DÜKKANA MEKTUP / Savaş KIYAK



          







  Daha kaç elif miktarı bekleyeceğiz?

  “Efendi, acı var mı acı!”

  Acı öze, öz söze, söz kalbe, kalp Allah’a döne. Ara vermeye. Yola gele, kaleme gele, gönle gele.

 Bizi mahrum etmeye.

 Dükkân gene o dükkân ola.

 Yoldaki Kalemler sükût, umut, hüzün ve gözyaşı ola.

 Ahmet Abi ola. Ferhat hasbi tercüman, Fazlı sazıyla türküdar ola. Genç “Güllü’ler” ola.

 Mekânları Cennet, makamları âlî ola.

 “Hayırlar fethola,

  Şerler defola.

Cümle dualar kabul ola.

Âmin.

Âmin.

Âmin.

Velhamdülillahi Rabbil âlemin.

Vesselamın âlâ mürselin.


(El FATİHA)


Mart 2023

EY ŞANLI KEMANKEŞ/ Samet YURTTAŞ

 



Gün doğuyor kalbindeki sisten ne haber

Gölgene yapışmış nefs-i beter

Tek ilmekle çözülür sır denilen kader

Sen iste damla damla dökülür kirli ter

 

Gözüne perde inmiş askıda vicdan

Heybende akıl var eksik iman

Pusulasız çıkarsan yola ey kaptan

Meçhuldür varacağın liman

 

Bir yığın çöplük övündüğün geçmişin

Başka yerde arama daha derinlere in

Nedir bu sendeki sonu gelmez kin

Geç kalmadan dosdoğru giden kervana bin

 

Sen değil misin her adımda çilekeş

Otur kendi içindeki beni deş

Fırlat okunu ey şanlı kemankeş

Vuracağın ya nefistir ya da şeytana kardeş

 

GÖNÜL EVİ / Azize Bati



Evimin her köşesi farklı âlem birinde insan bedeni ve beyni diğerinde de insanın ruh âlemi. Nasıl mı?  Hayat insanın kaç şeklini oluşturabilir ya da kaç parçaya ayırabilir? Zaman olgusu insanın varoluşundan bu yana hep farklı şekillerde anlatılarak insandan insana bırakılmış kalıcı bir miras. Zamanın içerisinde değişen ve dönüşen insan ise bir evin iki göz odasında saklanan… Günümüzde çoğu kez insanın son halinin nasıl olabileceğini ve fikirlerinin ne derece farklılaşabileceğini düşünürüz. Varoluş olarak insanın oldukça farklı şekillerde yaratılmış olduğunu biraz düşününce idrak edebiliyoruz. Bunun için insanın parmak izini hatırlamak yeterli olurken aynı şekilde benzer durumlar karşısında insan ruhunun yer yer aynı his ve duyguları tattığını ise hiç tanımadığınız bir insanla muhabbet ederken farkına varabiliyorsunuz. Peki, fikirler birer buğday tanesi küçüklüğünde olan ve yaşamın birçok yerinde insana şekil veren, insanı belli bir kalıba sokan fikirler evinizin hangi odasında hiç düşündünüz mü? Belki evimin iki göz odası yok bir göz odası var diyorsunuzdur. Evet, belki bir belki yedi gözlü bir eve sahipsiniz kim bilir belki de bir sarayda yahut şato dediğiniz peri köşkünde yaşıyorsunuz… Ama asıl sahip olduğunuz eviniz iki oda bir salondan oluşmaktadır. Evin bir odasında vicdanınızı, merhametinizi, sevginizi, öfkenizi, acılarınızı, korkularınızı yani ruhunuzu ve düş gücünüzü saklamaktasınız diğer odasında ise aklınız ile bedeniniz yani dünya üzerindeki mevcudiyetiniz bulunuyor. Her birini olasılıklarıyla birlikte terazinin iki kefesinde tartmaya kalktığımızda insan için hangi odanın değeri önce gelir?

Her insanın iki göz odası vardır. Fakat her insanın ağırlıklı olarak yaşadığı oda farklıdır. Bazıları ömür boyunca aklının hüküm sürdüğü ve pragmatist kişiliğinin ön plana çıktığı doyumsuzluk odasında kalır. Bazıları ise ruh âlemini keşfettiği odada hayatını yaşar. İki odanın ortak noktası iki bileşenin kesişim kümesi olan insan gönlüdür yani evinizin salonudur. Gönül evi insanın sahip olduğu en muazzam yerleşkedir. İnce düşünülmüş fikirler çoğu zaman insanın kurtarıcısı olabilir. Aynı şekilde duygularınız anlık olarak hayattaki rotanızı çizebilir. Fakat bir insanda ikisinden birisi ağır bastığı zaman yahut duygu âleminiz ile aklınız farklı odalarda gizli kaldığı vakit hayatın sırrını çözmek için herkes ve her şey yetersiz kalır. Gönül evi, insanın biricikliğinin ve mucizelerin işlendiği tek nokta olduğundan evinizin ortak kesişim alanıdır. İnsan tek bir odada hayatını sürdürdüğünün farkında olmadan çoğu zaman kendisini unutur. Sizin şatonuz veya sarayınız kaç odadan oluşuyor bilemiyorum ya da bir yaylada kuruduğunuz çoban çadırınız. Benim gördüğüm iki göz odaya sahip olduğunuz. Sahip olduğunuzun farkında olup salonda oturabiliyorsanız ve salonunuza sizin gibileri ağırlayabiliyorsanız ne mutlu sizlere hayatta zamanın öldüremediklerindensiniz. Yolunuzu bulmaya çalışıyorsanız eğer hayat lâbirentinden çıkmanız ve kimliğinizi bulmanız insanlık için müthiş bir ümittir. Sarayınızın, şatonuzu yahut çadırınızın ortak noktasını fark etmeli farkına vardıkça etrafınızdakilere inşasında yardımcı olmalısınız.  

ARKA BAHÇEYE AÇILAN PENCERE / Hidayet BAĞCI


Kıymet ne tevazu ister ne de para. Onun istediği sadece bilinmektir. Evet, kıymet bilinmek ister Hz. Yusuf gibi. Bilinmek ister ve Yusuf isminin kralın yanında anılmasını ister. Çünkü kıymet ne tevazu ister ne de para.

Celal bey masasının üzerinde dosyaları incelerken bir an kapının tıklanmasıyla kendine geldi. Odasına gelen, diğer kişiler gibi dünyalığa ait ne varsa masasına arzu halini bırakıp gidecekti. O bunları bilmesine rağmen gelen kişiyi yine sabırla dinledi. Celal bey odasına gelen her kişiye olduğu gibi bu gelen kişiye de dünyalık işin bir çözümü varsa yapacağını yoksa da uygun bir dille işini halledemeyeceğini söyleyecekti ama hayır kelimesini kullanmadan. Hayır kelimesini kullanmak mı kolay yoksa kullanamamak mı?

Celal bey odasına gelen bu kişinin de dünyalık işini hallettikten sonra masasından kalktı. Odasının içinde birkaç adım da olsa yürüyüş yaptı. Derin düşünceler içindeyken kulağına gelen kuşların sesleri Hüd Hüd kuşunun sesi gibi olmasa da bu ötüşler onu başka bir dünyaya davet ediyor gibiydi. Pencereye doğru ilerledi ve perdeyi elinin ucuyla kaldırdı. Dünya, odasındaydı. Pencerenin dışındaki hayat onun dinlediklerine göre tam bir cennet havasıydı. Pencerenin dışı dediği şirketinin küçük gül bahçesiydi. Güller kırmızılı, beyazlı rengarenkti. Kuşlar ise her bir ağacın dalları arasına saklanmış şarkı söyler gibiydi. Celal bey bakımsız bahçesinin bu denli güzelleştiğini görünce onun kendi gül bahçesi olduğu aklına geldi ve gururlandı. Sekreterini arayıp bahçıvanı çağırmasını söyledi. Sekreter;

“Efendim, bahçıvan Cemal efendi gül bahçesinin bakımını yaptığı için kıyafet olarak pek müsait değilmiş. Ancak bir saate kadar gelebileceğini söyledi.”  

Celal bey bu cevap karşısında şaşırmıştı. Cemal efendinin odasına gelmesini beklemeden kendisi takım elbisesiyle bahçeye indi ve bir adımda ayakkabısı çamur oldu. Bunu gören Cemal efendi, Celal efendiye;

“Aman efendim, kusura bakmayın bugün bahçedeki zararlı otları toplama zamanımdı. Bir de gül çitillerimin dibindeki toprağı havalandırıp  biraz  gübre biraz da su vermeliydim. Ben genellikle bu mevsimde ve zamanın bu saat diliminde bu tür işlerimi yaparım. Siz ne zahmet ettiniz de geldiniz. Ben gelecektim zaten.”

Celal bey, Cemal efendinin gül bahçesindeki bakım şifresini çözmüştü. Her işin bir iç disiplini olmalıydı. İçinden Cemal efendiyi takdir etti ama şifre bir anda verilmemeliydi bunu da not etti kalbine. Celal bey;

“Cemal efendi, bu bahçe ne hale gelmiş!”

Cemal efendi;

“Aman efendim en son bu  bahçeye iki sene önce gelmiştiniz. Onda da ben göreve yeni başlamıştım. Ne olmuş bahçemize?”

Celal efendi;

“Bahçemiz de kuşların sesi bir başka öter olmuş, güller desem onlarda da ayrı bir güzellik!”

Cemal efendi;

“Efendim, kıymet ne tevazu ister ne de para. Onun istediği sadece bilinmektir. Evet, kıymet bilinmek ister. Bu güllerin biraz bakıma ve ilgiye ihtiyacı vardı. Ben sadece kıymet verdim.”

 

BELÖREN’ DE BİR BEYOĞLU (Adnan Menderes Kurtbeyoğlu)/Teyfik KARADAŞ


Belören sahabeler diyarı Adıyaman İlimizin, şirin şehir Gölbaşı İlçesine bağlı kadim bir kasabadır. Gölbaşından bir araca binerek, Pazarcık istikametine doğru hareket edip, Karaburun köyünden ve Balkar Kasabasından geçip, Çelik rampasından çıktıktan sonra, sol tarafa ayrılan Belören- Suvarlı karayoluna dönüp, bazen çam ormanlarının, bazen üzüm bağlarının arasına doğru yılan gibi kıvrılan yolda, yedi kilometre ilerledikten sonra Belören Beldesine ulaşş olursunuz. Beldenin girişinin sağ tarafında toprak zeminli bir futbol sahası, sol tarafında dört katlı bir lojman binası karşılar sizi. Az daha ilerlerseniz sağ taraftaki Tarım Kredi Kooperatifinin binasının önündeki hareketlilik Belören’in ne kadar önemli bir tarım beldesi olduğunu anlatmaya yeter size. Kasabayı ortadan ikiye bölen karayolundan aşağı doğru inerken sağ tarafa doğru baktığınızda, yeşil çam ormanlarının içindeki Sağlık Ocağı yerleşkesi ister istemez dikkatinizi çekecek güzelliktedir. Sağlık Ocağından doğuya doğru baktığınızda etrafı kale gibi surlarla çevrili jandarma Karakolunu görürsünüz. Biraz sapa yerde kaldığı için ilk bakışta Belediye ve Lise binalarını görme şansınız yoktur. Sağlık Ocağının güney doğu tarafında yolun solunda kaynak, demir doğrama gibi işlerin yapıldığı dükkanlar beldenin küçük sanayi sitesidir. Bahsettiğim bu kamu binalarının çevresindeki genellikle iki katlı betonarme veya kâgir evlerin avlusunda traktör, römork, mibzer gibi tarım aletlerin her çeşidini görme imkanına sahip olursunuz.  Belören Beldesini bir ana cadde doğu batı istikametinde ortadan ikiye böler. Ana caddenin kenarında arada bir onarımdan geçmemiş taş duvarlı toprak evler vardır. Yıkılmaya yüz tutmuş bu evlere baktığınızda beldenin tarihi hakkında az çok fikir sahibi olursunuz. Ana caddede biraz yürüdükten sonra güney taraftaki rampa ve genişçe bir ara cadde hemen dikkatinizi çeker. Bu caddeye dönüp yüz metre yukarı doğru çıkarsanız beldenin en devasa binasına sahip ilköğretim Okuluna varmış olursunuz. İlköğretim okulundan beldeyi temaşa ettiğinizde burada iki üç binden fazla insanın yaşadığını tahmin etmeniz zor olmaz. Beldeyi temaşa ederken biri doğuda, biri batıda olmak üzere semaya doğru hançer gibi yükselen iki tane minare görürsünüz. Her namaz vaktinde bu minarelerden duyulan ezan sesleri sizi başka alemlere alır götürür.

Beldede yüz bin dönümden fazla tarım arazisi bulunmaktadır.  Üzüm bağları ve fıstık bahçeleri belde tarımında önemli  bir yer tutar. Bağ ve bahçe yapılmamış boş kalmış tarlalara da buğday, arpa, nohut gibi tahıl ürünleri ekilir. Arazi yapısı engebelidir. Beldenin ortalama rakımı, bin metre civarında olup yükseklik doğudan batıya doğru azalır. Beldede üretilen üzümler kurutularak, çerezlik Besni Üzümü olarak piyasaya arz edilir. Ekilen buğdaylar, başakları kurumadan yeşil iken yakılarak firik yapılır. Elde edilen firikler Gaziantep’te işlendikten sonra Irak ve Suriye gibi ülkelere ihraç edilir. Bu nedenle belde halkı ülke ekonomisine önemli katkılar sağlamış olur. Belören’de yeteri kadar da büyük ve küçük baş hayvan beslenir. Beslenen hayvanlar elde edilen süt ve yoğurt gibi ürünler Gaziantep pazarlarında satılır. Belde idari yönden Adıyaman’a bağlı olduğu halde ticari ve sosyal ilişkiler yönünden daha çok Gaziantep ile irtibatlıdır. Belören’li iki- üç minibüsçü günlük olarak Belören’den Gaziantep’e yolcu götürür ve getirir. Belören beldesi Gaziantep, Adana ve Kahramanmaraş gibi yakın illere on binlerce insanını göç vermiştir.

Belören Beldesinde market, manav, marangoz, terzi, kaynakçı, demirci, kasap, kahvehane, postane gibi iş yerleri mevcuttur. Ayrıca Gölbaşına yakın olması nedeniyle acil olan günlük ihtiyaçlar sipariş sistemiyle ilçeye gidip gelen minibüsçüler tarafından karşılanır. Beldede sadece içme suyu sıkıntısı bulunmaktadır. İçme suyu haricinde başka bir sorun yoktur.

Belde halkı yardımlaşmayı çok sever ve çok tutkundurlar. Aralarında husumet olan insanlar bile birbirlerinin düğünlerine, cenazelerine katılırlar ama daha sonra küskünlüklerini devam ettirirler. Okul, cami, kuran kursu gibi kurumların ekonomik ihtiyaçlarını belde halkı karşılar. Asayiş yönünden önemli bir sıkıntısı yoktur beldenin.

Belören’ nin doğusunda yer alan Yukarı Nasırlı, Gedikli, Aşağı Karakuyu köyleri, Güneydoğusunda yer alan Aşağı Nasırlı ve Kuzeyinde yer alan Çelik köyleri asayiş yönünden Belören Jandarma Karakoluna sağlık yönünden Belören Sağlık Ocağına bağlıdır. Belören’in güneyinde yer alan Yumaklıcerit beldesi Kahramanmaraş’ın Pazarcık ilçesine bağlıdır. Batısında ise Gölbaşı’nın Kösüklü, Çatalağaç ve Haydarlı köyleri yer alır. Belören’e ait tarım arazisi, etrafındaki beş altı köyün tarım arazilerinin toplamından daha çoktur.

Civardaki tarihi kalıntılara bakıldığında Belören bölgesinde binlerce yıldan beri çeşitli medeniyetlerin yaşadığı tahmin edilmektedir. Yukarınasırlı Köyündeki Büklüm şehri kalıntıları, Kızkapanı Mağaraları ile Yumaklıcerit tarafındaki Kent harabeleri Belören belde merkezine yürüme mesafesindedir. Yavuz sultan Selim Mısır seferine giderken ordularıyla konakladığı Karkamış yakınlarında Belören’den giden bir Türkmen Heyetinin padişaha bağlılıklarını bildiren mektubu Yavuz sultan Selim’e verdikleri kesin olarak bilinmektedir. Bu nedenle bu coğrafyada en az beş yüz yıldan beri kesinlikle Türkler yaşamaktadır. 1968 yılına kadar Nahiye Müdürlüğü olan beldede 1968 yılında Belediye Teşkilatı kurulmuş tur. Nahiye Müdürlüklerinin iptal edilmesi nedeniyle Belören Beldesi bir kasaba merkezi olarak Türk İdari Teşkilatı yapısı içinde yerini almaya devam etmektedir.

Van’da öğretmen olarak çalışırken memleketime yakın olması münasebetiyle Adıyaman’a tayin istedim. Tayinim Adıyaman’a çıktıktan sonra il içi atamam yukarıda anlatmaya çalışğım kadim belde Belören’de bulunan Belören İlköğretim Okuluna yapıldı. Belören İlköğretim Okuluna atamamın yapılmasına yardımcı olan zamanın Adıyaman Vali Yardımcısı Celalettin Beye ve Gölbaşı Kaymakamı Turan Beye ömür boyu müteşekkirim. Yaşadığım mücbir bir sebepten dolayı Van’da ki görevimden zamanında ayrılamadım. Bu nedenle Belören İlköğretim Okulundaki görevime geç başladım. Göreve başladığımda okulda sınıflar dağıtılmış, ders programı yapılmıştı.  Okulda derse girmeyen dört beş tane joker öğretmen vardı. Bende bunlardan biri oldum. Adıyaman’ın o günkü şartlarda olağan Üstü Hal Bölgesi içinde yer alan en batıdaki il olması ve güvenlik sıkıntısı olmaması nedeniyle, her okulda norm kadro fazlası öğretmen vardı. Norm kadro fazlası öğretmenin çok olmasının bir başka sebebi ise Olağan Üstü Hal bölgesinde görev yapan bütün memurlara tazminat adı altında fazladan bir para ödenmesiydi. Bu paranın hatırına zorunlu hizmetini tamamlayan memurlar Olağan Üstü bölgesinde çalışmaya devam ederdi. Bende bu memurlardan birisiydim. Zorunlu bölge hizmetini tamamladığım halde Adıyaman’a tayin istediğim için derse girmeyen joker bir öğretmen durumuna düştüm. Bu arada memleketten eşyalarımı getirdim. Lojmana yerleştim. Okuldaki öğretmenlerle çok güzel bir şekilde kaynaştık. Okul Müdürümüz Ali Kaya aslen Pazarcıklıydı. Ailesi Gölbaşında yaşıyordu. Ali Kaya’nın ailesi Gölbaşının en saygın ailelerinden biriydi. Kendisi de çok mütevazi bir insandı. Müdür yardımcısı Ahmet Tuğlu Konyalıydı. Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi derslerini okuturdu. İnandığı gibi yaşayan hakiki bir Müslümandı. Müdür Yardımcısı Adnan Menderes Kurtbeyoğlu Osmaniye’nin Düziçi ilçesindendi. Benim okulumdan benden beş yıl önce mezun olmuştu. Bu nedenle üniversite öğrencisiyken namını duymuştum. Yeğenlerinden biri sınıf arkadaşımdı. Eşi Mesude Hanım ise okul arkadaşımdı. Adnan Bey öğrencilik yıllarında inandığı dava uğruna hapislerde yatmış gözünü daldan budaktan esirgemeyen yiğit bir insandı. Okulun bütün yöneticileriyle çok güzel anlaşıyordum. Belde halkı beni, bende onları seviyordum.

Ama derse girmeden boş oturmak çok zoruma gidiyordu. Ara sıra idari çalışmalarda müdür yardımcılarına yardım etsem de boş oturmaktan çok huzursuz oluyordum. Gölbaşındaki bütün okullarda fazla öğretmen olduğundan başka bir okula atanma şansımda yoktu. Atansam da gittiğim okulda da derse girmeden boş oturacaktım. Ben derse girmiyorum diye kendi kendime huzursuz olurken, ilçe milli eğitim müdürü, okul müdürümüz Ali Kaya’ya bizim okuldaki joker öğretmenlerden geliş sırasına göre ikisini başka okullarda görevlendireceğini söylemiş. Geliş sırasına göre o okuldan ayrılacak ilk öğretmen ben olacaktım. Çünkü en son göreve başlayan öğretmen bendim. Okul Müdürümüz Ali Bey durumu bana söylemeden Müdür Yardımcıları Adnan Menderes ve Ahmet Tuğlu Beylerle istişare etmiş. Müdür Yardımcısı Adnan Bey “Teyfik Bey bu okuldan giderse ben çok üzülürüm. Buna bir çözüm bulmalıyız.” demiş. Müdür Bey “Nasıl bir çözüm buluruz Adnan Bey” demiş. Adnan Beyde” Ben müdür yardımcılığı görevinden istifa edeyim. Teyfik Bey müdür yardımcısı olsun. O zaman Teyfik Bey bu okulda kalır” demiş. Müdür Beyde “Sen kabul ettikten sonra olur.” demiş. Bu kararı aldıktan sonra mesai bittiği için müdür ve müdür yardımcıları okuldan ayrılarak evlerine gitmişler.

Adnan Menderes Kurtbeyoğlu sabahleyin erkenden okula gelip ders başlamadan önce müdür yardımcılığı görevinden istifa ettiğine dair dilekçeyi yazarak Müdür Beye vermiş. Müdür Bey istifa dilekçesini İlçe Milli Eğitim Müdürlüne sunmak için gerekli üst yazıyı hazırlamış. O dakikaya kadar bu gelişmelerden benim hiçbir haberim yoktu. Ben öğretmenler odasında oturuyordum. Müdür Bey beni yanına çağırttı. Benimle ilgili durumları anlattı. Adnan Beyin fedakârlık yaparak istifa ettiğini söyledi. (Ben birdenbire şok oldum. Öğretmenler bir müdür yardımcılığı kadrosuna atanmak için, bin türü sıkıntıya girerken, Adnan Beyin benim için istifa etmesine hem üzüldüm hem de sevindim. O gerçek bir dost, yiğit bir insandı. Böyle bir fedakarlığı ondan başka bir arkadaş yapamazdı) Müdür Bey istifa dilekçesini üst yazıyla birlikte elime tutuşturdu. Bu işi bugün hallet gel dedi. Ben yazıyı elime almadan Adnan Beyin odasına geçtim. Adnan Beye “Abi neden istifa ediyorsun. Ben başka bir okula giderim. Size karşı çok mahcubum. Zaten iki aydır üç öğün yemeğin iki öğününü senin evinde yedim. Bir de benim için makamından feragat etme” dedim. Adnan Bey ise bana “Kardeş biz sevdiğimiz arkadaşlarımız için değil makamımızı, canımızı feda ederiz. Senin gönlün rahat olsun. Yeni görevin hayırlı olsun” dedi. Adnan Abi ile görüştükten sonra Müdür Beyin masasındaki yazıyı alıp bir zarfa koyarak yarı sevinç, yarı üzüntülü vaziyette okuldan ayrıldım. İlçeye giden ilk minibüse binerek Gölbaşı’na hareket ettim. Hareket ettim ama benim beynim entegreleri yanmış bir bilgisayar kadar karışıktı. Adnan Bey benim için niye istifa etmişti. Adnan Bey benim durumuma düşse ben böyle bir fedakârlık yapabilir miydim? Vaziyeti okuldaki öğretmenler nasıl karşılayacaktı gibi yüzlerce soru zihnimde dolaşıyordu. Zihnimde dolaşan sorulara cevap veremiyordum. Ben böyle karışık duygularla boğuşurken minibüsün Gölbaşı’na vardığını yolcular inmeye başlayınca fark ettim.

Dilek Marketin önünde minibüsten inerek Turan Özdemir Caddesinden koşar adımlarla yürüyerek hükümet konağına vardım. Yazıyı yazı işleri bürosuna teslim etmeden doğrudan İlçe Milli Eğitim Müdürü Ali Kuşağlı Beye verdim. Konuyu da kendisine şifahi olarak, detaylı bir şekilde anlattım. Konuşmamız biter bitmez, Ali Bey derhal personel şefi Mehmet Koyun abiye talimat vererek Adıyaman Valiliğine gidecek yazıyı hazırlattı. Paraf işlemleri tamamlandıktan sonra yazılan yazıyı imzalaması için Kaymakam Beye ben götürdüm. Kaymakam Bey konudan kısmen haberdar olduğu için yazıyı hemen imzaladı. Benim hükümet konağına varmam, yazıyı hazırlatıp, imzalatarak çıkmam toplam on beş dakika sürdü ya da sürmedi. Yazıyı Adıyaman’a götürmek için hükümet konağından çıkar, çıkmaz hiçbir yere takılmadan acilen otogara gittim. Otogarda hareket etmek üzere olan bir otobüse binerek Adıyaman’a hareket ettim. Otobüs Ankara’dan gelip Adıyaman’a gittiği için, içinde az sayıda bir yolcu vardı. Diğer yolcular Kahramanmaraş, Pazarcık ve Gölbaşı otogarlarında inmişlerdi sanırım. Ben bu fırsattan yararlanarak, arkadaki beşli koltuğa tek başıma oturdum. Gölbaşı’ndan Adıyaman’a varıncaya kadar beş-altı tane sigara içtim ama heyecanım bir türlü yatışmadı. Bir dostum, bir arkadaşım, bir abim durup durduğu yere beni tayin işinden kurtarmak için görevinden istifa etmişti. Şaka değil gerçekti bu. Bu yüzden kendimi suçlu hissediyordum. Adnan Beyin benim için yaptığı bu büyük fedakarlığı kabullenmekte zorlanıyordum. Bir saat süren yolculuğum esnasında zihnimden neler gelip geçtiğini sizlere anlatsam çoğunuzun kalbi çarpar ölürsünüz. Otobüs Adıyaman’a vardığında saat biri geçmiş devlet dairelerindeki mesai çoktan başlamıştı.

Otobüsten iner inmez jet hızıyla otogar yakınlarındaki bir camiye gittim. Camide öğle namazını eda ettim. Camiden çıkar çıkmaz Hükümet konağına geçtim. Gölbaşından götürdüğüm yazıyı Valilik Yazı İşleri Müdürlüğü aracılığıyla İl Milli Eğitim Müdürlüğüne havale ettirdim. Milli Eğitim Müdürlüğü yetkilileri Adnan abinin Belören İlköğretim Okulu Müdür Yardımcılığından istifasının kabul edildiğine dair prosedürü tamamlayarak bir saat gibi kısa bir sürede Valilik Makamından onay belgesini aldılar. Onay belgesinin bir suretini de imza karşılığı bana teslim ettiler. Milli Eğitim Müdürlüğünde işlerin bu kadar hızlı ilerlemesini aradan otuz yıl geçmesine rağmen hala anlamış değilim. Zaman zaman düşünüyorum Adnan Abinin niyetinin halis olmasından kaynaklı Allah’ın bir sırrı olduğuna inanıyorum. Başka türlü işin içinden çıkamıyorum.

Milli Eğitim Müdürlüğünden ayrılmadan Okul Müdürümüz Ali Bey’i telefonla aradım.  Adnan Abinin istifasının kabul edildiğini söyledim. Konuyla ilgili Valilikten alınan olurun tarih ve sayı numarasını kendilerine verdim. Ali Bey bana “Müdür Yardımcısı olarak görevlendirilmene dair yazıyı hazırlıyorum, Gölbaşı Hükümet Konağında buluşalım” dedi. Müdür Beyle görüşmemiz biter bitmez alel acele Adıyaman’dan bir minibüse binerek Gölbaşı istikametine doğru hareket ettim. Minibüse binince yorgunluk nedeniyle hemen uyumuşum. O bir saatlik yolculuk esnasında bir bilseniz uyurken neler yaşadım, neler gördüm. Bazen yüksek bir dağın zirvesinden bir kuş gibi uçuyorum, bazen arkamdan gelen düşmanlardan canımı kurtarmak için maraton yarışmasına katılmış bir atlet gibi engebeli yamaçlardan koşuyorum, bazen de yüksek kayalardan aşağı düşüyorum ama yaşadığım her olayda canımı sağ olarak kurtarıyorum. Gördüğüm hadiseleri tam olarak hatırlayıp yazabilsem yok satan bir macera romanı olur. Minibüs Gölbaşı Otogarına geldiğinde bir simsarın Adıyaman, Kahta, Gerger diye bağırdığını duyarak uyandım. Uyandığımda hamama girmiş bir insan gibi kan ter içinde kaldığımı fark ettim. Yaşadığım hadislerin rüya, korkularımın kâbus olduğunu anladım. Elimi yüzümü soğuk bir su ile yıkayıp kendimi toparladıktan sonra Otogardan ayrılıp, koşar adımlarla Hükümet konağına gittim. Hükümet Konağındaki kararlaştırdığımız yer olan adliye koridorunda Ali Bey’le buluştuk. Ali Bey bana “Görevlendirme onayın tamam. Hayırlı olsun hocam.” dedi. Kaymakamlıktan alınan oluru bana çantasından çıkartarak gösterdi. Benim telefon etmemden sonraki bir buçuk saatlik süre içinde okuldan yazıyı yazıp Kaymakamlıktan onay çıkartmak her yiğidin harcı değil. Bu işin prosedürünü ve değerini kamuda memurluk yapanlar bilir. Kimi zaman on beş gün geçer sıradan bir dilekçenin cevabı ulaşmaz elinize. Ali Bey’de gerçekten candan ve samimi bir insanmış. Bu onayı kısa bir sürede çıkartmak için ne kadar çaba sarf ettiğini siz tahmin edin. O ana kadar bu kadar candan bir insan olduğunu fark etmemiştim. Ben de Ali Bey’e “Teşekkür ederim. Allah razı olsun abi” dedim. Adıyaman’dan getirdiğim evrakı Kaymakamlığa teslim ettikten sora Ali Bey’le birlikte Hükümet Konağından ayrıldık. Ali Bey’in kardeşinin dükkanında birer bardak çay içip, birbirimizden ayrıldık. Ali Bey evine gitti. Ben Belören minibüslerinin kalktığı durağa gittim. Duraktaki minibüsün kalkmasına bir saat vardı. Belören’de aynı lojmanda oturduğumuz, can dostum, yakın arkadaşım Kooperatifçi Ahmet Göksu’nun arabasına binerek Belören’e gittim.

O gün işlerin çok telaşlı cereyan etmesi nedeniyle yemek yeme şansım olmamıştı. Sabahtan akşama kadar aç alavan dolaştım ama ancak Belören’e vardığımda acıktığımı fark ettim. Açlıktan karnım zil çalıyordu. Lojmanda oturduğum kata çıkarken Adnan Abi kendi evinin giriş kapısında yolumu çevirdi. “Hoş geldin Pehlivan. Benim istifa işimi ne yaptın?” diye sordu. Bende “İstifa işi tamam. Allah razı olsun. Hakkını helal et” abi dedim. Adnan Abi “Helal olsun kardeşim. Yemek hazır. Üzerini değiştir de bize gel” dedi. Eve çıktım. Üzerimdeki takım elbiseyi çıkarttım. Kot pantolon, kazak gibi rahat kıyafetler giydim. Elimi yüzümü yıkadım. Biraz derin nefes alıp rahatladıktan sonra Adnan Beyin evine indim. Aile efradının tamamı sofranın başında benim gelmemi bekliyordu. Hiç unutmuyorum. Yemekte mercimek köftesiyle, ekşili turşu vardı. Bu yemekleri ben çocukluğumdan beri çok severdim. Mesude Hanımda yemekleri çok güzel yapardı. Köftede, turşuda çok güzel olmuştu. Karnım iyice doyuncaya kadar yedim.

Yemekten sonra çayımızı içtik. Adnan Beye istifa dilekçesini okuldan götürdükten sonra ilçede ve ilde yaşadığım süreçleri anlattım. Müdür Yardımcılığı onayının alındığını duyunca Adnan Beyin sevinçten gözlerinin içi güldü. Okulda yapacağım işler konusunda bana bazı bilgiler verdi. Bana “Pehlivan hiç korkma. Sen Müdür Yardımcılığı görevini en güzel şekilde yaparsın. Sıkıntı olursa ben yardımcı olurum” diyerek moral verdi. Adnan Bey beni kardeşi gibi, bende onu öz abim gibi seviyordum. Yatma saati gelince ben evime gittim. Gece haberlerini dinler dinlemez uyudum. Sabah erkenden okula gittim.

Okula vardığımda okulda hizmeti Osman Efendi ve Müdür Beyden başka kimse yoktu. Okul Müdürümüz Ali Kaya elleriyle çayımızı doldurdu. Çayımızı içerken Adnan Abide geldi. Ali Bey Adnan Abiye görevden ayrılış yazısını, bana da göreve başlama yazımı tebliğ etti. Böylelikle ben müdür Yardımcılığı koltuğuna oturmuş oldum. Müdür Bey, Adnan Abi Müdür Yardımcısı odasındaki misafir koltuğunda, ben Müdür yardımcısı koltuğunda otururken öğretmenler yavaş, yavaş gelmeye başladılar. Diğer Müdür Yardımcısı Ahmet Tuğlu odasına girmeden nöbetçi öğretmenlerle birlikte dışarda sabah töreni için asayişi sağlamaya çalışıyordu. Akşam giderken Adnan Beyi Müdür Yardımcısı koltuğunda görüp, sabah geldiklerinde beni müdür Yardımcısı olarak gören öğretmenler kelimenin tam anlamıyla şok oluyorlardı. Konuyu Müdür Beye sormaya çekinen öğretmenler kıyıdan köşeden bilgi edinmeye uğraşırken, öğretmenler derse girmeden Okul müdürümüz Ali Bey öğretmenler odasına giderek Adnan beyin müdür yardımcılığı görevinden ayrıldığını, benim müdür yardımcılığına atandığımı ilan etti.

Öğretmen arkadaşların kahir ekseri yatı derse girmeden önce bana hayırlı olsun dileklerini ilettiler. Hadisenin kimsenin haberi olmadan çok gizli ve acele şekilde cereyan etmesi öğretmen arkadaşların dikkatini çekiyordu ama yapabilecekleri bir şeyde yoktu. Görevlendirmeyle ilgili her şey yasaya ve prosedüre uygun şekilde yapılmıştı. Ben böylelikle Müdür Yardımcılığı görevin başlamış oldum.

Adnan Bey eşinin sınıfını okutmaya başladı. Adnan Beyle Belören ilköğretim Okulunda bir yıl birlikte çalıştık. Bir yıllık süreçte birbirimizin gönlünü kalbini kıracak veya bunları ima edecek herhangi bir durum yaşamadık. O bana abi, ben ona kardeş oldum. Sırt sırta dayadık. Oradaki her günümüzü mutlu yaşadık. Bir yıl sonra memleketine, yani Osmaniye’nin Düziçi ilçesine tayin oldu. Ben Belören’de kaldım. Adnan Abinin bana teslim ettiği bayrağı yere düşürmeden şerefle şanla yedi yıl taşıdım. Belören ilköğretim Okulunda yaptığım hizmetler, halen Belören halkının hafızalarında tazeliğini korumaktadır.

Adnan Beyle birbirimize karşı olan sevgi ve muhabbetimiz o günden bugüne kadar artarak devam etmektedir. Birbirimizi acı ve tatlı günlerimizde mutlaka ziyaret ederiz. Aylık olarak telefonla bile olsa birbirimize hâl hatır sorarız.  Bizim birbirimizi sevdiğimiz gibi, ailelerimiz ve kardeşlerimizde birbirlerini tanır ve severler. Benim ne zaman Adana’ya Mersin’e veya o istikametteki başka bir yere yolum düşse mutlaka Düziçi’ne uğrar Adnan Abiyi ziyaret ederim. Allah razı olsun Adnan Abide zaman zaman Kahramanmaraş’a benim ziyaretime gelir. Ben bu dünyada olduğu gibi öbür dünyada da Adnan Abiyle ebediyen arkadaş olmak isterim.

Atalarımız “Dost kara günde belli olur” demişler. Adnan Bey gerçek bir kara gün dostudur. Tanıdığım ilk günden beri ne zaman başım dara düşse öz kardeşlerim gibi yanımda yer alır. Onun gücünü her zaman bir karlı dağ gibi arkamda hissederim. Yüce Mevla’dan herkesi güzel arkadaşlarla tanıştırmasını dilerim.