BU ŞİİRDE PARÇA BÜTÜNLÜĞÜ YOKTUR / Ferhat ALTUN

-Emre Hacıarap’a-













Gönül isterse ateş olur
İstemezse ağaç

Seni parçalayıp alsınlar göğsümden
Vazgel
Ey!
Gönlüm yarası
Bahtım karası
Kapital şarkılar söylemekten

Ki insan putunu yüzünde taşır
“Kalmadı kaşımda kırılmadık put”

Bu asır canına zehir bırakır
Canımın arabı susar öylece





***
Bir Rastlantı/ Bir Hakikat/ Bir Şiir


Şair, var edildiği cemiyetin şuurunu taşır ve bu şuur bir şekilde (bilerek ve yahut meczubî bir hal içre) mısralara dökülür. 

Efendim malumunuzdur ki giden zaman içinde Şair ve yoldaşım İbnü’l-Orhan Ömer Faruk’a “İnsanoğlu Nankördür Çaya Karbonat Katar” namı ile bir şiir ithaf etmiş idim. (Kendileri hayli memnun ve mesrur olmakla beraber işbu manzumeyi çerçeveletip malikhanelerinin bir duvarına asmadıkları için fakir-i hakiri hayli mahzun etmişler idi)
Akabinde türküdar-ı dükkân, marot ile mücadele derneğinin serdarı, şair ve ismi ile müsemma olan kıymetli başkanım (burada niyyet olanı söylemek, aksi halde bir büyüğümüz için böyle ifadeler kullanmak haddimize midir bilmiyorum) Fazlı Bayram ağabey söz konusu şiire bir şerh yazmış ve işbu şiiri kıymetlendirmiş idi.

Giden gün bir vesile ile hayatımda ilk kez Urfa ilinin Siverek kazasına revan oldum. Şimdi diyeceksiniz ki efendi bu şiirle ne alakası var senin Siverek’e gidişinin! Çok alakası var efendim. Hatırlasanız şiirin ilk mısraı “Şeytan sancağın dikmiş pazara” idi. Öyle ki Siverekteki çarşının ismi “Şeytan Küçesi”…  Hülasa Şair Mehmet Akif İnan’ın da dediği gibi:

Soyumu yüklendim bu çağ içinde 
Urfa bir dağ gönlüm bir bağ içinde



***
İNCİ DÖKÜLÜR LEBİNDEN




Kabristanda Duyduklarım


Nedir o sinende sakladığın kuş
Açıp da bağrını gören olmaz mı?
Bir gülüşün güller saçar âleme
Yüzünden gülleri deren olmaz mı?

Yürürsün ardına ceylan salınır
Zülfünün teline rüzgâr takılır
Konuşsan lebinden inci dökülür
Deryana düşüp de yanan olmaz mı?

Solarken bir gece mehtaba karşı
İşittim bu nâme geldi mezardan
Bin aşık sesiyle titretti arşı
Geçip de bu sesi duyan olmaz mı?



***
GURÛB İLE MÜKÂLEME


Dedim
Uğramaz mı o güneş saçlarına
Nedendir bu sessiz inleyişlerin

Dedi
Zehirli yıldızlar sundular bana
Zehirli yıldızlar ifrit kanından

Dedim
Bir ölü çocuk değmiş ruhuna
Nedir o mateme gark eden seni

Dedi
Kara kefenleri takıp boynuma
Can damarımdan vurdular beni


(İşbu manzume, Üstad Mehmet Yaşar ağabeyin kıymetli tahrikleri üzerine kaleme alınmıştır. Şiire ad vuran da kendileridir.)



***
BİR KATRE SU DEĞİL GÖNÜL BULANSIN

(İlham Bahçesinde Hasat Mevsimi)











1.
Zehrini zihnime zerk etti zaman
Bana da giydirdi esvaplarını (!)
Ateşsiz sahrada yanayım diye
Gülistan faslında kan kustum
Aman!

2.
Firavun çağından önceydi
Men ettim ruhumu
Dünyaya değmekten
Çünkü ben mezarlardan
Tütünler toplayan
Şairlerle yürürdüm
Bu yüzdendi
Arza sürtünmeyişim
Göklere sırt vermeyişim

Gök yüzü, gözümde kara bir kepenk
Bir yokluk ki içimde varlık alemine denk

3.
Bir sesleniştir bu
Bir kımıldanış
Bir kıvılcım
Bir ahenk

-bir uyanıştır ölüm-

Bir rüzgâr esmiyor eskisi gibi
Bir koku gelmiyor yârin saçından

Bir ölüm hasreti sardı içimi
Bir ölüm hasreti gül yanağından




***
İNSANOĞLU NANKÖRDÜR ÇAYA KARBONAT KATAR


İbnü’l-Orhan Ömer Faruk’a



Şeytan sancağın dikmiş pazara
Zindanlara yabancı ruhum
Buna da alışamadı
Var olduğundan beri
Tırnaklarını törpüleyen
Ve ekonomiden anlayan
adamlara alışamadığı gibi
-alışmasın-
Katışmasın hamuruma o
Sökülecekse dişlerim
Damağımdan kanlı
bir gökyüzü çıkacaksa
Buna razıyım

Kıvranıp duruyorum dünya denen refüjde
Göğü yere çalan ses kulaklarıma müjde


***
BEŞ ER DESTANI
















Asya’nın Turan’ın cesur erleri
Ol kara sancağın son neferleri
Geldiler göklerden haber salarak
Geldiler güneşten demir alarak

Ellerinde cihan bir yudum suydu
Tek bir katre bile alev kusturdu
Sağırlar işitti, lallar konuştu
Ol beş cengaverin at koşuşundan

Bir gece ansızın varıverdiler
Korkunun korkusu yokluk yurduna
Varıp tüm yokluğu talan ettiler
Kara kefenleri takıp boynuna

Bir haber işittik erler toyundan
Meğer zapt etmişler bütün zamanı
Ol bütün yokluğu vurup boynundan
Salmışlar afaka kanlı dumanı

Onların yolunu gözlerken gözler
Nice seferlere atıldı beş er
Çevirip atını Kaf dağlarına
Kırmızı Anka’ya dönüştü beş er


***
BİR AH ETMEĞE DEĞMEZ ALEM DEDİĞİN

Gülistan faslında çiçeğim soldu 
Bülbül gibi şeyda efgan olmadım
Burçlara dayandım ellerim yandı 
Ateş oldum cürmüm kadar yakmadım

Eski bir mezardan yükseldi bu ses
İnandım ömürmüş meğer bir nefes
Kanma ey Ferhat bu âlem hep heves 
Kelam oldum hiç kulağa varmadım 




***
URFA'DA DAĞ YOK

Köy artık cennete yakın değil
Bunu anladık
Köylüleri öldürmeye de gerek yok
Şehirliler masum değiller artık

Bu sebepten
Dağlara çekilmeliyiz
Dağ dediysek Ötüken uzak
Ahir dağı mesela
Yavaşça ölmek de bize yakışmaz
Toparlanın gitmiyoruz çağrısına uyduk
Burayı terk etmiyoruz

***
BEN TASAVVUF DİYORUM  DOKTORLAR ANKSİYETE

1.
ayağına kızgın demir serdiler
saçlarından  yoldukları çocuğun
“ağlasın saçlarına
saçlarına ağlasın”
-ağladı
aktı gözleri annesinin avucuna

2.
nil saçlı bir kadın durdu
saçlarından tavana
bir çağlayan oldu o gün
o gün bir kan deryası
İşbu
İblis
Üflemese burnuna
Ölmeyecekti
-öldü
Düştü saçları adamın avucuna

3.
Heman
Bir adam belirmişti aynada
‘Gözsüz’
Bir ses işitmişti muhakkak
‘Korkunç’
Ve çığlık atan hamile bir cin

-Bu rüyayı bir başkası görmedi

Tanrım nefsim katakulliye geldi





***
YÂR ELİNDEN

Çıktık yola üzüm deyu
Enar olduk yar elinden
Cam kadehte gül suyunu
Umar olduk yar elinden

Ermek için şehr-i yare
Üryan geçtik har ü ardan
Aşkın kızıl suyu kana
Kanar olduk yar elinden

Kement attık mihr ü maha
Yusuf olup düştük çaha
Kara gözlü Züleyha’ya
Köle olduk yar elinden

Aşk tacını çaldık taşa
Aşk ne gerek garip başa
Bâkî gibi musallaya
Sultan olduk yar elinden…

***
KEMAN AĞLAMIYOR

Bin yaşlı yılanlar göğeriyor duvarlarımızdan
Bin başlı yılanlar yakalıyorlar bizi omurlarımızdan

Yılmıyoruz
Dayanmıyoruz baş eğerek
Engerek buyruğuna
Tutunarak buğusuna gözlerimizin
Remz ediyoruz hayata
Çünkü bizi kutsal kılan is
Henüz eksilmedi damlarımızdan.

Ey harabeler baykuşu
Ey kanlı fikirler sarhoşu
Ey belakeş şair!
Sen o karanlığa dalmakla mesulsün.
Sen o karanlıkla yoğrulmuşsun.



***
CAN KIRIĞI

Parmak uçlarından öptü ölüm,
Dilruba sevgiliyi.
Sunarken ömrünü altın kadehte -bade-i aşk- diye;
Kadeh kırıldı.

Bir pervazdı dans eden
Aşkın ruhuyla,
Eriyen muma aldırış etmeden.
Ve kılıç kılıç doğranırken alev sehpasında;
Ateş kırıldı.

Kaç İbrahim’e
Kaç Nemrut’a
Şahit oldu bu alem ki;
O nigahınla baltasını körelttin uşşakın;
Balta kırıldı.

Ve ey yâr!
Sen ki:
Ruhu bedene,
Kağıdı kaleme,
Canı Canana düşman edensin.
Göz dokunamadı bakışlarına
Ve yürek dudağından öpmedi
Bu hasret-i yar ile
Bu tende can kırıldı..



***
HER ŞEYDEN ÖNCE

Bir duman sessizce ağlatır seni
Bir ateş, kuş gibi çırpınırken ocakta
Aya meftun gözlerin, karanlığa alışmakta

-Düşürülmüş bir meleğin nefreti bu-

Henüz sararmazdan taze ellerin
Gören bendim seni
Dalından bir çiçek gibi koparıldığın gün



***
YARALI-ÖLÜ-KATİL

Şiir içimdeki sırrın aynasıdır
Diyor şair

Nasıl ki
Bir kelebek uçtu
Toz kanatlı rengarenk
Bir zerresinde var olduk biz o tozun
Asıldık galaksinin ışık huzmesine
Asıldık çırparak kanatlarımızı
Ve kanayan ruhumuza ilaç diye
Nakşettik kutsal bildiklerimizi Gök kubbeye.
İşte o zaman
Bir duman hakikati sundu bize
-Bir patlama-
O patlamada ben katil
O patlamada ben ölü
O patlamada ben bebektim henüz
Kanlandı biberonumdaki süt
Değildim ki mitlerden fırlayan bir kahraman
bebektim işte
Bebektik
21. Yüzyıla düşmüş bir bebek.


2 yorum:

  1. Kalemin keskin olsun hocam o patlama bizde de var.

    YanıtlaSil
  2. Teşekkür ederim. Cümlemizin keskin olsun inşallah.

    YanıtlaSil