SÖYLE BANA AYNA/Derviş ÖMER


            Acılarla dolu bir dünyanın sonuna doğru itekliyor yelkovan bizi
şartsız bir memuriyetle. Zamanın önüne set çekip bu durumu
engelleyebilecek bir cengâver varsa Deli Dumrul saflığında kölesi
olurum onun. Mademki ihtimal dâhilinde değil böyle bir şey "peki
neden?"
            Tertemiz bir ana kucağında açtım gözlerimi, kutuplar misali bembeyaz
ve duru bir dünyaya. Yıllar bir birini kovaladı, nihayet kader
cilvesini tattırdı bize de. Tek bir bakışına kurban olduğumu zorunlu
yolculuğuna, dönüşün olmayan istasyonda, bir veda öpücüğü bile
konduramadan minik ellerine meleklere teslim ettim cennet gelinliğinin
içinde, yeşil örtüsüyle birlikte. Henüz yedi yaşındaydım ve nisanı beş
gün olmuştu tekrar görüşünceye dek terk edeli. İnsanların yaşamaya
cesaret edemediği, başı dumanlı dağlarda kısa bir zaman diliminde
bozkırın çoraklığını terk ettiği dönemde, nisan yağmurlarının
bereketiyle açan eşsiz güzellikteki berivan çiçeğiydi o mutlu ve ılık
yuvamızın.
            Tabi sonra hiçbir şey eskisi gibi olmadı, olmamalıydı da zaten. Çok
erken tanışmıştım hastane yatağından olanlardan bihaber çıkıp gelen,
deprem yıkıntısını andıran evinde ağlayan babamın gözyaşlarıyla
ıslanan sigarasına. Çok erken tanıştım yalınayak yavrum feryatlarıyla
yalınayak mezarlığa koşan annemin ağıtlarına. Çok erken tanıştım
sevenin sevdiğine böyle yaptığına, gideni durduramayacağına, ona
koşmaya çalışırken seni yakalayanlardan kurtulamayacağına. Ve çok
erken tanıştım kendimle, kalabalıklar içindeki yalnızı yaşamak zorunda
kalan ömrümle. O gün anladım yerinin dolamayacağını, tek ablayı
kaybetmenin ne demek olduğunu. Enkazın altında kayboldu çünkü
hayallerim ve kimsenin masum kalamayacağını biliyordum. Karanlığın
yolcusu olmamam için yegâne engelimi yitirmiştim artık ve yamalı
avuntu sözleri anlam ifade etmiyordu. Ne olur gitme kal demenin
cevapsız ve anlamsız olduğunu iliklerine kadar enjekte eden hayata ne
karşılık verebilirsin ki?
            "Abisi" diye seslenirdi hep küçük kardeşine, bana. Karşılığında
hiçbir zaman tatlı bir gülümseme alamadı, hep aksi bir ihtiyar gibi
homurdanan ve kadir kıymet bilmeyen azarlama tavırlı cevaplar ile
yetinmek zorunda kaldı minik dünyası. Şimdi ne kadar da çabalasam
sesini hatırlayamıyorum, hak etmediğimden midir bilinmez. Kara kutu
atarimi asla paylaşmazdım onunla; buna rağmen her oyununda bana yer
verirdi. Önce benim karnımı doyururdu, önce beni hazırlardı okula,
önce beni korurdu herkesten; ebeveynlerimizden bile. Önceliği hep
bendim ve ben hep onu öteledim.
            Şimdi cevap ver bana ayna. Daha kaç gece uyumadan uyanacağım yine
aynı dünyaya? Her sabah acı içinde kalkmaktan kurtulmanın çaresini
hangi simyacı biliyor? Ya da en iyisi sen yine işine bak. Kimsenin
kimseyi sevmediği, anlamak istemediği dünyada gerçekleri tozpembe
yansıtmaktan geri durma.

    
***

YÜREĞİMİN YANGINI


       Sana bir mektup yazıyorum, postacının posta kutuna bırakamayacağı; asla okuyamayacağın bir mektup. Engin çöllerde savrulan kum tanecileri gibi, zerre misali un ufak olmuş pişman sevdamın gökyüzüne adadığı bir mektup.
    İtiraf etmem gereken şeyler var, uzun zaman önce, henüz fırsatım varken etmem gereken itiraflar bunlar.
       İlk gördüğümde seni pek sevmemiştim. Okul kıyafetinin içinde dolaşan, farklı bir dünyanın küçük, sinir bozucu bir zorlamasıydın okul bahçesinde, kantininde. 
        Hayat el sallayıp geçerken bendeki değişimin fitili ateşlenmişti. Yanımdan her geçtiğinde anlam veremediğim güzel bir koku alırdı kalbim senden. Ben yokmuşum gibi davranırdın hep ve ben bunu çok aşağılayıcı bulurdum her defasında. Gözlerinle birlikte sen dünyaya karşı gibiydiniz. 
    Umursamaz gibi bakan gözlerinden alamadığım gözlerim sana her baktığımda aptalı oynatırdı bana. Garip olan şu ki; hasretinle çağlayan göz yaşlarım hâlâ aynı oyunu oynamakta ısrar etmekte. Bazı şeyler hiç değişmiyor anlaşılan. 
     Varlığından uzakken bana hiçbir şey dokunamaz sanırdım. Uzaklığından menziline girdiğimde ise, nasıl olduysa, kalbim yerinden çıkmış ve bütün etkilerine maruz kalabilecek bir hâle gelmişti. 
      Kefen sarılana kadar yanında olacağına söz veren ben, seni bütün kötülüklerden, dünyadan bile korumak için yemin etmiştim; seni en çok kıranın ben olduğumu fark etmeden. Aklıma düştükçe benim de kalbim ufalanmaya devam ediyor.
Genellikle seni kızdırırdım ve bundan tanımlayamadığım bir hâz duyardım. Benim için gururla hiç bahsetmemiştin bildiğim kadarıyla. Nasıl yapabilirdin ki bunu? Ben yetişkin bir vücuda hapsolmuş muzip bir çocuk gibi davranırdım. Aynı anda her şeyi umursardım lâkin hiç bir şeyi umursamıyor gibiydim de. Asil düşüncelere sahip fakat davranışlarında sefil biriydim yani. Sen ise bana kızmakla o kadar meşguldün ki çektiğim acıların farkında bile değildin. 
     Her şeyin bir anda ne zaman değiştiğini, nasıl değiştiğini tam olarak hatırlamıyorum, sadece değiştiklerini biliyorum ve Şems'ini kaybetmiş bir Günebakan gibi başımı hangi yöne çevireceğimi bilemiyorum.
     Bütün hayatım boyunca yapabildiğim en iyi şey seni sevmekti. Öyle ki seni sevmek ömrümde yaşadığım en içten, yoğun ve acı dolu tecrübe oldu.
      Ya karanlığın girdabından uzaklaşmak için atmaya çalıştığım kulaçları sıklaştırmalıyım; bir şeyler değişmek zorunda. Ya da...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder