Ahmet Okur’un WhatsApp’tan gönderdiği, MEVLANA dizisinin meczup bölümlerini muhabbetle izliyordum. Bir ara “Bu görüntüleri Ferhat’la da paylaşayım mı” dedim. Ahmet “Yok abi, kimseyle paylaşma. Ham görüntüler bunlar; yayınlanmadan paylaşılırsa TRT ile papaz oluruz. Malumun bu diziyi TRT için yaptık” dedi. Ahmet’le görüşmem bittikten sonra Ferhat’ı aradım. Ferhat’ımı imrendirmek için, “Dayın MEVLANA dizisinin meczup bölümlerini gönderdi izledim, ancak kimseyle paylaşma diye tembih etti. Hadi bakalım şimdi dizi yayınlanana kadar kıvran” dedim. “Senin de dayımın da canı sağ olsun emmi biz yasağa uyarız. Dayımın hakkı var; dizi yayınlanmadan olmaz elbette” dedi. Bir süre muhabbet ettik. Telefonu kapattığımızda saat 04:00 civarıydı. Yani Ferhat’ım deprem anında uyanıktı muhtemelen. Apartmanlarının enkazında bulduğumuzda da deprem pozisyonu almış durumdaydı.
Çok acelesi vardı Ferhat’ın; o genç yaşında ne kadar da çok işler başarmıştı. Türkiye Yazarlar Birliği başta olmak üzere birçok kültür, fikir derneklerinde üye ve yöneticilik yaptı. En önemlisi de mesleğinde çok başarılı olacağının ispatıydı Ziraat Fakültesinde Yüksek Lisans ve Doktora çalışmalarındaki özel durumu. Tıbbi Bitkiler hususunda nerdeyse bu bölgede otorite olmaya doğru gidiyordu. Çok fedakâr bir akademisyendi. Hiç hırs yapmadan sevdiği için yapıyordu akademiada yaptığı çalışmaları. Akademik çalışmalarını bir sonraki mevkie atlamak için değil de memleketin hayrına işler başarmak için yapıyordu. Diğer taraftan çiçeklerle çalışıyordu Ferhat. Zaten kendisi de bir çiçek adamdı. Muhtemelen O’nu tanıyanların çoğu bilmez; ayrıca Tamburiydi Ferhat. Onca iş arasında Tambur gibi zor bir enstrümanı da hayranlık duyulacak şekilde icra ediyordu. O bizim Tamburi Ferhat’ımızdı.
Memur olan babasına yük olmamak için çok zor işlerde çalıştı Lisans ve Yüksek Lisans öğrenciliği boyunca. Depremde kendisiyle birlikte kaybettiğimiz babası Merhum Mehmet Ağca Ferhat’ından çok razıydı muhtemelen. Ferhat Ziraat Fakültesi’nde Doktora öğrencisiyken, yine depremde kaybettiğimiz Enes’imiz üniversiteyi yeni bitirmiş, Ömer Faruk ise Tıp Fakültesi’nde okuyordu. Elbette bir memur için zordu ve hafta sonları boya falan gibi işler de yapıyordu Mehmet Ağaca ağabey. Ferhat’ım ne kadar etkilenmiş olacak ki babasının durumundan;
BABAMIN ELLERİ şiirini yazmıştı:
Annemin ıslak mendili
Dindiremezken ateşimi
Alnımda dururdu
Babamın elleri
Alevler söndürürdü avuçlarının içiyle
Bazen rengârenk ederdi cami duvarlarını
Biraz işçi birazmemur
Ama her zaman mağrurdu
Babamın elleri
Pürüzlü beton etlerini yüzmüş
Pürüzleri dolduran buzun yardımıyla
Sargılar sardım parmak parmak
Annemin eşarbıyla.
Sargılar kaç abdest kurtarır?
Bu eller kaç karın daha doyurur?
Annem nasıl doğurduysa
Doyurdu bizi
Babamın elleri.
Oysa kendisi de babasına destek için değirmende çalışıyor, ağır buğday çuvallarını taşıyordu. Bir gün bana: “Emmi neden bana işlerin en zoru düşüyor” diye bir soru sormuştu. Ben de demiştim ki: “Ferhat’ım sen her şeyin bedelini peşin ödüyorsun; yorma kafanı sen daha kârlısın.”
Çiçekleri çok severdi. Çiçek çalışıyordu adeta Tıbbî Bitkiler alanında. Akademik çalışmalar dışında da “Maraş’ın Çiçekleri” diye bir yazı dizisine başlamış ve birkaç yazı yayınlamıştı EVVELAHİR Dergisinde. Çiçekler içinde de HANIMELİ’ni en çok severdi. Yayladaki evin girişine bir HANIMELİ diktim. Hemen Yanına da bir KIRMIZI GÜL… KIRMIZI GÜL Ahmet Doğan İlbey’in anısına. Ferhat İle Ahmet Bey yan yana, daha önce olduğu gibi… Ahmet bey’in işitme problemi olduğu için Ferhan hemen yanında oturur; karşısındaki dostlarının hoş gülüşmeleri ve yüz hatlarından önemli bir durum olduğunu anlayan Ahmet Bey, Ferhat’tan yana eğilerek “ne dediler” diye sorardı. Ferhat bazen olduğu gibi durumu aktarır, bazen de şaka ile Ahmet bey’in en çok seveceği şekilde aktarım yapardı. Ferhat, Ahmet Doğan İlbey’in tercümanıydı; bizim Yazarlar Birliği çevresindeki dostların tabiriyle. Rahmetli Fazlı Bayram da türküdarıydı. Depremde Hep birlikte ebedi âleme göç eyleyince Ahmet Bey’in ardından. “Sen cennete göç eyledin bari Tercümanını ve Türküdarını bize bırakaydın demeden edemedik.
Ferhat Ağca’nın genç yaşında ebedi âleme göç eylemesi çok yaktı bizi. Fakat postnişin Mevlevî bir büyüğümüzün “ Ferhat , Mus’ab bin Umeyr gibi cennetin efendisi ve yakışıklısı olmuştur erenler” sözü, yüreğimi bir nebze de olsa ferahlattı mı insan acıya alışıyor mu bilmiyorum. Depremin ardından onca zaman geçti hâlâ ne hissedeceğimi, onca göç eyleyen dostlar, akrabalar için ağlamak, acımak kesmiyor beni. Anlayamadığım bir duygu karmaşası içindeyim. Ferhat şiirleri, yazıları, Ahmet Doğan İlbey ve Fazlı Bayram şiirleri ve yazıları okuyarak kendimi avutmaya çalışıyorum.
Bir Ferhat Ağca gelip geçti dünyadan. Hem de bizim çile doldurduğumuz, belki de çoğumuzun değer verdiği dünyaya gülüp geçti.
Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Ziraat Fakültesinden kardeşi Dr. Ömer Faruk Ağca’yı aramışlar: “Ferhat’ın ektiği kekikler yetişti hasat edilmesi lazım” diye… Ömer Faruk hemen koşmuş tarlaya ve Rahmetli ağabeyinin ektiği kekikleri hasat edip, küçük ve hoş şişelere paketlemiş ve Ağabeyi Ferhat’ın dostlarına dağıttı. Haftalardır yazmaya çalıştığım ve bir karınca boyu yol alamadığım Ferhat yazısını “artık bitirip dergi için göndermem lazım” diye karar verdiğim bu gün Mehmet Yaşar o minik ve sevimli şişelerden birini getirip bana teslim etti. “Emmi bu şişenin içinde Ferhat’ın yetiştirdiği kekik var; Dr. Ömer Faruk Ağca gönderdi. Yanında dursun ara ara koklarsın” dedi. Ben de öyle yaptım. Bu yazıyı, Ferhat’ın ektiği kekikle dolu minik şişenin kapağı açık, kekikleri koklayarak yazdım. Depremde kaybettiğimiz cümle dostlarımız, hemşehrilerimiz ve diğer şehirlerde kaybettiğimiz kardeşlerimizin ruhu şad olsun. Cümlesine Allah rahmet eylesin
Rabbim rahmetiyle muamele etsin. Mekanları cennet olsun inşallah
YanıtlaSilAllah rahmet eylesin mekanı cennet ruhu şad olsun. Merhum Ferhat Ağca benim geç bulup erken kaybettigim hormonsuz bir Anadolu delikanlısıydı.
YanıtlaSil