sen / fazlı bayram



bu gün hiç aklıma gelmedin
dağlar geldi yollar geldi
sen gelmedin

bu gün hiç aklıma gelmedin
sabah geldi
öğlen geldi
sen gelmedin

gün batınca ama
aklım bile sendin

“HASTA ANNELER ÜLKESİ” NİN ŞAİRİ-2 / Ahmet Doğan İlbey


Şair ve hikâyeci Hasan Ejderha’nın “Hasta Anneler Ülkesi” adlı şiirindeki “ülke” bilinen ülkelerden mahiyeti çok farklı olan, bir şair oğulun anne sevgisinin, anne ıstırabının ve hüznünün yaşandığı bir yürek ülkesidir. Bu ülkede doktor, hemşire, hasta bakıcı olabilirsiniz. Fakat “Hasta Anneler Ülkesi” nin şairi olmak zor.

“Oluruz” diyenlere şu suali sorarak başlayalım: Yürekten ve merhametten yapılmış “Hasta Anneler Ülkesi” nin şairi olmak için muamelenizle, fedakârlığınızla, sevginizle, merhamet duygunuzla ve yüreğinizden fışkıran kelimelerinizle hazır mısınız?

“Hasta Anneler Ülkesi” nin doktoru, hemşiresi, hasta bakıcısı olmak meslekî ve insanî bir vazifedir. Fakat “Hasta Anneler Ülkesi” nin şairi olmak Veysel Karânî gibi özge bir oğul olmak demektir. Bütün hasta annelerin acılarını sahiplenmek, onların hüzünlü kalbinin üstüne kırkikindi yağmurları gibi gözyaşlarıyla yağmaktır:

“Hasta anneler ülkesinde çocuk olmaktan korkarım / Oyuncaklarımı ne ki annem olmadan / Annem olmadan artık çocuk olamam ben / Ney gibi inleyen sesi annemin / Ah anne... Hep üzerimde olsun isterim ellerin / Türkülerin en acıtan yerinde / Sen gelirsin aklıma / Duaların kaplamalı varlığımı / Kanımı dondurmalı ikazla bakınca gözlerin / Sözlerini takıp kulaklarıma yollar aşmalıyım.”

“Hasta Anneler Ülkesi” nin şairi, insiyakî olarak sadece evlâtlık vazifesini yapan sıradan bir oğul değildir. Annesinin şahsında ülkesinin bütün annelerine ağlayan, onların hasta hayatlarını paylaşan, ıstıraplarını yüreğinde hisseden erdemli biridir:

“Hasta anneler ülkesinden gelmekten korkarım / Yanımda olmadan annem, çıkamam hiçbir yola / Her şeye hasta annemin gözlerinden bakarım / Korkularım cam kırığı, bir aşure tası kadar bereketli / Umutlarıma koşmalıyım, haykırmalıyım sonra habbe habbe / Tesbihi araşınlayan parmaklarım akmalı zaman / Ezana yakın bağdaş kurarak bekleyen babamın saçları / Karışmalı ruhumun derinliklerine abdest ıslaklığıyla / Yayla yollarında bıraktığım çobanlığım / Ya da amele çocukluğuma dönmeliyim belki / Ak çadırların kararan direkleri tarlalara dönüşürken / Çocukluğumdan dönüşen adam bu mu, ürkek kaygılı / Hasta anneler ülkesinin sakini, bu adam ben miyim”

Şair, hasta olan ve ölen annelerin çocuklarının duygularını da Türk şiirinde ilk defa temiz bir Türkçe’yle son derece anlamlı bir bakışla tasvir ediyor. Mevzuun tasvirlerinde, duygu ve düşüncelerinde asla fantezi ve ham hayâl mısralar yok. Bütünüyle yaşadıklarımız ve hissettiklerimizdir. İçimizde, komşumuzda, mahallemizde duyup yaşadığımız hayatın gerçekleridir:

“Nergiz toplamak için yürüdüğüm dağlar / Bir sümbül için tırmandığım kayalardan ne kaldı / Ah çocuk olsam, sapasağlam olsa annem yanımda / Yürüsem kırlara baharda, şimdi kitaplarda / Görmek ağırıma gidiyor tüm bunları, bu güzellikleri / Hasatı kalkmış harman yeri kadar yalnız kaldı yüreğim / Bir de kitaplarım, öykülerim, şiirlerim / Elimde kalansa, hasta anneler ülkesindeki prensliğim.”

Şiir, hasta anneye yazılmış bir mersiye de değildir. Abdülhak Hamid’in “Makber”indeki boğucu, yaradanına sitem eden, mevta olan sevgiliyi idolleştiren ve bir ucu kapalı trajik simsiyah bir dünya yoktur. Hasta annesinin tam da belli olmayan akıbeti ve çektiği acılarına rağmen, bağlı olduğu inançlarıyla hareket eder:

“Na’şına salâlar biriktirir gök, ve toprak ve hasret ve çamur / Hamur pişmiş, on bir ay kadar yakın sultana ve cana / Hangi yana doğrulup da baksa babam sefil / Efil efil ezanlar eser minarelerden sabamakamı ve güneş / Diriliş ilk ışıklarla yatak içinde leğene dökülür abdest suları / Annem kadar bir hüzün yüreğime akar kollarından annemin / Benim yüzüm haykırır titreyen sesine, sükûtun tersine bir ağıt / Kağıt kalem kadar soylu bir dimağ bölünen sesleri arar / Yarar toprağı merhem, muhtaç bana şimdi toprak soğudu /Ağıdı kadardır yüreği, anneyse okuyan beni.”     

Hasta annenin varlığını şiirinde en mânalı duygularla ifade eden şair için, Hazret-i Peygamberimiz’in buyurduğu üzere “Cennet annelerin ayakları altındadır” ve eli öpülesi “Fâtıma anamız” gibi sevgili bir varlıktır. Yerine göre “evin direğidir.”

“Hasta Anneler Ülkesi” şairine göre, insanlar içinde annenin varlığı Hz. Havva’dan bugüne kalbiyle ve bedeniyle kuşatıcı, doğurucu, büyütücü bir özellik taşır. Annenin varlığı şair için hayata tutunmanın ve yaşamanın en kuvvetli dayanağıdır. Ona göre anne şefkatinin eşi benzeri yoktur. “Anne, şefkatin mabedidir.”

“Çığlığı üşümüş anneler sıcak dualarla ısıttı yavrularını / Karnı burnunda kurduğu hayâl gerçek şimdi / Aşermiş gibi yakın toprağa ve yaprağa ve ağaca / Onca yalnızlığın sonunda kalabalık serviler uğuldar / Çocuk oluversem, biliyorum annem taze gelin olacak / Salıncak, oyuncak hepsi emrime sunulacak / Yeniden öğrenecek olsam da cüzü / Gecelerinden korktuğum gündüzü / Annemle yaşamak vardı / Geçirdiğim güzel günlerin hepsi / Annem kadardı / Mevsimler, annem hastalanınca kış / Annem iyileşince bahardı / Kanadı gözlerim, hadi sil anne / Ben Afrika’yım, yüreğin Nil anne / Komşun olayım da gittiğin yerde / Görünce orada beni bil anne / Şiirler söyledim, yazılar yazdım / Her telifimde sendendir dil anne.”




KEŞ DAĞI / Teyfik KARADAŞ



Helikopter geçer iken üstünden
Geçirmedin engel oldun Keş Dağı
Muhsin Başkanımı aldın elimden
Haritadan sildim seni Keş Dağı

Çok severdim sevmediğim yer oldun
Muhsin Başkanıma sebep sen oldun

Alpereni boynu bükük bıraktın
Altı canı saatlerce arattın
Furkan’ı da öksüz yetim bıraktın
Haritadan sildim seni Keş Dağı

Çok severdim sevmediğim yer oldun
Muhsin Başkanıma sebep sen oldun

Bundan sora senin semtinden geçmem
Abıhayat hayat olsan suyundan içmem
Havan şifam olsa yaylana göçmem
Haritadan sildim seni Keş Dağı

Çok severdim sevmediğim yer oldun
Muhsin Başkanıma sebep sen oldun

Sulağından nane yarpuz toplamam
Çiğdemini sümbülünü koklamam
Koyağında geyik keklik avlamam
Haritadan sildim seni Keş Dağı

Çok severdim sevmediğim yer oldun
Muhsin Başkanıma sebep sen oldun
           
Her yıl seni ziyarete giderdim
Kimi görsem iklimini överdim
Âşıktım ben seni nasıl severdim
Haritadan sildim seni Keş Dağı

Çok severdim sevmediğim yer oldun
Muhsin Başkanıma sebep sen oldun
           
Kanlı Çukur Kara Yakup tepende
Dört mevsim kar olur senin zirvende
Nefret uyandırdın inan ki bende
Haritadan sildim seni Keş Dağı

Çok severdim sevmediğim yer oldun
Muhsin Başkanıma sebep sen oldun

Bu belayı başımıza getirdin
Teyfikinin hayalini bitirdin
Bilmem kine daha neler götürdün
Haritadan sildim seni Keş Dağı

Çok severdim sevmediğim yer oldun
Açıldı aramız bana el oldun


RUHU ŞİRİN AMCA / Enver ÇAPAR


Mustafa Ruhi Şirin’e












Gönlü geniş, ruhu şirin     
Kim bu adam haydi bilin?
Çocukların şen amcası,
Hafif tombul az kısası.

Derdi dünyası çocuklar,
Onlar için tüm çabalar.
Resmini çizer çocuklar;
Burnuna patlıcan takar

Teslim olmuş çocuklara,
Şekil verir her hamura.
İyilik dolu bir kumbara,
Bir gülüşe on numara.

Çocukların hakkı var;
Bu dünya onlara dar.
Uçurtmaya takılıp,
Gökyüzünde uçmak var.






GÖMÜ / Alirıza KARAKALE



Yanı başımda duran pazartesisin hafta sonundan kalma.
Dinlenmişliğimin sonunda yorgun gözümsün.
Yorulduğumu düşündüğün an gitme kal, ama.
Baharı gösterip kıştan vurma, gözümsün!

Bak! şiirler yazılır, kalır şairin namı dillerde.
Toprağa girmedim ama bilirim dünyadaki ölümü
Bu şiir, özellikle senin kağıdına yazıldı, sana aziz de,
Diğer her canlıya saklanan bir gömü.

Heceli başlayıp, hecesizim ortalarında gecenin.
Yağdı yağmurdan başka her şey çaresizim.
Nefesi, kâğıdımda ıslak mürekkep ecelin.
Derdimle farklıyım, dermanımla eşsizim.

Bugünün öncesinde çakıştı saatteki mekanizma.
Enerjisiz hiçbir şeydir zaman, anlaşıldı.
Günün sonunda yarın olmaya çalışıyoruz mekanımızda
Yarın olamadık, yarım kaldık, yarına kalarak aşıldı.

Seninle aynı mevsimdeyiz, ben kışa daha yakın sen yaza
Yürüdük anlaşamadık, koştuk hasrete nefes nefese
Yanı başımda duran pazartesisin hafta sonuna kalma
Çarşamba son gün, tıkayıp bırakma şiiri kafese.

ANNEM ILE BABAMA / Ahmet Berkay POLAT

 

Bir nefsim bir de nefesim var hükmedemediğim
Bir anam birde babam var vazgeçemediğim
Anamın ayaklarının altıdır ahiret hayalim
Babamın elleridir ahir zamanda ki kaderim

Son secdemde elbet var iki duam
Düşünmeye ne hacet biri anam diğeri babam
Ben olmuşum bu kâinatta sairfilmenam
Rüyayı bitirecek kişiyse takım elbiseli bir adam

Üç yüz mil öteden sesiniz kulağımı eşer
Hele senin sesin babam, adeta bir fevkalbeşer
Anam sakla beni, peşimde bir dünya ehvenişer
Gölgeniz yeter dokunamaz hiçbir şer


AGAÇ SEVGİSİ / Teyfik KARADAŞ




Ağaçtandır evimizin çatısı
Ağaçtandır penceresi kapısı
Ağaçtandır pek çok sanat yapısı
Ağaçları koruyalım arkadaş

Ağaçtandır kar kürünen kürekler
Ağaçtandır pekmez konan külekler
Ağaçtandır madendeki direkler
Ağaçları koruyalım arkadaş

Ağaçtandır çizdiğimiz cetveller
Ağaçtandır iletkiler pergeller
Ağaçtandır yazdığımız defterler
Ağaçları koruyalım arkadaş

Ağaç bize tohum verir dal verir
Ağaç bize elma armut nar verir
Ağaç bize çiçeğinden bal verir
Ağaçları koruyalım arkadaş

Ağaçlarla güzel göller denizler
Ağaç bizim havamızı temizler
Ağaca muhtacız her zaman bizler
Ağaçları koruyalım arkadaş

Ağaçların orman olur harmanı
Ağaç için Fatih yazdı fermanı
Ağaçtadır birçok derdin dermanı
Ağaçları koruyalım arkadaş

Yanan ağaçları kökten sökelim
Yerlerine yeni fidan dikelim
Fidanları evlat gibi sevelim
Ağaçları koruyalım arkadaş

Şair Teyfik ağaçların aşığı
Ustalar şimşirden yapar kaşığı
Ağaçtandır bebeklerin beşiği
Ağaçları koruyalım arkadaş


“HASTA ANNELER ÜLKESİ” NİN ŞAİRİ-1 / Ahmet Doğan İlbey


Bâzan bir şiir ve nesir tek başına bir mevzuu kitap çapında ihata eder ve gayesine sonuna kadar sektirmeden yürür. Mevzuun ana fikrini ve duygusunu en neşideli, en hüzünlü ve en kesif cümle veya mısralarla ifade eder, okuyanın yüreğini ve dimağını çepeçevre sarar. Böyle bir metni okuyan, mevzuun mâna, duygu ve hadiselerini kare kare yaşamanın hazzına erer.

Şair ve hikâyeci Hasan Ejderha’nın “Hasta Anneler Ülkesi” adlı şiiri bu hususiyetleri bütünüyle taşıyan ve adıyla, mevzuuyla, mısralarıyla ilk kez yazılmış bir şiirdir. Şair, daha önce ifade edilmemiş, birbiriyle bütünlük içinde tutuk yapmadan, akıcılığını sekteye uğratmadan fikrin ve duygunun âhenkli bir şekilde tecessüm ettiği hüzünlü bir şiir meydana getirmiş.

Şiir, hasta bir anneye yazılmıştır. Şair oğul annesiyle geçen çocukluğundan bu yana hâtıralarını, duyuşlarını, hayata bakışını annesinin varlığıyla bütünleştirerek anlatıyor. Şiir ustaları okuyunca takdir edeceklerdir ki “Hasta Anneler Ülkesi” şiiri son zamanlarda yazılmış en yeni şiirlerden biri olup, şiirdeki çağrışımlar ilk defa Hasan Ejderha’nın elemli mısralarıyla ifade ediliyor. Şiirin gücü, ölümün yoklaması muhtemel olan ânları yaşayan hasta annenin varlığı, şair oğulun yüreğinden fışkıran merhamet, sevgi ve hüzün yüklü mısra kalıplarına dökülüşündedir:

“Hasta anneler ülkesinde yetimdir yüreğim / Üşüyeceğim anne baksana yüzüme / Ellerim ve yüreğim ve aklım üşüyecek / Düşleyecek ne varsa düşledim / Şimdi hasta anneler ülkesinde bir prensim / Dersim, annemin gözlerini ezber etmek / Okumak ne varsa orada.”

Hz. Veysel Karâni’nin kavuştuğu bütün ihsan ve manevî dereceler hasta annesine yaptığı iyilik sebebiyledir. Şair oğul, âdeta Hz. Veysel Karani gibi bütün hayatını bakıma muhtaç hasta annesinin üstüne kuruyor. Hasta anne, şair oğulun hayata tutunduğu kuşatıcı bir kadındır. O bakımdandır ki şair, hasta annesi için bütün fedakârlıklara hazır bir mümin davranışı içindedir. Hasta annesine bakmak, şair için her türlü dünya lezzetinden ve kendi hususi hayatından önemlidir:

“Ankara’da bir hastane avlusunda / Biriktirdiğim göz yaşlarıma karıştırmak okuduklarımı / Dilekçemi sunmak, uyuşan dizlerimden çekilen kanla / Canla başla biriktirdiğim umutlarıma bir yenisini katmak / Haykırmak içimin derinliklerine sonra / Annemin elinden öptüğüm duaların üstüne / Tüm bunların umutlarımı, göz yaşlarımı koymak / Doymak, anne bakışlarının en derinine.”

Şair, “Hasta Anneler Ülkesi” başlığıyla çoğul bir çağrışım yaparak, ülkesinin bütün hasta annelerini veya dünyanın her yerini kastetmiş de olabilir. Duygularını keyfiyet ve kemmiyet olarak yalnızca kendi hasta annesi ile sınırlandırmak isteseydi şiirinin adını “Hasta Annem…” şeklinde koyabilirdi.

Şiirde sıkça kullanılan “Ülke” kelimesi vatan, memleket anlamına gelse de, şaire göre annelerin hasta olarak yaşadığı hüznün veya ölümün mukadder olduğu bir süreçtir. “Hasta Anneler Ülkesi” başlığı dar mânada bir hastanedir. Fakat şairin, yüreğini kanatırcasına kastettiği geniş mâna olarak bütün hasta annelerin elem ve hüzün zamanını yaşadığı, sevgi ve merhametlerinden ayrılamadığımız annelerin hasta olarak kaldığı bir mânada ağır dünya ezasına tâbi tutulduğu acı çektiren zamandır. Şair, şiirin adıyla aynı zamanla bütün anne ve çocukların sevgi üzerine kurulmuş bir hayata göndermeler yapıyor:

“Zayıf ferine aldırmadan gözlerinin, bebekliğimi görmek orada / Bir tebessümle büyüyüp, aldığım şefkati iade etmek cömertçe / Mertçe yaptığım sokak kavgaları dönüşü ve bir bisikletten düşüşü / Dizimdeki yara ile anneme sunduğum acıların / İleri ki yaşlarda çektiğim sancıların, anne şefkatiyle tedavisinin / Bedelini öder gibi, sunmalıyım kat kat şefkati / Bayatî bir şarkıdan alınmış bir mısraı ya da hüzzam bir faslı / Dinler gibi geçmeli çocukluğum gözlerimin önünden.”

Şair oğul, hasta annesinin başucunda ıstıraplı duygular yaşamaktadır. Yüreği olan her insanı hüzünlere gark’edecek mısralarla bu duygularını ortaya koyuyor. Hasta annesinin, bilemediği kaderi karşısında Kur’an-ı Kerim’in “Sizi hastalıkla, belâ ile imtihan ederiz” âyetlerine ters düşmeden, fakat yer yer çocuk zamanlarını hatırladığı son derece yüreğe dokunucu duygularla isyanları da vardır:

“Hasta anneler ülkesinde ölmekten korkarım / Her yer soğuk donarım / Lakin yüreği sıcak, ıpılık bakar gözleri annemin / Ninemin saçlarını mı almış ne, apak / Korkarak bakışımdan, ben bile ürkerim, saçlarına annemin / Ninemin gidişi gibi ele sallamakta beyazlığı / ‘Saçları ak olunca nine olur anneler / Nine olunca ölür anneler’ diye bir söz duymuştum / Hayır! Ben uydurmuştum, yok böyle bir söz / Öyleyse içimdeki köz, neden yanar habire.”

Şairin bütün yürek gücü annesinden neşet eder. Hasta annesiyle yaşadığı çocukluk hâtıraları bir film şeridi gibi çarpıcı, anlamlı ve daha önce söylenmemiş mısralarla dile getiriyor. Hayatındaki mutlulukları, sevinçleri, üzüntüleri, yaşadığı çevreyi ve akrabalarını annesi üzerinden tasvir ediyor. Her şeyi çok sevdiği annesinin eteğine tutunmuş, onun sıcaklığına sığınmış ve hiç büyümeyen bir çocuk duygusuyla anlatıyor:

“Sedire uzanmış babam neden kaygılı ve üzgün / Dünyanın bütün anneleri hasta gelir bana / Dayana dayana biriktirdiğim acılar ve sancılar / Birlikte saldırır bütün azalarıma / Neden acı çekilince bitmez, dayandıkça birikir / Zikir çeker dervişler gibi kaplar ruhumu cezbe / İzbe bir köşesinden odanın ağlarım göklere ve yere / Annelere adanmış şiirler söylemeliyim ve bebeklerine hasret annelerine.”

Şair oğulda mâzi bütünüyle annesinin kuşatıcı varlığıyla aynîlik kazanmıştır. Şairin mâzisi, anne ve onun etrafında gelişen bir hayattır. Köyde, kırda, bağda, bahçede ve tarlada annesi, kucağında yaşanılan bir sinegâhtır. Annenin dili, eli ve gönlü hayatın her ânında bir çekim merkezi durumundadır. Şair, bir gurbet hastanesinde hasta annesinin başındayken sık sık annesiyle birlikte geçirdiği mâziyi hatırlar. Çok anlamlı ve ilk kez söylenilen destansı mısralarla dile getirir annesi üzerinden görüp yaşadıklarını. Zaman zaman annesinin hasta olmadan önceki neşideli yıllarına gönderme yapar, coşkulu günleri arar ve hayata çocukça bir duyguyla sitem eder:

“Hasta anneler ülkesinde kalmaktan korkarım / Yakarım yarım kalmış bir şiiri annemin hatırına / Annemin hasta kartına notlar alan hemşireyi / Kaç mısra ile yazabilirim ki?/ İki satır reçeteyi on günde yazan doktoru ya da / Rüyada bile olsa koşsaydım annemle, ayaklarını görürdüm / İşte o zaman annem de hürdü, ben de hürdüm / Şimdi gördüğüm, varla yok arası ayakları annemin.”

Şairin annesine bağlılığında, Batılı toplumun hastalıklı ve bastırılmış “anneye dönüş” psikolojisiyle benzerlik yoktur. Annesine olan sevgisinde ve onun muhtemel yokluğunda hissettiği düşünceler İslâmî akidelere ters deği, bilâkis inançlarına bağlıdır. Şiirinde, anneleri ölen çocukların duygularını yansıtırken, varlığına bağlanılan bir insanın ölümü karşısında “hiçlik”, “çırpınış” ve “çâresizlik” duygusu yoktur.

Duygularını mısralaştırırken ayağını yere sağlam basıyor ve inanç merkezini kaybetmiyor. Annelerin ölümü ve ayrılığı karşısında iki ucu açık bir sonsuzluk anlayışı vardır. Yâni çocukların, anneleriyle ahrette buluşacağına dair sevinçleri mısraların zımnında mevcut. Şair, anneleri ölen çocukları bu inançla teselli ediyor:

“Amin diyerek sonunda, öğrendiğim duaların hepsi anneme şimdi / Bir Hüseynî şarkı gibi / Ağıtlar yakar annenin biri / Çalışmaz ayağı ölü ayakları gibi, oysa yüreği dipdiri / Annem yatar başucumda, bakarım / Annemin yüreğiyle anneme ağıtlar yakarım.”


 

GÖZLERİN SONSUZLUĞU ANLATAN ŞİİR MİDİR? / Kadir ALTUN
















Gözlerin sonsuzluğu anlatan şiir midir?
Okudukça çoğalır mânâsı bakışların
Tebessümün çözülmez sır mıdır sihir midir?
Görünce gönlüm çıkar mekânına kuşların
Gözlerin sonsuzluğu anlatan şiir midir?

Teşrifin baharları mahçup etti inan ki
Kış günü çiçek açtı virane bağlarımda
Yüreğinden dökülen sözler nasıl beyan ki
Sesin yankılanır hep bucaksız dağlarımda
Teşrifin baharları mahçup etti inan ki

Siyah beyaz gözlerle seyrederken alemi
Dünyam aşkın rengine boyandı gelişinle
Nasıl bir şairsin ki kullanmadan kalemi
Bin şiir yazıyorsun yalnız bir gülüşünle
Siyah beyaz gözlerle seyrederken alemi

Aşkın ile tutuşup parıldarım an be an
Şem ile hayat bulan kelebekler misali
Sözler kifayet etmez, yetersiz kalır beyan
Ancak Yaradan bilir bendeki bu ahvali
Aşkın ile tutuşup parıldarım an be an.

Gözlerinde seyrettim aşkın hakikatini
Aynalarda kendimi göremezken gözlerim
Her nefeste içime çekerim hasretini
Sana dokunuyorken dahi seni özlerim
Gözlerinde seyrettim aşkın hakikatini

Aşktır ezelden beri döndüren sonsuz çarkı
Hayatı yaşanılır kılan sensin sevdiğim
Bulunmaz aşık ile maşuğun bir tek farkı
Bilesin ki ben senim sen de bensin sevdiğim
Aşktır ezelden beri döndüren sonsuz çarkı


***
UNUTURUM SANMA SAKIN














Yad elde yürüsem bile
Yollar seni hatırlatır
Gönül sazı gelir dile
Teller seni hatırlatır
..
Gurbet çetin, ayrılık zor
Diyemem ki hayıra yor
Yandıkça yüreğim kor kor
Küller seni hatırlatır
..
Hasret ciğerimi yakar
Gözlerim kanlı yaş döker
Gönül denizime akar
Seller seni hatırlatır
..
Nerde görsem bir gülşeni
Dert, keder, gam sarar beni
Melun ayrılık dikeni
Güller seni hatırlatır
..
Kimdir giden? Kimdir kalan?
Bölünür mü hiç bir olan?
Yüreğimde vuku bulan
Haller seni hatırlatır.



***
GÖRDÜĞÜM EN GÜZEL GÖZLER ONDADIR














Hakk nasib eyledi sırrına erdim
Gördüğüm en güzel gözler ondadır
Bir Mecnun gözüyle bakınca gördüm
Leyla'da bulunan izler ondadır
..
Sevdası aklımı başımdan alır
Gönlüm söylenmemiş türküler bulur
Omzundan dökülen saçlar tel olur
Mızrap bendeyse de sazlar ondadır
..
Maşukluğa dair halleri çoktur
Yüreği sevgiden gayrıya toktur
Şirin'den Aslı'dan eksiği yoktur
Gönlümü yandıran közler ondadır
..
Kader ağlarıyla sarmış, kuşatmış
Ona beni, bana onu aratmış
Mevlam ne kadar da güzel yaratmış
Türlü marifetler uzlar ondadır
..
Gönül bahçem ondan evvel kıraçtı
Girdi yüreğime damlalar saçtı
Viran bağlarımda çiçekler açtı
Baharlar ondadır yazlar ondadır



***
UTANIR OLDUM






















Nice söz söylenmiş bu vakte kadar
Billahi yazmaktan utanır oldum
Nicesi gökleri ederken îmar
Tenhada gezmekten utanır oldum

Sözler ülkesinde gezinir iken
Umduğum gül olur, bulduğum diken
Hâl ehli ummanda seyran ederken
Göllerde yüzmekten utanır oldum

Kimisi derûni sulara dalmış
Kimisi pirlerden nasibin almış
Kimisi gerçeği toprakta bulmuş
Hoyratça ezmekten utanır oldum

Erenler gönüle kurar tezgâhı
O pazarda kuruş geçmez vallahi
Aşkın şarabından bir yudum dâhi
Almadan sızmaktan utanır oldum



***
NE VAKİT GÖNLÜNÜ ÇALSAM O YÂRİN















Ne vakit gönlünü çalsam o yârin
"Kim o?" diyor cevap veremiyorum
Adına "ben" denen ulu diyarın
Sırrına bir türlü eremiyorum

Bilene malumdur çektiğim çile
Hak bilip haz aldım firaktan bile
Alemi seyreden gözlerim ile
Aynada kendimi göremiyorum

Gönlümde ıstırap, gözlerimde nem
Duyduğum ilk sesi ararım her dem
Yönümü doğrultmaz binlerce hikem
Ne yapsam "Elest"e varamıyorum

Yokluğun etrafı varla çevrili
Varlığın keşfi zor, sırla çevrili
Hakikat tümüyle narla çevrili
Alıp avcum içre saramıyorum


KUĞUNUN ÖLÜM ÖTÜŞÜ / Memduh ATALAY



Keşke varımı verseydim sana buğday tarlasında başakları bir bir
Gece yıldızları ekleseydim gözlerine, ucuna kirpiklerinin
Her söze Allah adıyla başlayıp sonunda seninle bitirseydim
Adı başka olsa da- mesela rose- yine gül kokar gül
Yine aynı soydan inler ve hicran üzere bülbül
Sen akşam yorgunlukları ve sitem yüklü bulutlar arasında
Böyle yağmasaydın kıraç toprağıma
Ben seni bekleyen susuz toprak olmasaydım
Bir şehirlinin törensel hüzünleri gibi
Siyah takım siyah gözlük bir gösterimlik siyah güllerden çelenk
Varsa söylesin derde dermanı olan her şey tören değil
Haykırmaların ve vurup çıkmaların kara çocuklarına
Yakışmıyor bu kekeme hal sessiz ve sonsuz bakış
Onurlu ölümü tercih edeyim susmak buna dâhil şiir hariç olsun
Yoğumu veriyorum sana kabul et vuslat hariç olsun

Yaşamanın en soylu yanı uzanmak bir gözyaşına
Tutup kaldırmak düşmek yazılan kadersizi elinden
Âşıkların gölgesinde yeşeren çiçekleri
Yetimleri, öksüzleri, oğul hasretinde anneleri
“Verin martinimi ben beni vuram
Ölüm hayırlıdır böyle durmadan”
Bir türkü ateşinde içe kazımak
Ve seni sanki tüm acılara adresmiş gibi
Kuyuya ipi sarkıtan eli ve gözlerinde buz tutan güneşi
Kuğunun ölüm ötüşünde
Yeni bir bahara adamak ve göğe uçurmak için
Kalbim seni saklayan mağara
Ve bir çift kanat uçurmak için seni
Kalbimin hizasında tutuyorum kabul et ayrılık dâhil olsun

Ruhu denemeye tutan büyük acıdan
Kuğunun ölüm ötüşlerinden beste yapar ihtiyar zaman
Uzaktan bir şiir gibi güzel görünen aşk
Düşünce ateştir içine insan
Yağmur yağınca bir rüzgâr esince bir karlar yağınca bir
Her hüzünde her ayrılık türküsünde her hasret tüten mezarda
Ölüm ötüşü içime saplanıyor bir kuğunun
Ve seni ve kaderi ve her şeyi alınyazısının söylediğini
Ve kendimi şiir ırmağında yıkayarak
Elimde bir kopuz bir ezgi Orta Asya’dan
Yaraya dikilmiş bir fidan gibi
Yara açtım, çiçeklerim hüzün ve hasret ve korku
Yaralarımı sunuyorum kabul et hasret dâhil olsun

İnsan dediğin bir candır
Severse derdi çok
Sevilirse canandır
Sanma ki üç beş damla kan
Yüreği ummandır
Aşığı hor gören kişi
Kovulmuş şeytandır
Kuğunun ölüm ötüşü mutlaka bundandır!



YENİDEN BAŞLAMAK…/Gümüş SİMYA



Yeniden başlamak ama nereye? hangi yöne? neye? Ne için?

Sıraya giren o kadar kelime var ki, hangisinden başlasam da satırlara not düşsem. Bugün hava güzel diyebiliyorsam o zaman yaşamak çok güzel! Tam zıddı bir cümle kurduğumda ise ortaya fırtınadan daha kötü bir hava var olacaktır. O zaman ne yapmalıyız? Yaşama kaldığımız yerden başlamalı, dünü unutmadan ders alarak, bugünü yaşamalı yarın için tedbirli durmalıyız.

Kaleme, sayfaya, silgiye, harflere usulca dokunarak yeniden yazmaya başlamak lazım…Nasıl bir cümle kursam diye değil, yazdıkça nasılım diyebilmeli insan. Zihin, kelimeleri sıraya bıraktıkça daha da rahatlayabiliyorsa o zaman yazmaya devam etmeli. Şimdiki gibi, cümleler birbiri ardınca hazır ve nazır olacaktır. İnsan kendini okudukça yazar, sözüne kanıp yeniden başlamalı yaşamaya.

Peki yaşadığımızı nasıl vurgulamalıyız? Hiç bu soruyu sorduk mu kendimize. Sesimizi duyurabildik mi dışımızdakilerden çok içimize. İçimiz dedik ya peki içimizdekiler kim? Beni “biz” yapan nesneler neler? Dış dünyadan aldığımız değerlerimiz… Değerlerimiz ne kadar değerli olursa yaşamaya dair ümit varız.

Dışarda esen rüzgâr havanın, toprağın, ağaçların sırtına dokunduğun kadar omzuma dokunsan da sırtımdaki yükü kaldırıp, beni silkeleyip kendime getirsen ne iyi olurdu. O zaman yeniden başlamanın hazzına ererdim. Aslında dünde yaşanılan birçok şey iyi ya da kötü bizi kendimize getirmiyor mu? Dün, bir rüzgâr gibi sırtımıza dokunup, önümüzdeki adımlarımızı saydırmıyor mu? İşte dün bir rüzgâr vurdu beynime bugün o rüzgârın keskin soğuğu iliklerime kadar etki etmekte, yarın ise rüzgârdan sonrası soğuk bir dinginlik. Peki yarını yaşarken bugün yine dünde mi kalacak?

İşte her gün yeniden yaşıyor gibi güne başlamak lazım. Vakit seher vaktiyse odana, yaşamına, ruhuna bereket girsin istiyorsan o zaman usulca yerinden kalk, pencereyi aç.

Dışarda esen rüzgârın kanatları,

 Okşasın saçının her bir telini.

 Masada duran kalem titresin, sayfalar birbiri ardınca açılsın. Rüzgâr öyle bir rahmettir ki dokunduğu her nesneye yaşam verir. Kıpırdasın kâinat! / “Ben yaşamaya geldim.”




KUŞ DONUNA GİRMEK / Ahmet Doğan İlbey


İslâmî veçhe kazandırılan Türk menkıbelerinde velilerin, erenlerin gökte ve yerde kuş donuyla dolaştıkları anlatılır. Kuş donuna girmek sûret olarak değil, mâna yönündedir. Değişik mekânlara, yüce katlara, ulu zatların huzuruna, halkın arasına başsız ve ayaksız varmak mânasına gelir. Ermiş ve ulu kişilere has bir hâldir.

Ahmed Yesevî Hazretlerinin turna kuşu donuna girip Türkistan’ı bir uçtan bir uca dolaştığını manzum menkıbelerden öğreniyoruz. Turna kuşu, Hazret-i Ali Efendimiz’in sembolüdür. Pir Sultan Abdal’ın mısralarında icazlı bir şekilde ifade edilir: “Hazret-i Şah’ın avazı / Turna derler bir kuştadır.”  

Horasan erenlerinden Abdal Musa’nın “Ali oldum, âdem oldum bahane / güvercin donunda geldim cihâne” ve Şah Hatayî’nin “Güvercin donuna giren / Pervaz olup göğe ağan…” mısralarında Hacı Bektaş-ı Veli Hazretlerinin kuş donuna girip mâna âleminde dolaştığı söylenir.

Şerh ustalarına göre, “Kuru idik yaş olduk ayak idik baş olduk / Kanatlandık kuş olduk uçtuk elhamdülillah” mısralarında Yunus Emre Hazretlerinin, şeyhi Tapduk’un kolunda mânevi yolculuğuna kuş donuna girerek çıktığı anlatılıyor.

Sualimiz şu: Modernizmin ifsadından kalbi ve dimağı lekeli olan bizler, modern câhiliye donundan çıkıp hangi kuşun donuna girmeye tâlibiz? Don değiştirmeye, yâni Ali Hocam donuna girmeye cesaretimiz ve tâlimimiz var mı? 



AFRİN / Ahmet Berkay POLAT



Bizden sekiz can gitmiş bugün gökyüzüne
Far keder mi artık cehennem inse yeryüzüne

Eksilmeyiz tek Türk'te nefes kalsa dahi
Lakin şehitlerimiz bizden razı olur mu sahi

Yeneceğiz elbet şarktan doğan cehaleti
İnancımız odur ki vardır Allah'ın adaleti

Bir asır evvelden söylendi sözümüz dinleyene
Şehadete dek "Ne Mutlu Türküm Diyene"

HATAY’DAN DÜNYAYA UZATILAN ZEYTİN DALI: ZİFİR / İbrahim GÖKBURUN



Şimdilerde Afrin ve “Zeytin Dalı” harekâtı ile gündemde olan Hatay’da savaşın yanı başında “Zulmün İrfan ve Fikir ile Reddi” sloganı ile yayımlanan Zifir Dergisi’nin 5. Sayısı okurla buluştu. Taşrada çıkan ve bir süre sonra dergiler mezarlığında kaybolan, bir mezar taşı bile olmayan dergilerin görüntüsünü anımsatıyor; ama derginin sayfalarını çevirdikçe Zifir’in kararlı, istikrarlı ve çıktığı yolu, taşıdığı yükü bilen bir çabanın ürünü olduğu fark ediliyor.


“Zifir” daha ilk bakışta adıyla, tasarımıyla dikkat çekiyor. Derginin adı “Zifir” ve kapağın alt kısmında “ZİFİR” ters yazılmış bir şekilde tasarlanmış. Dergide iletişim adresi dışında herhangi bir isim, editör, sorumlu veya (sorunlu müdür) künye bulunmuyor. Benim gibi fısıltı gazetelerini takip etmiyorsanız dergiyi bir süre takip etmeden Zifir’i kimin ya da kimlerin çıkardığını öğrenemezsiniz. Dergilerin ilk sayınında heyecanla ve coşkuyla sunulan sunuş, önsöz ya da manifesto yazıları genellikle ilk sayfada ya da ön kapakta yer alırken Zifir’de “Kimlik Beyanı” başlığıyla yer alan arka kapakta yer alan manifesto metni oldukça iddialı. Zifir, büyük bir mahallenin genç kabadayısıdır. Tecrübesiz ve heyecanlıdır. Lakin olgundur. Zaman zaman taşkınlık yapıp yüksek desibelde naralar atabilir ve gerektiğinde racon kesip asayişi sağlamaya kalkışabilir. Olur öyle gençlikte.  Zifir, mahallenin hem önemsenmeyen hem de korkulan külhanbeyi” Zifir klasik edebiyat dergilerinden ve fanzinlerden farklı olarak açık açık rocan keseceğini ifade ediyor. Herkesin gizli gizli yaptığını açıktan yapacağını ilan ediyor. Bu noktada Zifir’de yer almak isteyenlerin şahsiyet ve kimlik sahibi olma şartını koşuyor.

At izinin it izine karıştığı, çürük raporu almak için hastahane-pastahane gezenlerin kimseye söz bırakmadığı zamanlarda Zifir’in “Kimlik Beyanı” manifestosu oldukça önemli. Şahsiyetsizliğin çağdaşlık olduğu bir dönemde çağ dışı bir dergi olmak için yola çıktığını beyan eden Zifir; bütün bunları normal gören ulusal ve yerel edebiyat dergilerine karşı bir itiraz olarak sesleniyor.

Zifir Dergisi Hatay’da öğrenci harçlıkları ve asgari ücretle ailesinin iaşesini temin etmeye çalışan birkaç güzel insanın fedakârlıklarıyla çıkıyor. Devlet desteği yok, banka desteği yok, kanka desteği yok. Reklam tekliflerini (kitap tanıtımları hariç) şiddetle ret ediyor. Savaşa, yaşam telaşına rağmen 5. Sayısına ulaşan Zifir Hatay’da yetişen Gazi Balcı, Muhammet İbrahim Balcı, Yakup Ünsal, Halit Aslan, Ahmet Menteş, C. Büşra Dokgöz, Yusuf Bedir, Ejder Turan, Meryem Genel, genç kalemlerin sesi olmakla birlikte Selçuk Küpçük, Orhan Tepebaş, Mustafa Uçurum, Celal Fedai gibi isimlerde ürünleriyle yer aldı. Selçuk Küpçük, Zifir’in 5. Sayısında “1970’lerde Türk Solu ve Ülkücü Hareketin Müzikal Pratiği” adıyla karşılaştırmalı olarak dönemin politik müzik ortamına dair olduk önemli bir yazıyla yer alıyor.

            Hatay Suriye’de yaşananlardan en çok etkilenen şehirlerimizden biri. Şu anda yaklaşık yarım milyon Suriyeli muhacir kardeşlerimize ev sahipliği yapan Hatay’ın nüfusunun %30’u Suriyelilerden oluşuyor. Silahların ve çocukların ağıt sesi şehrin kalbinde duyuluyor. Bütün bunlara rağmen edep ve edebiyat konusunda düşünen ve üreten bir hareket var Hatay’da. Hatay’da askerlik yaptım. Askerken şu anda savaşın yaşandığı Afrin bölgesinde birçok köyü uzaktan da olsa gördüm. Hafta sonlar çarşı izninde ise Hatay’da bulunan Doğubatı Kitapevi’nin sahibi ve Zifir dergisini kotaran ekibin arasında yer alan Abdulkadir Şahin beyi tanıdım. Okuyan yazan hayatında kitaba ve kelimeye yer açan herkesin Hatay’da uğradığı Doğubatı Kitapevi, büyükşehirlerde kaybolup giden ama özlemle yad edilen mekanları anımsatıyor. Doğubatı Kitapevi’nde buluşan gençlerin “Belki birkaç okuru ilgilendirir diye ummak isteyişimizin yansımasıdır, Zifir”.