1989 Senesinin temmuz ayında
üniversiteden öğretmen unvanıyla mezun oldum. Millî Eğitim Bakanlığınca yapılan
yeterlilik sınavından yeterli puanı alamadığım için öğretmen olarak atamam
yapılmadı. Ben de köyümde ailemin yanında yaşamaya başladım. Eylül ayı gelince
köydeki öğrenci arkadaşlarım okuluna, memur arkadaşlarım çalışmak için görev
yerlerine gittiler. Ben ise köyde hücre cezası almış mahkûm gibi tek başıma
kaldım. Ailemin maddi durumu iyi
olmadığından babamdan harçlık istemeye dâhi dilim varmıyordu. Ekim ayında
yapraklar sararıp, havalar soğumaya başlayınca köydeki yazlıkçılar da gidince köy
iyice ıssızlaşmaya, benim canım daha fazla sıkılmaya başladı. Bu arada Bakanlıkta
tanıdığı olanların el altından ataması yapılıyormuş diye bir haber duydum.
Bunun üzerine o zamanın Kahramanmaraş’taki kudretli siyasetçisi Ökkeş Beyden ’den bir
mektup alarak Ankara’ya gittim.
Ankara’da Ökkeş Beyin mektup
yazdığı zatı bularak mektubu takdim ettim. Mektubu alan bey
efendi zarfı açarak
mektubu dikkatlice okudu, okurken gözlerinin içi güldü ve bu esnada hızlıca ayağa
kalkarak benim yanaklarımdan öptü. Bana bir bardak çay söyledi, ben çayı
içtikten sonra birlikte Millî Eğitim Bakanlığına gittik. Yolda giderken “Teyfik
senin bu işi mutlaka halletmeliyiz, yoksa ben Ökkeş Beyin yüzüne bakamam”
diyerek bana samimi olduğunu ifade etmeye çalışan abiyle Millî Eğitim
Bakanlığına vardık. Bakanlıkta ziyaret ettiğimiz genel müdür, müsteşar
yardımcısı seviyesindeki bütün bürokratlar bize kapılarını sonuna kadar açıp,
en üst seviyede ağırladıkları halde benim atamamın bu yıl yapılamayacağını
söylediler. Böylelikle benim atamadan ve Ankara’dan ümidim kesilmiş oldu.
Ankara’daki abi beni kendi otomobiliyle Ankara Otogarına kadar getirdi ve otogardaki
park alanında kucaklaşarak birbirimizden ayrıldık.
Ben Ankara Otogarında rotamı
Maraş yerine Niğde’ye çevirdim. Niğde’de hem diplomamı alacak hem de alt
sınıflarda okuyan okul arkadaşlarımı ziyaret edecektim. Gece yarısı Ankara’dan
otobüse bindim, sabah ezanı okunurken Niğde’de indim. Dışarı Camide sabah
namazını eda ettikten sonra, arkadaşlarımın kahvaltı mekânı gül lokantasına
gittim. Gül lokantasında geleneği bozmadan mercimek çorbası yiyerek kahvaltı
meselesini halletmiş oldum. Kahvaltı yaparken arkadaşlarımın bazılarıyla kısa
süre ayak üstü de olsa görüştüm. Bu sırada elimdeki valizi bırakmak için yakın
arkadaşım ve hemşerim Mehmet Akif’in evinin anahtarını aldım. Lokantadan dışarı
çıkınca Niğde Milli Eğitim Şube Müdürü Mehmet Karaca abiyle karşılaştık.
Öğrencilik yıllarımda yakinen tanıdığım Mehmet Karaca Niğde topraklarının
yetiştirdiği önemli bir dava adamı, kıymetli bir gönül insanıydı. Niğde’de
üniversite okuyan vatan Per ver öğrencilerin maddi manevi bütün sorunlarıyla
ilgilenir ve çözüme kavuştururdu. Mehmet abiyle biraz hoş beş ettikten sonra,
çay içmek üzere Milli Eğitim binasına çıktık. Mehmet abinin odasında hem çay
içiyor hem de memleket meseleleri üzerine koyu bir şekilde sohbet ediyorduk.
Sohbetimizi noktalayıp ben kalkmaya hazırlanırken Mehmet Karaca abiyle aramızda
şöyle bir konuşma geçti.
Mehmet Abi- “Teyfik Niğde’ye
niçin geldin?” dedi.
Ben- “Abi tayinim çıkmadı.
Ankara’ya gittim. Oradan da bir şey anlayamadık. Dönerken de diplomamı almak ve
arkadaşlarımı ziyaret etmek için buraya geldim” dedim
Mehmet Abi – “Vekil öğretmenlik
versem yapar mısın?” dedi.
Ben – “Çok memnun olurum abi”
dedim.
Mehmet Abi- “Arkadaşlarından
vekil öğretmenlik yapacak üç kişi daha bulabilirimsin?” dedi.
Ben – “Elli kişi yine bulurum
abi, arkadaşların hepsi boşta kaldı” dedim.
Mehmet Abi- “Arkadaşlarından
çalışmaya ihtiyacı olan, milliyetçi, muhafazakâr ve ahlaklı üç kişi daha çağır,
sizi Murtaza Köyüne vekil öğretmen olarak göndereyim” dedi.
Ben – “Başım üstüne Mehmet abi”
dedim ve arkadaşlarıma haber vermek için heyecanlı bir şekilde Mehmet abinin
odasından ayrıldım.
Doğruca Niğde Postanesine giderek
telefonla Adana’dan Fatih Gülnar’a, Aksaray’dan Davut Serin’e haber verdim.
Üçüncü kişi olarak kimi çağırayım diye düşünürken, Ermenekli Feridun’da orada
birdenbire hasıl oldu. Ona da durumu şifahi olarak söyledim. Böylelikle
çalışacağımız kadro tamamlanmış oldu. Arkadaşlar evraklarıyla birlikte bir gün
sonra sabah ekenden Niğde’ye geldiler. Evraklarımızı Mehmet Karaca abiye teslim
ettik. Mehmet abi aynı gün Valilikten vekil öğretmen olarak atama onayımızı
çıkarttı. Murtaza Köyü İlkokuluna göreve başlama yazılarımız yazdırdı. Bize
dürüst, gayretli bir şekilde çalışmamız için nasihatte bulundu ve hemen göreve
başlamamızı söyledi ve başarılar dileyerek bizi odasından uğurladı. Mehmet
abinin odasından ayrılırken dünyanın en mutlu insanları bizlerdik. Mehmet
abinin bana vekil öğretmenlik işi ayarlamasından ne kadar memnun olduğumu
kelimelerle anlatamam. Memuriyete başladıktan sonra işin önemini daha iyi anlayıp
Mehmet abiye olan sevgimin bir kat daha arttığını ifade etmek isterim. O
zamanlar vekil öğretmenlik kadroları iktidardaki siyasi parti yöneticilerin
talimatına göre kullanılan kadrolardı. Bizim dördümüzde yabancı illerden
gelmiş, mevcut iktidarla herhangi bir bağı, ilişkisi olmayan insanlardık.
Mehmet Karaca’nın bizleri vekil öğretmen atayarak, nasıl bir risk aldığını
yıllar sonra idrak ettim. Allah ondan yüz bin kere razı olsun.
Arkadaşlarla atama yazılarımızı
elimize alıp Hacı Abdullah Kasabasının belediye otobüsüne binerek Murtaza
Köyüne hareket ettik. Otobüs Niğde Nevşehir karayolunda otuz kilometre kadar
ilerledikten sonra Yeşil Gölcük Kasabasındaki kavşaktan sol tarafta bulunan
İnli- Hacı Abdullah – Murtaza Köyü istikametindeki tali yola döndü. Döndüğümüz
kavşağın sağ tarafından baktığımızda Erciyes Dağı bir asker süngüsü gibi
gökyüzündeki bulutlara saplanırken, sol tarafa baktığımızda Hasan Dağı bize hoş
geldiniz diyerek el sallıyordu. İleriye baktığımızda Misli Ovası ülkemize
yetecek kadar patates üretmenin mutluluğuyla önce Derinkuyu tarafına doğru
uzanıyor sonra ufuklarda gözden kayboluyordu. Köy yoluna döner dönmez bizim
için farklı bir heyecan başlamış oluyordu. Acaba Murtaza nasıl bir köy, halkı
nasıl insanlardan oluşuyor, ulaşım imkânı yeterlimi gibi binlerce soru
kafamızın içinde cirit atıyordu. Otobüs İnli Kasabasını sol taraftan teğet
geçip, eğimi gittikçe yükselen satıh kaplama asfalt bir yoldan birkaç kilometre
daha ilerleyip Hacı Abdullah kasabasına ulaştı. Biz son durakta otobüsten inip
şoförün gösterdiği istikametten Murtaza Köyüne doğru yürümeye başladık.
Gittiğimiz stabilize, daha doğrusu toprak yolun sol tarafından bir değirmen
çalıştıracak miktarda su akıyor, akan suyun etrafında asırlık söğüt ağaçları Hasan
Dağının kır topraklarına renk katıyordu. Su akan dereyle Murtaza’nın toprak
yolu birbirlerine paralel olarak ve gittikçe yükselen bir eğimle Hasan dağın
zirvesine doğru ilerliyordu. Ben, Fatih, Davud ve Feridun ise köyde yapacağımız
işler konusunda hem konuyor hem de geç kalmadan dönüşte Hacı Abdullah Kasabası
belediye otobüsüne yetişmek için hızlı adımlarla ilerliyorduk. Yirmi dakika
kadar yürüdükten sonra eğim azaldı, yol düzeldi ve derenin havzası genişledi.
Başımı kaldırıp ileri doğru batığımda köy camisini minaresi görüldü.
Arkadaşlara köye geldik, gözünüz aydın olsun dedim. Onlarda bana ne biliyorsun
dediler. Ben de onlara minarenin ucunu gösterdim. Minareyi görünce nasıl
sevindiğimiz, arkadaşlarımın gözünden okunuyordu. Bu kadar zahmetli, bu kadar
sevinçli bir yolculuk sonunda Murtaza Köyüne intikal etmiş olduk.
Murtaza Köyü bir derenin iki
yakasında kurulmuş üç yüz hane kadar büyükçe bir köy. Her nedense evler birbirlerine
yanaşık, iç içe yapılmış, genellikle iki katlı duvarları kesme taş ve üzeri toprak
yapılardan oluşuyordu. Evler arasındaki sokaklar dar olduğundan araba ile girme
imkânı yok gibi görünüyordu. Köydeki evlerin kapı ve pencerelerinin üzerindeki
taştan yapılmış kemerler köyün tarihinin çok eski dönemlere dayandığına işaret ediyordu.
Köyün çıkış kısmının sağ tarafında minareli bir camii, sol tarafta tek katlı
bir ilkokul binası vardı. Ayrıca derenin sol tarafında altı bakkal, üstü kahve
olan betonarme bir yapı bulunuyordu. Derenin üzerindeki betonarme tek gözlü üç
adet köprü ile köylülerin karşıdan karşıya gidiş gelişleri sağlanıyordu. Köye
varınca okulun yerini sorup, köyün içinden halkın meraklı bakışları arsından
geçerek ilkokula vardık. Okul binası onarıma alınmış, okulda boya ustaları ve
marangozlar çalışıyordu. Okulda çalışan ustalarla ayak üstü kısa bir sohbet
ettikten sonra okulun eşyalarını teslim almak üzere köy muhtarının evine gittik.
Köy muhtarı İbrahim amca bizi çok güzel karşıladı ve evinde öğle yemeği için
misafir etti. Cüzi bir kirayla köyde kalacağımız evi ayarladı. Okulun büyük
onarım da olması nedeniyle depoda büyük bir titizlikle sakladığı okulun
evraklarını Müdür Vekili olarak görev yapacak arkadaşımız Feridun Keleş’e
tutanakla imza karşılığı teslim etti. Biz evraklıları aldıktan sonra apar topar
göreve başlama işlemlerimizi tamamlayarak geldiğimiz yoldan giderek Hacı
Abdullah Belediyesinin otobüsüyle akşam üzeri Niğde’ye döndük. Kendi aramızda
görev taksimi yaparak yatak-yorgan, mutfak malzemesi gibi ihtiyaçlarımızı
tedarik etmeye başladık. Ben bu arada Postaneye giderek bizim köyün PTT
Acentesi Bakkal Muzaffer aracılığıyla Niğde’de göreve başladığımı, köye
gelmeyeceğimi aileme bildirdim.
Arkadaşlarla cumartesi ve pazar
günü öğrenci arkadaşlarımızın da yardımıyla topladığımız malzemeleri pazartesi
günü Niğde-Murtaza Köyü arasında ulaşımı sağlayan Ford Arif’in BMC kamyonuna
yükleyerek köye götürdük. Köyde kiraladığımız iki odalı, taş duvarlı toprak çatılı
eve yerleştik. Okuldaki onarım işinin en kısa sürede tamamlanması için muhtarla,
müteahhitle ve milli eğitim yetkilileriyle görüşmelere başladık. Bu gayretimiz sonunda okulun onarım işini
zamanından önce tamamlattık. Bu durumda kasım ayı gelmiş, eğitim öğretim
yılının birinci dönemi yarıya gelmişti. Cuma günü köy muhtarlığından bir anons
yaptırarak pazartesi okulun açılacağını köy halkına duyurduk.
Pazartesi günü okul açınca
öğrencilerin yüzde doksanı güle hasret gelmiş bülbül gibi, okul
hasretliklerinin bitmesine sevinerek okula geldiler. Bizde alacakları kırtasiye
ve ders kitaplarının listelerini öğrencilere verdik. Okutacağımız sınıflardaki
öğrencilerle tanıştık. Öğrencilerin ve velilerin ilk günden okula göstermiş
oldukları bu büyük ilgi bizi ziyadesiyle memnun etti. Bu ilgi karşılığında
bizlerde zaman kaybından dolayı öğrencilerin derslerdeki eksikliklerini acele
bir şekilde telafi etmek için karar aldık. Bismillah diyerek eğitim öğretime
başladık. Ben beşinci sınıfları okutuyordum. Günlük beş saat yerine sekiz saat
ders işliyordum. Bilgilerimiz taze, beyinlerimiz zindeydi. Köy mahrumiyet bir
yerde olduğu halde, öğrencilerin ekonomik sıkıntıları yoktu. Köyün erkekleri
genelde İstanbul Bayram Paşa Sebze halinde çalışıyor, köyde olanlar ise
koyunculuk yapıyordu. Köyün gelinleri ve genç kızları ise halı dokuyorlardı.
İstanbul’dan köye izine gelen her vatandaş mutlaka ya okula kalem defter gibi
hediyeler getiriyor ya da nakdi yardımda bulunuyordu. Birinci dönemin sonunda
okulun iki ay geç açılmasından kaynaklanan eğitim eksikliğinde fazlasıyla
telafi ederek birinci dönemi başarıyla tamamladık. Köy halkıyla kırk yıldan beri
orada yaşıyormuşçasına kaynaştık, günlerimiz mutlu bir şekilde rüzgâr gibi
hızlıca gelip geçiyordu. Aradan otuz yıl geçtiği halde köy halkından Pehlivan
Hüseyin Karaca, Kör Hüseyin, köy İmamı Süleyman Üner, sazcı Mehmet, Cafer Salman
gibi onlarca insanın adı hafızamdaki canlılığını halen korumaktadır. Köy
muhtarı deli İbo, DSİ görevlisi Mehmet Hoca, Bakkal Bayram unutmadığım simalar
arasında yer almaktadır.
Murtaza köyü Kapadokya Bölgesinin
batı ucunda yer alması nedeniyle Bizanslılar, Selçuklular, Osmanlılar başta
olmak üzere birçok medeniyete ev sahipliği yaptığı köydeki evlerin yapılarından
ve çevredeki kalıntılardan anlaşılıyordu. Köy halkının koyunculukla uğraşması,
kadınları halı dokuması ve konuşma ağızları yörede yaşayan insanların Yörük
Türkmenlerinden olması ihtimalini güçlendiriyordu. Arazinin engebeli ve susuz
olması tarım işleriyle uğraşmaya pek imkân vermiyordu. Bu nedenle köy halkı
ümidi köyün ortasından akan Karanlık Çayının üzerine yapılacak olan Murtaza
Barajına bağlamış durumdaydı. Murtaza Köyünde çalışma ve geçim şartlar zor
olduğu halde halk mutlu ve güler yüzlüydü. Köy muhtarı Deli İbrahim
düğünlerdeki yazılı davetiye işini yasaklamış, düğün davetleri Muhtarlıktan
anonsla yapılıyordu. Düğünlerde oyunlar halaylar Ali Ercan, Neşet Ertaş gibi
sanatçıların söylediği türkülerle saz çalınarak icra ediliyordu. Köyde her
cumartesi günü bir büyükbaş hayvan kesiliyor, et ihtiyacı bu şekilde
karşılanmış oluyordu. Köyden şehre ulaşım bir BMC kamyonla sağlanıyordu.
Kamyonun şoför muhaline imam, öğretmen, ebe ve muhtardan başka kişilerin binme
hakkı yoktu. Velhasıl Murtaza Köyü tarihi zenginlikleri, coğrafi özellikleri ve
doğal güzellikleri ile kültürel zenginlikleri bakımından araştırılıp kayıt
altına alınması gereken bir yerdi.
Ben ve arkadaşlarım birinci dönem
bitip sömestri tatili başlayınca memleketlerimize gittik. Ailelerimizin yanında
güzelce tatil yapıp dinlendikten sonra, ikici dönem başlamadan bir gün önce
aynı şevk ve aynı heyecanla Murtaza’ya döndük. İkinci dönem başlayınca okula
birde asil öğretmen atandı. Yeni gelen öğretmende bize uyum sağladı, aynı hız
aynı performansla eğitim öğretime devam ettik. Bu arada da bir yıl sonra
gireceğimiz yeterlilik sınavı için sıkı bir şekilde çalışıyorduk. Murtaza
köyüne yağan metrelerce kar, yağmurun yağmasıyla derelerden akan coşkulu seller
bizim azmimizi bir milim olsun engellemiyordu. Gündüz öğrencilerimizin başarısı
için, gece kendi başarımız için gayret ediyorduk. Köyde fırın olmadığı için
ekmek ihtiyacımızı köy halkı tandırlarda yaptığı ekmekten karşılıyordu. Ders
bitiminde Bakkal Bayramın kahvesine gidip bir bardak çay içimi halkla sohbet
etmek bizim en büyük motivasyon kaynağımızdı. Hafta sonları Niğde’ye gidip
alışveriş yapmak sosyal hayatımızın en önemli parçasıydı. İşte günlerimiz,
haftalarımız böylece gelip geçiyordu.
Mart ayı sonunda Hasan Dağının karları
eriyip köy yolları iyice açılınca okula motosiklete iki tane müfettiş geldi. Müfettişlerden
Birinin adı Hasan Hüseyin, birinin adı Alâeddin’di. Okulun tertip düzeni,
derslerdeki başarımız Müfettişlerin nazarı dikkatini çekti. Ancak teftiş
defterine kimlik bilgilerimizi yazarken dördümüzün vekil birimizin asıl
öğretmen olduğunu anladılar. Müfettiş Alaeddin Bey bana kardeşim sizin
dördünüzü bir buraya kim vekil öğretmen olarak gönderdi dedi. Ben sözü
uzatmadan biz Karacanın ekibiyiz dedim. Müfettiş Alaeddin Bey o halde size bir
iyilikte ben yapayım. Okul iki ay geç açıldığı için valilikten onay alarak eğitim
öğretim süresini bir ay uzatayım da siz bir ay daha maaş alın dedi. Bizim okulda
çok fazla kalmadan memnun bir şekilde komşu köyümüz Çınarlı ’ya gittiler.
Müfettişlerin okulu uzatma konusundaki sözlerine pek fazla inanmamıştık
doğrusu. Fakat müfettişler gelip gittikten on beş gün sonra okulun eğitim
öğretim süresinin bir ay uzadığına dair valilik onayı elimize ulaştı.
Müfettişlerin bizim başarılı çalışmalarımızı ödüllendirmek ve bir ay daha maaş
almamızı sağlamak maksadıyla yaptıkları bu iyilikten ziyadesiyle mutlu
olduğumuzu ifade etmeden geçmek haksızlık olur diye düşünüyorum. Böylelikle
Murtaza’da haziran ayının on beşine kadar eğitim öğretime devam ettik. Ayın on
beşi cuma günü öğrencilerin karnelerini dağıttık, dolayısıyla Murtaza’daki
görevimizde sona ermiş oldu. Aynı gün camiye Cuma namazına giderek, köy
halkıyla helalleştik, vedalaştık. Bizim ayrılışımıza cemaatin yarıdan fazlası
göz yaşı döktü. Bizlerin gözünden akan yaşlar Karanlık Çayına karışıp sel oldu.
Hayatta her şeyin bir sonu olduğu gibi, bizim orda ki görevimizde son buldu.
Ford Arif’in BMC kamyonuyla Niğde’ye, Niğde’den de memleketlerimize gittik.
Aradan uzun yıllar geçmesine
rağmen ne Mehmet Karaca abiyle, nede Murtaza Köyüyle irtibatımızı kopartmadık.
Benim ne zaman Ankara’ya yolum düşse dönerken Niğde’ye uğrar Mehmet Karaca
elini öperdim. Mehmet abi genç yaşta vefat etti. Şimdi o tarafa yolum düşerse
Dikilitaş Kasabasındaki mezarına gidiyor dua ediyorum. Kendi arabamla Niğde’ye
Nevşehir’e gittiğim zamanlar gece dahi olsa Murtaza köyüne çıkıyor, yüksekçe
bir tepenin üzerinden bakarak anılarımı tazeliyor, hasret gideriyorum. İlk göz
ağrım olduğunda mı veya başka bir tarif edemediğim sebepten mi bilemiyorum
Murtaza’yı hafızamdan silemiyorum. Birlikte çalıştığımız Davud’un, Fatih’in ve
Feridun’un da merhum Mehmet Karaca abimize ve Murtaza Köyüne benden daha fazla
vefa gösterdiklerini biliyorum, görüyorum.
Sizlerin de size yardımcı olan
insanlara karşı, büyüklerinize karşı, yaşadığınız topraklara karşı vefalı
insanlar olmanızı diliyorum.
“Vefasızlara gitme onlar birer
yıkık köprüdür”. -Hz. Mevlâna