EVLAT SEVGİSİ / Teyfik KARADAŞ

 


Memuriyete serhat şehri Van ilimize bağlı, Emrah ile Selvi’nin diyarı yeşil Erciş ilçesinde öğretmen olarak başladım. O yıllarda terör olayları yüzünden Doğu ve Güneydoğu illerimizde can güvenliği yoktu. Devletimiz bölgede olağanüstü hal ilan etmişti. Olağanüstü hal bölgesinde görev yapan memurlara olağanüstü hal tazminatı adı altında fazladan bir para ödüyordu. Buna rağmen Olağan üstü hal bölgesine tayin olan memurların birçoğu göreve başlamıyordu. Ailemin ekonomik durumu iyi olsa belki bende göreve başlamazdım. Bölgedeki şartlar nedeniyle memleketim Kahramanmaraş’tan Erciş’e giderken ağlayarak gittim.

Erciş’te dört yıl görev yaptım. Orada görev yaparken Doğu Anadolu’nun birçok ilini ve ilçesini bir seyyah edasıyla adım adım dolaştım. Erzurum’daki Aziziye Tabyaları, Doğubayazıt’taki İshak Paşa Sarayı, Ahlat’ta ki Selçuklu Mezarlığı, Van’daki Akdamar Adası daha dün görmüşüm gibi hafızamdaki tazeliğini korumaktadır. Van Gölünün sodalı sularında bir dalgıç gibi yüzdüm. İlkbahar mevsiminde olta ile inci kefali avladım. Otlu peyniriyle kahvaltı yaptım. Serde şairlik olunca Ercişli Halk Ozanlarının Dergâhına intisap ettim. Onların çaldığı sazı, söylediği türküleri dinledim. Erciş’teki her günüm bayram coşkusunda geçti. Ağlayarak gittiğim Erciş’ten dört yıl sonra ağlayarak ayrıldım.

Erciş’ten sonra benim isteğim üzerine atamam sahabeler şehri Adıyaman vilayetimizin Gölbaşı ilçesine yapıldı. Atalarımız “Dağ dağa kavuşmaz ama insan insana kavuşur” diye boşa söylememiş. Belören İlköğretim Okulunda üniversiteden okul arkadaşım Mesude Çalık ile karşılaştık. Kendisi üniversitede tanıdığım en değerli insanlardan birisiydi. Eşi Adnan Menderes Beyde bir o kadar kıymeti bir insanmış. Onlarla aynı okulda çalışmak benim hayatımda önemli bir dönüm noktası oldu.

Göreve başladığım ilk yıllarda tanık olduğum mutsuz evlilikler ve mutsuz evlilikler yüzünden ortaya çıkan dramatik hadiseler nedeniyle evlenmemeye karar vermiştim. Vermiş olduğum bu karar yüzünden altı yıl bekâr olarak çalıştım. Belören’e gelince Mesude Hanım beni evlenmeye ikna etti. Gölbaşı’nın Belören Kasabasında göreve başladıktan bir yıl sonra Mesude Hanımın yardımlarıyla Belören Sağlık Ocağında hemşire olarak görev yapmakta olan Safiye Hanım ile evlenmeye karar verdik. Törelerimize uygun şekilde nişan ve düğün törenlerimizi yaparak evlendik. Evlendikten iki yıl sonra nur topu gibi bir kız çocuğumuz oldu. Çocuğumuz dünyaya gelince yaşamış olduğum manevi huzuru ve mutluluğu ifade edecek sözcük bulamıyorum. Çocuğumuzun adını istikbali aydınlık olsun diye Damla Nur koyduk. Damla Nur’um bir çınar fidanı gibi büyümeye başladı. Beş yaşına gelince anaokuluna kayıt ettirdik. Damla Nurun çantasını sırtına alıp anaokuluna gittiği ilk gün, nasıl sevindiğimi hiç unutamıyorum. Damla Nur beş yaşında iken ikinci çocuğumuz Hilal Filiz doğdu. Hilal Filiz altı yaşında iken en küçük evladımız Elif Şeyda dünyaya gözlerini açtı. Hilal Filiz ve Elif Şeyda’nın doğumlarında da en az Damla Nur’un doğumunda yaşadığımız sevinç ve huzuru yaşadık. Elif Şeyda’nın doğumundan sonra beş kişilik çekirdek ailemiz tamamlanmış oldu.

 Belören İlköğretim okulunda yedi yıl müdür yardımcısı olarak çalıştım. Bu sırada Gölbaşına Gaziantep Üniversitesine bağlı iki yıllık bir meslek yüksekokulu açıldı. Ben Gölbaşı Meslek Yüksekokuluna Yüksekokul Sekreteri olarak atandım. Gölbaşı Meslek Yüksekokulu Gölbaşı Gölünün güney kıyısında yer alan saklı cennetlerden bir köşeydi. Gölde yüzen turnalar, avcıların mermisine hedef olan karabatak kuşları, kıyıdaki kamışları arasında saklanan yaban ördekleri ve arada bir su üstünde takla atan yayın balıkları bana ilham kaynağı oluyordu. Odamın balkonunda bir taraftan çayımı ve sigaramı içiyor, bir taraftan da Gölbaşı Gölündeki yaban hayatını saatlerce seyrediyordum. Yaban hayatını seyrederken bazen tanık olduğum küçük bir görüntü yazacağım bir şiirin konusu olabiliyordu. Kalemi elime alıp şiir yazmaya başlıyordum…

Mesai bitiminden sonra eve gitmeden önce çarşıya gidiyor esnaflarla muhabbet ediyordum. İlçede görev yapan bütün memurlarla dostluk kuruyordum. Gölbaşı’n da hâkim, savcı, kaymakam gibi üst düzey memurların görev süresi üç yıldı. Gölbaşı’nda on sekiz yıl çalışınca onlarca kaymakam, hâkim ve savcı ile tanışma imkânım oldu. Ben Gölbaşı’nı, Gölbaşı halkıda beni sevdi. Günlerim Gölbaşı’n da mutlu ve huzurlu bir şekilde gelip geçiyordu. Ben bu şirin ilçede en azından emekli oluncaya kadar çalışmak istiyordum ama eşim benimle aynı düşüncede değildi. Eşim Gölbaşı’nı benim kadar sevmiyordu. Ailesi Adıyaman’dan Kahramanmaraş’a göç ettiği için kendisi de Kahramanmaraş’a gitmek istiyordu. Bu düşüncesini arada bir bana söylüyordu. Ben ise eşime “Bir üniversiteden, başka bir üniversiteye geçmenin zor olduğunu” söyleyerek vaziyeti idare etmeye çalışıyordum. Benim ailemde kahramanmaraş2a gelmemi istiyordu. Gölbaşında çalışmaktan memnun olduğum için Kahramanmaraş sütçü İmam Üniversitesine atanmak için hiçbir girişimde bulunmuyordum. Girişimde bulunsam atamamın yapılma olasılığı, yapılmama ihtimalinden daha yüksekti. Eşimde benim tayinimin olmayacağına inanıyor, kaderine boyun eğip Gölbaşı’n da yaşamaya devam ediyordu.

Güzel kızım Damla Nur artık on dört yaşamış sekizinci sınıfta okumaya başlamıştı. Damla Nur sekizinci sınıfın sonunda gireceği liseye geçiş sınavında başarılı olmak için gecesini gündüzüne katarak ders çalışıyordu. Bizde kızımızın başarılı olması için elimizden gelen çabayı sarf ediyorduk. Gölbaşında başarılı öğrencilerin okuyacağı üst düzey bir lise yoktu. Ben kendisiyle paylaşmasam bile Damla Nur’un Kahramanmaraş Süleyman Demirel Fen Lisesini kazanmasını istiyordum. Altıncı ve yedinci sınıftaki puanları oldukça başarılıydı. Damla Nur sekizinci sınıfta Liseye Geçiş Sınavına girdi. Sonuçlar açıklandı. Geçmiş yıllardaki puan ve yüzdelik dilimlerini incelediğimde Damla Nur Süleyman Demirel Fen Lisesini kıl payı kaybedeceğini fark ettim. Gaziantep Fen Lisesine girme şansı hiç yoktu. Almış olduğu puan Adıyaman ve Şanlıurfa Fen Liselerini kazanmaya yetiyordu.

Biz ilk sıraya Adıyaman Fen Lisesini mi, Şanlıurfa Fen Lisesini mi yazalım diye istişare ederken bizim okulun Türk Dili Okutmanı Burak Telli Kahramanmaraş Anadolu Öğretmen Lisesini tercih etmemizi tavsiye etti. Burak Hoca okutman olmadan önce Kahramanmaraş’ta dershane müdürlüğü yaptığı için konuya vakıftı. Kahramanmaraş’taki liselerin başarı durumlarını elinin içi gibi biliyordu. Burak Hoca bana “Abi Kahramanmaraş Anadolu Öğretmen Lisesi, Fen lisesinden daha başarıl bir okul. Çocuk kazanırsa pişman olmazsınız” dedi. Burak Hocanın tavsiyesine uyarak Kahramanmaraş Anadolu Öğretmen Lisesini tercih ettik. Damla Nur Kahramanmaraş Anadolu Öğretmen Lisesini kazandı.

Damla Nur’un okul kaydını yaptırdık. Kahramanmaraş’taki akrabalarımızın kalacak münasip bir evi olan olmayınca, kendini okulun pansiyonuna paralı yatılı öğrenci olarak yerleştirdik. Damla Nur hafta içi okulun pansiyonunda kalıyor, hafta sonları babaannesinin evine, evci iznine çıkıyordu. Bizde Damlanın hasretine dayanamayıp cumartesi günleri Kahramanmaraş’a gelip, pazar günü Gölbaşı’na gidiyorduk. İki gün Damla Nur ile zaman geçiriyorduk. Biz Damla Nur’u el bebek, gül bebek büyüttüğümüz için ben lisanı halinden pansiyonda kalmaktan memnun olmadığını hissediyordum. Bu hissimi eşimle dahi paylaşmıyordum. Bütün aile Damla Nur’un hasretiyle Gölbaşı Kahramanmaraş kara yolunda mekik dokumaya başladık.

Kırk yaşını geçmiş elli yaşına merdiven dayamış bir insan olarak benim dayanamadığım bu hasrete Damla Nur’un hiç dayanma gücünün olmadığını tahmin ediyordum. Her hafta sonu Kahramanmaraş’a geldikten sonra tekrar Gölbaşı’na dönerken gözlerim nemleniyor, için için ağlıyordum. İçimde yanan bu hasret ateşi her hafta biraz daha artarak bedenimin her tarafını kaplıyordu. Platonik aşkım Gölbaşı’nda huzurum kaçmaya başlamıştı. Duygusal bir insan olduğum için yemek saatlerinde Damla Nur’un sandalyesinin boş kalması bile beni ağlatmaya yetiyordu.

Eylül ve Ekim aylarında Gölbaşı’ndan Kahramanmaraş’a gidip gelirken pek bir sıkıntı yaşamıyorduk. Kasım ayı gelince bölgede kar yağışı başladı. Kar yağması sonucu yollar, bazen buzlanmaya bazen de yoğun kar yağışı nedeniyle kapanmaya başladı. Mevsim şartları nedeniyle yolculuk zorlaştı. Kasım ayının üçüncü haftası karlı bir cumartesi günü Kahramanmaraş’a gitmek için yola çıktık. Haydarlı Köyündeki rampada meydana gelen buzlanması vesilesiyle iki tane tırın kayması sonucu yol kapandı. Biz bir saatlik yolu dört saatte ancak gidebildik. Yoluculuk süresinin uzamasını boş ver bir kamyonun kayarak üzerimize doğru gelmesiyle canımızdan oluyorduk. Yaptığımız bir iyilik mi karşı geldi Rabbim bizi çocuklarımız için mi bağışladı bilemiyorum kamyon bize çarpmasına beş metre kala sağ tarafa yan tarafa devrildi.

Akçalar Yokuşunu indikten sonra buzlanma bitti. Pazarcık’tan geçip Narlıdan geçtikten sonra Kahramanmaraş’a vardık. Damla Nur bizi okulun giriş kapısında karşıladı. Geç kaldığımız için üzüldüğü lisanı halinden anlaşılıyordu. Damla Nur’u okuldan alıp çarşıya gittik. Çarşıda birlikte gezip dolaştık. İhtiyaçlarını aldık. Yemek yedik. Birlikte üç- dört saat güzel zaman geçirdik. Damla Nur konuşmalarında durmadan pansiyondaki sorunları anlatıyor, yatılılıktan memnun olmadığı yönünde mesaj veriyordu. Ben de konuyla ilgili yorum yapmadan Damla Nur’un kısa süre sonra bu yaşama uyum sağlayacağını düşünüyordum.

Çarşıdaki alış veriş işlerini bitirince akşamüzeri kayın pederin Namık Kemal Mahallesindeki evine gittik. Geceyi orada geçirdik. Pazar günü öğle namazını kıldıktan sonra damla Nuru okuluna götürüp oradan da Gölbaşı’na gitmek için kayın babamdan izin istedik. Kayınım Talat “Siz geç kalmayın Gölbaşı’na gidin. Damla Nur’u ben okuluna bırakırım” dedi. Bunun üzerine bizde valizlerimizi alıp arabaya binmek için dışarı çıktık.

Kayın babam, kayın validem, kayınlarım, baldızım Bahriye ve kızım Damla Nur bizi yolcu etmek için sokağa çıktılar. Sokağa bizi yolcu etmek için çıkan herkesle ayrı ayrı vedalaştıktan sonra arabayı çalıştırıp hareket ettim. Sokağın caddeyle birleştiği yerde beklerken gayri ihtiyari olarak dikiz aynasına baktım. Dikiz aynasından bizi uğurlamaya çıkan herkes içeri girdiği halde Damla Nur’un boynu bükük bir vaziyette bize arkadan bakmak için dışarıda beklediğini gördüm. Bir evden cenaze giderken erkekler tabutu omuzuna alıp hareket eder, kadınlar arkadan bakar kalır ya Damla Nur’um da o vaziyette bize bakıp kalmıştı. Damla Nur’u mu o vaziyette görünce yüreğimin başı cız etti. Tarifi mümkün olmayacak derecede canım acıdı. Gözlerim yaşardı. İçim burkuldu.

Böyle kederli psikojik durum içinde Gölbaşı’na gitmek için yola revan olduk. Arabanın kaloriferini çalıştırdım. İçeri ısınınca Hilal ile Şeyda Kapı Çam’a varınca arka koltuğun üzerine uyudular. Anneleri üstlerini örttü. Çocuklar uyanmasın diye biz eşimle kısık bir sesle muhabbete devam etmeye başladık. Muhabbete devam ederken güzel kızım Damla Nur’un arkamızdan bakarak kalması hiç aklımdan çıkmıyordu. Ben zihnimde Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesine tayin istemeye karar verdim. Narlıya varınca düşüncemi eşim ile paylaştım. Eşim “Daha önce ben söylediğimde tayinim başka yere olmaz. Benim kadrom çakılı kadro diyordun” dedi. Ben ise “Bundan sonra olur” dedim. Geldiğimiz gibi yolda buzlanma ve kapanma olmayınca bir saat süren yolculuk sonunda Gölbaşı’na vardık.

Akşam yemeğinden sonra Osmaniye’de il tarım müdürü olarak görev yapmakta olan yakın arkadaşım İbrahim Sağlam’ı aradım. Durumu anlattım. Sütçü İmam Üniversitesine atanmak istediğimi söyledim. İbrahim Sağlam’ın amcası Prof. Dr. Mehmet Sağlam o zaman milletvekiliydi. Aynı zamanda Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkan Vekili olarak görev yapıyordu. Daha öncede YÖK Başkanlığı ve Milli Eğitim Bakanlığı yaptığı için üniversite camiasında sözü geçen, saygınlığı olan bir insandı. İbrahim bana” Kurban bayramının ikinci günü Göksun’a gel. Seni amcamla görüştüreyim” dedi. Ben bir özgeçmiş dosyası hazırlayıp kurban bayramının ikinci günü Göksun’a gittim. Hem İbrahim’in ailesiyle bayramlaştım hem de Mehmet Sağlam Abi ile görüştüm. Mehmet Sağlam Abi dosyamı elimden alıp şoförüne teslim etti. Bu dosyayı meclise gittiğimiz ilk gün benim odama getir dedi. Mehmet Abi Ankara’ya hareket ettikten sonra bende Göksun’dan ayrılıp köyüme gittim.

Ben Mehmet Abi ile görüştükten on gün sonra İbrahim beni aradı. Bana” Kardeş amcam Sütçü İmam Üniversitesi Rektörü ile görüşmüş. Kahramanmaraş’a git. Dilekçeni ver ”dedi. Ben gerekli evrakları tedarik ettikten sonra dilekçe vermek üzere Kahramanmaraş’a gittim. Üniversite Kütüphanesinde şube müdürü olarak görev yapan şair ve yazar Hasan Ejderha Abimin yanına gittim. Hasan Abi dilekçemi inceledi. Güzel olmuş dedi. Dilekçeyi Hasan Abinin yanında çalışan Mehmet isimli bir görevliyle rektörlük yazı işlerine gönderdik. Mehmet Bey dilekçeyi teslim edip kayıt numarasını da alarak kısa sürede geri geldi.

Hasan Abinin yanında çay içip biraz muhabbet ettikten sonra izimin üstüne Gölbaşı’na gittim. Bekleme süreci başladı. Aradan bir ay kadar bir süre geçtiği halde olumlu veya olumsuz olarak bir cevap gelmedi. Umudum azalmaya başladı. Ben bu arada tayinimin yapılması için Kahramanmaraş’ta tanıdığım bütün insanları devreye soktum. Bunlardan değerli arkadaşım Murat Çakıroğlu’nun bu konudaki iyiliğini hiç unutamam. Tayinimin yapılması için Rektör Beyin evine kadar gitti. İki aydan fazla süren bir bekleme sürecinden sonra Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesine şube müdürü olarak tayin oldum. Ocak ayının karlı bir cumartesi günü evimi Gölbaşı’ndan Kahramanmaraş’a taşıdım. Üniversitenin İdari ve Mali İşler Dairesindeki göreve başladım.

Ailem, eşim ve arkadaşlarım Kahramanmaraş’a tayin olmamı çok istediği halde ben on sekiz yıl boyunca Gölbaşı’nda çalışmayı tercih ettim ama kızımın hasretine dayanamayıp dört ay içinde platonik aşkım Gölbaşından ayrılıp memleketim Kahramanmaraş’a geldim. Be kızım Damla Nur’a, kızım Damla Nur’da ailesine kavuşmuş oldu.


3 yorum:

  1. Mutluluğunuz daim olsun inşallah..
    Dilinize, yüreğinize sağlık diliyorum.

    YanıtlaSil
  2. Yaşar ŞAKALAR

    YanıtlaSil