BİRİ ÇIKIP SEVSİN BENİ! / Hızır İrfan ÖNDER








Kader güldürmedi ki beni

Fotoğraflarda güleyim.

Kurumundan geçilmiyor günlerin,

Çözülmüyor içimdeki kördüğüm!..

 

Zaman beni örseliyor habire!

Bir ömre kaç yara sığdırabilirim ki?

Yüreğime işliyor güz yağmurları

Kalbi akşam olanlar, üzülür bana…

 

Kuşlar dalıma konup ötüşmüyor

Açmıyor çocukluğumun kır çiçekleri

Bir aysberg gibi yüzüp duruyor ömrüm

Sorup duruyorum kendime

Bu ucube hayata gelmeye değdi mi?..

 

Yerküre ısındıkça soğuyor kalbimiz

Boyuna sendeliyor iğreti hayat!

Ne yaparsam, yapayım; ne söylersem, söyleyim

Kanaması durmuyor yalnızlığımın!..

 

Adını bilmediğim çiçekleri bile sevdim

Artık biri çıkıp sevsin beni…

 

 


VALİ BEYİ BULAMADIM / Teyfik KARADAŞ

 Anı Hikaye


Üniversiteden mezun olduğum sene girmiş olduğum Yeterlik Sınavından yeterli puanı alamadığımdan dolayı öğretmen olarak atamam yapılmamıştı. Atamamın yapılmadığına da fevkalade üzülmüştüm. Ailemin ekonomik yönden durumunun iyi olmaması, babamın hasta olması ve kardeşlerimin yaşlarının benden küçük olması, benim bir an önce çalışma hayatına atılmamı zaruri hale getiriyordu. Yeterlilik Sınavına çalışmadan girip, başarısız olunca gelecek yıl yapılacak olan sınava çok çalışıp başarılı olmaktan başka çarem, tutacak bir dalım kalmamıştı. Koca bir yılı boşa geçirmemek ve aile ekonomisine azda olsa katkı sağlamak amacıyla o zaman Niğde Milli Eğitim Müdürlüğünde Şube Müdürü olarak görev yapmakta olan değerli gönül ve dava adamı merhum Mehmet Karaca abimin tavassutlarıyla Hasan Dağının kuzey eteklerinde bulunan Murtaza Köyü İlkokuluna vekil öğretmen olarak görevlendirildim.

Aynı okulda birlikte görev yaptığım iki vekil öğretmen arkadaşım da Yeterlilik Sınavı mağduruydu ve üniversite aynı sınıfta okumuştuk. Yakın arkadaş olduğumuz için görev yaptığımız köyde de aynı evde kalıyorduk. Bir hafta sonu üçümüz birlikte Ankara’ya giderek Sakarya Caddesindeki kitapçılardan birer koli kaynak kitap aldık. Gündüz okuldaki görevimizi en iyi şekilde ifa ederken, akşamda Türkiye genelinde derece hedeflemiş öğrenci edasıyla yeterlilik sınavına çalışıyorduk. Yeterlilik sınavına çalışırken de kendi aramızda yarışıyorduk. Öğretim yılı bitince ilgili kanunlar gereği bizim görevlerimizde resmen sona ermiş oldu. Görevlerimizin sona emesiyle Davut Aksaray’a, Fatih Adana’ya, ben Kahramanmaraş’a, anlayacağınız memleketlerimize gittik. Otogarda birbirimizden ayrılırken döktüğümüz göz yaşları sel olup aktı.

Yedi ay aradan sonra ata yurdum, doğduğum büyüdüğüm yer olan Kahramanmaraş’ın Döngel Köyüne yeniden intikal ettim. Bir-iki gün annem, babam, kardeşlerim ve diğer yakın akrabalarımla hasret giderdim. Üçüncü gün hız kemeden ders çalışmaya başladım. Gündüzleri köyümüzde bulunan İzcilik Kampı Tesislerine gidiyor devasa çınar ve ceviz ağaçlarının koyu gölgesinde akşama kadar ders çalışıyor, yorulduğum zaman Tekir Çayının buz gibi sularında yüzerek dinleniyordum. Bazen de köyümüzde bakkallık yapan Muzaffer abinin veya Haydar abinin yanına gidiyor bakkalda köyümüzün nüktedan insanlarını dinleyerek vakit geçiriyordum. Günler, haftalar, aylar hızla ilerliyor, ben ise Yeterlilik Sınavının müracaat tarihini yakından takip ediyordum. Ailemin kıt imkanları içinde günlerim mutlu ve verimli bir şekilde geçiyordu. Nitekim Yeterlilik Sınavı müracaat tarihleri açıklandı. Adana’ya giderek eylül ayının başında ilk günden baş vurumu yaptım. Yine ekim ayının ortalarında Adana’da sınava girdim. Sınavdan sonra Adana’da Fatih’in yanında birkaç gün kaldıktan sonra köyüme dönerek sınav sonucunu beklemeye başladım.

Eğitim hayatımın hiç döneminde çalışmadığım kadar ders çalıştığımdan sınavı dereceyle kazanacağımı tahmin ediyordum ama sonuç açıklanmadığı için heyecanlanıyordum. Bu nedenle her günüm bir yıl gibi geçiyordu. Benim sınav soncumu bir ben değil bin beş nüfuslu Döngel köyünün tamamı merak ediyordu. Yolda kimi görsem sınavı kazanıp-kazanmadığımı, tayinimin ne zaman çıkacağını soruyordu. Bu kadar insanın benim sınav sonucumla ilgilenmesi beni rahatsız etse bile, sesimi çıkartmadan herkesin sorduğu soruya adabı muaşeret kuralları çerçevesinde cevap veriyordum. Kasım ayı gelince havalar soğumaya, bahçelerdeki elma, ayva, erik, hurma gibi meyvelerin yaprakları saramaya başladı. Köyümüzün yüksek yaylalarında esen serin yeller sığırcık sürüsü gibi önüne kattığı kenger gazellerini, çınar gazelleriyle birleştirip köyün çevresindeki derelerin derin yerlerine dolduruyordu. Sallarda tepelenen kabarcık üzümleri mahşere kazanlarında kaynatılarak dünyanın en kaliteli pekmezine dönüştürülüyordu. Düğünler cuma günü başlayıp pazar günü sona eriyor, düğün güreşlerinde davullar Köroğlu Destanını çalıyordu. Çukurova’dan köyümüze ilk defa gelen cazgır Arap Dayının güreşlerde söylediği tekerlemeler- maniler halkın coşkusunu artırmaya yetiyordu. Deli Höbek Tepesinde yılın ilk karını gören köylüler eşek, katır, at gibi yük hayvanları ve traktörlerle kışlık odun getiriyorlardı. Çalışma gücü kalmamış yaşlılar ise köy camisinin avlusunda sabahtan akşama kadar sohbet ediyorlardı. Bende köyümüzdeki güz mevsiminin güzellikleri içerisinde hayatımı idame ettirmeye devam ediyordum.

Köyümüzün dış dünya ile iletişimini sağlayan tek acente telefonu Bakkal Muzafferin dükkanındaydı. Sınav sonuçları açıklanırsa Ankara’da yaşayan bir arkadaşım bu telefonu arayarak bilgi verecekti. Bende postayla gelecek sınav sonuç belgesini almadan önce sınav sonucundan haberdar olacaktım. Bu nedenle her gün Bakkal Muzaffer’in dükkanına uğruyor Ankara’dan bir haber gelip gelmediğini soruyordum. Muzaffer abi de kendine has sevecen üslubuyla boynunu bükerek “gelmedi hocam” diyerek beni bilgilendiriyordu. Günler ilerledikçe heyecanım artıyor, binlerce insanın yaşadığı Döngel köyü bana dar geliyordu. Beynimde fırtınalar kopuyor, bir günde yedi iklim, dört mevsimi yaşıyordum.

Güneşli bir sonbahar sabahı Bakkal Muzaffer’in dükkanına alış-veriş yapmaya gitmiştim. Kapıdan içeri girer girmez Muzaffer abi güler yüzlü bir lisanı hal ile “müjdemi isterim hocam, müjdemi isterim hocam” nidasıyla bana sarıldı.

Ben- (Şaşkın bir vaziyette) “Hayrola Muzaffer abi, ne müjdesi” dedim.

Bakkal Muzaffer- “Hocam Ankara’daki arkadaşın Mehmet az önce aradı. Sınavı kazanmışsın, tayininde Van’a çıkmış. Hemen Ankara’ya gidip dosyanı teslim edersen iyi olurmuş. Ben de bir çocuk bulup sizin eve gönderecektim. İyi ki sen geldin “dedi.

Ben- “Teşekkür ederim Muzaffer abi. Allah razı olsun” dedim.

Muzaffer abinin benim sınav kazanmama, benden fazla sevindiği lisanı halinden anlaşılıyordu. Muzaffer abinin gözlerinin içi gülüyordu. Tayinimin Van’a çıktığını duyunca ben pek fazla sevinemedim. O zamanlar Van’da terör yüzünden can güvenliği tehlikeliydi. Muzaffer abinin dükkanından alışverişi alel acele yaparak zaman kaybetmeden eve gittim. Sınavı kazandığımı anneme söyledim. Kıyafetlerimi değiştirip, dosyamı alarak şehre gitmek için yola çıktım. Şehre varınca bazı insanlarla yaptığım istişareler sonunda; Van’ın Erciş, Edremit, Muradiye, Merkez ve Gevaş ilçelerinin Çatak, Başkale, Bahçesaray ilçelerine göre terör ve ulaşım imkanları bakımından daha iyi olduğunu öğrendim. Daha önce Van hakkında yeterli bilgiye sahip değildim. Van hakkında istişare ettiğim insanlardan merhum Bekir Öztürk hocam Erciş’in güzel bir yer olduğunu, kendisinin 12 eylül öncesi Erciş’te çalıştığını ve memnun kaldığını, benim tayinimi Erciş’e yaptırmam gerektiğini söyledi. Bunun üzerine ben Kahramanmaraş Sigorta İl Müdürü Arif Kayışoğlu abimin aracılığıyla Mehmet Babaoğlu beyden Kahramanmaraş Milletvekili Ali Topçuoğlu’na bir referans mektubu yazdırarak Ankara’ya gittim. Ankara’ya varınca önce dosyamı Millî Eğitim Bakanlığına teslim ettim, sonrada Ali Topçuoğlu’yla görüşmek üzere TBMM gittim. Ali Topçuoğlu bana “Hocam; Van Valisi Adnan Darendelileri Van’a biz gönderdik. Bu nedenle aramız iyi değil. Sen buradan Maraş’a git. İhsan Ağadan bir mektup al. Van’a git. Vali bey istediğin yere tayinini yapar” dedi. Milletvekilimiz Ali Topçuoğlu beyin tavsiyesi üzerine ben Ankara’da beklemeden gittiğim günün akşamı otobüse binerek hemen Kahramanmaraş’a hareket ettim. Ben o yıllarda Kahramanmaraş’ta yapılan Karakucak Güreş Festivallerinde sunuculuk yaptığım için İhsan Ağayı yakından tanıyordum. İhsan abi aynı zamanda komşu köyümüz Tekir’e aile dostumuz Mustafa Elma ile ortak alabalık tesisi yaptırıyordu. Otobüsten sabah namazı bizim köyde indim. Aynı gün öğleden sonra Mustafa Elma abimle birlikte İhsan Ağanın Çarşıbaşı’nda bulunan bürosuna gittik. İhsan Ağa Van Valisi Adnan Darendelilere benim il içi tayinimin Erciş’e yapılması için bir pusula yazdı. Yazdığı pusulayı pirinç (sarı çeltik) dolu bir çuvalın içine koyarak, çuvalın ağzını dikti. Bana da “Van’a giderken bu çuvalı buradan al Vali Beye götür” dedi. Mustafa Elma abimle İhsan Ağanın bürosundan ayrıldık. Saraçhane Meydanına çay içmek için oturduk. Saraçhanede çay içerken İsmail Urumoğlu adında bir abiyle tanıştık. İsmail Urumoğlu benim tayin durumundan haberdar olunca; orada benim tanıdığım bir binbaşı var. Adı Nazmi Akıncı. Seni onun yanına göndereyim de tayinini yapsın diyerek bana bir kâğıt yazdı verdi. Bende nezaketsizlik olmasın diye kâğıdı cebime koydum. Çünkü Vali Beyin tayinimi yapacağına, başka birinin tavassutuna ihtiyaç olmayacağına kesin olarak inanıyordum. Aynı gün öğleden sonra da merhum Mehmet Bilal abimi ziyaret etmek için ziraat fakültesine gittim. Mehmet Bilal abim tayinimin çıkmasına çok sevindi. Van da il içi tayinimde Vali Beyin bana yardımcı olması için beni Yaşar Pastanesinin sahibi Mehmet Kambur beyin yanına götürdü. Mehmet Bilal abim önce Mehmet Kambur beye beni kendine has nüktedan üslubuyla tanıttı. Sonrada Van Valisi Adnan Darendeliler ’in il içi tayin konusunda bana yardımcı olması için tavassutta bulunmasını söyledi. Mehmet Kambur Bey ise bana Van’a gideceğim gün yanına varmamı istedi. Bizde bunun üzerine Mehmet Bilal abimle Yaşar Pastanesinden ayrıldık.

Van’a gitmek için hazırlıklarımı tamamladım. Pazartesi günü önce İhsan Ağanın bürosuna gittim. Pirinç çuvalını alarak bir akrabamın arabasına yükledim. Sonra da Yaşar Pastanesine gittim. Mehmet Kambur Bey farklı ürünlerden Vali Beye on paket tatlı hazırlattı. Tatlı paketlerinde bir kolinin içine koydurdu ve benimle ilgili bir pusula yazarak onu da kolinin içindeki paketlerin arasına bıraktı. Vali Bey için hazırlanan hediye kolisinde Yaşar Pastanesinin çalışanları arabaya bıraktı. Ben de Mehmet Kambur abiye teşekkür ederek Yaşar Pastanesinden ayrılıp akrabamın otomobiliyle otogara gittim. O zamanlar Kahramanmaraş Otogarından Van’a otobüs yoktu. Bende Van’a gitmek için bir minibüse binerek Gaziantep’e hareket ettim.

Gaziantep Otogarından saat dörtte Van’a hareket edecek olan otobüs için Van Gölü firmasından biletimi aldım. Otogar yakınlarında bir ciğerciye giderek öğle yemeğimi yedim. Saati gelince Adana’dan gelen Van Gölü otobüsüne binerek Van istikametine doğru hareket ettik. Otobüs ilerliyor, otobüs ilerledikçe doğunun Paris’i, gastronominin başkenti Gaziantep, Gaziantep şehrinin güzellikleri geride kalıyordu. Otobüste Tatlıses’in türküleri çalıyor, yolcular ceplerinden çıkardıkları tütünlerden serçe parmak kalınlığında sigara sarıp keyifle içiyorlardı. Ben gittiğimiz yolun sağında ve solunda kalan uçsuz bucaksız tarlalara, tarlalara dikilmiş fıstık ağaçlarına bakmaktan gözümü alıkoyamıyordum. Otobüsümüz hareketimizden bir saat sonra adı türkülerimize, ağıtlarımıza konu olmuş Fırat Nehri yakınlarında bulunan Mirkelam Tesislerinde yarım saatlik ihtiyaç molası veriyordu. İhtiyaç molasında içtiğim bir bardak çay adeta benim bedenimde doping etkisi yapıyordu. Moladan sonra otobüsümüz Fırat Köprüsünden geçip Birecik’e varınca Fırat’ın solundaki kayalıklarda yaşayan Kelaynak kuşlarının yuvaları gözlerimin objektifinden kaçmıyordu. Urfa otogarına vardığımızda, yolun sağ tarafında kalan Urfa Kalesi, Urfa Kalesinin üstünde bir çift hançer gibi yükselen mancınıklar ile gönderde nazlı nazlı dalgalanan devasa Türk Bayrağı ilk etapta dikkatimi çeken güzellikler oluyordu.

Benim için asıl macera Urfa’dan sonra başlıyordu. Çünkü daha önce Urfa’ya kadar gitmiştim. Otobüs Urfa’dan Diyarbakır’a doğru yol almaya başlayınca akşam oluyor, hava iyice kararıyordu. Yolculuk yaparken uyuma alışkanlığım olmadığın otobüsün ışığının vurduğu karayolu levhalarından hangi köylerden, hangi ilçelerden geçtiğimizi öğreniyordum. Otobüsümüz Diyarbakır’a vardığında bizi karşılayan iki katlı bir ev büyüklüğündeki karpuz heykeli, karpuzun Diyarbakır’ın öz malı olduğunu adeta tescil ediyordu. Silvan’da verilen yemek molasında lokantaya girdiğimde bütün sulu yemeklere tırşik denmesine bir anlam veremedim. Baykan’ın Ziyaret beldesinde çay molası verilince Veysel Kareni hazretlerinin türbesine giderek Sıtkı bütün bir imanla Van’daki işlerimin yolunda gitmesi için ettiğim dua, yardım sandığına attığım sadaka moralimin düzelmesi için yetiyordu. Otobüsümüz Ziyaret Beldesinden Bitlis Deresine doğru hareket edince her tarafın karla kaplı olduğunu görmem benim ruhumu kılcal damarlarına kadar üşütüyordu. Tatvan’a vardığımızda Van Gölüyle buluşmamız bana bütün üzüntülerimi unutturup sevinmem için hayatımda yeni bir sayfa açıyordu. Otobüsümüz gölün güneyinden Van’a doğru ilerlerken kıyılara çarpan Van Gölünün azgın dalgaları kilometrelerce uzaktan duyularak uzun kış gecelerinin sessizliğini fazlasıyla bozmaya yetiyordu. Otobüsümüz Gevaş’ı teğet geçip, Edremit’i ortadan ikiye bölerek batıdan Van’a giriş yaparken şehrin girişine kocaman harflerle yazılmış İshak Paşanın “Gitmediğin Yer Senin Vatanın Değildir” sözü beni bütün mana ve ihtişamıyla karşılıyordu. Ben ise Van’a geldiğime göre burası benim vatanım diyordum.

Sabah ezanı okunmadan Van Otogarına intikal ettik. Otobüsten titreyerek inip, buzdan kaymamak için kısa adımlarla yürüyerek Vali Beye götürdüğüm hediyeleri emanete teslim ettim. Bende servis minibüsüne binerek çarşıya gittim. Havanın çok soğuk olması nedeniyle konaklamak için gördüğüm ilk otele girerek yattım. Sabah kalkıp Remzi Usta Kahvaltı Salonunda kahvaltımı yaparken gördüğüm şehir merkezinden Van Gölüne bir ip gibi uzanan İskele Caddesi, şehrin arkasında gelinlik giymiş bir kız gibi süzülen Erek Dağı, devasa büyüklükteki beş yıldızlı oteller, ana cadde kenarındaki yüksek apartmanlar benim hayal ettiğim Van’dan on kat daha gelişmiş bir Van’ı karşıma çıkartıyordu. Kahvaltımı yaptıktan sonra hemen hükümet konağına gittim.

Ömrümde ilk kez XRAY cihazından geçip, polisler tarafından üstüm arandıktan sonra hükümet konağına girdim. Valilik katına çıktım. Valilik katının girişindeki polisler tarafından da sorgulandıktan sonra Valilik Özel Kalemine vardım. Vali Beyle görüşeceğimi söyledim. Özel kalem görevlisi bir hanım efendi Vali Beyin olmadığını söyledi. Ne zaman geleceğini sordum. Sağlıklı bir cevap alamadım. Sorduğum soruya sağlıklı bir cevap alamayınca koridordaki bir bankın üzerine oturarak kara kara düşünmeye başladım. Ne yapacağımı şaşırdım. Üzerimdeki kıyafet, konuştuğum şive benim yabancı bir yerden geldiğimi anlatmaya yetiyordu. Aradan bir dakika süre geçmeden Vali Beyin ikinci özel kalem odasından çıkan bir bayan memur beni yanına davet etti. Bana bir çay söyleyip, nerden geldiğimi, Vali Beyle ne işimin olduğunu sordu. Bende Kahramanmaraş’tan geldiğimi, Van’a öğretmen olarak atandığımı, Vali Beyin dostlarının zat-ı alilerine çeşitli hediyeler gönderdiğini, bu hediyelerin bozulabileceğini, bu nedenle hemen teslim etmem gerektiğini memur hanıma edebi bir üslupla anlattım. Memur hanım eşinin Afşinli olduğunu, kendisinin polis olduğunu, Vali Beyin gece kalp krizi geçirdiğini ve özel uçakla Ankara’ya sevk edildiğini, hediyelerin konuta teslim edilmesi hususunda bana yardımcı olacağını kısık bir sesle, başkasının duyamayacağı şekilde  ifade etti. Bana bir çay daha söyleyip Kahramanmaraş üzerine muhabbeti yoğunlaştırdı. Biraz sonrada bana Kartal Marka resmi bir araç tahsis edip, hediyeleri Vali Beyin konutuna götürmemi söyledi. Bana tahsis edilen otomobille otogara gidip, hediyeleri emanetten teslim alarak Vali Beyin konutundaki görevlilere teslim ettim.

Vali Beyi bulamayınca beynimde fırtınalar koptu. Kurduğum hayaller suya düştü. Gözümün önü karardı, dünyam zindan oldu. Lokantaların önünden geçerken canım döner çekti. Tezgahında ağaç loğ büyüklüğünde döner takılı bir lokantaya girerek yarım kilo döner yiyerek karnımı doyurdum. Lokantadan çıkarken Nazmi binbaşı aklıma geldi. Nazmi Akıncı binbaşıyla görüşmek için hemen il Jandarma Komutanlığına gittim. Jandarma Komutanlığının nizamiyesinde görevli askerlere Nazmi Binbaşıyla görüşeceğimi söyledim. Askerler önce kimliğimi sonrada beni Nazmi Binbaşının odasına götürdüler. Nazmi Binbaşının kapısında İstihbarat Şube Müdürü yazıyordu. Nazmi Binbaşı beni sıcak ve samimi bir şekilde karşıladı. Ben kısaca kendimi tanıtarak tayin konusunda yaşadığım serüveni kendilerine anlattım. Nazmi Binbaşı ise bana Kahramanmaraş ve Kahramanmaraş’ta yaşayan bazı kişilerle ilgili sorular sorarak beni tanımaya, dünya görüşümü anlamaya çalıştı. Kendisi daha önce Kahramanmaraş’ta Merkez ilçe Jandarma komutanı olarak görev yaptığı için Kahramanmaraş’ın bütün meselelerine vakıftı. Yapmış olduğumuz yarım saatlik muhabbetin sonunda; hocam canını sıkma, Vali Bey yoksa, ben varım, senin tayinini Erciş’e yaptıracağım dedi. Nazmi Binbaşının ağzından bu cümleyi duyunca zihnimdeki bütün üzüntüler sevince dönüştü. Öyle ki sevincimden gözlerimden yaş geldi. Sevinç çığlıkları atmamak için kendimi zor tuttum.

Nazmi Binbaşı koltuğundan kalkarak, koltuğun arkasındaki perdeyi açtı. Perdenin arkasındaki Van haritasını incelemeye başladı. Haritada Van’ın ilçelerinin köylerinin isimleri ayrıntılı şekilde yazıyor, yerleşim yerlerinin güvenlik derecelerine göre farklı renklere boyandığı görünüyordu. Nazmi Binbaşı harita üzerindeki incelemeyi tamamlayınca hocam seni Erciş’in Kasımbağı, Çelebibağı veya Karatavuk köylerinden birine tayin ettirelim, sabah kalkınca yüzünü Van Gölünde yıkarsın dil ve güvenlik konusunda da bir sorun yaşamazsın dedi. Ben ise siz nasıl uygun görürseniz komutanım dedim ve hemen askeri bir araca binerek hükümet konağına hareket ettik. Hükümet konağında vali vekilliğine bakan şu anda ismini hatırlamadığım, soyadı Müftüoğlu olan vali yardımcısının odasına girdik. Nazmi Binbaşı hoş beşten sonra vali yardımcısına beni tanıttı ve tayinle ilgili talebimi ifade etti. Vali Vekili Milli Eğitim Müdürü Bülent Yüksel beyi odasına çağırdı. Benim tayinimin Erciş’in Kasımbağı, Çelebibağı veya Karatavuk köylerinden birine yapılması talimatını verdi. Bülent Bey o köylerde öğretmen ihtiyacı olmadığı gerekçesiyle talimata muhalefet etmek istedi ise de benim Vali Beye referanslı olduğumu duyunca işi fazla uzatmayarak tamam, baş üssüne efendim diyerek vali yardımcısının odasından ayrıldı. Bizde Nazmi Binbaşıyla Jandarma Komutanlığına döndük. Nazmi Binbaşı o gece beni orduevinde misafir etti.  Ben ise sabah erkenden Gaziantep istikametine giden ilk otobüsle memlekete hareket ettim.

 Memleketim Kahramanmaraş’a vardıktan bir hafta sonra il içi tayinimin Erciş Karatavuk Köyü İlkokuluna yapıldığını atama şefi Musa Ensarioğlu abiye telefon ederek öğrendim. Haberi öğrenir öğrenmez sevinçten havalara hopladım. Bakkal Muzaffer abinin dükkanında çığlıklar attım. Allah Nazmi Binbaşıdan razı olsun. Memleketten hemen Van’a gelerek Karatavuk Köyü ilkokulunda göreve başladım. Her gün Van Gölünde yüzümü yıkamasam bile her an Van Gölün uçsuz bucaksız maviliklerini seyretme şansına sahip oldum.

Ben Van’da göreve başladıktan dört beş ay sonra sağlığına kavuşup, iş başı yapan Vali Adnan Darendeliler benim tayin konumdan haberdar oluyor. İhsan Ağa ve Mehmet Kambur abimin yazdığı referans mektuplarında soyadımı yazmadıkları için uzun uğraşlar sonucu benim Erciş Karatavuk Köyünde çalıştığım öğreniyor. Benim yanına gitmem için Erciş Kaymakamına talimat veriyor. Doksanbir yılının mayıs ayının ilk haftasıydı. Saat on civarında ilçe Milli Eğitimin Şoförü Mamut Bey bizim okula gelerek acil olarak Kaymakam Beyin beni yanına çağırdığını söyledi. Millî Eğitimin otomobiliyle Kaymakam Beyin yanına gittim. Kaymakam Bey beni Vali Beyin çağırdığını saat birde Valilikte olmam gerektiğini söyledi ve Milli Eğitimin otomobiliyle beni Van’a gönderdi.

Vali Beyin makam odasına girdim.” Ben Teyfik Karadaş geçmiş olsun efendim “diyerek Vali Beyin eline sarıldım. Elini öptürmedi. Vali beyde bana “oğlum sen bugüne kadar neredesin, yanıma niye niçin gelmedin, Maraş’ın ağalarıyla benim aramı mı açmak istiyorsun?” dedi. Bende kendilerine kısaca yaşadığım süreci anlattım. Nazmi Akıncı Binbaşının kendisi adına bana yardımcı olduğunu söyledim. Vali Beyin Erciş’te bir sıkıntın var mı sorusu üzerine ben de yaşadığım bazı özel sorunları kendilerine ifade ettim. Vali bey ise bana yardımcı olması için Kaymakam Beye telefonla şifahi olarak emir verdi. Vali Bey Van’da beni en iyi, en güzel şekilde ağırlayarak, onurlandırarak Erciş’e yolcu etti.

Nazmi Akıncı Binbaşım Erciş’ten sonra çeşitli rütbelerle, yurdun değişik bölgelerinde değişik görevler ifa ederek kıdemli albay rütbesiyle emekli oldu. Nazmi Binbaşıyla irtibatımız uzun süre devam etti. Şu an irtibatımız devam etmese bile Ankara’da yaşadığını biliyorum. Allah’ım ona sağlıklı uzun ömürler versin. Vali bey kısa bir süre sonra Van’dan Kocaeli ye tayin oldu. Onunla da ilişkimiz vefat edinceye kadar devam etti. Ruhu şad, mekânı cennet olsun.

Sizin de ne zaman bir sıkıntınız, bir derdiniz olsa Allah yardımcınız olsun.

MARAZ / Cuma ÖZCAN









Sussam ilaç

Dilimde kan kokusu


Baksam ilaç

Gözler kilim dokusu


Duysam ilaç

Çalan hasret türküsü


Bana bir müjde verdin

Çaresi çok bu derdin


Kalsam ilaç

Yolum aşkın doğusu


Bilsem ilaç

Bilmemek en doğrusu


Dalsam ilaç

Uyku ölüm uykusu


Bana bir gülüverdin

Çaresi tek bu derdin


Yansam ilaç

Yakmak onun korkusu


Görsem ilaç

Gözleri çöl ahusu


İçsem ilaç

Şarabın en durusu

Bana bu günah derdin

Çaresi yok bu derdin

 

HÜSREV AĞIDI / Miraç DOĞANTEKİN












.

.
.
Ruhlarımız sarılıp ağlaştılar sonra
Bedenlerimiz başka başka
dertlere esir
Kaybetti viraneliğini virane
Kaybetti şehirliğini şehir

Kaybetti hisliliğini yürek
Dert gerek diye diye kürek çekti batık gemi
Üçüncü perde gerildi ilk ikisinin üstüne
Üst üste geldi iki kırık kalp dualarında
Kamaştı gözlerimiz ufukta oynaşırken
Karardı alınlarımız gün ortasında
Bir iz kaldı şakaklarımızda günlerimizden

Kaybetti insan insanlığını da
Taş olmayı diledi ferhad düş perisinden
Taş olmayı diledi hüsrev elma dağında
Aşıklığı bir mezara koydum elimle

İnsan nihayetinde kaybetti
Tüm var bildiklerini kaybetti
Yetmedi var olmak yerdeki taşa
Pencere önündeki kuşa yetmedi
Islandı yağmurlar gözyaşlarımla
Islandı mezarında ölümün kirpiği
Tütün ve toprak ömrüme çarptığında
Elinden içtim münadinin saba makamını
Nefesim doldurmadı göğü bu uzun feryadla
Sustum
Sustum
Sustum ama

Tüm varlar bir yar kadar mesud etmedi şu dünyada