ŞEHİR VE HATIRALAR/Ufuk TÜRK









Evler kül yığınları uzaktan
Güneş vurunca moraran bir sahra
Bir şehir sensiz de oluyor işte
Toprak çekiyor suyunu saklıyor bahara.

Denizler akıyor şimdi penceremden güneşe doğru
Bir yağmur süslüyor göğü baştan sona
İkindiydi vakit ve göç vardı
Kimsesiz bir çoban gibi uzansam dağlara.

Dağlar hep göğsüme göğsüme vuruyor
Ağaçlar yontuyor bakışlarımı
Duvarda yarım camlı babamın kırık resmi
Şimdi beni eski bir oyuncağın hayali avutuyor

Karşıki dağda olmasa
Yaslamasam başımı o dağa
Duramazdım buralarda.

Her akşam dolunca bahçemize ezan
Babamın ‘akşam ezanında evde ol’ tembihleri gelir aklıma
Sonra kırdığımız camlar,
Annemin yaralarımdaki kumları temizlemesi bazen.

Ben, tam da burada
Bitirip sözümü geçip gitsem geceye
Alnımda kalemin izleri durur.
Çocukluğumun masum köylüleri,
Tarlalar dolusu ırgat ve at arabaları.
Eskilerden bir hatıra beni avutur.

Bir rüya şimdi üstüme üstüme geliyor
Korkutuyor beni kurduğum dünyalı cümleler
Düğüm atıyorum acılarıma ve sesime
Hayat son yumruğuyla yere seriyor.

Savaşlar var geceler boyu
Kurşun bir çocuğu vurur şimdi Suriye’de
Çocuk ki çağa dimdik durur gözleriyle
Çocuk ki uçurtma uçurtmalı bahçelerde.

Hançer lazım şimdi, kızgın bir hançer
Dağlayıp gecelerin en kara yerini kanatmalıyım!
                                         
                                        16 Şubat 2014/Iğdır


TOPRAĞIN OĞLU SUDOKU/Fazlı BAYRAM










yetişkin bir sızı dört yanda
dört buçuk ağızdan
ıslak kulaklarla bu çağrı
bu çağda bu çağrı
noktalanır bir şemsiye tepesinden
pıtır pıtır cim karınlarına

sen olmasan yeşil pardesömün
iç cebinde kalırdı bu mektup
yetişkinliğe atılan ilk adımdı bu çünkü
şu kalbimizi kanatan rozetleri
iliştirme vaktidir vestiyerlere derken
derken sıkıcı bir birifing
ve ardından ilk yetişkin tavrı beklerken
asma kilitlerden
Tanrı aşkı yeniden yarattı
ben de ilan ettim elit bir toplantının orta yerinde
dev bir biblonun ardında
son sigaralar söndürülürken
(ben olsam södürülenlerden birisi tütün olurdu o ayrı)
aşkı kuşananlar kahraman ilan edildi
şimdi başka bir yetişkinin
bu konuya ilişkin bir fikri yok
kan içindeyim.

MODERNİZME BİR GEDİK; SÜKÛT/Bekir BÜYÜKKURT

"Bu şiiri, hikâyeyi ben yazmalıydım ya da bu sözü ben söylemeliydim!" dediğimiz halleri belki de sıklıkla yaşıyoruzdur. Bunu adavet ve kin ile değil de, gıpta ve hayranlıkla ifade ediyoruz tabi ki. Lakin bendenizin asıl meramı neden ben yazmadım ya da ben söylemedim değil. Sükût eden insanları gördüğümde hayranlıkla seyreder ve 'neden bende bu güzel insanlar gibi sükût edemiyorum' diye içten içe kendime kızarım.
            MODERN ÇAĞ; VİTRİN ÇAĞI    
Her şeyin görüntüye yani vitrine göre değer kazandığı bir zamanda manayı ve içe doğru derinlik kazanmayı, yücelmeyi esas alan sükût, ehli haricinde anlaşılamayacak ve kıymeti bilinemeyecektir. Efendimiz (SAV)'in 'Ey iman edenler, ya hayır söyleyin ya da susun' Hadis-i Şerif'ini 'Söylersen hak söyle, söylemezsen sükût eyle' şeklinde ifade eden medeniyetimiz elbette sükûtu, boş ve malayani konuşmaya tercih etmiştir. Lakin günümüzde bu durum tam tersi bir seyir takip etmektedir. Yalan ve malayani olup olmamasına dikkat edilmeden karşıdakini konuşmasıyla etkileyen insanlar toplumda maalesef kıymetli görülmekte ve tercih sıralamasında ilklerde bulunmaktadır. Halbuki hakikat sırrına vakıf olmak, çok konuşmayla değil, sükutu kendine şiar edinmekle olacaktır.
            HAKİKAT OLMADAN SÜKÛT OLMAZ
Yaşadığımız hayat her şeyi tek boyuta hapseden paradigmalar silsilesi haline büründürmüştür. Bu durum hakkı esas alan düşünceden mahrum olmamızdan kaynaklanmaktadır. Önyargılar, düşmanlıklar, basmakalıp bilgiler, putlaştırmalar... İşte bu ve benzeri haller düşünceden mahrumiyetin tezahürleri olarak ortaya çıkmaktadır. Düşünceden maksat salt aklı ve modern malumat yığınlarını esas almakta değildir. Hak olan düşünce, eşyanın hakikat sırrına vakıf olmak ve hakiki tefekkür sancısının neticesinde sadrımızın genişliğince düşünebilmektir. Eşyanın hakikatine mazhar olan insanların mantık sakatlığından kurtularak hayret makamına yücelmesi, tefekkür rahlesinden geçerek sükûtu kendisine şiar edinmesi kaçınılmaz olacaktır.
            YENİDEN 'BİZ' OLMAK İÇİN SÜKÛT
İçimizde küllenen hakikat ateşini yeniden harlamak ve alevlendirmek için sükût etmeliyiz. Derunumuzdaki uykuya dalmış ve unuttuğumuz hakikat aşkını uyandırmak ve hatırlamak için sükût etmeliyiz. Modern aklın cerahatini, gönlümüzün saf ve temiz suyuyla tertemiz etmek için sükût etmeliyiz. Malumat yığınlarının tıkıştırıldığı, adeta birer çöplük haline getirdiğimiz beyinlerimizi modern cahiliyenin türlü afet-adetlerinden kurtarmak ve hakikat pınarıyla pir-u pak eylemek için sükût etmeliyiz. Bu topraklarda yeniden taşa ruh ve mekâna mana vermek için sükût etmeliyiz. Dünya sürgününde bir nebze de olsa sükûn bulmak için sükût etmeliyiz. Kalbi inkılâp, Muhammedi(SAV) ruh, hikmet ve merhamete 'Yeniden Bismillah' diyebilmek için sükût etmeliyiz.
Sükût ne de güzel yakışıyor insana,
Ve insanlğını kaybetmişlere tantana.



GÖZLERİM EMANETİMDİR SANA/Murat TÜRKMENOĞLU

 
Gözlerim emanetimdir sana,
Gülüşüm de,
Karanlık köşelerimdeki aydınlığım,
Düşlerimdeki o yemyeşil çınar ağacı,
Ve ağaçta sallanan o küçük çocuk,
Penceremden akan yağmur damlası,
Kitaplarımın içindeki o mis koku,
Annemin bana olan şefkati,
Babamın göstermese de bana olan o büyük sevgisi,
Emanetimdir sana.
Tüm bunların ötesinde
O içten, sıcacık, tertemiz, koşulsuz sevgim
Emanetimdir sana
Ay yüzlüm.


SEN GELİNCE SULTANIM/Hasan EJDERHA










Sen gelince
Kırk kuş, kırkı birden
Kalp yatağıma girip,
Tıkış tıkış dolduruyorlar
Sonra kıpır kıpır kıpırdayıp,
Âdeta beni öldürüyorlar.

Sen gelince oluyor bende ne olduysa
Nasıl dayanırım ben aşk buysa
Sen gelince cezbe çığlıkları içinde
Kuşlara karışıp gidiyorum
Kuşlarla olmak güzel de
Dağıttığın ateşten yoksun oluyorum
İçimde kuşlar kıpır kıpır
Geri dönüyorum
Ayrılınca huzurundan ateş sıfır
Küçük tepeleri aşınca sönüyorum.

Medet ya sultanım medet
Beni ceylanlarına çoban et
Aldıkları ateş ile dönerken millet
Benim ateşimi de gönlüme hapset
Sultanım beni de adam et
Pür-i perişanım efendim
Öyle zalim ki nefsim
Ancak sen olursun bana mukayyet
Medet ya sultanım medet.

KARANLIK / Akif Lütfi İnanç








Kayboldum şehrin ışıl ışıl parlayan sokaklarında
Yok mudur bir karanlık zayıf gözlerime
Bir karanlık lazım sigarımın közüne
Ey karanlık gel artık!

Kayboldum rengârenk tablolarda
Ne sen vardın ne de karanlık, o boyada
Bir siyahlık lazım o beyeza
Ey karanlık gel artık!

Yolun sonundayım önümde zifiri karanlık
Arkamada kalablık, pırıltılı dünya
Tut elimden ey dost-u hüda
Tut elimden de karanlığıma uğurla.

ISRAR / Fazlı BAYRAM










gölgeni dahi güneşe tut
karanlık yanların aydınlansın
besmeleyle başladığın hangi işten zarar gördün
lümpen bir hegemonyada
aşağılarda bir yerde
bastığın topraktan daha aşağı hatta
kürek kemiklerin ve
bir gümüş tespih
tespih otuz üçlü
ikiyle çarpınca on dörtlü.

öyle Malazgirt zaferleriyle çıkamazsın
bu cendere başka
nostaljik bir rehavete adres yazdırma sakın
tut gölgeni güneşe ki
ölüm bile aydınlansın üstünde.

hakikaten İstinye krokileriyle mi
avundun sen bunca deniz
yelken avcıları ve midyeler varken
musalla esvaplarına yazılır mı sandın
pes öyleyse
koy soyut kavramları
zencefiller uyutsun
yine güneşe tut gölgeni dahi
biyolojik bir silahın başlığına oturt
tüm Yahudileri
böylesi daha yakışır kumsallara.


KAHRAMAN MASKELİ HAİNLER/Bekir BÜYÜKKURT


Her devirde kahramanlar ve hainler olagelmiştir. Ve bulundukları dönem itibariyle kahramanların da hainlerin de savunucuları ve yolundan gidenleri her daim bulunmuştur. Lakin son devirde simaların hakikatinin izhar edilmesi noktasında izler karmaşası had safhaya ulaşmış ve hakiki manada kimin hain kimin kahraman olduğu tam olarak belirlenememiştir. Bu belirsizliğe sebep olan birtakım etkenler vardır.

            ARŞİV KAYNAKLARININ YOK EDİLMESİ

            Osmanlı Devleti arşiv kaynaklarının tutulması ve muhafazası noktasında, dönemiyle ve dönemine kadarki devletlerle kıyas edilecek olursa, en başta gelen devlettir diyebiliriz. Payitahta en uzak mesafedeki uç noktalarda yapılan ya da yapılacak olan herhangi bir değişikliğin merkeze kısa sürede bildirilmesi hadisesini ifade etmek bu geleneğin ne kadar kuvvetli olduğunu belgelemiş olur. Bir veçhesiyle bu gelenekten korkan ve günümüzde kahraman olarak bilinen ama asılda ihanetin zirvesinde bulunan birtakım zevat işe ilk olarak İslam Harflerinin kaldırılmasıyla başlamıştır. Çünkü kahramanlık maskesi altındaki hain simaların açığa çıkmaması için ihanetin vesikası niteliğindeki belgelerin okunmaması gerekmekteydi. İslam Harflerinin yasaklanması, arşiv kaynaklarının atık kağıt fiyatına yabancı devletlere satılması, önemli belgelerin rutubetli depolarda küflenmeye terk edilmesi, rejimin yanlışlarını beyan edenlerin ya idamı yada sürgünü...

            GEÇMİŞE SÖVMEK, KENDİNİ KUTSAMAK

            Her gelen yönetim, istisnaları olmak kaydıyla, neredeyse sürekli olarak geçmiş dönemlerdeki yapıya ve yönetime ağır eleştirilerde bulunmuş ve uzunca bir müddet varlıklarını bu şekilde devam ettirmişlerdir. Çünkü önceki yapının sözde yanlışlıklarını izhar etmek, mevcut yapıyı korumak demektir. Lakin burada şaşılası bir durum vardır ki; gözleri görmeyen, kulakları duymayan, idrak kanallarına iltihap bulaşmış insanların anlayamayacağı bir durumdur. Neredeyse bütün dünyaya asırlarca adaletle hükmetmiş bir geleneğin onlara göre üç yılda tefessüh etmesi hali. Meseleye hakikat penceresinden bakacak olan vicdan ve insaf sahibi ehil kimseler hiçte böyle bir hadisenin zuhur etmediğini anlayacaktır. Tabi eğer kalpleri mühürlenmemişse.

            RABITASIZ NESİLLER; ON BEŞ MİLYON GENÇ

            Devleti meydana getiren Milletin geleceğe atacağı sağlam adımlar, ancak geçmişin tecrübelerinden istifade edilebildiği ölçüde olacaktır. Ama maalesef genç olan ve tecrübe yoksunu bu yapı kendi iktidarını koruyabilmek adına bu meseleyi görmezden gelmiş, milletin ve devletin geleceğini tehlikeye atarak, geleceği çürük temeller üzerine bina etmeye çalışmıştır. Milletin varlığı noktasında kayıp bir dönem olarak ifade edilmesinde herhangi bir beis görülmeyen Cumhuriyet devri; dil, kültür, düşünce, mimari, edebiyat, sanat, medeniyet... alanlarında izi hiçbir zaman giderilemeyecek yaralar açmıştır. Milletin geleceği olan genç nesillerin programlanmış beyinler gibi yönetilmeye çalışılması ve makineleşmeye gösterilen sözde yoğun alakayla, nesillerin de birer malzeme olarak görülmeye çalışılması; kadim medeniyetin mukaddes nesillerini mazisiyle rabıtasız, ahlakın ve fikrin tefessüh ettiği, Kelime-i Tevhid'siz nesiller haline getirmiştir. Garbın kokuşmuş ve tefessüh etmiş ahlaksızlığını Türk-İslam Kültür ve Medeniyetine tercih etmişlerdir.

            DÖNEMİN HELVADAN PUTU; LAİKLİK

            İlahi iradenin yok sayılaraktan, vahyin rehberliğinden mahrum olmayı kendileri için daha kabul edilebilir gören güruh; laikliği neredeyse din haline getirmiş, İslam'ın sancaktarlığını yapan Millet-i İslam'a bu helvadan putu dayatmışlardır. Mana veçhesi de olan hayat yalnızca maddeden ibaret değildir. Hayatı yaşayan insanların ve insanlar tarafından oluşturulan kurumların da elbette mana yönü olacaktır. İnsanların bu yönünü görmek istemeyen bahtsızlar, önce kendilerini ve devamında ise sürülerini zalim ve adaletsiz düzenin orta yerinde yapayalnız ve çırılçıplak bırakmışlardır. Ve adeta kurda kuşa yem olmuşlardır.
            Millet-i İslam'ın geçmişle rabıtasının koparılması adına dayatılan sözde devrimler Milletin sinesinde yer bulamamış ve ters tepmiştir. Bu Millet; asılan ve sürülen binlerce alimin suçlularını, frenk libaslarını zorla giydiren düzenin zorbalarını, İslam Harfleri yerine Latin harflerini getirenleri, Ezanı yıllarca asliyetinden koparanları, Ecdadına hain diyenleri, Dinine kast edenleri hiçbir zaman unutmayacak ve layık olduğu yere gömecektir. Maskelerin düşeceği günler belki yarından da yakın...


GEÇMİŞE‏/Levent NERGİZ









Büyümüşüm
Öyle gerekiyormuş...
Benliğimde erimiş ukdelerle
Hüzünle yoğurulmuş halde kalmışım,
Yalnızlık pencerelerinin korku perdelerinde...

'Ne de çabuk'
Diye başlamak istiyorum söze,
Ne zaman büyüdüm,hangi zaman?
Hani diyerek,
Küçük mutluluklarımı sormak geliyor hayata.
Nerede deyip,
Cevap almadan ağlamak bir kenarda...

Bembeyaz kelebeklerdeydi hep gözlerim!
Onlarla mı gitti türkuaz mavisi düşlerim?
Kağıttan gemilerin ömrü kadar mıydı,
Tüm tutkularım,bütün sevinçlerim...

Bir boşluk var içimde,
Diyor ya şair "eksik bir şey var" diye,
Tam da öyle işte...
Anlamak istemiyorum inadına tezatlara sığınıyorum,
Ama biliyorum gücüm sınırlı ve hayat geçiyor öylesine...

Büyümüşüm,
Öyle söylendi.
Hayırlar olsun..


DEVÂ / Mehmet YAŞAR



Metin Acar'a







Kafam çöl bulanığı, serâpâ serâbım ben
Derdimendim, nâçârım, bîkesim, harâbım ben
Bırakma, tek ümîdim Sen'sin, Sen'dedir devâ
Serildim yollarına, pâyine turâbım ben


HALİMİZ/İsmail SAĞIR

(Dünyanın her bir köşesinde 
acı çeken
kardeşlerimize bir
 itiraftır)



Günaydın ya da iyi akşamlar sayın dinleyenler
Siz şurda biraz daha bekleyin acıdan inleyenler
Bizim işimiz çok, daha yemeğin üstüne pastamızı yemeliyiz
Siz kurşun yerken biz en cafcaflı tahlilleri yapacağız
Işıltılı spotlar altında dünya kurtarmak mühim iş
Analizlerimiz gazeteleri doldurmalı mutlaka
Sayfalarda elbette zulmün fotoğrafları da olacak
Ama sıkın dişinizi biraz daha biz hala hazır değiliz


Fıtratımıza dar gelen ne kadar gömlek varsa giyeceğiz
Siz bir kenarda bekleyin kurşun sizi bulana dek
Dolunaylı gecelerde şiirler okumalıyız içten içe
El açıp haykırmanızı duymamak için
Belki de ekranda yanan yerler gördüğümüzde kanal atlarız
Son çıkan aşk filmini izlerken uyuyakalırız biz
Yahut en güldüren gösterinin hemen bitiminde
Ama sıkın dişinizi biraz daha biz hala hazır değiliz

Bir bankamatik önünde işini bitiremeyen adama kızıyoruz içimizden
Arabanın patlayan lastiğini değiştiriyoruz sağa çekip
İndirime girmiş marka telefonun sırasındayız ya da
Yeni açılan lokantanın en özel yemeğini sipariş ederken
Yarın nerde yiyeceğimizi planlıyoruz, doymaz mideyi unutup
Yolun kenarındaki renkli afişleri izleyerek geçiyoruz hızla
Peki siz! Ahh siz! Neresindesiniz bu işin?
Ama sıkın dişinizi biraz daha biz hala hazır değiliz.



HALİMDİR/Gün Sazak GÖKTÜRK










Ölümle köşe kapmaca bu
Katlime intihar süsü verilmiş
Damarlarım kesik bileklerimden
Uzak coğrafyalarda yağmurla tanışan çocuklar
Şurada mermilere gülümser çocukluğum

Karanlıktayım
Gökyüzümü aydınlatır bombalar
İçi ateş dolu karınlar
Cesedime talip,
Kapımda Cehennem köpekleri…

Ruhumda onulmaz terk edilişler
Etimde kardeşimden diş izleri
Varlığın kokusu bastırır feryadımı
Azabımın elemini duymaz kardeşim
Pişmanlık günü yaşar gibi çocukluğum…


GURBET YOLCUSU/Burak KARLANGIÇ



Dağlar taşlar arkamdan ağlar
Nehirler rüzgarlar bir hüzün türküsü tutturur
Dostlar yeni sözler yazarlar
Git şair git
Duygularda sevda
Düşüncelerde dava
Arkada ana, baba
Bir yanda boynu bükük maraş
Eeeeyy şair sen gidince yalnız mı kalacak bu şehir
Topla eşyalarını
Yanına al kitabını,sazını, cuvaranı
Gardaaaş bu bir gurbet türküsüdür
Söylenmeden yazılmaz bu şiir

Tütün kâğıdı kabuğu cemiyette artık oldukça yaygınlaşmıştır. Değerli büyüğüm Fazlı Bayram öncülüğünde adeta bir TÜTÜN KÂĞIDI KABUĞU AKIMI başlamıştır. Dostlar artık birbirleriyle uğraşmak istediğinde sözlü değil, bir tütün kâğıdı alıp dostuna uzatıyor. Kavgalarımız artık birbirimize tütün kağıdı kabuğu uzatmakla yeni bir yön bulmuş oldu.
Silah artık tütün kâğıdı kabuğudur. Bekir Büyükkurt’un bana uzatmış olduğu bir tütün kâğıdı kabuğunu bekletmeden doldurdum ve kalbine sözcükleri adeta mıhlarcasına yazdım. Vesselam.

SEYRİMİN SEFERİNDE SON DURAK:KUYU/Sibel KÖK












billur bir sesin yankısı gelir kuyudan
bu ses bana biraz yakın biraz uzak bana
yabanlığı keskin öteli bir âşinalıkta
hür bir susku-nun yazgısında bu ses
biraz benim alnımda biraz dudaklarında kuyunun
ses Yusuf'un değil bildim
bildim Nakkaş'ın çağrısıdır bu, gel makamından 

çağrıyı duyan ruh hadi der kalbe, gidelim
aldırmaksızın dünya denen kocamışın kal ihtarına
sürüklenir bedenim ruhumun ardı sıra
ayaklarımda pranga yok
ayaklarım yollara pranga

arşınlaya arşınlaya bir ömrü
seyrimin son seferi deyip
varırım kuyudan sızan ışığa
İçerde göz gözü görmez bir aydınlık
kuyunun dışı zindan karası
içerde gürül gürül akan bir hayat
dışarısı som sessizlik
ve gelir kurulur yükselen bütün sesler
sessizliğin gözbebeğine
sonra arşa değen bir el uzanır kuyudan
bir el ki; İbrahim'in düştüğü serinliğin habercisi
bir el ki; ılgıt ılgıt rahmetin esintisi
bu el ki bildim Nakkaş'ındır kabul makamından
istiğfar otağından

bu boyun büküş, bu teslimiyet Nakkaş'adır
bu varış
bu sessizlik
bu haykırış
bu varoluş ve kayboluş Nakkaş'a

Nakkaş!
var et beni aşkta
aşk et beni sende
nakş et gizil bir bend ile




KUNDURACI/Fazlı BAYRAM

her esrarın bin mısra
yahu sen hangi kayıtları
şerbet gölgelerinde şerh ettin?
tepene her üşüşen hafakanlardan payına
eski esvap düğmesi
bir yırtık leğen düşer ancak
başka ne sandın?

itiraf et kunduracı
en çok kaç numara ayakkabıya
sığar sevgin
bu da böyle bir serüven işte
al şimdi çamaşırların
akustik bir kazanda
bir kolunda sol kolunda hatta
bir küçümsenme inadı
itiraf et en çok kaç numara?

şimdi gelelim kafandaki o
yırtık mindere
ille de ben asarım bunu diyorsan
çitlembiklerin kırçıllı tarafına
o başka
akla gelmez bu bendirin debdebesi ama
ama seni görürüm kamusta kusura kalma
bak bu daha da kötü kunduracı:
çınar ağacında koz durmaz
erer göğe kökü sonra dal tutmaz
tumturaklı bir öge bul acil
yoksa kırk büklüm bu geçide sığmazsın
bu geçit sonra
sonra bu geçit…
düğümlendi değil mi boğazına sende
iş yok sende kunduracı.


ÖZLEMİN HASRETE KARIŞTIĞINDA/Hilal EJDERHA









Bazen
özledim diyemezsin
Oturup bir şiir de yazamazsın
Dalıp gidersin
Uçan kuşların kanadında bulursun kendini

Hayaller içinde kalırsın
Hasretin inci taneleri arasına karışırsın
Hayatın tam orta yerinde durursun
İşte o zaman
Bütün hüzünler kapına yığılır, sen duymazsın

Aldırmazsın...
Bütün olanlar ellerinde narin ve kırılgandır
Bir çizik atarsın
sonra...
Bütün acıları toplarsın yüreğinin boş kenarına

Özlem belki de bir yıldızın çok parlamasıdır
Hasret belki de yürekte biriken bir sızıdır
Özlemin hasrete karıştığında
gözlerin gecelere yıldız takar
yüreğinse  dağlara yol açar


ÖTELİ / Levent NERGİZ


Aynalardan,
Öteli tavırlardan,
İlahi fermanlardan müteşekkil ruhumuz
Nihayetlerin çetelesini tutarak
Ufuklardan ölüm topluyoruz

Ne için bu koca fanus
Ne için bu çırpınma, devinim
Dalıp gitmelerimiz niye
Neden adamakıllı vurmuyor damarlarımızda nabız
Neden ritmini kaçırdık dünyanın

Öteye yol alıyoruz
Yalnızca öteye
Ufuklardan ölüm topluyoruz nihayet
Limanlardan umduğumuz medet
Yetmiyor, doldurmuyor ciğerlerimizi
Gökyüzü de olmasa
Saranı yok yaralarımızın

Tenhalaşınca civar
Ayan oluyor çehreler
Yer yer ısınmıyor kalbimiz
Avucumuzdaki güneş ve aydan yolcuyu unutuyoruz

Kelam üçüncü çoğul olsa da
Tekil kalıyoruz.

Parmak uçlarında yükseliyoruz bir avuç umuda
Yaşımız genç olsa da
Serencamındayız dünyanın
Esamesi bu yüzden okunmuyor adımızın
Varoşlarda ölüme terk edilen bedenlerin
Bu yüzden ilanı yapılmıyor.

Acıdan geçilmese de gönül coğrafyamızda
Bir damla göz yaşına hasret yüzümüz
Kurumuş pınarlardan
Sarp kayalardan
Dünyadan ve dünyadan ibaretleşiyoruz
Bu yüzden ufuklardan ölüm topluyoruz.




***
UMUT



Yalnızlık çiseleniyor gökyüzünden
Yarım kalmışların inadına sanki
Başka hiçbir ses gelmiyor âlemden
Yüreği sensizlik kaplamış, çok belli...

Artık iklimlerden huzur bekliyoruz
"Gelsin de ferahlatsın bizi" der gibi
Ne yapalım, çölüz, çorağız, ayazız
Bu haldeyiz, hep kardelenler misali

Derin derin dalıyoruz gökyüzüne
Günden geceye uzanıyor bu öykü
Bir ışık, bir fikir görmek için mi ne?
Öyleceyiz! Nereye varır bu sürgü?

Bilinmezlik kadar korkutmaz insanı
Ne ölümler ne gidişler ne yalnızlık
Yüreğimizde hep bir korku tufanı
İşte! Kaldı ömrümüz bir fırtınalık.

Mevsimler getirsen sıcak diyarlardan
Belki erir kar, gün görür toprağımız
Öyle hep değil, sadece bir gün yıldan
Zaten hüzünlere daha aşinayız

25.11.2013

GELDİ GEÇTİ ÖMRÜM BENİM/Murat TÜRKMENOĞLU












Gözlerinden akan yaşlar kadar ömrüm geçti benim,
İlmik ilmik işledi dünyanın hüznünü neşesini,
İçli içli söyledi aşığın şiirini, türküsünü,
Kah gam etti, kah keder;
Lakin insan bilir mi ki,
Dünya kaç para eder?

Yüreğine dokunan hisler kadar ömrüm geçti benim,
Her tarafta aradı gönlünün neşesini,
Dağları aştı, denizleri geçti,
Leyla ile mecnuna karıştı;
Lakin bir türlü anlayamadı,
Bunun zamanı neydi, kaçtı?

Okuduğun kitaplar kadar ömrüm geçti benim,
Yazılar yazdılar üzerime,
Sözler söylediler lehime, aleyhime,
Yine de dinledim, hep dinledim,
Hiç kahretmedim.

Yürüdüğün yollar kadar ömrüm geçti benim,
Ben yürüdüm, yollar yoruldu,
Yollar yürüdü, ben yoruldum,
Bir soluklandım, bir arşınladım,
Ermek niyetiyle gülün saadetine.

Yalnız gecelerde düşünmelerin kadar ömrüm geçti benim,
Dalıp dalıp uzaklara giderken,
Sigaramın dumanı arkadaşlık etti bana
Ve sessiz bir türkü söyledim içimden.

Sevgiyi ve hüznü tattığın anlar kadar ömrüm geçti benim,
Bir çocuğun gözlerinde gördüm sevgiyi,
Bir ninenin ellerinde kokladım hüznü,
Sonunda anladım:
Hem acı varmış bu fani ömürde
Hem de tatlı
Hem sevgi varmış gönüllerde
Hem de nefret
Lakin ben sevgiyi seçtim ikisi arasından
Ve Mevla’m nasip eyledi o ceylan bakışlımı,
Alların, yeşillerin arasından…

DÜNYAYA DİRİ DİRİ GÖMÜLEN NESİL/Bekir BÜYÜKKURT

    Kız çocuklarını diri diri toprağa gömmek, cahiliye devri adetlerinin en kötülerinden yalnızca birisidir. Onlar bunu, gelecek kaygısı güderekten, namuslarını korumak ve ar telakki ettikleri için, bazıları da sakat ve çirkin olarak doğduklarından yapıyorlardı.
     Çocuklarımızın geleceğini kaygı ederek dengeyi doğru kuramayıp onları dünyanın kulu-kölesi yapmaktayız. Acaba günümüzde de toprağa diri diri gömülen çocuklar var mıdır? Okul, dershane, özel ders ve ev arasında mekik dokuyan ve haricinde herhangi bir faaliyette bulunmayan çocuklar... kitap okumayı zaman kaybı olarak nitelendiren, dini ve milli  değerleri yanlızca test kitaplarından ibaret zanneden, ahlaki karakter inşaasını etik kurallar bütünü olarak gören çocuklar... kendisini toplumdam tecrit etmiş, sorulan sorulara test mantığından kalma alışkanlık- larla şıklar sunulmasını bekleyen, haricinde düşünecek ve cevap verecek melekelerden yoksun kalmış, zihinleri iğdiş edilmiş çocuklar... maddeci bir neslin halen günümüzde mevcut bulunması aslında çocukları diri diri gömme adetininin bugün, 'dun'yaya yani alçak, aşağılık bu düzene gömülmesi şekinde görülüyor.
     Hayatta mühim olan iyi bir üniversiteyi kazanmak, iyi bir mesleki kariyer sahibi olmak, çok yüksek maaş ile çalışmak değildir. Önemli olan şahsiyet sahibi olmaktır. Hayatta çok farklı roller, vazifeler vardır. Herkes kendine uygun olanı yapmak mecburiyetindedir. Bu mecburiyet ancak kişilerin şahsiyeti doğrultusunda yönlendirilmesi ile olacaktır. Herkesin üniversite okumak ve memur olmak gibi zorunluluğu yoktur. Bu ülkenin mimara, çiftçiye, esnafa, memura, sanatkara, bestekara ve diğer meslek dallarına bir bütün olarak ihtiyacı vardır.
   İnsanların farklı karakter ve kabiliyetlere sahip olarak yaratılması, Allah'ın hikmet deryasından bir katredir. Kişilerin mesleki kabiliyetlerinin farklılık arz etmesi insanın fıtratında var olan bir vakıadır. Lakin milyonlarca kişinin girdiği ortak bir sınavdan aynı yüksek başarıyı beklemek, temelde insanlığa ve devamında ise o sınava tabi tutulan kişilere yapılan en büyük zulümdür. Orman sakinlerinin kendilerini insanlardan korumak için; koşma, uçma, yüzme, tırmanma, kazma, vs. derslerden sınava tabi tutmaları ve bu sınavların hepsinden yüksek başarı beklemeleri ne kadar ahmaklık ise; farklı karakter ve kaabilyetlere sahip insanların aynı sınava tabi tutularak onlardan yüksek başarı beklenmesi de bir o kadar ahmaklıktır.        
   İnsan hem maddi hem de manevi bir varlıktır. Önemli olan bu dengeyi muhafaza edebilmektir. Makinelerin hayatımızın her alanına sirayet etmesi, insanları makine gibi düşünmeye sevk etmektedir. Öğrencilerin manevi yönlerinin bir kenara bırakılarak yapılan ders-hayat programları, onları veya geleceğin anne-babalarını, ilerleyen zamanlarda tamamen maddeci bir yapıya büründürür. Bu durum insanı, madde ile mana dengesini kaybetmiş, pusulası bozuk birer yolcu durumuna düşürmüştür.
   Eğer bir anne-baba çocuğunu; biraz daha uyusun, dinlensin, büyüyünce yada sınavı kazanınca nasıl olsa kılar düşüncesiyle sabah namazına kaldırmıyorsa... ibadetlerini, vakit namazlarını aksatmasına göz yumup, günlük-haftalık ders programındaki en ufak aksaklığa göz yummuyorsa, o ana-baba çocuğunun geleceği için samimiyetsiz davranmaktadır. Çünkü inanan insanlar için hayat bu dünyadan ibaret değildir. Dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir. Ahiret yurdu, takva sahipleri için elbette daha hayırlıdır. Hâlâ akıl etmez misiniz?
      Anne-babaların sürekli şikayet ettiği bu sorumsuz neslin en büyük müsebbiblerinden biri de, Asım'ın Neslini 'onuncu yıl nesli' haline getiren yine anne-babaların bizzat kendisidir. İşbu sebepten, ilk önce her ailenin kendi çocuğunun kabiliyetlerini iyi tesbit etmesi ve bu doğrultuda yönlendirmesi ve yardımcı olması gerekmektedir. Devamında ise yarınların büyükleri olan çocukları kabiliyetleri doğrusunda bir eğitim müessesesine veya mesleki müesseselere vermek nesillerin asıl geleceği için verilecek en önemli karardır. Cahiliye adetlerinden biri olan çocukları diri diri gömmek zulmünden kurtuluş merkeze dünyayı değil, ancak İslam'ı almakla olacaktır.


KEMAN VE KEMANCI / Fazlı BAYRAM

                           


 /önce akort edilir keman/





kemancı aslında gökyüzüne hayrandır
açılan susam sokaklarının duvar kağıtlarında
iç dost ve la sesi
yine la sesi evveldir her sesten

kibarca ölünen kaplumbağa kabuklarından
tırnak içlerine bakandır üzüm çekirdeğiyle
kemancı artık vurgundur gök yüzüne
ve gökyüzü farkındadır her şahidin

bir iç ses haykırır şehrin hoparlöründen
bayram kartlarını kemancının
sıra kemancıyı övmeye gelmiştir:
pehlivan pehlivan nerde idin dün gece

evet anatomik bir ideolojinin
kılcal hamurlarında
ve aynasında kunduracıların
kemancının öğütleri secde eder:
yeşil değil her fıstığın her rengi
süngü uzaktan batma adama

kemancı yorgun ve günahkar
kemancı vurgun ve sanatkar
kemancı ya hu kemancı
ah kemancı (Hacı’nın dizine vuracağı yer burası)

bir geyiğin göz bebeğinden ne okunabilir sence
sen ‘si bemol iki’ de kal ben bir bakıp geleyim
öyleyim her defasında bulunur bir bahane
söyle kemancı
sen mi yalancı
yoksa yıldızların
köşeli ayazlarında asılı ayakkabılarım mı?
vurulduğun gökyüzünün yalanı beklide bu

söyle kemancı şimdi kim şair makyajlarının
ardı sıra sahnede
haydi bir şarkı daha mırıldan da gideyim
yanmaya erken razı oldun
yanalım dediğinle yanacak mısın bakalım
zembilleri akla tut
ne tutarsa o kar kemancı
oşbenek yüreğin yine yandı
yetiştiremedi meyini  hancı geri kaldı
ne kafir ne mümin
hiç kimse dayanamaz aşka.