ÖLMEZ Mİ SANDIN / Fatma Betül Yıldız













İnsanoğlu nedir bu öfke bu kin
Kışların bahara dönmez mi sandın?
Diline geleni hemen söylersin
Yanan her ateşi sönmez mi sandın?

Hayat bu, düşersin sonra kalkarsın
Hep yokuş olmaz, düze de çıkarsın
Gemileri ne de kolay yakarsın
İçinde dalgalar dinmez mi sandın?

Öyle masum doğarsın ki anadan
Melekten kıymetli kılar Yaradan
Koruyamadıysan kalbi karadan
Şeytan bu, nefsini yenmez mi sandın?

Ne akraban kaldı ne eşin dostun
Sevgi yudumladın nefreti kustun
Yürek taş olduysa neyi var postun
Bir gün dört omuza binmez mi sandın?


***
MİLENYUM

Yıllar iki ile başlıyordu artık ve kimsenin kimseye kalbi kadar temiz bir sayfa ayıramadığı zamanları yaşıyorduk...

Kalplerimiz mi kirlendi kağıtlarımız mı buruştu bilinmez ama kesin olan bir şey var ki kocaman yalnızlığımız kucaklıyordu artık bizi. Avutuyordu arada sosyal medya isimli oyuncağı elimize verip, alıştırıyordu yavaş yavaş kendisine. Alışıyorduk büyük bir zevkle hiç itiraz etmek gelmiyordu aklımıza. Hiç şikâyet etmiyorduk.

Mesajlar toplu gönderilmeye başlandıkça artıyordu özel günler. Onlar günü, bunlar günü, şunlar haftası...

Ve tatil fırsatı haline geliyordu artık, gurbettekiler dâhil tüm aileyi bir araya getiren mutlu bayramlarımız. Biz yine şikâyet etmiyorduk...

Sonra geriye dönüp bir baktık gerçek bir şey kalmamış hayatımızda sanal dünyada kaybolup gitmişiz. Hayat Üniversitesini bile Açık öğretimden okur olmuşuz...

İnternetin sınırlı olduğu zamanlara dönmeyi ne çok isterdim anlatamam, ya da hayal gücümüzün sınırsız olduğu zamanlar desem daha doğru olur sanırım.

O zamanlar her şey değerliydi anne, baba, yaşlı, doktor, öğretmen...

Üç haneli bir numarayı arayıp şikâyet edemiyorduk bir şeylerden ama küçükler büyüklere sesini yükseltmiyordu o zamanlar, öğrenciler öğretmenleri sindirmiyordu şimdiki gibi. Okumak o yüzden daha değerliydi belki de. Emek vermek değerli yapıyordu bazı şeyleri.

Anne terliğinin yerini psikologlar aldığından beri kaybettik masum çocuklarımızı, sosyal hakları olan, özgürlüğü olan ama saygısı olmayan bir nesil çıkardık ortaya hep birlikte. Karşımızdan konuştuklarında kızmayı bırak gurur duyar olduk haklarını savunabildikleri için. Haklarını verdik belki ama mutluluğu aldık ellerinden, ne yaptıysak mutlu edemedik. Çünkü yıllar iki ile başlıyordu ve yeni düzenler kuruluyordu yavaş yavaş.

Suç işlemek zor bir şey değildi yeni yüzyılda, kolay kolay sızlamıyordu vicdanı insanın. Küçücük çocukların birkaç mahalle ilerideki okullara rahatlıkla gidebildikleri güvenli yollar yoktu artık. Güven yoktu komşuya, bakkala, insana...

Güzel yanlarımız güvercin misali uçup gidiyordu ellerimizden, biz arkasından bakakalıyorduk çaresiz. Takas yapıyorduk huzurumuzla daha güzel evleri, arabaları, eşyaları ve yine hiç şikâyet etmiyorduk. Daha önce koca bir hayatı sığdırdığımız günler yetmiyordu bize. Uyanıyorduk, sonra akşam oluyordu hemen, bir hiç bile sığmıyordu artık koca bir güne.

İki ile başlıyordu yıllar, hiçbir şey eskisi gibi değildi. Baktığımız şeyler aynıydı belki ama gördüklerimiz çok başkaydı.

Bir varmış bir yokmuş diye başlayan masalları dinlemiyorduk, yaşıyorduk. Kötü masal karakterleri dolaşıyordu belki de aramızda, fark etmiyorduk. Önce her şey kolaylaştı gibi geldi bize, çok sonra fark ettik zorlaştığını. İş işten geçmişti durumu anladığımızda. Amcası, halası, teyzesi belki de dayısı olmayan çocuklar olacaktı bundan sonra. Her şey zorlaşmıştı ve bunu herkes biliyor, kimse kendisine bile söyleyemiyordu. Çok büyük zorlukların içinde kardeşin, kardeşliğin bol olduğu zamanlardan, kolaylıkların içinde yalnızlığa sürükleniyorduk. Her zamanki gibi şikâyet etmiyorduk. Çünkü artık iki ile başlıyordu yıllar...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder