme çarpıp duruyor. Pencereme
çarpan gölgeler hayal ile gerçek arasında içinde bulunduğum soyut çemberin duvarlarına
varlık ile yokluk arasında ölüm düşleri kuruyor. Yalnızlığın karanlığını korkularıma
sığınarak bir yorgan gibi örttüm üstüme bu nedenle yalnızlığımı çoğalttıkça
çoğalttım, alacakaranlık rüyalar biriktirdim, çölde bir kum tanesinin üzerinde
sabahladım yılların yorgun yüzüyle.
Hayaller yetiştirdim gün boyu,
dokunamaz, hissedemez, hayali dahi kurulamayan hayaller.
Mevsimi olmayan rüyalar yetiştirdim
korkularımın etrafını çevirmiş kendi kendimin içinde. Kendime kaçtıkça
yalnızlığım çoğaldı suskunluğun susuz çöllerinde, ay kırıkları topladım gecenin
renginde bir gümbürtüyle yıkıldı aydedenin karanlık yüzü. Saatler yenilgimin
sıfır noktasında saniyeler biriktirdi hayatın karanlık yüzüne karşı. İğne uçlu
kelimeler biriktirdim gerçek zannettiğim gölge hayatlara karşı. Kendimin sıfır
noktasındaydım hüzün yağmurları biriktirdim gök intihar mevsiminden geçerken.
Bu nedenle aydınlık çarpınca pencereme hep karanlık kusuyorum, etrafımda dönen
alışagelmedik karanlığın habis yerilmiş karanlığını kusuyorum. Yalnızlığın
dünyasından saçları taranmamış gökdelenlerin devasa günahları vurdu pencereme.
Adım atmak kıyısız uçurumlara kalbimize pranga gibi vurulmuş kapılardan, adım
atmak anıların sıfır noktasından gerçeğin dikenli yollarına, adım atmak
kalbimizin hüzün mevsiminden aklımızın babacan tavrına doğru bir esir kuş gibi
çıkmak etrafımı çevreleyen soyut çemberin dışına ve bu yolculuk nereye ey
kalbim diyebilmek başlangıç.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder