İsmail GÖKTÜRK*/FİKİR ÜSTÜ AZ KAPİTALİZİM



Önce bizim mefhumlarımız vardı, sonra senin kavramların. Önce bizim hakikatlerimiz sonra senin kuramların. Önce bizim, adam insanlarımız vardı, senin homoekonomikusların...

Ey simgesel ilah! Bizde tevekkül ve rıza vardı. Kul hakkı vardı her hakkın üstünde. Sende " Çek silahını kovboy" vardı, güç vardı. Bizde ihvanlık ahilik vardı; sende soyluluk ve sınıf. Biz serapa adalettik, sen zulüm ve sömürü, biz daha unuttuğumuz pek çok şeydik, sen ise diğeri. Sonra biz güneşin batışı gibi olduk. Sen gelip çepeçevre kuşattın bizi. Biz senin gürbüz çocuklarını devşirir adam ederdik. Sen bizimkileri adamlıktan çıkarttın.

 
Ey en büyük kötü! Biz aydınlığın çocuklarıydık. Karanlığın işgaline uğrayınca dumura uğradı zihnimiz. Önümüz, arkamız, sağımız, solumuz sobe oldu. Yenik düştük sana, bu gerçeği kabullenmesek bile. Ve senin evrensel olduğunu buyurduğun huylarınla huylandık. Tıpkı sana benzedik üstat. İnsan insanın kurduydu. İnsan insan değil homoekonomikustu. İnsan senin gibi olurdu. Yarı tanrısal bir varlık. Hani, ayıp olmasın diye yarı tanrısal; yoksa hepten tanrı. En çok kazanan ve en çok tüketen, tüketmek için ezen, sömüren, yok eden, tüketim tanrısı.


Ey vicdanını satıp sermaye yapmış çağ! Her gün kentlerini biraz daha gelişmiş tapınaklara çeviriyorsun. Bankalar, market zincirleri ve çağdaş ehramlar; yani makine kutsalının doymaz iştihasıyla alın teri içtiği fabrikalar. İnsanlar yarışıyor, büyüyen tapınaklarda kariyerli bir ruhban olmak için. Ey en büyük kötü! Artık ruhban demiyorsun biliyorum. Ruhu da yok ettin. "Elit" diyorsun kibarca; ekonomik, siyasal, bürokratik elit. Şahsiyetinden soyutlanmış, kıytırık insan yığınları, halk kitlelerinin içinden sıyrılıp, elit olabilmek için çağdaş tapınaklarda birbirlerinin etlerini yiyorlar. Simgesel ilah, korkunç kötü, anlıyor bir etik öngörüsü olmadığını. Makyavel'in çocukları ahlâksız büyümüşlerdi, amaca varmak için her yol mubâhtı.


İnsanları ihtiyaçlarına hapsetmeyi başarmıştı simgesel ilah. Önce ihtiyaçları yarattı. Tüketmedikçe zavallı olduğunu kutsal bir düstur olarak öğretti insanlara. Je suis pouvre!(Ben bir zavallıyım) Bakır ve demir soylular tüketmedikçe üretmiyorlardı. Önce tüketme hazzını tatmalıydılar. Altın ve gümüş soylu, beyaz yurttaşların daha çok semirmesi için alttakilerin daha çok üretmesi gerekiyordu. Bir parmak bal sürüp tüketim hazzını tattırmalıydılar, bakır ve demir soylu yurttaşlara. Sonra Makyavel üstadın evrensel buyruğuna uyarak yurttaşlarını her zaman ve her durumda kendine muhtaç bırakmalıydı elitimiz. Muhtaç bırakmalıydı ki, başlarını kaldırmasınlar.


Bütün bunları bilimsel gerçekliklerle izah ettin bize. Biz düşsel hakikatlerde yaşıyorduk. Sen sanal gerçekliklere çağırdın bizi. Maslov büyüğümüz, insan ihtiyaçlarının hiyerarşik bir yapı içinde olduğunu, birinin tatmin edilmeden diğerinin düşünülemeyeceğini söyledi. Çar naçar aydınlandık. Zaten, çöp bidonunda açlığını gidermek için ekmek arayan insan sağlığını bile düşünemiyordu. Görüyorduk gözlerimizle.


Yenilmiştik sana bunu kabullenmek zor olsa da. Pavlov'un klasik şartlanmasını yaşıyorduk. Kentlerimiz ihtişamlı birer tapınağa dönüştükçe, ünvanı da artıyor "büyük kent" oluyordu. Yönümüz sana çevriliydi. Sen "döviz" diyordun, "borsa, hisse, faiz" diyordun. Her ne desen karşılığında yapılması gereken bir eylem oluyordu. Herkes içiyordu bu kan ve cerahat akan çeşmeden. Çağın gereği bu diyordu. Gerçeklerin hazırdı senin bu kervana katılmayanı dışlıyordun, hor görüyor, alay ediyordun. Sen korkunç ve devasa büyüktün. Korkuyordu kervanın dışında kalmaktan insanlar. Zaten dışarı yoktu. Korkunç çevrelemiştin her yanı. Olsa olsa yedi uyurlar gibi mağaralara çekilebilirdi insanlar. Yani insan kalmakta direnenler. Fakat dedim ya hacimliydin, üstelik akışkan. Doymak yoktu lügatinde. Sen posasını çıkarıp bırakmazdın, posayı da ekonomik bir değer haline getirdin. Dışarı tükenmeden içeriye sirayet etmeli ve ele geçirmeliydin. Mağaralara tasallut oldun. İçerilere dadandın. Akıcı, yapışkan ve şirrettin. Senden kurtulamıyorduk ey ellerin ilahı. Dalıyordun elimizi, kolumuzu, yüzümüzü.


 Ey en büyük ıstırap! Korkunç ve en büyük kötü! Sana rağmen yaşıyoruz. Yüreğimizi teslim alamayacaksın. Yüreklerin beslendiği kaynağa nüfuz edemezsin. Kahrolasıca, seninle beraber yaşamayı öğrendik sadece...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder