YASIMIZ VAR/Miraç DOĞANTEKİN


Şehitlerimize

Irgat bir toplumun şairiyim ben
ve binlerce sultanın...
sözün ve sedanın kalbine doğan
eğri bir güneşim ben...
benim dünyamda
insanlar evler kadar da olabilir
güneşin içine uçan kuşlar kadar da
adımın baş harfini çizdiler yıllarca
özgür birer kuş niyetine
benim dünyamda
ağlayan çocuklar olmadı hiç
ellerinden anne babaları tutuyordu
çünkü yoktu benim dünyamda
ateş yaradılışlı uçan şeytanlar
şeytanın karanlık bulutları
gölgenin ruhu değil 
adı bile anılmazdı
uçun güvercinler
AĞLA/YASIMIZ VAR!


HALEP SOKAKLARI / Sadık ÖNKALALI













Yabancıydı mutluluk halep sokaklarına. 
Sıcak evlerinden muzdarip,
Nerde bir sıcak lokma ?

Evlerinde yanmaz sobaları,
İçlerinde tutuşmuş sobanın korları,
Ağlar minikler  çocukluk  uğramaz oralara.

Annesini kaybetmiş küçüğün gözyaşları,
Feryat mı? Figan mı?  Anlatılmaz yaşadıkları .
Kelimeler yitirilmiş oralarda,
Hayatına köşe kapmaca oyunları,
Döner durur Halep sokaklarında.

Ne yapacağını bilmez oranın halkı,
Kırmızı renge bürünmüş Halep sokakları,
O renge mühür olacak ay-yıldız !
Çıkartılacak bir bir  mazlumun ahı. 

Kökünden kopacak maşayı mesken tutan el
Dayan mümin kardeşim dayan,
Halep’in belinden çıkacak o yel .
Subhane rabbiyel aliyyil alel vehhab nidalarıyla duanı et .
Kulların yalvarır Yarab Halep'e Rahmet.
Kulların yalvarır Yarab Halep'e Merhamet.


ÇOK MU YAĞDI KAR? / Enver ÇAPAR














Şehit anasının bağrında kül olan kar,
Sizi üşütmüş çok mu?
Ateş düşen evlerin kapısına yağan kar,
Yollarınızı kapatmış çok mu?

Yoksulun yorganı, fakirin harmanı olan
Bekleyenin penceresine perde olan kar
Arabalarınızı kaplamış çok mu?

Uçsuz bir çöle düşen, bulutlarda kaybolan
Yorulup uykuya dalan  
Garip çobanı, sessizce örten kar
Ekranları dondurmuş çok mu?

Rızık arayan nasırlı ellerde, kavrulan
Kararan kar
Yüzünüzü kızartmış çok mu?

Kapısız ve bacasız, üç çocukla çaresiz
Mülteci bir çadıra komşu olan kar
Okulları kapatmış çok mu?

Ulu dağların beyaz sarığında parlayan
Güneşi dağa çeken boynu bükük kardelen
Fotoğrafınızdan daha güzel çıkmış iyi mi?

Yuvasını kaybeden, aradıkça kaybolan
Acıktıkça şükreden kara esir hayvanlar
Dile gelmişler  çok mu?


BEYAZ KELEBEKLER / Şeyhşamil EJDERHA














Ellerim üşüyor çocuk
Gözlerim beyaz tenine değdiğinde
Yıldızlar bir bir avucuma diziliyor
Ay yanağından öpüyor o vakit

Ellerim üşüyor çocuk
Gecenin kirli rengi uzanıyor önümde
Sen tararken ağaçların saçlarını
Taşıyamıyor yüreğim
Toprağa usul usul boyun eğişini

Ellerim üşüyor çocuk
Uzaklardan bir türkü
İlişiyor dudağıma
Dokunurken çayın
Kimsesiz dumanına
Çocuk, ellerim üşüyor
Bak, dışarıda beyaz kelebekler
Uçuyor.



“KİM GELDİ PENCERESİ” / Hasan EJDERHA

“KİM GELDİ PENCERESİ” Bu zamana kadar okuduğum en güzel şiir kitabı adı…

Şiirin penceresinden kitabın sayfalarına baktığımızda bu isim, insanda müthiş çağrışımlar uyandırıyor. Daha kitabın muhtevasını oluşturan şiirleri okumadan kafanızda bir yığın öykü, hatıra, geleneğimize dair film şeritleri gözlerinizin önünden geçerek tarihi canlanıveriyor gönlünüzü harekete geçiriyor. İçinize oyuklanıp gidiyorsunuz adeta.

Kitabın adının çağrışımından yola çıksak, kitabı, muhtevasını, şairini, yayıncısını, unutup, yol alıp gideceğiz. İyisi mi biz kitabı önce bir tanıyalım:

 “KİM GELDİ PENCERESİ” Hüseyin Burak US’un ikinci şiir kitabı. İlk kitabı, İnsan Saati Yayınları’ndan çıkan “Bir Çocuk Tutar Ellerimden” kitabı ile okuduk şairin şiirlerini ilk defa. Hüseyin Burak US’un bu ikinci kitabı “KİM GELDİ PENCERESİ” İstanbul Yayınları’nın 56. Şiir serisinin 33’sü olarak Birnokta kitaplığından Ekim 2016’da çıkmış. Editör olarak Bünyamin K. İsmi, “Okuyun dostlar bu kitabı, okuyun!” diye el ediyor. Nefis bir kapak tasarımı ve şiir kitabına uygun müthiş bir hacim ile “Açılmaktan utanan oruçlar tutuyorum/Yorganım yok oğlum/ayağımı kafama göre uzatıyorum” arka kapakta bu üç mısra ile Hüseyin Burak Us Şiirlerinin kapısını aralıyorsunuz.

Arka kapaktaki üç mısra ile Hüseyin Burak US’un şiirlerinin kapısını aralıyorsunuz dedik ama söz gelimi dedik. Şiirlerin kapısını aralasanız, kapıdan içeri girseniz de şiire ulaşabilme imkânınız yok; şiire emek vermez, mısralarla hemhal olmaz/olamazsanız şiirlerden zırnık koklayamazsınız.

Hüseyin Burak Us Zaten aykırı bir şair; şiirler de o kadar aykırı ve zaman zaman entelektüel, zaman zaman şaşıracağınız kadar yerli. Fakat her yönü ile evrensel mısralar ve evrensel söylemlerden müteşekkil nefis bir şiir kitabını okuyacaksınız.

Kitap, Kar Yaprakları ve Annem Şair Olmamı İsteyince olmak üzere iki bölümden oluşuyor. Birkaç şiirin başlığını okuyunca neden aykırı bir şair dediğimi anlayacaksınız. Rahat Şiir, Huzurun Ni Hali, Kırmızı Yalnızlık, Medar-ı Maişet, Ruhun Düğmesi ve Sızının Gurbeti gibi aykırı, ezber bozan, hoş şiir başlıkları var kitapta…

Kalabalık Ç Şiiri ile Hüseyin Burak US’un; bir yıl boyunca içeride kapalı kalmış atın, bahar gelince bozkıra bırakılması ile delice koşması gibi coşmuş şair. Açmış da bütün gönül kapılarını ve gönül pencerelerini bütün kuşları salmış adeta. Gönlünü hiçbir kurala, kaideye hapsetmeden gönlünce, estiğince söylemiş sözünü. Şiiri söyleyince de bütün gönlü ve gönlündekiler şiire çıkmış.

(…)
“Kimimizin Fevzi vardı kimimizin uğurları
Seyirtip sıtmalı sözler yazardık peçetelere
Saçlarımızı dağıtıp ısıtmalı günlerde
C şıkkı gibi gerinirdik
Her şeyin ortasıydı. Bölüşülürdü
Biz görürdük şehir de görürdü”
(…)

“Biz görürdük şehir de görürdü” mısraı sarstı beni. Şiirin şairi için neye tekabül ediyor? Şair bunu söylerken aslında ne söyledi bilmiyorum. Esasında bu okuyucunun da umurunda olmamalı. Okuyucu, mısraın kendisinde neye değdiğine, neye tekabül ettiğine ve kendisinde neyi harekete geçirdiğine bakmalı. İşte bu manada Hüseyin Burak US şiiri sizi hiç ummadığınız, öngörmediğiniz mecralara taşıyabilir. Hatta sizde bir şiirin, yazının, öykünün kapılarını açıp, sizi edebiyatın ortasına küreleyebilir.

Şu musralar da Kar Yaprağı şiirinden:

“Hangi aynadan yekindirdiysem kendimi
Tufan olup koptu koçanından/moralimin ahsen-i takvimi.”

Bu şiirdeki “ahsen-i takvim” ifadesi ilginç. Mısraın önü sonu itibariyle de ilginç. Kar Yaprağı şiirinin de finali bu ifade.

Ahsen-i Takvim’e bakalım: Bu tabir, Tîn sûresinin 4. âyetinde geçmektedir. Âyette; "Andolsun ki biz insanı en güzel biçimde (ahsen-i takvîm) yarattık" denilmektedir. Bu tabirde geçen "takvîm", eğriyi doğrultmak, kıvama ve nizama koymak, kıymet vermek ve kıymetlendirmek; "ahsen" ise en iyi, en güzel demektir. "Ahsen-i Takvîm" ifadesi insanın; ruh ve bedeni ile en mükemmel şekilde yaratıldığını, boyunun düzgünlüğünü, endamının eşsizliğini, dileyen, isteyen, düşünen, konuşan, yazan, anlayan, anlatan ve sanat kabiliyeti olan; hakkı bâtıldan, güzeli çirkinden, iyiyi kötüden, doğruyu yanlıştan, hayrı şerden, tatlıyı acıdan ayıran akıllı bir varlık oluşunu ifâde eder.
Ali Yurtgezen hocam ise “ADAM OLMAK” yazısında şöyle diyor:

İnsanın vazifesi “beşer” olarak kalmamak, beşeriyetini âdemiyetinin emrine vererek, başlangıçtaki, meleklerin secde kıldığı kâmil hâlini kazanmaya çalışmaktır. Bu hâl “ ahsen -i takvîm”dir .  Eğer insan beşeriyetine yönelir, âdemiyetini ihmâl ederse “ esfel -i sâfilîn”den olur.  Hazret-i Âdem'in Kur'ân-ı Kerîm'de hikâye edilen macerası, bütün insanlar için bir misâldir. Hazreti Âdem, meleklerin dahi ta'zimde bulunduğu bir mevki'de iken beşeriyetinin galip gelmesiyle ahdini unuttu, Şeytan'ın iğvâsına kapıldı, kemâlâtını kaybedip rahat bir hayattan, zorluklarla dolu dünya hayatına atıldı. Fakat İblis gibi günahında ve isyanında diretmeyip tevbe etti. Allah da onun tevbesini kabûl ederek onu seçkin kullarından yaptı, kendisine nebî, yeryüzüne halîfe kıldı. Bu, “Âdem'in çocukları da beşeriyet ile âdemiyet arasında imtihan olduklarını unutmadan Şeytan'ın ardı sıra gitmezler, sürçmeleri hâlinde tevbe ederler ve Elest Bezmi'ndeki ahitlerine sâdık kalırlar ise meleklerin secde ettiği Âdem mevkiine yeniden çıkabilirler” demektir. 

Tekrar şiire dönecek olursak “Hangi aynadan yekindirdiysem kendimi/Tufan olup koptu koçanından/moralimin ahsen-i takvimi” diyor Hüseyin Burak US. “Şairin ne dediğine bakmayın. Siz gönlünüzde neye tekabül ettiğine bakın” diyen bendim az önceki paragrafta. “Moralimin ahsen-i takvimi”  derken şair aslında ne demek istediği üzerine hem Hüseyin Burak US okuyucularının hem de bu yazıyı okuyanların biraz düşünmesini istedim. Bu hususta bu kadar mıdır söyleyeceklerimiz? Elbette değil. Hatta hem Hüseyin Burak US’u hem de “KİM GELDİ PENCERESİ” kitabını dövebiliriz istersek. Ama niyetimiz bağcıyı dövmekten ziyade üzüm yemektir.

Hüseyin Burak US şiirlerini okurken, her şiirde, hatta her mısrada şaşıracağınız ifadelerle karşılaşacaksınız. Daha doğrusu ezberinizi bozan ifadelerle… “Aaa! Bu ifade mısrada kullanılınca ilginç olmuş!” diyecek, belki de bazı ifadeler için; “olur mu canım! Bu ifade şiirde nasıl hazmedilir?” deyivereceksiniz. Kimi okuyucu tenkit edecek, kimi okuyucu ise; “hah işte tam bana göre” diyecek. Zaten edebiyat âleminde eksik olan da bu değil mi? Her şair ve yazar, ağzını açınca: “Efendim tenkid müessesemiz gelişmedi bir türlü!” demez mi? Bu arada bir hususta kim kimi tenkid etse onun düşmanı oluvereceğini da bir tarafa not etmeliyiz.

Liman şiirinin “ikinci perde”si:
Sahi biz ne kadar da iki kişiyiz
Sabah namazı kadar iki kişiyiz
Kapanıp durma bir topak et bu tarafım
Canım şerre yoruldu damarlarıma müren gerek
Kimseye sormadan arttı gençlik fotoğrafım
Kaba olurdu bu çağda kısa boylu iman etmek

“KİM GELDİ PENCERESİ”ni okurken bazı şiirleri çok sevdim. Liman şiiri de onlardan birisidir. Hele bu “ikinci perde” gerçekten bana değdi. Çarptı gönlümün kapılarına… Gönlümüze gelen misafir ne getirecek, neyi alıp gidecek şimdilik bilemiyoruz. Bakacağız…

Hüseyin Burak US’u gönülden tebrik ediyorum. Her şeye, her türlü ortama rağmen şiirde ısrar ediyor, şiir ile sürekli hemhal oluyor. “KİM GELDİ PENCERESİ” güzel bir şiir kitabı olmuş. İnşallah okuyucusuna ulaşır. En önemlisi de mısralar okuyucusuna ulaşır. Kitaplarına çok ilginç isimler bulan şairin üçüncü kitabının adını şimdiden merak etmeye başladım bile.

Kitabın son şiiri olan “Uzun Kaldırımlarda Yaşanmış Bir Aşktan” şiiri ile biz de yazımızı tamamlayalım.

Bir yıl daha uzaklaşıyor giderek
Ömrün yorgunluğuna yığılıyor anılar

Hikâyeyi dinlemeden üzülmeye hazırlanıyorum
Kuşların söyleştiği dallarda
Bir sanrı gibi yırtan kabuğunu
Erken açan tomurcuk ağaçlarda
Öptü de bizi kana kana yanaklarımızdan
Yıldızsız geceler ortasında kalakaldık

Örtülmeyen kapılar arkasındayız
Renkli düşün, uçarı düşün kimsesizliğinde
Med cezirle baş kaldırmış hâlim
Uzun kaldırımlarda yaşanmamış aşktan
-söyleşirken-
Örtülmeyen kapılar arkasında
Kalakaldık



güz yorgunu/fazlı bayram













güz yorar beni
söz yorar
erken dönem yırtıcıların çağdaşlıkları
orta çağ masalları bir de çıkmazların
yorar beni
güz yorar
gündüz yorar beni

sonra sen gelirsin ılık bir bahar gibi
hararetim diner
bu sefer aşk yorar beni
sonrası zaten kış

GİD/İŞİNE / Ferhat AĞCA





Ahmet Eralp’e







Fotoğraf:F.Ağca




Sokaklar dolmuş
Hatıralarım kalabalık şimdi
Ben kaldırımlardayım yine sensiz
Yürüyorum kimseye çarpmadan bol düşünceli
Gazelleri toplayıp “ga(ü)zel adam” yapmak istedim
Sanırım en kolayı ellerini yapmak olurdu
Sevgili dost! Ben o elleri öpmeyi özledim

Bugün herkesi ürküttü rüzgâr
En çokta benim okulu
Aldı götürdü çatısını
Bir adamın şapkasını alır gibi
Sonra yerlerdeki yaprakları aldı aldı…
Bilbordlara yapıştırıp reklamını yaptı
Ben ürkmedim
Çünkü kar getirdi dağlardan

Deniz arardık ya! Maraş ovasının karanlığında
Tarlalara ışık tutan traktörlere
Vapur derdik hani Ağcalı Tepesi’nden bakarken
Neden yaptık ki onları?
Yoksa dağlara bakmayı mı bilmiyorduk?
Diyelim ki sen benim adıma güvendin
Ya ben kime güvendim?

Aralığın on ikisi
Çınarın altından geçerken uykusuz
Kırmızı Toros hâlâ noterin önünde duruyor
Bir mısra çıkmış ağzımdan konuşurken
Sen de şair oldun dedi Raşit abi
Merak etme! Henüz o kadar delirmedim.






YÜREĞİNE GÜCÜM YETMEZ/Nurcihan KIZMAZ









Elinde şekeri gözünde yaşı
Bayrağın altındaki babasının naaşı
Bu yaşta ağır gelmiş omuzlarına başı
Göz yaşlarını sildim de yüreğine gücüm yetmez

Can evine ateş düşmüş tutuşmuş
Küçücük dünyasında toz dumana karışmış
Sarı perçemi alnına yapışmış
Saçlarını okşadım da yüreğine gücüm yetmez

Ne bilsin babası cennete gitti
Ne bilsin ki vurulduğu yerden gül bitti
Titredi her yanı umudu yitti
Ellerini ısıttım da yüreğine gücüm yetmez.




Afşin Ağıdı/Yasin MORTAŞ



-Ali Turan İçin-










Ali'm
Eshab-ı Kehf'te zemzem içer ve içirir kuşlara
Bir Yemliha notudur döş cebindeki gökyüzü
Ve Kıbleye döner yıkar yüzünü

Nakarat

Ve rüzgar der ki: bir yaprak düştü bahar ağacından
Acılar boşaldı söz bakracından
Anaların gözyaşını pur* dağı tutmaz


Zaman bir acı ezbercisidir Ali'm
Biz "Asr" okudukça durur saat /kaybolur vakit
Biz ‘hû’  dedikçe
Kıvrılır yer ve sevaplanır
Hıçkırır gök ve sevaplanır
Zaman hüznün kuluçkasıdır Ali'm /

Sabır ancak Allah ile çoğalır

Nakarat

Ve Afşin der ki: şu  yeryüzüne lapa lapa acı yağar da
Değirmenbaşı'ndan sular kuz bahçeye akar da
Hacı Mehmet ile Yasin’i uyutmaz


Ali'm
Efsus ve Halep acıların imlasıdır kalbimizin kitabında
"Çocukken bir tek ince hastalıktan ölünür sanırdım" diyorsun hitabında
Yine, Anne hıçkırıkları/kemik gibi tuttu kalbimizi Ali'm
Çocuk bakışları/delip geçti ciğerimizi

Bizim kaç uçurtmamız kaldı kiraz dallarında

Nakarat

Ve Atlas Dağı der ki: karşımdaki külliye Yarenler’in evi midir
Yedi iklim not tuttum gece-gündüz yağmurları
Yaşıma kaç acı düşer/ sorulmaz




*Pur: Toprak ev damlarına akmasın diye serpilen özel toprak.

YÜREĞİM BİR ŞEHİRDİR BU GÜN/Alirıza KARAKALE

Yüreğim bir şehirdir bu gün, yağmurlu , 9 °C

7 Milyar insan 193 devlet küresel ısınma safsatasıyla insanlık için çalışıyoruz imajı vermekten çok bir mazlumun çığlıklarını duysaydı da insanlık ölmemiş deseydik.

İnsanlık mecazını çıkarıyorum lügatımdan, "insan" gerçeğini anlamanız kaç dünya savaşı sürecek.

Normal zamanlarda 1.5 milyar insanın ayrıca yeri olmasına rağmen şehrimde,

"Yaradılanı severim yaradandan ötürü" düşüncesiyle,
7 Milyarlık en temizinden yer ayırmıştım kalbimde.

Öyle yağmur yağıyor ki yüreğimde
9 °C nin çok altında, çok üstünde
Mevsimler önemsizleşiyor
Bir şehir size habersiz küstüğünde.

Bu gece yüreğimde yaşayan kadınların feryatları uyandıracak sizi
İntihar için fetva beklerken şehrin o ak pak bacıları
Tüm küreye eşit miktarlarda dağılacak gözyaşları.

Belki hayatta kalırız diye ekmek ve su isteyen yüreğimin çocukları
Nasiplerine düşüyor şarapnel parçacıkları

Mevla'ya sadık bir hemşehrim "Allah böyle diledi böyle olacak. Allah'a hamd olsun. Siz üzülmeyin" diyor.

Selamı var size ...
Bir somun ekmeği 5 aile paylaşıp yiyor
Yalvarmıyor, boyun bükmüyor merhametsize

yüreğim(HALEP) yanıyor !
yüreğim (HALEP) dağlanıyor !

Ya Rabbi
Yazacaklarımda hata kusur varsa affına sığınıyorum ;

Kul'dan hayır yok
Ebabillerini bekliyoruz RABBİM !






karakale 'm



VATANDAN BATAĞA / Sadık ÖNKALALI












Sanma Türk'ün töresi unutulur,
Unutulursun sandığın anda.
Yapma mazluma zulüm,
Türkün tokadı dört bir yanda.
Satma paha biçilemez kendini,
Biçilen ruhun dikilmez sonra.
Atma tohumuna nifakı,
Ararsın kaybettiğin aklı mumla.
Susma vatanına kirli emellerde her kimse,
Sular taşar sen sustukça
Katma haksızı haklıya sakın,
Kattığın zehir olur, ekmeğinde maya
Durma varsa Hak dışı eylem,
Rabbim yanındadır Hak yolunda.

Susturulanlardan olursan eğer 
Ne evlat, ne ana, ne de baba,
Bir bakmışın haktan muzdarip olmuş meğer 
Eş, dost, akraba!

Maşanın ucu kor tutuşu serin.
Türk’te inme gerçeği derin derin.
Türkün en büyük düşmanı senin,
Sattığın, o ucuz karakterin ...


SENİN GİDİŞİNE BİR GAZEL DENEMESİ/İsmail GÖKTÜRK



"Sen gittin gözler ve bakışlar gitti
Ak ellere kına yakışlar gitti"

                Osman Sarı
(Bir Savaşçıdır Kalbim)


Aklın en mütekâmil çağında insan temyiz gücünü yitirdi. Sarhoş meczuplar gibi dolaşıyorum sevgili. Merkezini yitirdim evrenin. Güneş gitti, karanlıkta yörüngesiz dönen yıldızlar infilâka hazır, dehşete âmâde. Sonsuz bir boşlukta yönleri unuttum, pusulamı kaybolmasın diye saklamıştım, bulamıyorum sevgili. Gözlerin nerede senin? Mecnun çöllere düşmüştü, Ferhat dağlara. Bakışlarını arıyorduk senin besbelli. Yâni ki yazgımızı. Akıbet bulamadık. Fakat unutmadım sevgili. Senin bir düşler ülkesinde yaşadığını, orada huzur ve sükûnun hüküm fermâ olduğunu biliyorum. Senin ülkende kalbi olanların, yürek taşıyanların yaşadığını biliyorum.

Sen yaşama sevinciydin düşler ülkesinde. Evreni dolduran coşkuydun sen. Her yöneliş sanaydı, senin bakışlarından başka yön yoktu. Kuşatıcıydın, genişletirdin evreni. İnsan eşyaya bakınca, insan kâinata, insan insana bakınca bereketlenir, büyürdü evren. İçgüdüleriyle değil, aşkıyla yaşıyordu insanlar. Yeryüzü ne güzeldi, gökler ne mükemmel.

Ey evrensel akıl. Senin bakışların sabitliyordu âhengi. Sevginle işlenmiş, aşkınla bezenmişti kâinat. Adâlet diyorduk, sana pervane oluşundaki mükemmelliğe evrenin. Milim şaşmadan dönmesine sonsuz sayıdaki yıldızının. Adâlet diyorduk, yerli yerindeliğine dağların, denizlerin. Yağmurun yağmasından, karın erimesine; zerrelerin hareketine kadar her bir şeye sirâyet etmiş sevgine. Biz, âleme kattığın eyleme hayrandık senin. Ve aynı sevginin eseri olmakla kardeştik her bir eylemci varlığınla. Eylemsiz varlığın yoktu ki senin. "Her dem yeniden yaratılmak" bu olsa gerekti. Yâni her an sevdiğini hissetmek, sevildiğini bilmek. "Sevdim seni ey yâr; bir ben değil, âlem sana hayran diye sevdim".

Bizim bu düşsel coşkuya iştirakimiz kendiliğinden değildi sevgili. Bizi taştan, ağaçtan, kuştan, çiçekten ayrı kılan, bu küllî eyleme şuurlu katılmamızın gerekliliğiydi. Bu bizim imtihan sırrımızdı biliyorum. Bedelsiz sevgi duyulmuş şey midir? Biz yalnızca bakışlarını değil, sırrımızı kaybettik sevgili. Besbelli, başak veren buğdaylardan daha akıllı değildik. Ne kuşlar gibi uçabiliyor, ne balıkların gibi yüzebiliyorduk. Yücelttiğimiz ve sevginden yalıtılmış akıllarımızla sadece sınırlı bir taklitçi olabiliyorduk. Oysa hatırlıyorum, senin düşler ülkende senin sevgini kuşanmış âşıkların gözlerini kapayınca âlemler dolaşıyor, sularına seccâde seriyorlardı.

Senin aşkını yaşamak elbette zor işti sevgili. Mecnun olmak gerekiyordu, bazen Mansur olmak. Ama senin sevgini hissetmek bile yetiyordu mutluluğu paylaşmak ve çoğaltmak için. Seninle göz göze gelmek ne mümkün; gözlerine bakılamazdı senin, yanardık. Bakışlarının varlığını bilmek de yeterdi bize. Hem zâten sonsuz saadetlerin meczedildiği mutlak sevdâlar ülkesinin, bir düşsel yansıması değil miydi bu hayat. Mutluluğun kestirme fakat pek çetin yoluydu âşık olmak. Biz âşıkların hâlleriyle hâllenemezdik çoğu zaman. Senin âşıklarını sevmek bile mutlu ederdi bizi. Bakışlarını hissetmek için, bakışlarının değdiği bir varlığa bakmak yeterdi. Nazarlı çaylar içerdik biz, nazarlı çiçekler koklardık. Senin sevginle yek âhenk olmuş kâinattaki adâleti, şu imtihan edildiğimiz sınıfa taşımak, şu kağıda dökebilmek mutluluğun eşiğini buldururdu bize.

Biz düşler ülkesinde kutsamazdık aklı. Akıl, kalbimizi bakışlarına açmanın anahtarıydı. Akıl, kâinatın aklını başından alıp bir semâzen vecdiyle kendiliğinden döndüren, çekip çeviren sevgine katılmanın yöntemiydi. Ve biz sana izâfeten, sevgiyle bakardık yaratılmışa. Bu, bizim ev ödevimizdi sevgili. Gözlerimiz güzeldi, güzel ve doyumsuz bakardı. Doymak için değil, iştihayla değil; kelebeğin çiçeğe konması gibi, güzellikler tamamlansın diye bakardı. Güzel görünce şükür için secdeye kapanır, yere inerdi gözlerimiz. "Büyüklerin ellerinden, küçüklerin gözlerinden" öperdik biz. Büyükler elleriyle büyütür, çoğaltırdı güzelliği. Kaba saba iş yapmak senin güzelliğine hürmetsizlik olurdu. Eşyayı incitmezdik elimizle, senden bir emânettir diye. Demircilerimiz bile demir döverken sanatlı vururlardı. Kirmen eğirirdi nineler, kilim dokurdu. Zanaatla sanat birdi. Yeryüzüne gelen bebeğin kulağına bir mûsikî ile senin adın fısıldanırdı ilkin ve bir mûsikî ile uğurlanırdı insan yeryüzünden. Çocukların gözleri ne güzel görürdü dünyayı. Kuşlar, kelebekler, kuzular vardı dünyada. Bir de sonsuz sanatlı çiçeklerin.

Senin adın ulu orta söylenmezdi ve söylendiği zaman ürperir de gözlerimizin bebeği, onu sakinleştirmek için sana duâlarla birlikte göz kapaklarımıza sürerdik baş parmaklarımızın üstünü. Senin sevgin üzre yaşamak bir hayat üslûbuydu. Senin sevginin alenî ve kesif bir şekilde yaşanacağı günler, sevinçleri izhar için, çoğaltmak için sevgiyi kınalar yakılırdı ellere. Bayram günleri, düğünlerde, adını duyurmaya giderken serhat boylarına... En çok da genç kızlarımız yakardı. Onlar tebessümleriyle çoğaltırlardı güzelliğini. Yarışırlardı güzelliği yaymak için. Ne hünerli elleri vardı onların. Gergeflerine dünyayı gerer, ilmek ilmek sevgiyi bezerlerdi. Güzelliği korumak, ödeviydi genç kızların. Ödevini en iyi yapan, en güzel olan ve en çok sevileniydi onların. Adları Leylaydı, Şirindi, Aslıydı... Adları ne güzeldi.

Senin ülkende önce sevmek, sevdâlanmak öğrenilirdi. Çocukken masallardaki Anka kuşu, kediler, büyük annelerin seccâdesi, dedelerin köstekli saati... her bir şeyin sevilmesi gerektiği öğrenilirdi. Büyüdükçe değişirdi hayatın çehresi, özü değişmezdi. Delikanlılar yiğitliğini, silahını, atını, sazını ve pek çok gençliğe dair varlığı severdi âşikâr. Ve güzelliğin tecessüm ettiği bir ceylan gözlüyü severdi, sevdiğini belli etmeden. Sonra bebelerin kundağını, eşinin iffetini, elinin emeğini, alın terini... Ömrümüz vefâ etmiş, yaşlanmışsak çocuk olurduk yeniden. Geldiğimiz toprak tüterdi gözlerimizde. Öyle anlamlıydı ki her şey; bir çiçek, bir böcek incinse oturur ağlardık. İncinen senin ellerinmiş gibi üzülürdük sevgili. Zulüm, sömürü nedir bilmezdik. Sevgisizliğin getirdiği her kavramın yedi kat yabancısıydık.

Düşler, uzun süre yaşanılacak hissi verir görülürken. Ama işte sonunda uyandık sevgili. Uyandık ki küreselleşmiş dünya. Global bir nitelik kazanmış. Uyandık ve birbirimize, çevre yanımıza bakındık. Mecnunun bir köpeğin gözlerinde gördüğünü bile göremedik. "Bir göz âşinâlığı vardı aramızda" ama birbirimizi tanımıyorduk. Ferdiyetçi, menfaatçi, egoist ve daha pek çok şey olmuştuk nasıl olduysa. Bu biz miyiz diye sorduk. Çağın gerekliliği böyle dendi bize. Bilgi çağı, teknoloji çağı, modernite... Küllî şuurdan kopmuşluğu yaşıyordu insanoğlu. Aynı sevginin eseri olmakla kardeş olduğu her varlığa, sevgini ve bakışlarını yitirince düşman olmuştu. Evrenin merkezinde birey ve onun çıkarları vardı artık.

"Yunus düşte gördü seni / sayru mısın sağlar mısın".

Kalbin, aşkın emrindeki yaşama sevincinin ülkesini düşlerinde görenler; aklın emrindeki kentlerde uyanınca temyiz kudretini yitirdiler. Çünkü burada iyi kötü, doğru yanlış, güzel çirkin... bütün kavramlar ters yüz edilmişti. "Seni yaşamadan olmaz" demişti şâir. Meczup tavırlı âşıkların, barınamazdı senin gözlerinin ve bakışlarının doldurmadığı hayatta. Mecnun, çöllerde kayboldu; Ferhat, dağlara vurdu gitti; Mansurlarınsa darağaçlarına...

Beni sorma sevgili, cevap müşküldür. Ne meczup olabildim sevdâmın peşinde, ne akla bulaşabildim gerektiğince. "Allah'ım, aşkımı başıma topla" diye duâ eden kardeşim. Bu tavrını unutmuş kişiyi de duâlarına alır mısın?...



gdh’nin şiiri/fazlı bayram














geçer sanıyordum
bu böyle büyürmüş her geçen gün

21:47
çay tütün ve aşk
aşk sihirli bir iksir
adamı dinamik tutar
yar bana bir eğlence
yara bir eğlence ben
aşk susar
duvar konuşur
evet konuşur duvar
ve savrulur saçları yarin rüyada
işte budur bundan gayrısı
muhayile

sabret
alidost yaktı bu ateşi
ve ateş
alın teri yalnızlığı

***
alidost ateşiyle yanıp
şiir yazar
bir de deli gibi söverim

Delimurat gibi çeker tespihi
Ferhat gibi yanar
Mehmet gibi okurum
Hacahmet gibi çay içer
Bekir gibi bakar
Süleyman gibi sinirlenir
Akif olur akarım caddelerinize lan
Ufukta bulunca yâri yer gök titrer
Metinle çıkarız gurbetten
Ahmetle süreriz demir atları ard arda geceye
Davuda selam veririz yollarda
ehliyet ruhsat lütfen
tanımadın mı bizi ede

sonra mutedil bir sima
semerkant sürmelisi Raşit
alır bizi rüyadan
geceyi gündüz gibi yor
hayrola erenler  

ve ateş
alın teri yalnızlığı
alidost yaktı
suçum yok benim