NAFİLE RÜYA / Fazlı BAYRAM


siperden sipere koşan neferler gibiyim
macera üzre ten dolaşan kan
gittiğindeki gibi değil eşgalim
değişti her şey katmanların kırk kellesi
bin beş yüz oldu yaram
kollarım kerbela
ve ateş
sonbahara bakan ilk yüzü rüyanın

Afşin’deydik bu rüya bir bakıma
her cesede can verirken aldı içine ellerimi
saçlarının dünyaya aktığı yerde tam da burada
satırlar arası sırların sıradan durduğu sırada
kaş göz işaretiyle rastgele söverek

***
rüya değil gerçek
gerçek değil yüz bin çeşit göz
mutlaka sarısından ve ehven
zavallı ilkbahar köşeleri

bendeki sıra kimin narası
sendeki kutsal tütüne methiye
çünkü ölümlüyüm
cellat
bu düğünü
benimle bekler başımda



GÖRDÜN MÜ / Nurücihan KIZMAZ


Dostun limanından vefa yüklü gemi
Daha gün doğmadan kalktı gördün mü
Feryadı andıran acı sireni
Metruk gönülleri yaktı yaktı gördün mü?

Rota yok yolu yok nereye gider
Dev dalgalar onu perişan eder
Bundan böyle yükü elem ve keder
Bir el sallayanı yoktu gördün mü?

Yükü çok ağırdı yalpalıyordu
Ufka doğru ağır aksak yol aldı
Ne bir tayfa ne de kaptanı kaldı
Bir fersah gitmeden battı gördün mü?


Limandan demiri aldığı zaman
Dumanı göklere saldığı zaman
Karanlık sulara daldığı zaman
Ahı asumana çıktı gördün mü?

HOCAMA ARZUHAL/ Ahmet Enbiya UZDİL



Bir dost meclisinden
Sürgünüm yine Hocam
Geçen her saat akrep olup
Sokuyor gönlümden Hocam

Büyüklerim bir nazar etmiyor zahir bana
Çün babam dönmüyor ettiği sözden Hocam

Can gardaşlarım çay içip
Tütün solurken orda
Tıkıldım kaldım ben bu
Dört duvar arasında

Hocama deyiversen
Bu garibin suçu ne
Tez vur desin boynumu
Uzatıverem hocam

Danem yok gerçi ama
Gönlümü versem bende
Himmet için bu canım
Kabil değil mi hocam

Yarenler hocamdan
Bir tütün getireceklermiş
Bu gece de nasibim
Çok şükür varmış hocam




SOYKIRIM /Ali Rıza KARAKALE


Eksildildikçe eksiliyor her şey ve dahi ben. 
Günün doğmayı reddettiği bir geceden ve şehirden yazıyorum hasretimi.
Yakınım ama hiç sen yok buralarda.
Ki kim sen olabilir yeryüzünde.
Bir kelime yasamazsam sanki tarih beni reddedecek.
Titriyorum, ne yazmışsam her harfin birer öpücüğü var buz gibi.
En son düşüşümde, saldırılmayan tek mevziim de bombalandı.

Ben kolay incinirim bilirsin.
Yavaşça sar yaralarımı, yavaşça.

Kolay hasta olurum,
                        kolayca vazgeçerim zor olan ne varsa.

Basit adamım kimseye fark ettirmem yokluğumu.
Hatırlarsa bir annem, bir de sen.

Aldığım nefesin yarısı zehir.
Bak bu şiirde; dördüncü Murat'a inat, dördüncü sigara

Nasıl kolay incinirsem kolayca da ölürüm.
Zamansız ölürüm.
Seni de zamansız gördüm mesela.
Zamansız kör oldu gözlerim.
Zamansız beyazladı saçlarım.

Yine zamanı değil belki; ama gitmek istemezsen bir şiir miktarı otursak... 

İstemezsen sadece elimi tut.
O da değilse sadece yüzüme bak.
Yüzüme bak!
Gözlerime bak!

Gidelim buralardan
Sakallarıma ve saçlarıma düşen beyazlıkların özlemişliğime şahitliğinden bahsederim sana.

Senin masumiyetini ve sadakatini, benimse sana nasıl imrendiğimi anlatacağım dört köşeli bir dünyaya gidelim.
Haritaya lüzum yok.

Gidelim!

Bir şiir buluruz yerleşebileceğimiz.
Evrensel inatlarımı anneannemin her sabah ben uyanmadan yaktığı, bilmem kaç yıllık sobaya atar, nasıl yandığını kaydeder izletirim sana bir ara.

Bak bunlar sadece bir kaçı ;

Elimi tut!

Elimi tutmazsan ben altı yaşına düşerim.
Duraklı mahallesine.
Siyah bir duvarın beni karşıladığı o şimdi olmayan mahalle bakkalına düşerim.
Geleceğin karanlık tarafını o gün anladığım, kaybolmaya ramak kala ağladığım o siyah duvarın kucağına düşerim.
Dik yokuşlarda ağlamalara düşerim.

Elimi tut!

Elimi tutmazsan beş yaşına düşerim.

Nizam-ı cedid sokağına.

Rampada kimseye aldırmadan futbol oynayan çocukların ayaklarının dibine düşerim.
Murat'ın beni çağırmak için çıktığı beş metrelik asma dallarının yorgun üzümlerine.
Elimi tutmazsan, yirmi dakikalık yolu kaçırılma korkusuyla üç dakika on beş saniye rekorum kırılır, halsiz düşerim.

Başım çok ağrıyor bu aralar biliyor musun?

Kalbimi, beynime soykırım yapmakta hiç bu kadar aceleci ve kararlı görmemiştim.


karakale 'm

GİBİ HAYATLAR MEZARLIĞI / İsa Yusuf ÇAĞLAR


Kelimelerin kifayetsiz kaldığı halden
Kelimelerin dolduramadığı
Bir hale sürüklendik bir bir
Programlanmış hayatlar
Kiralanmış kalpler
Gibi için gösterilen çabalar
Gülmeler ve ağlamalar
Ve asıldan uzaklaşma yavaş yavaş

Estetik ve ahenk
Kaybolanlar listesinde baş sırada
Kültür-medeniyet, ilim-irfan
Vicdan ve merhamet…
Uzak diyarlara göç ederken
Hızlı hayatlarla ruhumuz geride kalıyor
Politika, gerginlikler, ötekileştirme…

Kalkmıyor musun dedi poyraz gibi
Ne zaman geldim ki dedim usulca
Gitmek için gelmeler
Ve gelmek için gitmeler
Gidenler var bir de
Dönemeyeceğini bile bile
Ve dönüp göremeyenler

Bekliyorum seni Usta
Gelmeyeceğini bile bile bekliyorum
Beklemek hiç bu kadar yakın
Kavuşmak hiç bu kadar uzak olmadı

Yetmiyor artık bana hiçbir şey sen yokken
Gelişin cümle azları çok ediyor
Cümle çokları hiç
Zira sen itidal aşılıyorsun
Gibi meyveleri olan
Gibi dünya ağacıma



BİR HAİN / Mehklika Rana ARIKMERT


Zamane; bir hain
Kendini bilmezlerin diyarı
Cahillerin hissiyatı
Geçmişini unutan bu dönemde
Bir zalim
Benliğini kaybetmişlik
Acıtır şüheda dolu toprağı
Bin derin mana bulunan
Bu eşsiz vatanda
Yıpratır ölmeyen bedenleri
Güçlü bir zehir misali
Tanımlanan hain
Bilen yoktur bu cihanda
Zehrin şifasını
Kaybedilmiş bedenden başka
Ey Zamane!
Şimdi konuşturdun benliğini
Gösterdin hiçliğini
Bundan sonra sana git desem ne yazar
Bunca insan alışmışken varlığına...



BİR NEFESÇİK SULHA HASRET KALMIŞIM / Hüseyin KÜÇÜKKÜRTÜL












Kendimi bileli aynı yaştayım
Gâhi şadım, gâhi kanlı yaştayım


Kararım yok gönlüm neye bağlasam
Gâhi dünya, gah mana dolaştayım


Bir tek benim beni meşgul eyleyen
Gâhi canla, gâhi cinle uğraştayım


Çok yol tepikledim zerre zarın içinde
Gâhi sonda gâhi ta en baştayım


Aziz miyim, sefih miyim, nasıl bileyim? 
Gâhi yerde gâhi tac-ı baştayım


Bir nefesçik sulha hasret kalmışım
Gâhi birle, gâhi binle savaştayım.

  

***
KORKUM AĞIR BASIYOR





- yeğenim Nurgül’e-






Gözlerin kapalı, içerikli bir şarkıyı
Dinlersin ya hani
Senin zevk aldığın türden
Öyle dinliyorum annemi
İyi cinsten bir zevk alıyorum
Beşikteyim

Bir adım ki atıp atmamakta tereddüt
Var içimde
Kazanıp kazanmama nevinden
İki ayağım ayrı ayrı seğirmekte
Ne gel diyen var ne git diyen
Eşikteyim

Yıldızlı yıldızsız herhangi bir gece
Ağaç dalındayım
Yarasa uykusu cinsinden
Bir alıp bir vermekteyim.
Bir mektupla aynı kanıda
İlişikteyim


UYKUYA ÇEKİLEN / Sibel KÖK



                    Aziz Dost'a 






Gecenin kenarında duruyorum
Ayaz yemiş bir düşe aralıyorum gözlerimi
Ayaklarım uçurumlar çağırıyor;
Uçurumlar, kül renginde
Yılkı atlarla haramiler geliyor kenti talan etmeye
Uyanmazsam vurulacak ebabiller
Yağmalanacak İbrahim'in düştüğü gül bahçesi
Çocukları da vuracak hem
Ortadoğu'nun politik katilleri
Kim bilir belki misket oynarken sokakta
Uçurtma uçururken bozkırda
Elde kalem bir mektep sırasında

Fotoğraflar geçiyor gözlerimin önünden
Bir gül bağrında büyüttüğü dikeni kanatıyor
Dağ devriliyor bülbülün sesi üzre
Lambanın titrek ışığında konuşuyor bir anne
Gölgesi geziniyor kızlarının yüzünde
Ya susarsa aniden
Ateş denizinde sevda hikâyeleri anlatırken kızlarına
Ya mumdan gemileri eriyiverirse
Ya kızlar göz çukurlarında biriken korkuyla
Çağırırsa Allah'ı yardıma
Bu düş başıma yıkılmaz mı?

Ben bu düşten sağ salim dönersem şayet
"Annem hasta değildi o zamanlar" diyen bilge çocuk,
Bu düşü sen tabir et
Ateş ve gül ve çocuk ve anne ve kızları
Kaç acıya bölünür?
Ve bu acı beni kaç zaman sonra öldürür?



HÜZÜNLENMEYİ BİLMİYORUZ/Durdu GÜNEŞ

Çoğu zaman sevinmeyi bilmeyiz ya da kontrol edemeyiz. Galibiyet sonrasında taraftar yollara düşer, çılgınca tezahürat yapılır, rastgele kurşunlar sıkılır, coşku ve sevinç cinayetle sonlanır. Düğün arabası konvoyunda rastgele kornalar çalınır, kontrolsüzce hız yapılır, düğün kazalar ve ölümle sonlanır.

Sevinmeyi bilmeyip kontrol edemediğimiz gibi çoğu zaman hüzünlenmeyi de bilmiyoruz.

Çağımızda insanlar hüzün duyma, yaşlanma ve ölüm gibi doğal hallerinden uzaklaşmaya çalışıyor. Hep hayattan haz alayım, hep genç kalayım, hiç ölmeyeyim istiyor. Çünkü maddeci anlayış bunu körükleyerek bir yandan insanı tüketici maymunu haline getiriyor diğer taraftan bu durumu ticari bir ranta dönüştürüyor. İnsan ise bu durum karşısında doğal akışın önünde duramadığı için acizliği trajediye dönüşüyor, kaygı duyuyor, psikiyatrik bir vakıa haline geliyor. 

Hayatı doğal haliyle yaşayamayan insan hayatı doğal haliyle duyumsayıp özümseyemiyor.

İnsan sonsuzluk âleminden fani âleme göçmüş asıl yurdunu özlemektedir. Bu nedenle dünyevi her kayıp bu dünyanın faniliğini gösterir ve insan gurbette olduğunu hissederek hüzünlenir. 

Neden sonbahara hazan mevsimi diyoruz? Yapraklar sararıp soluyor. Ağaçlar kuruyor. Bize bir göç etmeyi, ölümü hatırlatıyor. Biz hüzün duyuyoruz ve mevsime hazan mevsimi diyoruz.

Hüzün içimizde demlenerek bize hayatın değişik renklerini gösterir. Bu renkleri kelimelere dökerek şiirler yazarız. Hilmi Yavuz, "Halkımız, gülün sesini savurup/bir türkünün kekiğinden tüterken/der ki, böyle yazılır sevdamız/Hüzün ki en çok yakışandır bize” ” diyerek hüznün hayatımızdaki yerini belirler. Atilla İlhan, “ah nerde gençliğimiz/sahilde savruluşları başıboş dalgaların/yeri göğü çınlatan tumturaklı gazelle/elde var hüzün” diyerek nostaljik anların neticesini söyler.

Mutluluğu duyumsamamız için hüznü de bilmemiz gerekir. Hüzün yaşamamış kişi eksiktir, olgunlaşmamıştır. Ahmet Haşim “Melali anlamayan nesle aşina değiliz” derken hüzün yaşamamış insanlara yabancılığını dile getirir.

Geçmişi düşünür çocukluğumuzu gençliğimizi hüzünleniriz. Hüzün bizim tefekkür etmemizi sağlar. Doğu insanı için hüzün bir düşünme, arınma meselesi iken, batı insanı için uzaklaşılması gereken bir durumdur. Hayatı bir haz alma, ölümü ise hazzın bitmesi olarak görme anlayışı, beraberinde hüzne karşı alkol, uyuşturucu ve antidepresan gibi maddeler kullanmayı getiriyor. Çünkü batılı insan için hüzün hazzın kaybolması, bir melankoli, depresyon, ruhsal çöküntüdür.

Günümüz hız çağı aynı zamanda, insanların hüznü hissetmeye zamanı yok. Hüzün yavaşlatıcı bir durumdur. Sadece hüzün değil insana yücelik veren nezaket, hoşgörü, adalet, sadelik, iyi niyet, aşk gibi duygularda hayatımızdan hızla uzaklaşıyor. Gülten Akın “İlkyaz” başlıklı şiirinde “Ah, kimselerin vakti yok/Durup ince şeyleri anlamaya” diyerek halimizi anlatır.
Hayatta hüznü bilip yaşamaktan korkmayalım ki, mutluluğu da anlayıp yaşayabilelim.


UYKU NEGROFİLİSİ / Fazlı BAYRAM


sabah erken kalkacağım uyuyabilirsem eğer
baskınına uğramazsa billur gözlerinin yattığım yer
bir ordu Hacahmet dayanmazsa
ortasında gecenin ah diye
ah bir ataş ver diye
verdiğim ataşla yangın çıkarsın diye
erken kalkacağım
seni görüp rüyamda uyanıp ortasında
ağlamazsam gecenin
kızım uyanıp
babasız kız çocuklarıyla gelmezse baş ucuma
babasız kız çocukları kimi alacak geceden
uyanamazsam onların ağıdına

erken uyu erken uyan dememişler mi
erken uyanacağım ben de uyuyabilirsem
geceye ince ince kokunu salmazsan
hüznünü yığmazsan getirip göğsümün üstüne
adımı fısıldamazsan kulağıma
getirmediğim mor ve beyaz çiçekleri
çivilemezsen tavana
erken uyuyacağım
uyanmak için erkenden

derken…
erken kalkmanın en iyi yolu
hiç uyumamak gibime geldi
zaten yarıdan fazlası gitti gecenin
bu sevinçle de uyunmazdı her halde
imreniyorum bazen Ahmet abinin dolmacılarına
onlar yatsıdan sonra uyurmuş
öyle der baba elit

sen gene de çekme billur gözlerini geceden
erken kalkmak mesele değil
hem hacahmet de gücenir telefonu duymazsam



TURA / Mustafa ERKENEKLİ









Katreyim, ummana sığmıyor parçam,
Bir buse tadınca dağıldı sırçam.
Hüzün çizer oldu daima fırçam,
Dertler katar katar tura geliyor.

Bağrım taşa döndü, saçlarım aya,
Mahkûm edilmişim mağlup olmaya.
Doğarken yenilmiş, ütülmüşüm ya;
Ben yazı dedikçe tura geliyor.

Abdal oldum dost hırkası giyerim,
Kadanaya kuskun tutmaz eyerim.
Herkes halay çeker, ben darbe yerim,
Düğünde şansıma tura geliyor.

Güzelliğe gündüz, şerre gece ol,
Bilgisi uzunca, kibri cüce ol.
Sır sakla ey gönül, daim yüce ol,
Ayetler Hira’ya, Tur’a geliyor.

12.02.2012-Malatya


SON CÜMLENİN ÇIRPINMASI / Mehmet MORTAŞ

Acının son çeyreğinde hüzne doğru yol alıyorken, sözcüklerin üzerinde bir boğanın üstüne binmiş gibi sağa sola sallanıyorken, dünya avuçlarımızın üzerinde bir yunus gibi çırpınıyorken ve umurumuzda olmazken yörüngesi; bahar kışa merhaba diyebilmek için aylarca kışın bağrında yaşarken, bembeyaz bulut yaz yağmuruna hoşça kal diyebilmek için günlerce sırtında yağmur damlasını taşımışken, arılar çiçeklerle görüşmek umuduyla gidiş yörüngesini çizmiş, haritalardaki çiçeklere konmuş polen toplamışken, ben dönüp bakmamışken gece gündüze gökyüzün aydınlık olsun, üzerinde karanlıktan dahi bir leke olmasın temennisiyle kendini yeryüzüne saklamışken, gündüz yüzündeki karanlık lekelere aldırmamışken;  düşünceler kemikleşmiş kelimelerden yontulurken bir nalbandın elinde, kelimeler demir, sert bir balyoz gibi vururken kafamıza, duygularım bahar rüzgârını karşılamaktan uzak, kuzey poyrazından gelen deruni ve soğuk iklim tabakalarına hoyrat tavırlar takınırken; yürüdüğümüz hüzün yürüyüşlerinden tekrar geçerken, gülme krizleri zamanı esir alırken ve kendi hüznümüze dâhî bakmadan bir kurşun gibi fırlatırken kahkahalarımızı; yeldeğirmenlerine savaş açmayı dahi bırakmışken ve kime ne için nasıl bir savaşın ortasında olduğumuzu bilmeden hatta ve hatta kendimize savaş açtığımızın şuurunda olmazken; kendi benimize başka benlerle saldırılar düzenlediğimizin sarhoşuyken, yaralar alırken yüreğimizin suskun taraflarında halen anlaşılmaz bir halde kahkaha çiçeklerini koklarken. Gideceği yolu bilmeyen ve düz ovada dâhî şaşırmışken, dünyaya şaşkınlıkla bakma becerisini kaybetmişken ve hatta kendine dâhî şaşırmamışken; önümüzden geçen serçelerin kovalamacasına takılmadan yürümüşken ve sesimiz çıkmamışken; sorumluluk hissine feryat figan etmeden, korkunç yalnızlıklara çare olalım derken fakat kendi ruhumuza zulüm yaparken; kendi benliğimize ulaşamamış ve bunu sorgularken, kendi önümüzü görememiş ve hayata vesveselerle bakarken, her şeyi hayatın normal akışı gibi sanki bir makinenin dişlisi gibi görürken aynı zamanda suskunluğumuzun ateşten kızarmış kelimelerine boyun eğerken ve bu kızarmış ateşten kelimeler her değdiğinde bağırmayı lütuf zannederken; bir sona doğru gidildiğini fakat tarif edemediğimiz anlayamadığımız sonlar ile karşılaştığımızda kendi sonumuzu hesap etmeyen, her türlü bilgi beceri çağın gerekleri ilgimizi çekerken fakat acının tonları teknolojinin ritmine göre hareket ederken;  beklemek usulca yanı başımıza sessizce sokulan farkında dâhî olmadığımız, ömrümüzün her anında yanında olan hayatımız ile yan yana sürekli akan, yavaşlamayan ve canlı cansız herkese adaletli davranan zaman. Ne istediğimizi bilemezken hayattan, nedensizce kulak tıkamışken sağır olmadığımız halde nedensizce görmezken, ölüm ile yaşam arasındaki acının her türlü renkli renksiz tonlarını, nedensizce görmezken yer ile gök arasında yağmurun yağdığını kalbimize ve usulce gökkuşağı oluşturduğunu. Usulca yağmurun yağdığını ruhumuza hissettirememişken, ıslandık sadece yağmur damlasının hüzün taraflarında.

Yüzlerimizi gizlemişken birbirimizde, gizledikçe gecenin gizini bulamadık dolunayın mehtap dolu gecelerinde, mehtap dolu gecelerde ışığa yürüdükçe gecenin karanlığını kaşağılamışken ve avuçlarımıza döküldü aydınlıkta kavrulmuş siyahlık. Bütün bedenimiz aydınlıkta kavrulmuşken siyahlık, hangi çağın ağıdı söylenir üzerimizde belli değil.


Körebe oynarken düşüncelerimiz diğer düşüncelere karşı, suskunluk işareti yapamaz elleri hamur, gönülleri acıdan kavruk analar. İşaret parmağımız ile cümlelerin sonunu göstermişken söyleyeceklerimiz, yazacaklarımız, devrik ruh hallerimiz bitmemişken. Gözlerimiz ile suskunluğun acı görüntüsünü izlerken ve gözlerimizden yaş gelmezken; yaş gelse dahi kuzey poyrazının yüzümüzü çalgına çeviren soğuk esintisinden ağlamaklı olurken. Ve cümlemin sonunda noktayı koyacakken geriye dönüp baktığımda bir hayalden, kuruntudan, anların gidip gidip gelen çırpınmasından geriye hiçbir şey kalmazken; ne kaldı ki şu gök kubbenin altında ellerimizde çırpınan şiiri yazmaktan başka? Ne kaldı?

KARŞILAMA / Abdulvahap KOCAMAN

Halk edebiyatımızda; aşık geceleri meşhurdur. Günümüze kadar gelen bu güzellik: Bir grup aşığın davet edilmesi ile aşıklar gecesi yapılır. Bu aşıklar gecesinde aşıklar, dinleyicilerden yüksek hatırlı olanlara, sevdikleri kişilere, genellikle protokole HOŞGELDİN selamlaması yaparlar. Bu HOŞGELDİN'ler çok kıymetlidir. Hem hatırı sayılır kişileri onura eder hem de seyirciler hatırını saydıkları o kişilerin anılmasından mutlu olurlar ki daha Aşıklar Gecesi başlamadan ortaya bir muhabbet halesi yayılmaya başlar.

İşte bu gecelerden birinde, bizim; yani Yoldaki Kalemler ailesinin çok sevdiği bir büyüğümüze, ünlü halk şairimiz Merhum Abdulvahap KOCAMAN'ın bir KARŞILAMA'sına ulaştık. Kaynak Kişi Şair Tevfik KARADAŞ

Sizlere muhabbetle sunuyoruz.

                              Şiirlerde olur uyak
                    Aşık gezer koyak koyak
                    Gecemize hoşgeldiniz
                    Elazığlı Savaş KIYAK

Yıl  : 1984
Yer : Kahramanmaraş Renk Sineması Endüstri Meslek Lisesi Aşıklar gecesi.

BİR HOCAM VE DÜKKÂNNÂME / Ahmet Doğan İLBEY

Bir Hocam ve Dükkânnâme, Peygamber Efendimiz’in “Sevdik- lerinize sevginizi izhar ediniz” hadisinden ilhamla, mâsivadan arınmış bir yüreğin hüzün dolu nidâlarını, Bir Hocam’ın yârenlik ve hasbihallerine doymak bilmez bir muhabbeti, ârif ve âlim vasıflarıyla bânisi oldukları Fikir ve Gönül Dükkânı’nı anlatır.

Dahası, âhir ömrümde yazmak istediğim “Bir Hüzünkârın Ömür Defteri” nin dibâcesi ve dağları eritecek, suları yakacak bir samimiyetin kelimelere dökülmüş dostnâmesidir.

İkinci hayatım Bir Hocam’la başladı. Gençliğini “kırık ayak adamı” olarak yaşamış bir fânî iken, Bir Hocam’ın fikirli ve mânevî sohbetleriyle eski, yâni câhiliye hayatımı terk etmiş, kafası ilme ve irfana susamış iki tarafı kesen bıçak gibi olmuştum.

Büyük kalp dostluğumun kahramanları Bir Hocam’la, gönlümde ve zihniyetimde inkılâp yapan hayırlı sohbetlerinde tanışmamış olsaydım kalp âfetlerine uğrar, kötü yollara düşer, bedbaht olurdum. Beyâzid-i Bistâmi Hz.lerinin “Kimin üstadı yoksa şeytan ona üstad olur” sözünü şiar edinerek, Bir Hocam’la ünsiyetimi cezbe ve azimle devam ettirdim.

Amansız kış gecelerinin cam kırığı soğuklarında gönül adamlığı üstüne sohbetlerini dinledim. Nice seher vakitlerine kadar derûnî sohbetlerinden cezbe hâlinde geldim evime. “İçeri” sohbeti ederlerdi de “İçeri” den uzun müddet çıkamazdım. Fikirli ve bedîi yârenliklerinin neşvesinden mânevî sıkıntılarım yok olur, dünya kirlerinden arınırdım. Meramımı sözle anlatamaz, “Dilâgâh Hocam” diye mektuplar yazardım.

Yürek dostluğumuzun ilk sohbetinde bin yıllık sızı ve fikirler taşıyan sözlerle cezbetmişlerdi. Yüreklerinden sâdır olan sızılar mukaddes bir dâvanın ateşi gibi sarıyordu her yanımı. “Dünyayı duvara asmak” ve mâsivaya eyvallah etmemek tâlimine ulvî sızı ile başlıyorlardı. Hayatı sızı ve saf fikirle değerlendiriyor, bir ömrün başlangıç ve bitişini bu iki mefhuma bağlıyorlardı.

Fikir ve gönül tâliminin esaslarından olan Dükkân bir sızı, fikir bir sızı, yürek bir sızı, türküler bir sızı, dost bir sızı, bu ülke ve millet bir sızı diyorduk her sohbetin başında. Fikirli sızılarıyla dostlarına tâlim ettirdikleri sızılar birleşince Fikir ve Gönül Dükkânı meydana geldi. Fikir, gönül ve meşrep birliğinin terkib olduğu bir dostluktu bu.  

Dükkân müdavimleri bu güzel insanlara “Bir Hocam” diye hitap eder. Bu hitapta bid’at sayılabilecek bir yüceltme düşüncesi yok. Onlara duyulan ziyadesiyle bir sevgi ve hürmetin sembolleştirilmesidir. Âlim ve ârif şahsiyetleriyle, sabır ve hasbîlikleriyle bu sıfata lâyıktırlar.

“Bir Hocam” makamı aynı mâna ve hususiyetlere sahip iki hocama aittir. Yâni Bir Hocam hem bir, hem iki kişidir. Sîretleriyle birbirine benzeyen iki hocamın mânevî unvanıdır. Bir mevzuda “Bir Hocam” birincisidir, bir başka mevzuda “Bir Hocam” ikincisidir. Dükkân haricinde “Bir Hocam” bir kişi olarak bilinir. Dükkân müdâvimleri bu makamı hiyerarşik bir düzene oturtmazlar. Edep ve tevazularından dolayı bu makamı kabullenmeseler de şâkirdleri onları böyle yâd edeceklerdir.

Müslüman Türk irfanını hazmetmiş olanlar bilirler ki “Bir Hocam” makamı millet târihimizin her kademesinde var olmuş, cemiyetin bütününe şâmil bir şahsiyet ve bugün de herkese lâzım olan mânevî bir önderdir.

Milletimizin irfanî ve kalbî terbiyesinde daima bu hususiyetteki zatların gayretleri var. Günümüzde de ilmî, fikrî ve edebî faaliyetlerin başında bir bilge kişi yahut yaygın ifade ile bir “hocanın” bulunması elzemdir. O muhterem insanlar ki fakirin ve diğer şâkirdlerinin şahsiyetlerinde emekleri ziyadedir.

Bir Hocam’ın birincisi ehl-i maarif, âlim ve de tam mânasıyla ediptir. Cümle Müslümanlar için kalbe ve ilme faydalı kitaplar telif etmiştir. Bir Hocam’ın ikincisi dünyalık kitap okumayan ve hurufatla meşgul olmayan ârif bir kişidir. Şâkirdlerinin seyr u sülûklarını balık tutturarak tabiatla da sulh ve muhabbetli kılar. Dükkân ehli şair ve edipler üstünde tasarruf sahibidir ve üstad şairlerin şiirlerini okutturur. İdarecileri ve aydınları hicvetmek için alaylı, nükteli şiirler kaleme alır ki, Defter-i Dükkân’a kaydedilir ve sohbet üstü olarak Dükkân hatibince ara sıra okunur. Bu sâyede gönüller coşa gelir, sohbetlerin her ânı cezbe ile geçer.

Bir Hocam makam, mansıb dâvası olmayan ilm ü irfan sahibi ve mütedeyyindirler. Vecd ü hâl sahibi ve kalb-i selim zâtlardır. Nefislerini terbiye etmiş ve evvelinden nefs-i mutmainne makamına ulaşmışlardır. Kalabalığı ve gösterişi sevmez, tenhayı, yâni halvet ve hasbıhâlı severler. Kendi aralarındaki yârenlikleri kalbe ve gönüllere şifa olup, hikmeti içinde gizli bedîi nüktelerine doyulmaz.

En temel gayeleri gönüller yapmak ve kalbi yanık Dükkâncı yetiştirmek. Lisanları, yâni Türkçeleri vakarlı ve tefekkürî olduğu kadar, pek nükteli ve şirindir. Cümle Dükkân müdavimlerinin tek tek hâl-hatırını sorar ve gönüllerini alırlar. Sohbet ve irşadda gönülleri gani olduğu gibi yedirip içirmekte ve ikramda da cömerttirler.

Dükkânın mânevî tasarrufu Bir Hocam’a ait. Bundandır ki Dükkân dârül-menfaat değil, dârül-gönül ve dârül-a man’dır. Dükkâncıların fikir ve amelleri İslâmca olup, meşrebleri melamî ve lisanîdir. Kirli çağa karşı mütemadiyen dost hâlleşmesiyle sâlih bir insan olmaya, Müslümanca bir yüreği kuşanmaya, nefsi bedenini yâni “dükkânını” yağma etmeye çalışan âcizlerdir. Kaygıları “buğday” değil, “himmet” dir. Cuma günleri Bir Hocam’ı görmek için Kulağı Kutlu Câmii sokağında saf olurlar. Onlar da şâkirdlerine tebessüm ve yârenlik ederek söz ikramında bulunurlar.

Her Dükkâncının gayesi gönlünü biraz daha parlatarak Allah aşkının yer bulmasına çalışmak ve Bir Hocam’ın etrafında dilsaz olmaktır. Onların ilm ü irfanı sâyesinde alınları pak, gönülleri cilalı, niyetleri hâlis ve işlerinde râzıdırlar. Birbiriyle bağları siyasî ikbal ve nüfuz edinme maksatlı değil, kalbî ve hasbîdir.

İki nesil için de fikir ve irfan saçan bir ocak olan Bir Hocam Dükkân ehlini hâlen irşad etmektedirler. İkinci nesil, Bir Hocam’a yakîn olmaktaki marifet ve muhabbetleriyle, Dükkân dilini ve âdâbını yaşatmaktaki azimleriyle daha şahbazdırlar.  

Bir Hocam’dan neşet eden tarzla Dükkân müdavimlerinde dil ve üslûp birliği vardır. Fikir ve gönül tâlimi bu dil üzere yapılır. Modern, akademik ve aydın dili kullanılmaz. İrfan dilimizi ihya etmek gayesi de taşıyan edebî dil ile sohbet edilir. Gönül ve fikir tâliminden maksat, müdavimlerin ete kemiğe bürünmesi ve tefekkür gücünün artırılmasıdır.

Sohbet altı ve sohbet üstü olarak tasavvufî manzumelerden bestelenmiş cezbe verici, vecde geçirici türküler dinlemek, müdavimlerin baş usullerindendir. Türkülerin vehbî mânada cezbe vermesi, hüzün, gurbet ve ıstırap unsurları taşıması gönül tâlimi için şarttır.

Bu sebeptendir ki Dükkân müdavimleri arasında daima bir Türküdar bulunur. Türküleri bazen hafî usul gibi sessiz, bazen de kıyamî, yâni itidalini kaybedip kendinden geçerek dinleyenler var.

Hülâsa-i kelâm, Bir Hocam gönüldür, fikirdir. Dükkân onların gönül ve fikrinden doğan bir bedendir. Dükkâncılar önce bedene alışma tâlimi yaparlar, sonra gönlüne…


MEKTUP / Mehlika Rana ARIKMERT

Ey Sevgili;


Seni anlatırken kelimelerin kifayetsiz kaldığı bir andayım. Seninle dolup taşan bu kalpten selam olsun sana. Senin ümmetin olma şerefine nail olduğumuz için Rabbime ne kadar şükretsem azdır. Adının geçtiği her yer, her an, her saniye huzur verir bu virane kalbe. Bu sonu olmayan âlemde görülmemiştir senden güzeli.

Ne mutlu ki seni görene seninle iki çift kelem edene…

Ey Allahın Resulü biz seni görmeden sevdik, duymadan inandık. Küfrün alıp başını gittiği bu dönemde ne mutlu senin ümmetin olma şerefine erebilene. Gökteki kuştan yerdeki böceğe hepsi yarış içindeydi kâinatın efendisini görebilmek için. Ağızdan dökülen her kelime hakikat, baştan aşağı zarafet olan sensin ey Allah'ın Resulü. Şimdi sussam konuşur aşkınla bu gönül, Hüsranın alevlendiği âleme ışık tutan Nur. Şiirler yazıldı senin aşkına, fakat yinede anlatmaya yetersiz kaldı kelimeler; çünkü şiirde, şiirden güzeli olanı anlatmak zor.

Ya Rasulallah vurgunuz sana, aşkına. Fakat yine eksiğiz belki yerine getiremiyoruz görevlerimizi. Yeteri kadar anamıyoruz belki her vakit; ama aşkın hep içimizde. Suya hasret ceylan gibi, yağmura hasret çöl gibi; hatta daha fazla hasretiz sana. Tüm Dünya bir araya gelse anlatamaz seni dolduramaz yerini.

Ahlakların en güzeli, senin içindir kâinat, rabbimin yarattığı namütenahi evren, gökteki yıldızdan, yerdeki kum tanelerine kadar hepsi senin için. Bu koca diyarda yalnızdır seni tanımayan, anmayan insan yoksuldur, kimsesizdir. Müslümanların tek önderi, insanların en yükseği senin ümmetliğine layık olabilmek için, her zaman adını anmak içindir çabam. Bu gönlüm senin içindir.

Selam olsun sana ey Nebi!

Selam olsun sana ey Rasul!

Selam olsun sana ey Sevgili!

Selam olsun sana ey levlake sırrının mazharı selam olsun.

                                                                                        
***
TUTSAK RUHUM














Fevri hareketleri vardır ruhumun
Kimi zaman raks eder
Kimi zaman müebbed kuyularda bulurum onu
Yalvarıp yakarsam da başına buyruk
İki çift kelam etmek isterim
Belki söz dinler diye ama nafile


Şimdi salıyorum onu size kuşlar
Bir lahza olsun ayırmayın gözünüzü
Bileklerinden tutun sıkıca
Gösterin Dünya kaç bucak
Tuttukça kaçmak isteyecek.
Lakin görsün kendindeki azabın mihnet olmadığını.
Başka nefeslerdeki ıstıraplarla cihanın kül olacağını
Öğrensin.
Gerekirse kıvransın, kıvransın ve sussun.
                                                                                             

***

BİR KÜÇÜK ESMER KIZ











Bir küçük Esma'yı gördüm bugün
Arşı Cihanı umutlandıracak gülüşü aradım yüzünde
Her yeri aynı
Kepenkleri indirmiş mutluluğa
Bir dünya sorumluluk üstünde
Gül, eğlen, sevin çocuk
Çünkü zalimler seni böyle görmeyi hak etmiyor
Sen gül ki şehit babanı öldüremediklerini bilsinler
Sen her güldüğünde baştan aşağı titresinler
Senin kim olduğunu bilsinler
Senin yetim olduğunu bilsinler


***
YOLCULUK















Yavaş yavaş
Ağır ağır
Gidilen bir yolda
Varlığa susamış bir varlık

Gözlerinde kan
Yüzünde hicran dolu

Batıda bir güneş
Batarken ufuktan
Kafdağı’na ulaşmak ister
Her zümrüd-ü anka gibi

Yüzünde damar çizgileri
Vücudunda yara izleri
Bu yolculukta pişmiştir edebi.
                                               

***
SIZI










Bak şu çevrene
Baktığını değil gördüğünü söyle
Vicdanı olmayan taştan kalıpları
Kulak ver etrafına
Uzaktaki sessiz çığlıklara
Bir kez olsun hissettin mi?
Gördüğünde dayanamayacağın acı içinde bedenleri
Hiç içine çektin mi çaresizlik kokan havayı
Sen ki sıcak yuvanda oturan insan evladı
Bütün bunlara kayıtsız kalan bir kulsun

Acılı bir annenin sessiz çığlığı
Dayanılmaz acı içinde kıvranışı;
ona sessiz kalan bizler mi yaşıyor
şimdi bu dünyada?
Hissizlik bir hastalık olmuş
Merhamet yok
Yetmezken kelimeler anlatmaya
Boğazımda bir düğüm
Bir sızı kalbimde
Hissizlere mi üzgünüm
Umutsuzlara mı?

Yine bir haber çıktı
Öncekinden farkı yok
Yine bir sızı girdi
Kimsenin haberi yok




***

HUZUR


















Ay ışığı vurdu gecenin karanlığına
Boş, 
      Sessiz, 
              loş sokaklara
Orada unutmuşum kendimi
Işığın vurduğu sokak gibi aklım
Kayboluyorum aklımın içinde
Daldıkça derinleşen denize
Bulmak, 
            Yaşamak 
                          Anlamak istiyorum
Benle büyüyen hislerin her birini
Çekip çıkarıp kurtarmak istiyorum
Denizde boğulan fikrimi



***
HUZUR














Var mıdır senden güzel yar
Yaptığımız her şey bize kar zarar
Her gönül ister senden yana olsun firar
Buluştuğu yerdir gönüllerin ebedi diyar

Senden başka gelmesin aklıma fikir
Dolanmasın dilimde adın olmayan zikir
Olmazsan gelir bu dünya bana zehir
Benim içim sen olmayınca hiçtir

Bulur ruhum sen olunca içimde huzur
Yoktur sende tek bir kusur
Değince ruhuma dilim değil gönlüm konuşur
Sakın gitme hep içimde dur



***
DÜŞÜNCE DENİZİ











Düşünce denizimdeki fikir
Hep ayrı bir şey der

Ya bir sus ya bir konuş
Aslında kızgınım bu günüme

Ne farkı var bir öncekine
Hep suskun hep suskun

Etkisi yoktur bir ben
Ve bir başka ben oldukça

Dünyada düşünce yoksunu
Konuşsam ne fark eder.

***
BİR HAİN












Zamane; bir hain
Kendini bilmezlerin diyarı
Cahillerin hissiyatı
Geçmişini unutan bu dönemde
Bir zalim
Benliğini kaybetmişlik
Acıtır şüheda dolu toprağı
Bin derin mana bulunan
Bu eşsiz vatanda
Yıpratır ölmeyen bedenleri
Güçlü bir zehir misali
Tanımlanan hain
Bilen yoktur bu cihanda
Zehrin şifasını
Kaybedilmiş bedenden başka
Ey Zamane!
Şimdi konuşturdun benliğini
Gösterdin hiçliğini
Bundan sonra sana git desem ne yazar
Bunca insan alışmışken varlığına


***
İÇİMİZDEKİ SESSİZLİK














Maraş ne kadar da sessiz
Tıpkı içimizdeki sessizlik gibi..

Oysa
      bilmiyoruz ki
                    bu diyarın
                                hangi gönüllerinde ne fırtınalar kopuyor

Lakin herkes yaşasaydı başka gönüllerdeki acıyı
Yaşanır mıydı bu dünyada?
İnsan başına gelince anlar acının bedendeki benzersiz tadını…