Elli okçu
Onlarda severdi peygamberlerini
Emir buyurdu
Bırakmayın yerlerinizi
Zafer arzusu
Unutturdu emri
Uhud bir yenilgi oldu
Onlarda severdi peygamberlerini
Zafer
İnanırım ki
İtaattir sana
Peygamber
...........................................................................................................
"Bir
yerde bulaşıcı hastalık ortaya çıktığını duyduğunuz zaman oraya girmeyiniz.
Bulunduğunuz yerde bulaşıcı bir hastalık ortaya çıkarsa, oradan da
çıkmayınız."(Buhârî, Tıb 30; Müslim, Selâm 100)
***
SARSINTI
Boş bir kandırmaca büyüsü
Tutku ve arzu çukurunda
Meşgale içinde gürültü
Manasız bir yaşamsallıkta
Ruhun derinliğinde sancı
Mevta haberi ile sızlar
Vurdumduymaz unutkan aklı
Zelzele nispetinde sarsar
Umuda güvenmiş nefesim
Dünyada terhisini bekler
Ölüme mahkûm diriliğim
Azrailin yolunu gözler
Zevklere karşı bir soğukluk
Ömrün kumarına nedamet
İçimde oluşan burukluk
Benlikte kopan bir kıyamet
Hızlıca geçiyorken zaman
Bir anlık sanki bütün neşe
Duaya sarılır ürkmüş can
Yüceler yücesi bir güce
***
MUHABBET
Kimin ne dediği önemli değil
Sen ne diyorsun mühim olan
Cesaret mi veriyorsun? Ümit mi
Sevgi mi
Hoşgörü mü
Güç veriyor musun ona
Yanında oluyor musun
Senin ne söylediğin ve yaptığın önemli olan...İnsanlara,
canlılara, doğaya, yaşama dair herşeye......
Üretken olarak pozitif yönde bir etkin var mı?
Ve önemlisi tek hesap makamı olan
ve vicdanın bile yaratıcısı Rabbine karşı
içini huzurla dolduran bir muhabbetin var mi?
Muhabbet yani eyleme geçen sevgi...
Kuru söz de kalmayan...
***
TUT ELLERİMDEN
Hayalin içindeki bir gerçeğin rüyası
Bakarken gözlerdeki gördüğün mana
İçindeki sırrından sızan bir ifşa
Aynadaki yüzde yansımaya şaşırma
Özlerdeki aşinalık ezelden kalma
Gönüldeki garipliği yadırgama
Empati duygunu tesadüfi sanma
Bir nefesle can olunan bu hayatta
Sakın kendini varlıktan ayrı tutma
Aklın kavraması insandan insana
Nefisleri kurban etme sınavında
Sezinlediğin hüzüne düşman olma
Kendini bulma, farkındalık yolunda
Bir bakış diğeriyle buluştuğunda
İmanlı kalp aniden uyandığında
Yaralı ruhta hicran son bulduğunda
Kavuşmanın hazzı benliği sarmakta
***
UMUDUN SAKİNLİĞİ
Bir hüzün kokuyor hava
Pek haşin esen rüzgârda
Kırılgan ve narin dallar
Titrek, gece ayazında
Bir uğultu kulaklarda
Ürperti katıyor cana
Korku yaratan evhamlar
Ruhu sıkan yalnızlıkta
Dertli gönlüm fırtınada
Bedenimle haykırmakta
Umudun sakinliği
Allah'a yakarışlarda
Yoksa!
Ben mi? kokuyor hava?
***
İYİLİK
Adam gözlerini dikti. Biraz
şaşkınlıkla beraber minnettarlık içeren bir tebessümü dudaklarına
kondurdu......sonra ağzından
-teşekkür ederim, Allah senden
razı olsun sözleri çıktı ve odadan çıktı gitti...
Koltukta oturan memur, yaptığı
işten ve adamın teşekküründen dolayı göğsü kabardı...hani inancı biraz daha
eksik olsa kendini cennetlik görecekti…ben ne iyi adamım dedi kendi kendine...
Tam bu sırada bir yaşlı kadın
girdi içeriye. Elindeki kâğıdı memura uzattı...oğlum ben yaşlılık aylığı
alacağım şunu imzalarmışsın...
-tabi teyze dedi
memur...bilgisayarda kayıtlara baktı. Bir sorun yoktu. İmzalayıp mühürledi
evrakı... yaşlı teyze birkaç dakika içinde yapılan işten dolayı sevindi.
Fazla ayakta beklememişti. Sağ ol yavrum dedi...keşke herkes senin gibi olsa...
Memurun gözleri parladı birden...
-ne demek görevimiz. Bunu
derken kendiyle gurur duyuyordu...
Mesai bitti. Evine gitti. Ailesiyle
ilgilendi. İyi bir baba olduğunu da hissetmişti bu arada...televizyon karşısına
oturdu. Kanalları dolaşırken...kanalın birinde bir hocadan bahsediliyordu…adını
daha önce hiç duymamıştı...yaptığı hizmetlerden, hayatından kesitler
sunuluyordu...
Sunucu hocanın fakirlere,
öğrencilere, darda kalmış esnafa, hastalara yardımından söz
ediyordu... bu kişilerin muhatabı hocaydı hep... Hatta birinde yardım
ettiği öğrencilerle ilgili olarak” fırıncıların geçen ayki paralarını
ödeyemedim, haber göndermişler, bizim de imkânımız sınırlı, hoca efendi parayı
ödemezse ekmek vermeyeceğiz çocuklara demişler. Bu evlatlar aç kalırsa ne
yaparız? Çaresini de hemen ekliyor arkasından...
"Bari tiz bir müşteri çıksa
da evimizi satabilsek. Müşteri de hemen çıkmıyor ki.".. Ve devam etti
sunucu hocayı anlatmaya
Uyumaya hazırlanan memur kendi
yaptığı iyilikleri düşündü...bi de ismini yeni duyduğu Gönenli Mehmet Efendi’yi
… bilgisayarın başına geçti. Merak ettiği bu hocayı araştırdı...1991 yılında
vefat etmişti...birçok dini ve toplumsal hizmet ve hayırlarda bulunduğunu öğrendi…daldı
biraz utanır gibi oldu......sıkıldı sonra, ağır geldi herhalde daha iyi
birini görmek….
Yatağına geçti gözleri kapadı ve
uykuya daldı...
Bir ses ona ikinizde gelin yanıma
diyordu… şuursuzca hareket etti yanındaki tanımadığı adamla... bir köşkün önüne
geldiler... görkemli kapı açıldı...yanındaki adam huzurla içeri girdi…. Kendisinde
heyecanlanmıştı…tam içeri girmeye hazırlanırken, gönülden gelen bir his dur dedi….
İçeride Fahri kâinatın efendisi var... Sen girmeye layık değilsin...
sen nefsin için yaptın...boşuna o iyilikler ... Allah’ın rızasını
gözetmedin dedi…. Kendi gönlü, kendi nefsi ve benliğine engel oldu girdirmedi içeri….
Kenara çekildi…kapı kapandı....... Nefis çölündeki kumlara, yağmur damlaları karıştı...
***
NEREYE GİDİYORSUN
Gözlerini kapamamıştı bütün gece
boyunca. Evin karanlığını pencereden içeriye vuran ayışığı deliyordu. Ağaçların
dallarının gölgesi odanın duvarına vuruyordu. Gözlerini gölgelere dikti.
Onların dışarıdaki rüzgârın etkisiyle oynaması dikkatini çekmişti. Ne garipti
tıpkı hayatı gibi… Dalları yaşamın yollarına, rüzgârı da kendisini oradan oraya
sürükleyen kaderine benzetti. Peki kendisi kimdi? Gölge miydi yoksa…
Uyuyamamıştı bütün gece... Tan
yerinin ağarmasını bile fark etmemişti. Sadece duvara bakıyordu. Gölgeler
kaybolunca gözlerini uzun süredir ayırmadığı duvardan kaydırdı. Büyük bir
ağırlık vardı üzerinde. Bir an gözünü kapattı. Birkaç saat geçmişti galiba. Ne de
olsa gözlerin dinlenmesi gerekliydi ve gözler bunu iradeleri dışında
yapmıştı.
Annesinin sesiyle uyandı.
-Oğlum daha bakkala niye gitmedin
Kardeşi cevap verdi
-Ya bu sefer abim gitsin hep
ekmek almaya ben mi gideceğim.
Bir an sinirlendi. Bu kardeş de
çok oluyordu. Zaten canı sıkkındı. Hiç anlamıyordu bu kardeş kendisini.
Zıttılar ama ne kadar sinirlendirse de çok severdi kardeşini. Keratayı daha ilk
doğduğunda ona gösterilen sevgi karşısında kıskanmıştı ama kucağına aldığında
ise onu ne çok sevmişti ve alnından öpmüştü.
Yine kızdı ona ama şikayetini de
es geçmedi. Kalktı yataktan.
Seslendi.
-Tamam anne ben giderim bakkala zırlatma
şu çocuğu.
Aslında içinden kardeşini
düşünerek söylemişti ama şımarık küçük ”sen zırlama” demesin mi.
Sustu cevap vermedi. Ama kırıldı
biraz küçüğe. Aslında son günlerde çok alınganlaşmıştı. Belki gidecek olması
onu gerginleştirmişti. Evet gitmek; ayrılacaktı evden, annesinden babasından ve
haylaz küçükten. O yüzden mi fedakârlık yapma isteği vardı. Ayrılık düşüncesi
değerlerinin mi artırmıştı. Yoksa değerlerini mi hatırlamıştı.
Söylendi
-Oğlum iki gün sonra gidiyorum o
zaman ekmeğe paşa paşa gidersin.
Kardeşi birden ona baktı manalı.
O da abisini çok severdi aslında. Onun kendisin için hayatının tehlikeye atacağını
daha bir hafta önce iki serseri ile kavga ederken yardımına koşmasında
görmüştü. Ama bir cevap vermesi gerekliydi. Aklına öylesine geldiği ilk şeyi
söyledi.
-Ne güzel işte Muğla ya
gidiyorsun hava atma, gel keyfim gel, Bodrum, Marmaris gezeceksin dimi.
Kardeşinin sözüne karşı ne
diyeceğini bilemedi birden... “ne alaka oğlum biz oraya iş için gidiyoruz”
dedi. Ve ekmek almak için bakkalın yolunu tuttu.
Fakülteden sonra birçok sınava
girmişti ama kazanamamıştı. Bir yıldır hep ders çalışmıştı. Fakülte bittiği
halde yine ders çalışıyordu. Sonunda memurluk sınavını kazandı. Muğla ili
Kavaklıdere ilçesine çıkmıştı tayini. Biraz hüzünlüydü o yüzden gidecekti iki
gün sonra. Geçim derdi ve hayata atılmak düşüncesi zorluyordu onu gurbete
gitmeye. Artık ailesine yük olamazdı. İstemeyerek olsa gidecekti. Gitmeliydi.
Son kahvaltılarından birini
ailesi ile birlikte yapıyordu. Yüzlerine baktı teker teker aile fertlerinin.
Annesi, babası ve küçük birader hepsi gülümsüyorlardı. Bir tek kendisi
somurtuyordu. Birden acaba gitmeme seviniyorlar mı diye düşündü…
Babasına sitemli
-Kurtuluyorsunuz benden değil mi?
Babası
-ne demek o şimdi, biz
seviniyoruz oğlumuz artık iş sahibi oldu diye
Tamam baba dedi kusura bakma
biraz canım sıkkın da.
Babası: “niye canın sıkkın oğlum
para kazanacaksın bundan böyle hem evde oturmak zorunda kalmayacaksın. Iş
bulmak kolay mı öyle, ne güzel sınavı kazandın onca kişi arasından. Hala kös
kös oturuyorsun, biraz şükret ve mutlu ol.”
Sustu bizimkisi ve babasına
muhabbetle baktı... İçinden "Sizin içindir durgunluğum be, akıllılar ne
çok seviyorum sizi bilseniz." diye geçirdi
Son hazırlıklarını yaptılar ve
garın yolunu tuttular. Arabada bir suskunluk vardı. İçindeki sıkıntı daha da
artıyordu bu suskunluk karşısında ama bir kelime de edemiyordu.
Garaja geldiklerinde az bir zaman
kalmıştı otobüsün hareketine, o an annesine baktı kadın gözyaşlarına boğulmuştu.
Sessiz haykırış ve hıçkırıklar içinde
Atladı kucağına annesinin
–anneciğim ne olur üzülme dedi ve tutamadı artık o da kendini bıraktı –iki çay
buluşmuştu bir gözyaşı gölünde
Arada gözleri kendilerini izleyen
kardeşine kaydırdı. Küçüğün gözleri de dolmuştu. Bu manzara karşısında. Yavaşça
ana kucağından istemeyerek ayrıldı. Sanki iki ciğer kopmuştu birbirinden.
Gözleri dolan küçüğün kolundan çekti birden ve sardı onu bedenine sıkıca
-Oğlum bak bu ihtiyarlar sana
emanet dedi kulağına
Kardeş;
-Merak etme sen, sen kendine iyi
bak asıl diye fısıldadı erkekçe
İki erkek olmuşlardı ayrılığın bu
yaman acısında birbirlerine samimi ve güvenle baktılar.
Babasına döndü sonra, ilk defa bu
halde görüyordu babasını, o dağ gibi adam erimişti sanki, gözleri nemliydi babasının,
ama babası kendini tutuyordu, Her zaman ki gibi yine dağ olması gerektiğini
hatırlayarak doğruldu. Elini uzattı. Öptü o eli bütün saygısıyla genç adam.
-Hakkını helal et babacığım dedi.
Babası dimdik duran görüntüsünün
altında ağlamaklı bir çocuk sedası ile –helal olsun yavrum, arada mesafe olsa
da hep yanındayız, Allaha emanet ol dedi bütün muhabbetiyle.
-Haydi kalkış vakti otobüse binin
artk diye sesi geldi muavinin, duygusuzca
Genç adam otobüsün basamağına
doğru ilerlerken arkasını döndü ve bir kez daha baktı onlara doyasıya...
-varınca ararım sizi dedi
Bindi otobüse ve koltuğuna
hüzünle oturdu. Otobüs hareket etmeye başlarken camdan dışarıya el salladı o
yürek parçalarına doğru…Ve yavaş yavaş arkada kalıp gözden kayboldu o
pırlantalar…
Maraş’tan Muğla 17-18 saat
çekiyordu. Sabaha doğru varırım oraya diye düşündü. Mesafe ne çoktu. Hafta sonu
bile gelemeyecekti. Üstüne üstlük bir de aday memurdu ve bir yıla kadar da izni
bile yoktu. Bir üzüntü çöktü. Onlar gelir diye teselli bulmaya çalıştı
içinden….
Otobüste bir türkü çalmaya
başladı. Şoför bilerek mi koymuştu bu şarkıyı. İnceden inceye “Ah aman ayrılık
yaman ayrılık, her bir dertten öte yaman ayrılık “hüzünlendi birden, tekrar,
göz damlaları yanaktan akmaya başlamıştı. Yanındaki yolcu kederli baktı ona
galiba o da uzun süreli bir ayrılığa gidiyordu…ya bir askerdi ya da ailesinden
yeni ayrılan bir öğrenci. Kim bilir. Aynı duyguları paylaştığı her halinden
belliydi. Bir kelime etmediler ikisi de birbirine. Sadece birbirlerini çok iyi
anladıklarını gösteren bakış attılar …
Otobüsünden camından dışarıya
sabit bir şekilde bakıyordu. Düşündü bütün geçmişini. Ailesini, okul yıllarını,
hayata atılma mücadelesini... Ve önündeki geleceğe baktı. Rızık için yol
alıyordu gurbete doğru. Heyecan ve hüzün iç içe girmişti.
Uykusunun geldiğini fark etti. Bu
duygu yüküne göz kapakları fazla dayanmamaya başladı ve daldı kendiliğinden
uyku alemine...
-Hey sen nereden gelip nereye
gidiyorsun…
Kaldırdı başını, sesin geldiği
yerin kaynağını aradı. Her yer karanlıktı göremedi kimseyi. Yinelendi ses
.;”arkadaş nereye böyle dalgın dalgın” …Şaşkınlıkla başını sağa sola çevirdi.
Ortam çok mu karanlıktı. Yoksa gözlerine perde mi inmişti. Korkmaya başlamıştı
yavaştan. Sonunda bu esrarengiz havayı dağıtırcasına koridordan ayak sesleri
gelmeye başladı. Karanlığın içinden uzun boylu bir adam belirdi. Sanki kendini
aydınlatıyordu bir ışık olmadan. Ürktü biraz genç adam bu kişiden. Çok uzundu
siyah bir palto giymişti. Gözleri seçilemiyordu. Upuzun saçları vardı. Sesi
ağır ve etkileyiciydi…
-Bana mı söylediniz dedi genç adam.
Tuhaf kişi
–Tabi ki sana söylüyorum, başka
kim var burada dedi….
Genç adam etrafına baktı. Kimse
yoktu gerçekten. Herkes nereye gitmişti. Niye her taraf böyle karanlıktı. İyiden
iyiye korkusu arttı. Neler oluyordu.
Bırak şimdi bu şaşkınlığı soruma
cevap ver nereye gidiyorsun dedim.
Şey dedi genç adam
-Şey…Muğla’ya gidiyorum. Görev
dolayısıyla…
Tuhaf kişi
-Onu demek istemedim. Kalbine
soruyorum. Nereye gidiyorsun diye. Kalbine soruyorum…
Genç adam doğrulmak istedi,
Doğrulamadı. Elini kımıldatmak istedi. Kımıldatamadı. Aniden uykuda olduğunu
anladı uyku içerisinde…
Çocukluğundan beri vardı bu garip
haller. Ne zaman sıkıntılı olsa sanki uykusunda ruhu uyanır, ama bedeni bir
süre uykulu ve hareketsiz kalırdı. Birkaç kişiye anlatmıştı bu halini.
Karabasan demişlerdi onlar. Birçok kişide görülürmüş. Yine öyle bir halde
olduğunu anladı. Sıktı kendini uykusunda Beyni uyanmak için çırpınıyordu.
Sonunda ter içinde uyanıverdi.
Hızlı nefes alışverişlerini ve
heyecanlı halini gören yol arkadaşı
–İyi misiniz? diye sordu.
Genç adam
–Derin bir soluk alarak. İyiyim sağ
olun dedi ve muavinden bir su istedi. Gerçekten duygusal bir durumdaydı. Ruhen
etkilendiği uykusunun bu şekilde bölünmesinden de anlaşılıyordu.
Camdan dışarı baktı. Akşamın
karanlığından yolun kenarından bir şey görünmüyordu. Sadece camdan yansıyan
kendi düşünceli bakışları ve otobüsün karanlığın içinde farların cılız ışığıyla
yol alışı...
Bilinmezliğe doğru .......
***
NEDAMET AĞLAMASI