CAMİDE ÇOCUK SESİ /Enver ÇAPAR








1.
Çocuk gelmezse camiye
Öksüz kalır tek minare
Eksik kalır bir  tarafta
Ses aranır  arka safta

Cami çocukları özler
Hep yollarını gözler
Suyu paslanır çeşmenin
Boynu bükülür  herkesin

Halıları kim bozacak
Tesbihleri kim kıracak
İyi  düşünün dedeler
Çabuk geçiyor seneler

2.
Minaresi  göğe çıkan
Yıldızlardan ışık sağan
Mahyasına bir ay doğan
Nur saçılan camilerde

Büyüklerle yan yana
Meleklerle kolkola
Oturunca verir mola
Dua vakti camilerde

Camide bir çocuk sesi
Gülümsetir tüm herkesi
Allah diyen her nefesi
Uzar gider gökkubbede

ENVER ÇAPAR

EŞİĞİN ÖBÜR TARAFI / Gizem AKTÜRK
















Bir banka otursam,
Tanımadığım o kişi dönüp baktığında;
‘Renklerim, renksizliğim,
Hissedip hissedemediklerim,
İçime yuva yapıp içime sığdıramadıklarım,
Uzun ince yolum’
Dilimde can bulsa.

Eşiğin öbür tarafında güçlü adımların ritmine ayak uydurmaya çalışan yorgun pabuçlar görüyorum.
Yağmur yüklü bulutları kıskandıran sisli gözler var mesela.
Zemheri kışları aratan sözler bile var.
Bunlar hep var ve var olmaya da devam edecek.
Olsun.
Eşiğin öbür tarafında bir uçurtmanın sevinciyle dünyayı gülümsetebilen yüzler de görüyorum.
Mesela çıplak ayaklarıyla toprağın tüm alçakgönüllülüğünü özümseyen birileri de var.
Papatyaların, frezyaların güzelliğine bu dünyayı daha yaşanılır gören güzel gözler de var.

Gözler neyi görmeye niyetlenirse onu görür.
Sen neye niyet edersen o sana kendini gösterir.
Sen sevgiyi görmek istersen o kendini aşikâr eder.
Sen güzellikleri görmek istersen ama gerçekten istersen evet göreceksin.
Çünkü sen niyetlerinde gizlisin.
İster geceyi görürsün ister yıldızları,
İster yağmura söversin ister toprağın bereketini, kokusunu çekersin içine,
Hiç mi olmadı bir şemsiye açar yine yoluna bakarsın.

Eşiğin öbür tarafında bir hayat var.
Pek afili yalnız.
Bir banka sığdırılamayacak kadar da detaylı ve destansı olanından bir hayat.
Koşalım o vakit.
Niyetimiz sağlam olsun biz koşalım, bir yerlerde yolumuz kesişir elbet.
Bir yerlerde varır buluruz kendimizi.
Bir yerlerde görürüz görmek istediklerimizi.
Biz koşalım.



***
ESİR KUŞLAR


Topraktan geldik ama fevkalade betonlaşıyoruz diye düşündüm. Dört bir yanımızdaki kolonlar değil sadece bahsettiğim. Öze dokunmayan sözde birtakım hareketler, hatır gözetmeyen kalpler, selam dahi almayan gönüller. Bir canlının başını hiç okşamamış eller, Hiç şiir okumamış diller...

Öyle işte, durdum yine düşüne durdum düşünmekten imtina ettiklerimi.

Bazen bir yerlerde kilitli kuşlarım varmış gibi gelir. Sanki salabilsem onları şu görünmez çarkı durduracağım. 

Özgürleşemeyen kuşlar ötmüyor buralarda. 

Hepsi aynı renk olmuş, yalpalayarak uçuyorlar. 

Ne acayip hepsi aynı ağaca tünemiş. Biri de demiyor mu ben az öteye gideyim, bir fark olsun. Kuşların işi çok zor. Bense hala anahtar arayışındayım.


***
İKİ RENK













Dünyada sadece iki renk olduğunu hayal ettim bir an.



İkisi de ayrı ayrı o kadar güzel ve anlamlılardı ki.
Ama yine de bir araya geldiklerindeki kadar büyüleyici olamıyorlardı.



Beyazı beyaz yapan beyaz olmayanlardı.

Beni ben yapanın benden olmayanlar olduğu gibi zira.

...
Siyahın yanına en çok yakışan beyazın, ona en "zıt" olması ne de anlamlı.
Zıt dedim ama emin değilim.
İki ayrı uç denilen aynı şey olabilir miydi?
Birbirine en uzak gördüklerimiz birbirine en yakın mıydı yoksa?
Birbirinden en farklı gördüklerimiz birbirine en çok benzeyenler mi yoksa?
...
Kendimizi tanımak istiyorsak hiç konuşmadığımız insanlarla konuşmayı denemeliyiz sanırım.
Sahi o insanla niye hiç konuşmadık?
Kendimizi tanımak istiyorsak önyargıyla yaklaştığımız ve her defasında yüzümüzü çevirdiğimiz o insanların yüzüne bu sefer daha cesurca bakmalıyız belki de.
Belki de biz en çok onlarda kendimizle yüzleşeceğiz.
Biz en çok onlarda tanıyacağız bizi.
...
Şükür ki her insan ayrı bir renk.
Şükür ki dünya sayamayacağım kadar renk ve tonuna sahip.




***

BU MEKÂN

















Bu mekân,
Dilini bilmediğim bir yabancı.

Bu mekân, 
Mağrur bakışlara bir hayli kırılgan.
Bu mekânın ötesizliğinde yaşam vardı.

Her hecesine hesap sorar gibi dile gelen bir kelime,
Gelmek fiilinden türetmekti seni.
Gördüğüm,
Gözlerime inen bir perde.
Ve göreceğim,
Camın ardındakiyse son çare.

Bu mekân,
Mavi, umut yüklü bir inanca gebe.
Bu mekân,
Pusulasız bir fırtına huşusu içimde.

Bu mekân,
Derinliğince toprak, bir tek tohum, diriliğince güneş
Ve bir belalı mefhum.

Bu mekân,
Sabahın nurlu yüzünü bulaştırırken gözlerime,
Yarılsın toprak, boy versin tohum, bilensin güneş
Ve anlamını bulsun tüm hakikat.



sundurma / fazlı bayram




/ ahmet doğan ilbey’e/










ahmetabi mızrabı içeri değil
dışarı atacağız bu gece
erenlik dozu düşük
alplık dozu yüksek Türküler
çalacağız
medeniyet coğrafyamızdan

ülkendeki kuşlara haber salacağız
künde künde vuracağız boynuna
gaiblerden gelen sesin
Celal Oğlanın acısına değil de
Drama mapusundaki Hasanın
trajedisine yanacağız
ağlayacak
ağlayacağız iç gözümüzle

vecd fazlası olursa korkma
tutar çıkarırım hafif meşrep bir Türküyle
itidal tavsiye etmek değil
seni itidale çekmek bunun adı
dalgalı deniz gibi abi
sonra bin miligram daha

Ziyaya ağlamayacağız bu gece abi
efelerle zikredeceğiz
araya girenlere abi
kol kanat gereceğiz
öfkelenmek yok abi
herkes Türk’ü dinlemeyi bilecek
diye bir şey yok
kafasını koparırız bu sefer
dinlemezlerse Türk’ü dinlemesinler bakalım

bu şehir Cuma günü yazıldı sana
bana Cuma günü açıldı kapılarını
saçıldı defterler ortaya yine
her Cuma böyle değil mi
işimize de böyle gelmez mi zaten
yakalım mı ezberleri ne dersin
bu gece dinamitler senden
kor ateşler benden
nihilizm de kapıya geldi madem
bir ıbrık Türkü daha akıtalım kalplere

haftayı temize çektik yine abi
maişet savaşımızdan geriye bu gece kaldı
aldı sel oldu sel aldı
ateş çemberlerimizi
gece sana
gündüz bana kaldı
bakalım senin yolundan çekilenler
benim yolumdan da çekilecekler mi
kahinler mısralarıma sövecekler mi

neyse gene de birkaç mızrap da
içeri atalım
sen seversin Sivası
Sivastan Memduh Hocamı
Muhsin Başkana sayarsın
İdeolojiler de bitti be abi
ne dersin
gel biz de bir umre yapalım
inad etme bu daha iyi
alsan da iyi kırmızı gülü satsan da
tartsan belki yetmez bizim okka
ehli
gülü ancak gülle tartabilmiş
gülü güle tutmuş
ne yapsa güle bakmış
kırmızı güle sormuş her işi
gönül aynasını gülle parlatmış

burada kesmek zorundayım abi
girenler oldu araya
hani bir Türkü mırıldanmaya başlarsın da
yanındaki hemen daha yüksek bir sesle
başka bir şarkı söyler ya
arkadaşların da
bir şeyler yazacağı tuttu abi
Allahtan bu gdhen var da abi
Allah var iyi çocuklar
ağızları da cıvık iyi ki
yoksa
kim sızdıracak abi sana aleyhi

bu Cuma da doldu vaktimiz abi
senin daha iki saatin var
benim ki buraya kadar

kaşlarımız çatıldı bak
mızrabı dışarı vurunca
Türk’ü
zorla dinletiriz demiştim abi yeter sesimiz
bin yıl daha söyleriz
bak hepsi nasıl dinledi
bana müseade
geceniz hayrolsun


HİLALE SEVDA / Levent NERGİZ













Bir örümcek ağı ve güvercin sürüsü
İhanet ve hicret...
Taşlı dağlar yol olur Nebi'ye
Zaman kutlu beldelerde tekrara durur.

Tekerrür etmese tarih ,çıldırır zindan,
Gün olur kara bir gece, katran döker kandillere
Toprak, gökyüzünün feryadıyla uyanır
Ay kararır yıldızların eteğinde.

Her eylemde şahlanışını hatırlar küheylan,
Bin asırlık ocağın külüne kor olur
Ulu çınar kemirgenler büyütür içinde
Bir sala vakti yiğitler cehde durur.

Fetihleri yad eden bir hamaset
Oluk oluk nakzediyor kanımızda
Kaç sevdalı yüreğe umut oluyor şehadet
Bir çıban ki yıllardır durur bağrımızda

Payımıza Gök Sultan'ın kaderinden düşmüş,
İhanet ilmek ilmek örmüş rüyalarımızı
Bir avuç gafil ateşler şahını güldürmüş
ALLAHU EKBER ! Tekbirler korumuş bayrağımızı.

Bir muştu çökünce göz bebeklerine
Tanklara karşı kıyama durmuş ulu çınar
Bir yiğit ki otuz kurşun büyütmüş yüreğinde
Bir millet ki şühedayla Resul'ünü selamlar.

Dağlar şehre yürüyor şimdi
Çile, sürgünler ülkesinde kahraman
Namlulardan göremezsiniz şehidi
Başkentler başketine gidiyor bu davan

Fecr-i Sadık vaktinde, gecelerden firari
Şanlı Anadolu'nun atan kalbiyiz
Hilale sevdalı yıldızlar gibi
Güneş doğmadan dönmeyeceğiz.


03.04.2017 
Levent NERGİZ 
Hınıs/ERZURUM

BİR GELİŞLE GELDİN Kİ… / A. Enbiya UZDİL










Gözlerinin en koyu yerinden
Göğ(s)ümü yakan bir bakışı var sessizliğinin
Ben ki bu kadarlık yaşımla bile
Kapanmayan bir yarayım

Diken tarlasının orta yerinde
Yapraklarını dikenlerin parçaladığı
Boynuna sırnaşık bitkilerin dadandığı
Bir çiçeğim yalnız ve korkusuz
Kendi halinde

Bir gelişle geldin ki
Gurbet sızısı çeken bir gönül bıraktın gerinde
Artık ben bir gurbetim/gurbetliğim
Gözlerinse bir sıla
Bir ev ki en huzurlusundan
Gökyüzü bir başka
Korkak kediler bir başka
Sonbahar esintileri
Sokak lambaları bir başka

Dengi bulunmazlardan değilim
Yahut boşluğu doldurulamaz bir parça
Yokuş yukarı tırmanarak geldim
Bir çift gözden ibaret kapına
O yüzden bilirim kan tere batmanın ne demek olduğunu

Çok konuştum biliyorum
Bunca yıllık sükutuma ver
Bağışla.




YAŞAMA İNADI / Gün Sazak GÖKTÜRK











Bilmiyorum!
Lügatte yokluk kelimesinin karşılığıyım ben
Şimdi işte şu hain köşe başında,
Göğüs kafesim akşamcı bir sancı...
Ölüm sıkacak sanma göğüs kafesimdeki kuşu...
Hoş kaç zamandır mihrap önünde dillendiririm ölüm isteğimi...                       

Kastım yaşamaktı,
Lakin soluk soluğa bir katil peşimde,
Hayal perde, hayat bir oyun,
Darağaçları da yeşerir elbet bereketli topraklarda,
Yağlı urganları ateşe verse, sehpadan inse ya insan...
Öldürse ya ölümü zahiren, doğursa ya yeniden hayatı…


LEYLA'DAN SERZENİŞLER-3 / Bilge Doğan

             


 - Kahraman'ın gidişine 









Tüm dualarımızı edelim, doya doya ağlayalım
Anlatmak bile yasak bize mağduriyetlerimizi
Leyla diye yüreği okşanan kadınlar, artık metruk birer kalıntılar 
Koru onları Sen koru, aslında yapayalnızdır onlar...

Kızdıklarında dalgalar coşardı tüm haşmetiyle,
Ancak nefret etmeyi bilmezlerdi, öğretilmemişti bu duygu onlara,
Denizin köpüğü gibi dalgalar durulunca sönüp giderdi kızgınlıkları,
Geriye tüm duygularından arınmış saf kadın kalırdı.

Onca aşağılanmışlıklara rağmen sabırla susan Rıza'nın adıydı kadın
Aynı zamanda en girift yalanların mimarı
Mekanları ve zamanları değiştirip güzelleştirme gücüyle beraber 
Usta bir oyuncudur kötülük filmlerinin sahnelerinde 

Bir parça mutlu olsalar, tüm evreni yeşillendirmeye yeterdi güçleri,
Doğuştan mağduriyetleri yetmezdi aklamaya kalpleri,
Allah vergisiydi, ellerinin değdiği yerde can bulurdu oysa herşey,
Dillerde kabul edilen kıymetleri gönüllere inemedi.

Tırnağına zeval gelse dayanamayacakları evlatları olmasa arkada,
Dağları deler, dünyayı dize getirir bir güçleri vardı oysa,
Durması gerektiği yer demek ki burasıydı yazgıda,
Bitmeyen gönül acısını görse de idrak edemiyordu dünya.

Susarak haykırıyor, çaresizce içten içe ağlıyor,
Doğruların toptan yanlışa evrildiği günlerde yaşamaktan yoruluyor,
Diktiği fidanların yeşermesine umut bağlıyor,
Güzel günlerin geleceği müjdesi onu oyalıyordu,

Öyle bir gidiyor ki kahraman, dünyalar  başına yıkılıyordu.
Onu bekliyordu günlerce, ama o bilmiyor, hissetmiyordu 
Zamanın farklı bir boyutunda gibi yakın ama uzak sesini duymuyordu
Kadın geceyi libas gibi örtüp üstüne mateme duruyordu 

Sevildikçe güzelleşir her kadın solar yoksa bir gül gibi-katil kim-
Güzel rüyalar göremeyeceğini bildiği gecelere dalıp
Gün ışığının bir daha aynı doğamayacağı günlere uyanıp duruyordu 
Dilinde Hicaz makamı bir nağme, dünya dönüyor dönüyor dönüyordu 


SUDAN’DAN İSTANBUL’A / Sudanlı Yusuf Musa

(Birinci Yazı)

Tarihçilerin, tarih felsefecilerinin yorumlarını geliştirdikleri hatt-ı hareketi takip edenler" tarihin değişimindeki kişinin müessiriyeti” söz konusu olduğunda yorumcuların iki gruba ayrıldıklarını müşahede eder. Onların ekseriyetle "kişinin rolüne” aşırı derecede anlam yüklediği ve değişimde milletin çabasının, başarısının bir kişiye isnat ettiği görülmüştür. Milletin haklarını öne çıkarmaya çabalamalı fakat kişinin büyük rolü gözden düşürülmemesi gerektiğini düşünüyorum. Lider kişinin rolünün yeryüzünde Sünnettullah’ın bir icabı olarak ortaya çıktığını düşünerek insanlara liderlik yapabilen, onların içindeki potansiyeli harekete geçiren ve değişimi gerçekleştiren kişilerin sayıca az nispette yaratıldığı kanaatindeyim.

Kimse milletin değişimdeki rolünü inkâr edemez ancak akla gelen soru şu: Milleti değişime, terakkiye sevk eden kim? Milletin olumlu ve verimli hâle gelmesini kim sağladı? Fedakârlık ve gayret göstermelerine kim vesile oldu? Bunların amaçlarını ve yollarını kim tayin etti? Evet, tarihimiz sayıya gelmez, hamiyetperver kişiler ile süslüdür. Hz. Ebubekir (Allah ondan razı olsun) bunun misallerinden biridir. Hadis-i Şerif’te şöyle buyurulmuştur: “Eğer Ebubekir’in imanı, bütün halkın/insanların imanı ile muvazene edilse/karşılaştırılsa Ebu Bekir’in imanı daha ağır gelecektir.” Hz. Ebubekir ise yardım isteyen komutanına söylediği sözle böyle hamiyetli kimselerin örneğini çoğaltır: “Ben sana dört adam gönderdim ki her biri, bin askerin yerini tutar. Onlar şunlardır: Mikdad bin Amr, Ubade bin Samit, Zübeyir bin Avvam ve Ömer bin Hattab.” (Allah hepsinden râzı olsun)

Bu kısa girişten sonra bugünün İslam dünyasına bakarsak hayal kırıklığı ve umutsuzluğun şiddetinden ötürü bazı fikir sahibi, dava sahibi kimseler bir millet gerçeği, hikâyesi yokmuş ve sanki tarihsiz, geleceksiz olduğumuza inanmaya başlamışlardır. Hâlbuki Hak Teala’nın rahmeti her zaman gazabına galiptir. Bütün bu ahvale rağmen milletin kurtulması, tekrar ayağa kalması için Cenâb-ı Bârî’nin bir hamiyetperveri istiklâle ve istikbâle yol açıcı olarak bizler arasında yaratacağına inanmaktayım.

Benim çocukluğum tesevf** olan bir ailenin içinde geçti. Büyük dedem Ticani* tarikatının önde gelenlerinden biriydi. Sudan’ın en uzak bölgelerinden, eğitim imkânlarından mahrum bir yerde olmasına rağmen ilim sahibi bir kimse ve ufku geniş bir hocaydı. Dünyaya üç kızdan sonra geldiğim için beni çok severdi ve sohbetlere beni götürürdü. Hâlâ aklımda, halkın çoğu bize en yakın şehirleri bile bilmezken dedem bize Kahire, Şam ve İstanbul’dan bahsederdi. Bu şehirlerin İslam’a hizmet ettiğini ve Müslümanlara koruduğunu söylerdi. Çok kahraman yetiştiren bir yer olarak İstanbul aklımda kaldı. Dördüncü sınıftayken hocamız gelecekte nereye gitmek istediğimizi yazmamızı istedi, bir kompozisyon ödevi verdi. İstisnasız bütün öğrenciler Mekke ve Medine’ye diye yazdı, bense İstanbul’a diye yazdım. Hoca şaşırarak yanıma geldi, niye İstanbul’a yazdığımı sordu. Ben de korktum, Mekke ve Medine yazılmayınca günaha girildiğini sandım. Günah olduğunu bilmediğimi söyledim. Tekrar sorduğunda dayımın İstanbul’da olduğunu açıkladım. On yıl sonra, Allah nasip etti, İstanbul’a geldim. İstanbul’a ve Türkiye’ye bakarak İslam dünyasının beklentilerinin cevabının Türkiye olduğuna ve olacağına inanmaktayım. (Devam Edecek)


*Ticanî Tarikatı: Ahmed b. Muhammed Ticânî (Allah sırlarını artırsın) tarafından Cezayir’de kurulan Halvetî tarikatının bir kolu. Ahmed Ticânî 1815 senesinde vefat etmiştir. Ticânî nisbesi “Ticane” kabilesinden gelmektedir.

**Tesevf: Sufi. Ehli Tarik. 


من السودان الي اسطنبول
 يلاحظ المتابع لحركة المفكرين والمؤرخين الي انهم ينقسمون  حول دور الفرد في تغيير  حركة التاريخ الي مجموعتين حيث يتفق اكثرهم إلي ان هناك مبالغة في تعظيم دور الفرد وينظرون الي ان التغيير نتيجة لحركة المجتمع او الشعب ثم يترأسه فرد وينسب له اليه هذا النجاح1

     هذه الرؤية وان كانت تحرص علي ابراز دور وحقوق المجتمع او الشعب إلا ان للفرد ايضا دورا كبيرا لايمكن إغفاله ,وهذا اعتبره سنة من سنن الله في الكون حيث خلق بعض البشر القليلين الذين لهم قدرة عالية علي قيادة الجموع ويستطيعون تحريك الطاقات
الكامنة في داخل كل انسان فيحدث التغيير .
    كذلك لا يغفل أحد عن دور ومشاركة الكثيرين في التغيير لكن من الذي دفعهم الى المشاركة وحولهم الى ايجابيين ومنتجين ومن الذي دفعهم الى التحية والبذل ورسم لهم الطريق وحدد لهم الاهداف انه الفرد الموهوب وتاريخنا حافل بالامثلة ( لو وزن  ابي بكر بكفة والامة بكفة  لرجح ابي بكر )2  او كما قال (لصوت القعقاع في الجيش خير من الف رجل) 3   (اني قد امتدتك باربع الاف رجل على كل الف رجل منهم رجل مقامه الالف )4 وهم المقداد بن عمرو وعبادة بن الصامت والزبير بن العوام ومسلمة 

بعد هذه المقدمة القصيرة اذا نظرنا الى الامة الاسلامية اليوم لا تغني عن سؤال حيث اثار الكثير من النافذين مشاعر الاحباط والياس ووصل الامة الى درجة ظنون البعض باننا امة تاريخ بلا واقع وسلف بلا خلف ، ولكن مع كل ذلك نجد هناك متفائلون بان الله سيبعث  من يقود هذه الامة الى بر الامان ويجعلها قدوة لكل الانسانية ) "لَا يَزَالُ مِنْ أُمَّتِي أُمَّةٌ قَائِمَةٌ بِأَمْرِ اللَّهِ لَا يَضُرُّهُمْ مَنْ خَذَلَهُمْ وَلَا مَنْ خَالَفَهُمْ حَتَّى يَأْتِيَهُمْ أَمْرُ اللَّهِ وَهُمْ عَلَى ذَلِكَ

"منذ صغري نشات وسط اسرة صوفية حيث كان الجد الاكبر رئيس الطريقة التجانية وكان عالما مثقفا ذو نظرة بعيدة وسط منطقة ينتشر فيها الجهل و هي تبعد مئات الكيلومترات عن اقرب مركز حيوي لها بحكم انى ذكرت جئت بعد ثلاث بنات كان يحبى شديد وياخذنى الي دورسه اليومية ومما اتذكره  عندما كان عمري سبع سنوات كان يحدث  عن  والتاريخ الاسلامي واسباب تفرق المسلمين...  على الرغم من ان الناس لا يعرفون عن اقرب مدينة لهم باستثناء مكة المكرمة والمدينة المنورة كان يحدثهم عن القاهرة بغداد الشام و اسطنبول وما قدمته هذه المدن للامة الاسلامية فمدينة اسطنبول يحكي  ان رجالها  كالاسود وقفود سدا منيعا امام هجمات الاجانب لميئات السنوات عنها ورسخ كلامه هذا في ذهني و انا ابن الرابع من الابتدائية وحين طلب منا  استاذ الانشاء بكتابة تعبير عن مدينة نود زيارتها في المستقبل بلا استثناء كل التلاميذ كتبوا عن مكة المكرمة والمدينة المنورة الا انا كتبت عن اسطنبول عندما قرا الاستاذ تفاجا  وجاء مسرعا يسالني لماذا اسطنبول بطريقة مستغربة  ومتعجبة فشعرت بالخوف وبدات اسال نفسي داخليا عجبا هل ارتكبت خطاءا ؟ هل قول اسطنبول ذنب يحاسب عليه التلميذ؟ وماذا اقول له ؟ وفجاة خطر ببالي ان اقول له ان خالي كان في اسطنبول وتغير لون الاستاذ متاثرا وبدا هو الاخر يحدثنا عن اسطنبول وبعد 11 سنة بتوفيق الهي جئت الى اسطنبول فخطر ببالي يا ليت جدي كان حاضرا حتى اعيد له ما رايته عن اسطنبول واخيرااااااااا منذ ثلاث سنوات وانا في تركيا والتقيت بالشعب التركي بالوان وافكار مختلفة واستطيع القول بكل ثقة ان اسطنبول بما فيها من قوة  وارادة من شعبها تستطيع ان تعيد للامة الاسلامية مجدها بما يتوفر لها من قائدات ذات البعد البعيد  بمعنى كمافي المقدمة حركة التغيير تحتاج الي شعب واعي وقيادة راشدة وهذا يتوفر الان في تركيا   ................
يوسف موسى   15