TAŞLARA DOKUNAN TAŞLAR-5 / Hidayet BAĞCI


Tesbih atölyesine girdiğinde atölyeye yayılan “Seher yeli” türküsü, Raci’nin kalbine öyle bir değdi ki bu, Aynalı Dede’yle beraber dinledikçe ezberledikleri bir yakarıştı. Bu sesin eşliğinde tesbih ustası Ahmed Suphi Usta’ya selam verdi. Ahmed Suphi Usta muhabbetle selamı aldı, yüzüne baktıkça huzur veren bu gencin.

Aynı anda dengelendi iki insanın kefesi.

Raci, tespih ustasının gösterdiği sağ köşedeki sandalyeye oturdu. Bu köşe tespih ustası için en değerli köşeydi…

Sağ, kutsaldı…

Sağ, emekti…

Sağ, bereketliydi…

Sağdan başlamak hep bu güzel sebeplerle güzeldi ve solda ise kalbimiz vardı; bu yüzden onun üzerine de hiç ama hiç basmamalıydık. Çünkü o hayatımızın dengesini sağlayıp bize yön veren bir pusula gibiydi… Ama onu da tercihlerimize göre ya koruyoruz ya da kaybetmek üzereyiz. Raci, Seher yeli türküsünün sözlerine öyle bir daldı ki buraya neden geldiğini dahi unutur gibi oldu. Aynalı dede onu sıkı sıkıya tembihlemişti. “Firuze taşlı yüzük sana istediğin hayatın dengesini verecek, Zümrüd-ü Ankayı bul ve bu yüzüğü ona ver. Bu yüzüğü kendine verilmiş bir emanet gibi görme. Çünkü hayatın dengesi emanet değil, cennet hükmündedir.” Demişti.

Tespih ustasıyla Aynalı dede arasında kuvvetli bir bağ vardı. Ahmed Suphi Usta belli aralıklarla Aynalı dedenin mekanına giderdi. Onunla konuşmadan sessiz geçen sürükleyici sohbetleri vardı. Aralarında geçen sesleri kimse duymazdı, hep sessizdi. Aynalı dede, tespih ustasına bir gün sesli bir şekilde demişti ki:

“Sana bir taş göndereceğim ona olması gereken şekli ver, olur mu? Taşlar nasıl şekil alacağını bilmezler. Sadece zamanla kalpten öğrenirler.”

 Tespih ustasıyla hasbihal ettikten sonra Raci’nin gözleri atölyedeki taşlara kaydı. Gözleri bir anda ince ipliklerle işlenmiş kesenin içindeki turkuaz taşlarına kaydı. Bu taş Aynalı dedenin kendisine verdiği otuz üçlük firuze taşının tıpkısının aynısıydı. O da son zamanlarda otuz üçlük taşını otuz iki diye sayar olmuştu. Diğer tek taşı elinde Firuze taşlı yüzük olmuştu. Bu taşını da Zümrüd-ü Anka’ya vermesi gerekiyordu. Raci’nin kalbinden geçen bu gibi niyetlere hakim olan tespih ustası ona niçin geldiğini hiçbir zaman sormadı. Ahmed Suphi Ustayla muhabbet koyulaştıkça Raci’nin dudaklarından birkaç cümle döküldü.

“Ahmed Ustam, üniversiteyi bitireli yıllar oldu. Kendi alanımda bir iş kuramadım ama hep Aynalı dedemin yanında oldum. Taş işlemeciliğini, tespih işçiliğini siz değerli büyüklerimden öğrendim. Usta hiçbir zaman olamam ama ömrüm ne kadar olur onu da bilemem. Yaşamak için öğrenmeye ihtiyacım var, ölene kadar…”

Tespih ustası gülümsedi Raci’ye. Bir insan bu kadar naif bu kadar düşünceli cümleler kurar mı? Evet, kurardı. Bir insan her ne konuşursa konuşsun her şeyin temelleri konuştuğu ilk anda kalpte başlayıp dile gelirdi. Tespih ustası ondaki bu hüznü anlamış olmalı ki, daha çok onu üzmek ister gibi olmasa da Raci’den eksik saydığı Firuze taşlarını istedi.  Raci, hiç tereddüt etmeden cebindeki kesesiz otuz ikilik taşlarını Ahmed Suphi Ustaya verdi. Bunun adı teslimiyetti. Raci’nin taşlarına baktı onları da masanın üzerindeki Turkuaz taşlarla dolu kesenin içine bıraktı ve kesede tam yüz otuz tane taş oldu bir anda.

Atölyenin duvarlarına çarpan ses “Seher Yeli” türküsünü söylüyordu ve Raci’nin kalbindeki çınarın yaprakları bu sözlerden düştü düşecek gibiydi ki Ahmed Suphi Usta radyonun sesini biraz kıstı. Raci, bugün kendi taşlarını kaybettim derken Ahmed Suphi Usta elinde yıllarca çektiği otuz üçlük sabır tespihini şükür tesbihi çektiği gün Raci’ye uzatmıştı.

“Bu sana benim hediyem olsun Raci. Onu her zaman ki gibi tam say, biliyorum taşlarından bir tanesi eksik ama sen buna rağmen o tek taşın için hayalden de olsa bir sayı daha ekledin, sessizce…”diyerek gülümsedi Ahmed Suphi Usta.

Raci, elindeki akik taşlı otuz üçlük tesbihine bakarken;

“Bu nasıl bir alış veriş olur Allah’ım!” dedi sessizce.

Raci’nin yumuşak bir tabiatı olsa da heybetli, vakarlı bir duruşu vardı. Şimdi radyodan “Mihrali” türküsü sırayı almıştı. Raci ne desin, Ahmed Suphi Usta ne desin ki ikisi de en sevdikleri ikinci türküyü dinlemeye başladı. Türkü bitince, Raci’nin birden gözleri doldu dolacaktı ki kalbi dile geldi.

“Ustam, dilerseniz bir de Drama Köprüsünü dinleyelim ne dersiniz?”

“Hay, Hay Racim!” dedi Ahmed Suphi Usta…

İkisi de sessiz bir şekilde sıra sıra dizilmiş türküleri dinlerken atölyenin kapısı hafifçe tıklandı. Ahmed Suphi Ustanın buyrun demesiyle kapı açıldı. Atölyeye, Tespih ustasının manevi kızı başörtüsü omuzları hizasında olan Dürre-i Beyza tesbihli talebesi Mihrimah Sultan gelmişti. 

Radyodaki sıradaki ses “Altın yüzüğüm kırıldı…” türküsünü söylüyordu.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder