BİZE YAZILANLAR...
DEMEDİ DEME / Nurcihan KIZMAZ
Gidersen unuturum bak
demedi deme
silinir gözümden
cennet gözlerin
uçup gider hayalimden
hayalin
Unuturum sabah kaçta
kalktığını
çayına kaç şeker
attığını
Sesini unutur kulaklarım
dinlemem bir daha
mırıldandığın
şarkıları
Unuturum meselâ
hiç şiir sevmediğini
yağmuru sevdiğini
yağmuru seven
şiir de sever
öyle bilirim
ben yagmuru sevmeyi
bir şiirden öğrendim
ama sen gidersen
unuturum
Yazıp yazıp buruşturup
atarım
ulaşmaz asla sana
mektuplarim
Sen gidersen
ben de giderim
unutur giderim...
NEDEN BOSNA’YA GİDİYORUZ? / Bilge Doğan
Çocukluğum ve gençliğim
büyüklerimden Bosna’yı dinlemekle geçmişti. Bana anlatılanlardan daha güzel ve
anlamlı bir Bosna karşıladı geçen yıl beni. Evlad-ı Fatihandık ve ayrı
düşmüştük. Türlü çilelerle tarihimiz örülmüştü; dedelerimiz canı pahasına bu
vatanı bırakmıştı bizlere. İşte Bilge, bu topraklara kardeşlerini kucaklamaya;
Türkçe öğretmeye gitmişti.
Bize düşen, Türkiye sınırlarının
içerisine sıkışıp kalmamak; akraba, millettaş, ümmettaş olduğumuz Bosna-Hersek,
Suriye, Filistin, Afrika ülkeleri, Asya’da Türkî Cumhuriyetler olmak üzere
bütün kardeşlerimizle; maddi-manevi herşeyi paylaşmak; kucaklaşmak; elimizden
geldiğince yaralarına merhem olmak ve hâlleşmek... Ben bugün Bosna’ya
gidebiliyorum, imkanım olsa hepsine koşmak isterim.
Mirasçısı olmaktan gurur
duyduğumuz; Asr-ı Saadet’ten gelmiş en büyük İslam İmparatorluğu Osmanlı’ya her
müslüman devletin katkısı olmuştur. Fakat en büyük katkıyı sağlayan, Hristiyan
dünyaya sınır olması nedeniyle çok bedel veren Bosna’ya çok şey borçluyuz.
Bosna-Hersek, Avrupa’nın
kalbinde, beş yüz milyon Hristiyan dünyanın ortasında, iki milyon Müslüman
kardeşimizin yaşadığı evlad-ı Fatihân diyarı masal ülke Bosna...
Boşnaklara bakıp kendimizi her
gün sığaya çektik, yeniden çekeceğiz. Alçak gönüllü, iyi kalpli, nazik, cömert,
ilgili, gerçek ve samimi Müslümanlar. Bunca acıya, yaraya rağmen keyifli ve
sürekli tebessüm içreler. Dert anlatmak, şikâyet etmek ayıp onlarda. Sizi
sevdilerse, mutlu etmek görevleri; ağzınızdan çıkan her söz onlar için emir.
Masal gibi ev ve bahçeleri, çiçekli pencereleri, ceylanlı ormanlarıyla,
Allah’ın lütfu muhteşem doğası ile tertemiz, düzenli ve mis Bosna, ender şehir Cazin.
“Kardeş Dili” Türkçeyi öğrenmeye
iştiyakla gelmişlerdi. Dil öğrenmeyen yetişkinler de vardı, onlar da
kucakladılar dostlukla ve kardeşlikle bizi. Anladık ki duyguların lisanı
yokmuş. Kalbî bir çok duyguyla bizi nerdeyse her gün mutluluktan
ağlattılar.
Cazin, Türkçe öğretmeye
gittiğimiz şehir, Bosna’nın kuzey, Hırvatistan sınırında, cennet gibi huzurlu,
küçük bir şehir. Müslüman nüfus ağırlıkta olduğu için de evimizde gibi
hissettik kendimizi.
Cazin’in yolları huzurdan,
nezaketten cömertlikten, kardeşlikten ve çiçekli güzel evlerden...
Vesile olan, bizi
yüreklendiren, yolumuza ve gönlümüze ışık tutan Osman Nalbant Amcamızın hakkını
ödeyemeyiz. Şehrimizin kültür ve medeniyet elçisi Osman Amcamız, yıllardır
kurduğu Boşnak-Türk kardeşliği köprüsünden bizim de geçmemize vesile oldu
hamdolsun. Cazin Belediye Başkanı Nermin Bey ve milletvekili Mirsad Bey’e bizi
şehirlerinde misafir ettikleri için minnettarız.
“Kardeş Dili”ni öğrenip, “Sizi
çok sevdik, yine gelin, bizi sakın unutmayın” diyen Boşnak gençlere “İnsan
kardeşini unutur mu” diyen Bilge Hoca ve Sibel Hoca; vefalı, iyi yürekli, nazik
gençlerin iştiyaklı davetlerine bahtiyarlıkla icabet etmek için yeniden Cazin’e
gidiyor. Geçen yaz iki ay, Osman amcanın gelenekselleştirdiği Türkçe kursunu
vermeye gitmiştik. Bu yaz yeniden gidiyoruz.
Bosna’nın coğrafyası, insanları,
günümüzü, tarihi ile ilgili söylecek çok şey var. Geçen yılki anılarımızı da
ekleyerek günlük şeklinde anlatmaya çalışacağız inşallah.
Yollar bir film şeridi gibi
geçiyor gözümün önünden. “Razbolje ve Sultan Sulejman” dinleyerek yeniden
düştük yollara. Haybeye bir ömür yaşamak için benim vaktim az ve
kıymetli. Dünyaya sadece çalışıp
para kazanma; ev-araba alıp yıllarca borç ödemeye ve sadece
baba-anne-kardeş-evlat olma misyonuyla gelmedik! Gerçek bir Müslüman bunları da
hakkıyla yapar. Bunca acı ve yara varken Müslüman tembellik yapamaz! Siz de
vaktinizi bereketli kılın ve bir yerden başlayın.
Hakkınızı helal edin, dua edin;
Allah utandırmasın, yolumuzu açık etsin inşallah.
Tahta / fazlı bayram
/mustafa alper taş’a/
bir eseri ancak bir şiir tarif eder belki diye
sapladım böğrüme kalemi canım yanmadı
hal kalmadı bu esere değince canım
can kalmadı yanacak zaten
yanmış
geceye at süren şair
senin ervahında gamzelerimin izleri
kapımda dikiş tutmaz teraziler
yalvarış
yalvarış
biz yakarış diyoruz hasan ağabeyle haberin olsun
son zamanlarda bu zamanların
temas ettiğim en yüksek eser
görüyorum bağrını bağını şair
eserinde kurtuluşunun ayak izlerini
seni görüyorum duyuyorum yani
yani
yalnız değilsin şair
Yalvarış / Mustafa Alper Taş
gökyüzüne doğru ayılan
şu göğsümdür yar onu
camıyla parçala günümü
soğuk dudaklarının
bir suya tut aklımı
pınarında tutuştuğum
ben dalını kurutan ağacım
canını veremeyen incirlere
bu talihimdir benim
seni gecede yitirdim
yolunarak perçemimden
bir menekşeye benzetildim
kendinle sağla hikayemi
parıltılı hevesinle kes
duyma daha fazla ne olur
eline dolanan sesimi
NİSAN YAĞMURU / Enver ÇAPAR
Mübarek bir doğuma hazırlanan yeryüzü,
Onu
arındıran Nisan Yağmuru,
O
gün aldı adını.
Rahmet
oldu alemlere, sağanak sağanak
Irmaklar
ve denizler sırılsıklam.
Doğunca
ebediyet nuru
Gökyüzü
aydınlandı, yerin yüzü güldü
Yüzünü
yağmura dönenler
Aşk
deryasını boyladı
Düşen
her damla,
İnciye
dönüşüverdi okyanusun koynunda.
Yeşeriverdi
çöller.
Bu
gelişle yeniden dirildi dünya.
Gökteki
yıldızlar,
Işığını
O’ndan aldılar
Birer
ayet gibi nakşedildiler
Görünce
en mutlu olunan insanı gördüler,
Geçmiş
ve gelecek.
Kardeşlerimi
özledim buyurdu.
Yüzü
hep tebessümdü.
Ona
kardeş olmak ne büyük nimet.
Selam
durur kalbimiz, duyunca adını
Biz
de alsak selamını, bir rüya bitimi.
Herkes
duydu ismini, müminler kalbinde buldu.
Gül
kokusu sarınca bütün alemi
İçten
yanmaya başladı yürekler
Mübarek
hırkadan pay almak da var.
Dinmeyen
yağmur kuşatıverdi çölü.
Toprak
hiç böyle kokmamıştı.
Ay
ikiye bölündü, aşkıyla durmadan döndü
Bulutlar
perde oldu, mahcup güneş saklandı
Adı
Muhammed gönle muhabbet
Daima
düşünceli hâli
El
Emin’di bir adı
Kalbe
şifa sözleri, yolumuzun izleri
Mübarek
alnında sabır çizgileri
Yağmurun
ömrü yeter mi seni anlatmaya
Adını
duyunca gözlerden başlar akmaya
Cebrail
ve melekler, göğsünü yardılar
Dünyanın
en güzel kalbine şahit oldular
İki
cihan güneşi, güle hayat nefesi
Seni sevmeden giden birisi
Aldatmış sayılır kalbini
Çocukların
dostu, yetimlerin babası
Neden
çok seviyor onlar seni
Kalplerinden
başka yok sermayeleri
Çocukluğun
beyaz bir bulut
Gölgesi
hep üstümüzde
Hayatın
ter temiz sayfa
Ezelden
ebede çağlayan ırmak
Gönülde
dillenen ilk senin adın
Yabancı
değil bize, garipliğin, yetimliğin
Hüzün
peygamberim.
BABAMIN GÜLLERİ / A. Fuat BAYRAM
Her gün sular güllerini
Çiçek açsınlar diye
Mis gibi kokuları
Babamın gülleri
Çok severdim gülleri
Hele de babamın güllerini
O güllerin yeri bir başka
Ben de sulardım
Babamın güllerini
Çekerdim içime mis kokuyu
Dedim ya o güller bir başka
Her hafta çiçek açardı
Babamın gülleri
Kahramanmaraş Doğukent imkb orta okulu 5/B sınıfı
***
ANNEM
Büyüten sensin
Sen benim canım annemsin
Ara sıra döversin
Döverken seversin
Sen benim canım annemsin
(K. Maraş Doğukent İlkokulu. 4 sınıf)
PASLANMIŞ KURŞUN / Büşra DEMİRAL
I.
Yüzünde güller taşıyan çocuk,
Kalbinde paslanmış kurşunlar saklıyor.
Bir annenin ölüme değiyor elleri,
Parmağındaki acı ciğerini yakıyor.
Bu biraz da yılanın zehrini akıtması gibi,
Öyle yavaş öyle sıcak.
Nedir bu genzimizi yakan barut kokusundan başka?
Barut ki durmadan küf kokusu saçıyor etrafa.
Nedir bu ölümün söylenmesi türkü boyunca?
Ölüm ki mesafe koyar anne ile çocuk arasına.
Ölüm, sanırım biraz da altı delik kova ile su taşımak yangına,
Öyle hazırlıksız, öyle çaresiz.
Güneş batıyor yavaştan,
Yıldızlar bu gece de kayma telaşında.
Konuyorlar bir bir mezar taşlarına,
Şehir daha çok ölüyor yelkovan sağına kaydıkça.
Şehir burada biraz da kuyu aslında,
Öyle derin, öyle karanlık.
II.
İnsanlar doymaz varlıklardır.
Peynir yer zeytin yer ekmek yer doymaz.
İnsanlar açtır sürekli,
Elma yer, su içer doymaz.
Vampirleşir kan içer,
Kendinden geçer anne yer, çocuk yer.
Gözü kararır baba yer, doymaz.
İnsanlar açtır,
Açtır ve zalimdir insanlar.
Her şeyi yer, sonunu hazırlar.
Kara delik gibidir biraz,
Öyle aç, öyle korkunç.
III.
Bir çocuk gülecek olsa bir babanın gözleri ışıldar.
Umut deniliyor buna,
Umut ki yaşamanın en güzel parçası,
Yaşamak burada biraz da;
yarışması gereken uçurtmaların savaşması demek uçaklarla..
Öyle hazırlıksız, öyle isteksiz.
Uçaklar,
Ki önce bulutları yarar uçaklar,
Sonra yürekleri.
Yürekler ki her biri tek başına bir aile burada.
Biraz çocuk biraz anne biraz baba aslında.
“ŞU KANLI ZALİMİN ETTİĞİ İŞLER” / H. Ahmet ERALP
Kaç ayrılığa kaç köprü yapıldı bugün
Kaç yıkıma kaç köprü düştü
Hangimiz kadar sarıldık
Kimler kadar ayrıldık bugün
Kaç avuç toprağa
Kaç damla su yeter
Bir güle kaç diken düşer
Bugün hangi bahçıvanın elinde makasımız
Hangi gülün bedeninde
Damarlarda dolaşan kanımız
Hangi dağlardan topladı bunca el bunca taşı
Kaç atışta kaç kere vurdu dost gardaşı
Ne vakit karıştı dostun gülüne
Şu ellerin taşı
Kokuları kadar yayıldı kanımız
Dikenleri kadar acıttı dilimiz
Bir fiskesi şifa iken yüzümüze
Şerbet şerbet sulandı toprağımız
GENCÖLENKIZLARINŞARKISI / Sibel Kök
Yirmibirini Allah'a kurban eden
Bir gül yüzlü daha düştü dediler toprağa
Yer ağladı, gök ağladı, dağ ağladı
Kanınla suladığın toprak ağladı
Meryem ağladı, İsa ağladı
Uğruna can verdiğin Filistin ağladı
Irmak ağladı, deniz ağladı
Bir eşi gayrı boyunda taşınacak yüzük ağladı
Kanlı gömleğine yüz süren melek ağladı
Dağ ile taş şahitlik etti de gök ekinin şehadetine
Bir bizim Razan,
Lal kesildi dillerimiz
Affet!
Sen orucunu şehadetle açarken
Biz beş yıldızlı bir otelin restoranında
Mütevazi iftar soframızı
Paylaşmakla meşguldük
Beğenisi bol sevgili takipçilerimize
Halkının yaralarını sararken sen müşfik ellerinle
Kederli yüzünde binlerce korku
Yine de merhem olmak için bir yaraya daha
Dimdik dururken elif misali
Bizim ayaklarımıza kara sular indi
Çok katlı avmlerin şatafatlı mağazalarını gezmekten
Affet!
Geri durmadık elbet sosyal medya gündeminden, çok da pervasız sayılmayız
Kahrolsun dedik siyonist İsrail
Kahrolsun mazluma kalkan eller
Hesap sorduk senin ve halkın adına
Başkaldırdık zulmün ağababalarına
Filistin bizimdir dedik sonra,
Anasayfamızdaki "ne düşünüyorsun?" sorusuna
Filistin bizim, biz müslümanlarındır
Yeryüzünde kaç Müslüman kaldıysa!
Belki de Razan hakkıyla tutabilirdik yasını
Önümüzde seçimler olmasaydı eğer
Çok partili sistem iyidir, görüyorsun ya
Şaşırdık hangi birine güleceğimizi
Meydanlarda stand-up yapan liderlerin
Mesela daha geçen gün biri "yıkacağım" dedi yapılan her güzel şeyi
Elifi gördü de mertek sandı ötekisi
Politika şöyle dursun
Biz kalbimize dönelim en iyisi
Sahi bir kalbimiz vardı değil mi,
Hatırlamamak için direndiğimiz?
Yine de içimizde bir yer
Öyle bir yer var ki
Adın geçince sızlayan
Direndiğimiz ne varsa yerle bir ediyor
İnsan kılıyor bizi yeniden
Yani demem o ki Razan,
Yüzünde genç ölmenin tereddüdü
Gözlerinde ülken
Ellerinde isyanla sen
Suskunluğumuza bir bıçak gibi inensin!
Yer ağladı, gök ağladı, dağ ağladı
Kanınla suladığın toprak ağladı
Meryem ağladı, İsa ağladı
Uğruna can verdiğin Filistin ağladı
Irmak ağladı, deniz ağladı
Bir eşi gayrı boyunda taşınacak yüzük ağladı
Kanlı gömleğine yüz süren melek ağladı
Dağ ile taş şahitlik etti de gök ekinin şehadetine
Bir bizim Razan,
Lal kesildi dillerimiz
Affet!
Sen orucunu şehadetle açarken
Biz beş yıldızlı bir otelin restoranında
Mütevazi iftar soframızı
Paylaşmakla meşguldük
Beğenisi bol sevgili takipçilerimize
Halkının yaralarını sararken sen müşfik ellerinle
Kederli yüzünde binlerce korku
Yine de merhem olmak için bir yaraya daha
Dimdik dururken elif misali
Bizim ayaklarımıza kara sular indi
Çok katlı avmlerin şatafatlı mağazalarını gezmekten
Affet!
Geri durmadık elbet sosyal medya gündeminden, çok da pervasız sayılmayız
Kahrolsun dedik siyonist İsrail
Kahrolsun mazluma kalkan eller
Hesap sorduk senin ve halkın adına
Başkaldırdık zulmün ağababalarına
Filistin bizimdir dedik sonra,
Anasayfamızdaki "ne düşünüyorsun?" sorusuna
Filistin bizim, biz müslümanlarındır
Yeryüzünde kaç Müslüman kaldıysa!
Belki de Razan hakkıyla tutabilirdik yasını
Önümüzde seçimler olmasaydı eğer
Çok partili sistem iyidir, görüyorsun ya
Şaşırdık hangi birine güleceğimizi
Meydanlarda stand-up yapan liderlerin
Mesela daha geçen gün biri "yıkacağım" dedi yapılan her güzel şeyi
Elifi gördü de mertek sandı ötekisi
Politika şöyle dursun
Biz kalbimize dönelim en iyisi
Sahi bir kalbimiz vardı değil mi,
Hatırlamamak için direndiğimiz?
Yine de içimizde bir yer
Öyle bir yer var ki
Adın geçince sızlayan
Direndiğimiz ne varsa yerle bir ediyor
İnsan kılıyor bizi yeniden
Yani demem o ki Razan,
Yüzünde genç ölmenin tereddüdü
Gözlerinde ülken
Ellerinde isyanla sen
Suskunluğumuza bir bıçak gibi inensin!
şairin şiiri / fazlı bayram
ve şairler tırnağıyla kanatır geceyi
çay içtikleri
günah işledikleri
ölüp ölüp dirilenlerin mağarasında
yosun tutmaz gaz ocaklarını
eller aydınlığa tırmanır eceli
parmak uçları kanayarak yırtılır gece göz önünde
sonra güneş doğar ülkemin ütopyaları arasından
ve şairler
sıradan insanlar gibi karışır işe giden kalabalığa
iyi bir şiir olsun ister geceye değsin kabahatleri
yenilgi
avuçlarında ırmaktır şimdi
ertesi gün yine gelir kavgaya
dün ki gece gibi
ve şairler tırnağıyla kanatır geceyi
çay içer gibi
günah işler gibi
bahçelerin ölümü / mustafa alper taş
kalbinde katılaşan aynanın içinde
soluyor güvenliği bahçelerin
bir köpek soluyor duvarını
bir çiçek bölüyor uykusunu
sen de salındın bu gecelerde
ismin bağırıldı nehirlerde
taşkın kahkahası parçalıyor günü
sızıyor kanla benzerliği sözlerinin
resmimize
bir de denizden bakıyoruz
sınavı bileklerinden olan
sıkıyor yumruğunu sulara
ONBİR AYIN SULTANI / Teyfik KARADAŞ
Gelişini
on bir aydır bekledik
Hoş
geldin sen on bir ayın Sultanı
Hasretine
her gün hasret ekledik
Hoş
geldin sen on bir ayın Sultanı
Zincirlere
vurdun büyük şeytanı
Refaha
kavuştu yurdun dört yanı
Bereketin
mest ediyor insanı
Hoş
geldin sen on bir ayın Sultanı
İftar
vakti şenleniyor sofralar
Aydınlattı
karanlığı mahyalar
Sen
gelince bizim oldu dünyalar
Hoş
geldin sen on bir ayın Sultanı
Sevincinden
ağlamıyor bebekler
Yeryüzüne
indi bütün melekler
Kabul
oldu ettiğimiz dilekler
Hoş
geldin sen on bir ayın Sultanı
Sen
gelince serinledi havalar
Semaya
yükseldi bütün salalar
Def oldu
başımdan gitti belalar
Hoş
geldin sen on bir ayın Sultanı
Kadın
erkek teravihe geldiler
Müslümanlar
mutluluğa erdiler
Zenginler
fakire zekât verdiler
Hoş
geldin sen on bir ayın Sultanı
Birçok
hikmetlerin gelmez hatıra
Teyfiki
her gece kalkar sahura
İfadem bu
kadar bakma kusura
Hoş
geldin sen on bir ayın Sultanı
LAMBA / Büşra DEMİRAL
Önce sarsıldı biraz, sonra da düştü lambası kalbimin.
Kaybetti yalandan ışıltısını.
Bir odacıktan bir karıncığa akan;
sonra diğerine geçen,
sonra diğerine,
sonra yine diğerine..
Akarak tüm kalbimi yıkayan o simsiyah katran,
Karanlığın içinde volta atıyor şimdi.
Yutuyor tüm yeşilliğimi ve göğümün mavisini.
Yosunlar huzurundan pay vermiyor artık,
Bir çiçek yön göstermiyor kokusuyla.
Ne zaman adımlayacak olsam kalbimin kıyısını,
Kalbimin suları yükseliyor, boğuluyorum.
Kalbime bakan suçluyor gözlerini,
Gözbebekleri bundan siyahmış.
Dokunan lambasına kalbimin, yakıyor ellerini,
Külleri hep bundan sarıymış.
Kalbimin içindeki bu katran,
Kaynıyor durmadan.
İki yüz yetmiş üç Kelvin’i bulup geçiyor ötesine.
Oysa bu imkânsız demekmiş kimyacıların dilinde,
Aldırmıyorum.
Soğuk rüzgarlara vuruyorum kimyası bozuk kalbimi.
Sayısız güneşler var içimde,
Ne zaman sayacak olsam yanıyor işaret parmağım.
Bir yunus balığı mavi sütler sağıyor denize durmadan.
Bir kara kedi siyahlığını içiyor kalbimin,
Kardeş oluyor bana.
Ne zaman bir yanlış yapsam bir uçurum yutuyorum,
Ne kadar yutsam da faydasız oluyor.
İnsanın içi ölmüyor bu uçurumlar atlasında.
Bunu her atlayışımda yeniden görüyorum.
Kırılan yanıyla kanatıyor kalbimi o lamba.
Al al akıyor yavaştan.
Kalbimin sıvısında çözünmüyor bu sıvı,
Bir beyaz katı dibe çöküyor durmadan.
Ne yapsam değmiyor ellerim bir çocuğun ruhuna,
Tırnaklarımdaki kiri söküp atsam, yine de yakışmıyor masumluğa
Temizlensin diye yıkayıp sıkıyorum kalbimi her gün.
Bundandır göğsümün sol kısmındaki beş parmak izli bu yara.
Saat şimdi;
tam da 1:31,
Batı Güneş'e daha yakın doğudan.
Beklemek, gönül yarası.
Ama olsun, olsun.
Kana bulayacağım zamanı,
Olsun.
Bu aralar,
Hiçbir denkliğe yetişmiyor gibiyim,
Ne tarafa dönsem bir eşitsizlik sarıyor beni.
Ben biraz aykırı kalıyorum sanki,
Hangi suyu içsem alamıyorum mavisini.
GEL / Hasan EJDERHA
Akşamdan alıp sabaha taşıdığımız,
Dertlerimizi sayalım gel!
Kaybettiğimiz ne varsa,
Yerine koyalım gel!
Kanadımız mı kırıldı?
Uçamaz mı olduk?
Ne oldu ki bize yorulduk?
Bıkkınlık elbisesini soyalım gel!
Dünyayı tümden sırtlanmışız,
Biz dünyadan ağır mıyız?
Cümle nağmelere sağır mıyız?
Her makamı duyalım gel!
Çok karanlıklar yaşadık,
Aşkın aydınlığına muhtaç
Ne kadar kötü rüya görmüşsek,
Birlikte yoralım gel!
Dolanır da yol bulamaz mı gönül?
Yola çıkmazsa duramaz mı gönül?
Bir âdeme yol soralım gel!
Ayak pare pare, gönül muhacir
Kanımız akmaz, kalbimiz acır
Yaramızı saralım gel!
Dikenli bir yola düştük
Ayaktan kola düştük
Duralım gel!
Senin ahın fermandır bana
Gönül hanem dermandır sana
Yaralım gel!
Avcılar gittiler, gelmezler artık
Maralım gel!
Yol bilenler bizi çağırır,
Varalım gel!
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)