EY CAN/ İsmail SAĞIR













Ey can!
Sana sır olan,  bana ufuk değil ise
Elinin yettiği yer, bana doruk değil ise
Daha olmamışım… Dokun yanayım.

Ey can!
Tuttuğum ateş sana sönük ise
Onardığım sur sana dökük ise
Daha olmamışım… Dokun yanayım.

Ey can!
Benim aydınlık sandığım sana zifiri ise
Öldürdüğüm sesler sana dipdiri ise
Daha olmamışım... Dokun yanayım.


TÜTÜN KAĞIDI KABUĞU ŞİİRLERİ XI/Fazlı BAYRAM

          


         /gittin sanmıştım/





ah fantin
ah yüreğimin yangını
bir nar çiçeği vermeliyim belki de sana
parmaklarımın arasından bu kaçıncı kaçışın
gözümle görsem inanmazdım bu kadar geldiğini

kırlangıçlar senin ağzından bir şiir akıttı içime
duymuyorum sanma fantin

gözlerine bakınca kalbinde yanar oldum bu sıra
delirmeye de hazırım
hırsızın çaldığı saat günde iki dakka kaytarıyordu
şimdi kaçı gösterir bilmem
bir türkü sür bu yaraya
mahşere kadar kanasın

"BİTKİLERLE SOHBET-Durdu Güneş" / Bekir BÜYÜKKURT

Dünya hayatının cümle insanlık için gurbet olması Hakk’tan ayrılmayanları hüzne gark etmektedir. İşte bu hal, gurbette olmanın farkında olan Müslümana, asl’dan habersiz olmanın işareti olan gülmeyi ‘gaflette olma’ hali olarak ifade ettiği için, hiçbir zaman yakıştırılmamıştır. Bununla birlikte vakarı muhafaza ederek gülmek insanda var olan bir haldir. Yani gülme hali büsbütün yasaklanmamıştır.

Medeniyetimizde haddi aşmamak, alaya sebebiyet vermemek, karşıdakini hafife alıp küçük görmemek ve uydurma şeylere mahal vermemek kaydıyla mizaha ve şakaya izin verilmiştir.
Ali Yurtgezen Hocam ‘mizah’ mefhumunun genel itibariyle amacını ve hangi ölçülerle yapılması gerektiğini şu şekilde ifade buyurmuşlardır: ‘Ölçülerimize uygun mizahın sadece ve özellikle “güldürmek” gibi bir hedefi de yoktur. Her şeyde olduğu gibi bunda da ulvî bir fayda gözetilmelidir. Gergin bir ortamı yumuşatmak, muhatabı rahatlatmak, mesajı bir nükteyle daha tesirli vermek, söylenmesi gereken ama söylenmesinden çekinilen bir hakikati şakaya vurarak ifade etmek, zulme karşı bir direnişi canlı tutmak asıl gayedir.’

Ve devamında ise nasıl bir mizah olması gerektiği ile alakalı şöyle buyurmuşlardır: ‘Büyüklerimiz bu inceliği, bu hassas ölçüyü anlatmak üzere bizim gibi laf kalabalığına tevessül etmemiş; mizah, şaka, espri, nükte yerine “latife” diyerek meseleyi tek kelime ile çözmüştür. Arkasından da belki bu kavram kargaşası içinde latifenin de ölçüsünü kaçırabiliriz endişesiyle şu hükmü koymuşlardır: Latife latif gerek. Yani yaptığımız şaka, mizah, espri, ince ve derinlikli olmalı. Bir güzelliği ve hoşluğu yansıtmalı. Bayağılığın, kabalığın, hayâsızlığın, müstehcenliğin yakınından bile geçmemeli. Muhatabı kırıp incitmemeli, bilakis bir “lütuf” taşımalı ona. Ve mutlaka gönülden kopup gelmeli.’

Mizah genel itibariyle meşrep ve maharet meselesidir. Durdu Güneş; hikmet ve nükte yüklü, incelikli ve derinlikli ‘Bitkilerle Sohbet’ adlı eserinde nebatatı konuşturmuş, mizah ile alakalı ne kadar mahir olduğunu ve mizahın meşrebine uyumsuz olmadığını, medeniyetimizdeki mizah anlayışıyla örtüştüğünü eseriyle ortaya koymuştur.

Durdu Güneş, ‘Bitkilerle Sohbet’ adlı eserini yazma amacını eserinin önsözünde şöyle ifade etmiştir: ’Ben insanların bitkilere verdiği anlamlardan yola çıkarak onları konuşturmak ve düşünce dünyamıza küçük küçük pencereler açmak istiyorum. Böylelikle dünyamıza güzellik katan çiçekler, hayata huzur katan orman, soframızı süsleyen meyve ve sebzeler düşünce dünyamızda da konuşarak yeni roller alacaktır.’

Modern kentlerin betonarme yığınlarıyla yeşile savaş açması, her şeyin sahtesinin üretildiği bu dönemde, çiçeklerin dahi sahtesinin üretilmesi, insanlığın bitkilerle sohbetten mahrum kalmasına sebep olmaktadır. Hâlbuki bitkilerde de tabiattaki her şeyde olduğu gibi bir dil vardır ve yalnızca bu dili anlayabilenler o bitkilerle konuşabileceklerdir. Hakiki manada işitme melekesini kaybetmemiş olanlar bu varlıkların söylediklerini anlayacaklardır.

Yazar kitabın son sayfasında biz okurlar için de yer ayırmış ve bir bitkiyle de bizim sohbet etmemizi istemiştir. Acaba nebatatın dilini biliyor muyuz? Son sayfada bunu hepimiz kendimiz adına göreceğiz. Tabi konuşacak bir bitki bulabilirsek! 

BİR ÇUVAL TAŞ SIRTIMDA/ H. Ahmet ERALP

 
Bir çuval taş sırtımda, cehennemden birer kor hepsi.
Bir çuval taş sırtımda, cennetten birer gül hepsi.
Müjdem olmuş her biri, ağırlık değil hafifleten birer umutla.
Bir çuval taş sırtımda, korlaşıp yakmaya dursalar yanmaya yüzüm yok.
Bir çuval taş sırtımda, gül olup kokularını yaysalar dikene sözüm yok.

Bir çuval taş sırtımda, düğümünden kelepçelenmiş bileklerime; kaçsam benimle, koşsam benimle, kalsam benimle.
Bir çuval taş sırtımda, birer birer terk edip sonra çuvalımla kelepçelelenmiş yüreğime.

Bir çuval taş sırtımda, gezdirmedikleri diyar kalmadı beni; konaklatmadıkları tek bir han kalmadı, ne hanlarda lezzet var ne hancılarda.

Bir çuval taş sırtımda, hangi dostun kapısını çalsam bir taş daha ekleyip kapatıyorlar kapılarını yüzüme bile bakmadan.

Bir çuval taş sırtımda, Sahibimdedir bu kelepçenin anahtarı; açsa da bayram açmasa da . . .

TÜTÜN KAĞIDI KABUĞU ŞİİRLERİ-X/Fazlı BAYRAM












cehennemden de bahsetmek gerekir belki
bu feryatların yaprak uçlarında
kaval çalan çobanların
ıhlamurların ve çıbanların
alın yazısı bozması ipliklerinde
bir ülke düşerek gergeflere

ve köşe taşları
camdan torbalar
sarmaşıklar sonra acının renginde
sahi neydi acının rengi
                          /her neyse bağışıklık sistemi unutur bunu/

militarist bir sabır seccadeleyin
uzansa saatler
saatlerce sürse zürafanın tırnaklarında
sonra bir sabah
cehennemden de bahsetmeli belki
cennet fışkırsın saçlarından diye
dalgalı kumral saçlarından


SESSİZCE/Metin ACAR










Sessizce mi ölsek?
Evet, sessizce ölünmeli
Kargaşa çıkarmadan
Kimseler duymadan
Ve yoldan çıkmadan
Sessizce mi ölsek?

Kendimi kandırıyorum ustaca
Benden sonra dünya yaşamaz sanıyorum
Ben yoksam dünyayı koyarlar bir poşete
Sokaklara hiçbir renk konmaz
Çünkü insan bir kere solar, iki kere dirilir.

Sessizce ölmemiz gerek
Kuytu bir köşede Müslüman mahallesinde
Sonra sokaklar ölmeli ben ölünce
Nisan yağmurları da kendini alıp götürmeli
Ve topraklar işte o topraklar
Benim hamurumun yoğrulduğu
İstanbul da ölmeli...

Sessizce mi ölsek ne dersin?
Biz orta kuşak iklim çocuklarıyız
Bilmiyorum ne kadar sessiz ölünebilir
Ya da bir ölüm ne kadar sessiz geçebilir
Bizim kuşağımızdan...

Beline bağla şimdi kemerini
Şimdi sessizce uçmanın vaktidir
Kargaşa çıkarmadan
Kimseler duymadan
Yalnız bir türkü eşliğinde
Yaşamanın vaktidir şimdi...


AĞAÇ ALTI ŞİİRİ/İsmail SAĞIR













Bir ağaç altı şiiridir bu
Firezlerin, adı bilinmez çalıların, yassı taşların ortasında
Elimden kâğıdımı almaya çalışan rüzgâr var yanımda
Ama yine de estikçe rengârenk kokular hediye eder bana.

Şehirden köyüne dönmüş duygular var yanımda
Bir göl, karşımda… Kurumuş ama minik kuşları susuz bırakmayan
Ellerime izi çıkan ana toprağı, otları, taşları
Uzaktan seslenen bir çeşme, dertli; gözleri yaşlı.

Dönemem ben o şehirlere, hafakanlara
Özür borcum var burada sapan sıktığım kuşlara
Bir bisküvi, bir de su koy yine heybeme nineciğim
Kat  ala kızların, sarı kızların ardına; gideyim dağlara.

HAYAT BU BİLİRSİN.../Hilal EJDERHA












Çek bugün acıları kıyına
Otur, denizi al karşına
Bir taş fırlat bütün umutlara
Gemi yap hüzünlerini, sakla yarınlara

Sonra dersin
Hayat bu bilirsin
Gökyüzü kadar karanlık
Yanan ışıklar kadar sahte
Buğulu camdan seyreder durursun.

Bütün kapıları aç ardına kadar
Sesinin çıktığı kadar bağır
Ve ağla
Ağla ki masum görünsün en deli duyguların
Yıldız yıldız dök gözyaşlarını yüreğine

Uyan bütün bu rüyalardan
Bu gökyüzü
Bu deniz
Bilindiği gibi hayaller
Her zaman maviye boyanmıyor
Her şey olduğu gibi görünmüyor

Akıl erdiremediklerine 
Yor bir aklını
Sonra gir çıkmaz sokaklara
Anlarsın çaresizliği
İşte o zaman
Kaldırım taşlarının soğukluğunu duyarsın...



UNUTULMUŞ ŞARK/Mustafa SÖYLER









Sızlatan sıklet diyarında.
Bir avuç yaprak dökümü,
Bir gemi yelken açar birazdan.
Gözüme çarpar az ötede ki sapa yol.
İçinde bir ben yokum dalgın, dalgın iki çocuk.
Dar sokaklarda kıpırdamıyor yerinden
Tutturuyor bir eski ninni uykusu.

"Köprüden akan sular ne çabuk geçti,
Bu sözlere bu yeminler ne ağır geldi?"

Halbuki ne aynası kırık ne çivisi çürük,
Bir çocuğun içinde ufacık çok küçücük,
Alın yazıya karşı, ömür karaya...
Kapılar kapalı ardından mahşer olalı
Bir kibrit onsuz nasıl yanar?
Sokak lambasında bir şeyler eksik
Yere düşürülmüş 60’lı bir fotoğraf
Bir asker ve gelin
Ben şu duvara bakıp, dalarsam..
Tez gelesin...



***
HAYAL MEYAL














Ansızın bu soğukta kapımı çalan
Uykuyu bedenimin ağırlığına koymuşlar
bir beklenmedik yüz
bir gizemli yüz
bir sözü içinde söz
Eflatuna çalan karaltılar
belki ne için yaratılmış
Sorular sordukça
sanki hasta bir çocuk gibi eriyip bitiyordu
Belli ki yanılmıştı
Çünkü ortalıkta bir ben bir gıcırdayan kapı bir de gizemli yüz
Nedir derdi? Nicedir hali?
Bir türlü naz çekiyor
Adım adım beni kuytuda bulduruyordu
güldürüyor…
Bir ressam olsaydı dersem
Bu anı ne güzeldir Allah'ım
kapkara boya olacaktı
kirlenmiş buğulu gözleriyle
üç cümle fısıldamıştı belli ki
O üç cümleden ibaretti belli ki ilacım


Neden peki demiştim:
Sorma dedi sorma ben uğrarım böyle sağlıcakla kal şöyle Üzgün, mahsun bir şekilde kayboluvermişti
Pencerelerinden alaycı insanların kahkahaları sessizliğe dem vuruyordu Ve ben belki annemin salladığı beşikten hiç kalkmamıştım İlahilerle çağıran erenlerde yoktu dua eden var mıydı?
buz gibi esen ılgıt rüzgarlar
yönümü doğuya çeviriyordu
kıpırdama ya devam eden sinir bozucu kapıya tekmelerle susturmuştum Sonra tekrar yatağımın soğukluğuna başbaşaydım
kapı gıcırdamaz olmuş
hiç değilse bir müddet böyle olacaktı olmalıydı da
telaşla bir şeyi unutmuştum
yataktan fırladığım gibi
Çayı ocakta unutmuştum.


***
DİLEKÇE














İsmim namert yolundadır
Çarkını döndürmediğim kinden kavuran ateş...
Tenha ile buluşup söz söylemek hasımla hısımla 
Sır çolağımı keser biçerim daha kangren sürmüş yüzümü!
Çorak toprak adamıyım tırnaklarımın içinde dolu boğuşuk kavgam.
Hisler… His yıkmaz his sanmaz satarım naraları  
El, avuç.. Dilekçe yazıyorum en üst mevki aşk âmirine!
Hayallerden sağanak sağanak yağansa elinde ıslandı
Lüks koltuğunda yaylar kıpırdadı
Alışık değildir mazluma el açan iyilik erbabı
Bugün... Yarın... Şikâyetler onu da soracak
Belki peki cevabı da belli
Yayladan tutuşan güzeli nerden bilsin?
O hep bilindik makamlarda çalınır durur
Biz bir solukta ecel ile pençeleşirken
Gençliğimi de yandıran arzuya
Arzu halimle cevap verdiğim için
Yatak hapsinde durur dertli oğlan!
Kamber olsam da, kambur da
Şikâyetim bitmez makam delisi!
 Dilekçe degil de sen yaz o pembe defterine dolmakaleminle 
Duyarsan sesimi bilmezsin yabancı
Görürsen bu yüzü ruhsuz saadettir en acı

Ve senden habersiz ilden ile dolaşır 
Nice sensiz sensiz yanarım 
İlden ile dolaşır yurt eyledim el yurdunu
Ortada kaldım (ey) orta Anadolu!

Mustafa SÖYLER(20.01.2016-02:14-Nevşehir)



***
HEYECAN










Kimileri siyah der kimileri kara
Alnıma yazılmış kara kara ve ben belki
Rüzgârdan tutuşan gecenin serinliği
Ansızın tutuşan orman misali
Sarp kayalara uğramış gemi reisi…

Halbuki boğazımdan geçmeyen
Boğazımdan düğümlenen
Boğazımdan aşmayan ekmek
Kökleri dalları bir…

Kararır kararır nereye varır?
"Nefret” şu badeye yakışır mı?
Şu dağlara seslen;
Kör düğüm dolaşır, durur…

Kararır, kara!
Kara büyücüler.
Etrafim yiğidi harcar olur.
Sazım sırlarımı söyler,
Ellere gün, bana beni söyler
Beni bırakmaz ellerle
Heyecan,..


***
İHTİYAR

Uzun kış bastırdı belli ki
yağmayacak mektuplar
nerede o beklediğim
mektuplar
gülümseyip varılmaz tadına
dediğin küçük
çok küçük 'nasılsın'
gün doğmaz sanan ben
belli ki tren rayları
çiğnenmekten
bende yalnızlıktan
ya ne demeli?
sabaha kadar uluyan köpek
dünya geceyi nöbet yazmış
bu nöbeti gece bana satmış
güzel elmanın içine pazarcı
çürük atmış
nöbeti iyi yazmış
nöbeti üstüme yıkan gece
bi hayli keyiften uyur
bilmez ki
ya nıır!
bre cahil
oysaki
beni nöbete alıştırdı alıştıralı
o uyurken
ben gecenin düğümünü
çözerken
o benden bi haber
sanır ki; ben ahmak
dünyanın tüm derdini ben almışım sanki
gecenin eteğinden tutmuşum tutuyorum
artık o beni değil ben
onu yazıyorum
gurbet bi hayli gezinir oldu dilimde
gurbet el açtırır
diz çöktürür
sıla dilinde
sıkılan sıkar dişimde
canımı sıkan poyraz sana katlanmak zor düşümde
hayalimi yıkan yığınlar ismim
nerede?

Kırk yıl arar dururum
ömrüm geçtiği otağım
adım adım dilimle dolaşan türkü
yaş geçmiş
varmış ömür çırasına ihtiyar!
gelmiş eline baston
gayrı susamış gözlerine damlalar az
ve belki çıkıp şu yaylaya avaz avaz...
koyun sürüsüyle eğlen kah
gözlerin uzağı aramasın
aradığın;
Maraş, toroslar...
***
DELİ TAY




Yağmur hasretinden kudurursa?
Kuşkuyla gönül okuna varsam,
Korkuyla matemini dilensem,
Vursam, sürgüne yokuş, aşağı…

Duvara hayalinin resmini çakarım
Bir çivi sağlama alır seni
Ben ki; fukara aklından olur
Sana meyletsem su içerim kana kana.

Yılan istemez içtiğimi
Herkestedir derdin keremi,
Burdadır, can içre veremi,
Duydun işittin mi?
Bir kara yağız tay
Görür talihimi
feryat,figan olmaz olsun
Deli tay yazıklanır.. 

***  TÜRKMEN KALESİNE BAYRAĞIM GELMİŞ















Yolum uzun, yüküm ağır
Biri der; sevdan, yükünden de ağır!
Vazgeçme, şimdi ilerle ağır ağır!
Türkmen kalesine bayrağım gelmiş

Kaç yıl, kaç bucak var hedefe?
Dağ, taş, ova bir bilse gittiğim hedefe!
Serhat boylarından, Türk illerinden
Türkmen kalesine bayrağım gelmiş

Bozkurtlar insin ovaya;
Şeref versin Türkün bayramına
Düğünümüz olsun, neşe yanında
Türkmen kalesine bayrağım gelmiş

Alparslan’ın atını sevmişim
Yoluma İmanımı ve yüreğimi adamışım!
Ömrümü vatanıma, milletime adamışım
Türkmen kalesine bayrağım gelmiş

Biri der; yolun sonu geldi
Er yiğitler, koca yiğitler geldi
Ve biri yine dedi ki;
Türkmen kalesine bayrağım gelmiş



***

YİNE DERTLER

Ne Eylülü ne kasımı... Bu başka vakit; dilim dönmüyor. Kocaman gökten yıldızlar dökülmeye başladı. Bir sihirli gece bir eda uçuşur? Kafamda gariplik.. Bir bilinmedik tebessüm nerde ne yitirdim? Sabah melekleri gelir üstüne saçar ne dileğin varsa ol diyen oldurur doldurur içini elbet.

O dağda bir ayaz, bir uyuz, sessizlik kurt; inim inim inliyor garip yusufçuklar eşlik ediyor zindanlar. Zindanlar… Bir mahzen mi var önünde? Bu mudur içindeki engelin? Ya yüreğin?



***

BEN BENDE DEĞİLİM














Sinemi çiğnedi
Yıktı viraneleri geçti
Ah viraneler viraneler
Her gecenin sabrında
Tesellin yetmiyor...

Kör düğüm bu
Aşılması zor
Başka derdine benzer mi bu?
Çok ağırım,
Çok karışık
Dolaşık beynim
Beynimden vurulmuş gibiyim
Her yaptığını yer yutar gibiyim?
Ben 'sen' desem
Çatar kaşlarını
Nağmeleri döksem nafile

Sana sesleniyorum
Bütün aşkın ilacını veren tabip
Güzel konuşan tabip
Gönlümde çoşan tabip
Kalbim! tabibini bil
Bir gün olursan aşık.




UNUTTUK, AFFET ALLAH'IM!/Bekir BÜYÜKKURT

'Sekerat anında bir dava-fikir adamı!'

Taşrada, soğuk sokaklarda, sokak lambası altında, dava türküleri dinleyerek afiş asıp, fikir teatisinde bulunduğumuz günleri unutup; Ankara'da davanın kaymağını yemekle meşgul olduk. Affet Allah'ım!

Bir simidi beş kişiyle yiyip millet olmanın heyecanını yaşadığımız samimi günleri unutup;  fix menü yemekli programlarda tabaklarımızı doldurmakla meşgul olduk. Affet Allah'ım!

Açlıktan kaynaklanan mide gurultularımızı bastırsın diye dava türküleri söylediğimiz günleri unutup; hazımsızlık problemi yaşadık. Affet Allah'ım!

Soğuk kış günlerinde dolmuşa binecek parayı bulamayıp kilometrelerce yolu dava ve fikir için vecd ile yürüdüğümüz günleri unutup; son model arabalarımızla mevkidaşlarımıza caka satmakla meşgul olduk. Affet Allah'ım!

İki odalı, sobalı evlerimizde milletin derdi ile dertlendiğimiz günleri unutup; kaloriferli, klimalı, dört artı bilmem kaç odalı dairelerimizde, lüks villalarımızda millete çekeceğimiz nutukları düşünmekle meşgul olduk. Affet Allah'ım!

Kutlu bir milletin ferdi olaraktan millet ile birlikte olduğumuz günleri unutup; fildişi kulelerimizden fikir ve dava adamlığı yaptık. Affet Allah'ım!

Millet hastanesinde doktor kuyruğunda sıra beklediğimiz günleri unutup; uz. opr. doktorları ayağımıza getirdik. Affet Allah'ım!

Ay sonunda faturaları ve mutfak masraflarını denkleştirmenin çilesini çektiğimiz günleri unutup; modası geçmiş yenilenecek ev eşyalarının, yeni yılda modelini yükseltmeyi düşündüğümüz arabalarımızın ve yeni gayrimenkullerimizin peşinde koştuk. Affet Allah'ım!

Sigortalı, asgari ücretle helalinden kazancın peşinde koşturduğumuz günleri unutup;  bilmem kaçıncı şirket ortaklıklarımızın kulu-kölesi olduk. Affet Allah'ım!

İşçi ve memur ağabeylerin bağış ve yardımlarıyla fikir ve dava ocaklarımızı tüttürmeye çalıştığımız günleri unutup; ihale ve fuar peşinde yaltakçılık yaparak kucaklarda terledik. Affet Allah'ım!

Dava ve fikir çerçevesinde, seküler ve maddeperest dünyanın dayatmalarına karşı dik durma gayreti içerisinde olduğumuz günleri unutup; fikir ve davanın yeri burası değil deyip seküler dünyada gırtlağımıza kadar maddeye boğulduk. Affet Allah'ım!

Çocuklarımıza en iyi geleceğin iman, ahlak ve karakter ile olacağını söylediğimiz günleri unutup; çocuklarımızın geleceği adına ceplerimizi şişirmek ve banka hesaplarımızı kabartmakla meşgul olduk. Affet Allah'ım!

Adamlığın temel kriterini karakter ve şahsiyet olarak gördüğümüz günleri unutup; adamlığı para ve makamla eşdeğer gördük. Affet Allah'ım!

Bir kalp kırmanın Kabe’yi yıkmaktan da kötü olduğunu unutup; dostlarımızın kalbini kırdık, gönlünü paramparça ettik. Affet Allah’ım!

Zamanında bize sunulan haram kazancı, adam aldatmacayı, dolandırıcılık yapmayı, riyakarca davranmayı elimizin tersiyle bir kenara itip Muhacir gibi, Sudanlı Zenci Musa gibi alın teri olan hamallığı tercih ettiğimiz günleri unutup; nereden geldiğine bakmadan daha fazla kazanmayı, çalıştırdığımız işçilerin hakkını gasp etmeyi vicdanımızı bastıracak yöntemler kullanarak gavura bırakmadık. Affet Allah'ım!

“Nasıl yaşarsanız öyle ölür ve nasıl ölürseniz öyle dirilirsiniz”



AŞK-I HAKİKİ‏/Murat TÜRKMENOĞLU
















Üzülme bu gece de mehtap suya düştü diye,
Yıkanıp kurtulmak diler,
Dünyanın kirinden, pasından,
Yeni esvaplarını giyinip,
Çıkmak ister,
Yârinin karşısına,
Dünyalık değildir onun derdi,
Kavgadan, gürültüden, hayâsızlıktan uzak,
Hiçbir âdemoğlu değmemiş,
Dağlarda, taşlarda,
Yaratılan en güzel yemişlerde, kuşlarda,
Arar saadetini biçare,
Dolanıp, dolanıp da aradığı,
Bir aşk ki candan öte,
Öyle bir aşk ki aşktan öte...

MALUMATI MAHKÛM KALAN RUHUNA HİTABEN/Sadık ÖNKALALI













Gri rengine siyah çalmış hayat. 
Aklıktan yoksun, çaresiz, bir başına, 
Bedelsiz sandığın bu yaşam.
En ağır külfetin, yalnızlık nakşetmiş ruhuna.

Ve kalırken kaderinle bir başına,
Ağlayışlar unutturmaz yaşananları,
Sızın sızmaz oldu ruhuma. 
Hissetmez olduğum kadar seni,
Beldemin sana ayrılan toprağı, 
Hiç olmadığı kadar çorak.

Ne su tutar artık onu ne bir bakmak,
Ne de senin adını toprağa kazmak.
Tutmaz gayrı göğe, dağa, taşa,
Sevgini yazmak.
En makulü bu olur, senin yalnızlığa yaptığın gibi susmak.

Belli, bilirim ki konuştuğunda kelimelerin suskun,
Akan gözyaşın sana vurgun, biraz da yorgun,
Kimsesizliğinle ahvalin durgun, biraz da solgun,

Neydin be ilk zamanlarda da şimdi ne oldun? 
Bunca zaman sustun da sonunda kustun.
Sabra erdikçe muradın da geçinen bir kuldun.
Sen, aslında, yitip bitemediğin engebeli bir yoldun. 

Durduramadığın yasaklarının en büyük kefaletini,
Ödemiş kasvetinde, yalnızlığın bir bir.
Tahminim, tininde yaşadığın sefaleti,
Haris bırakır bir başka kişi,
Var ya o! Hani senin iliklerine işlediğim,
Ruhuna dokuduğum o manevi,
İşte o öyle bir şey ki, asla yoktur eşi,
Sanma ki sakın var benzeri!

Sandığın anda, işlersin bir yasak daha!
Dokursun gri rengine bir siyah daha! 



***


TÜRKÜN CEFASI HAK DAVAS












Can acısı canlar gider bir bir...
Her milletin sefası bin, Türkün cefası bindir.
Kılıç olmaz , dövülmez ise demir.
Her milletin sefası bin, Türkün cefası bindir.

Bu cefa Rabbinden Türk'e verilmiş büyük bir hediye.
Bir Allah kulu diyebilir mi Peygamber cefa çekmemiş diye.
Lütuf'a sakın ola isyan edilmeye.
Her milletin sefası bin, Türkün cefası bindir.

İbrahim'i ateşe atan nemrut ! kâfir !
Halilullah'ın cefası, ateşte cennet bahçesidir.
Kafirin sürdüğü sefa giderken bir bir.
Her milletin sefası bin, Türkün cefası bindir.

Haksız sefaların sonu hep hezimet
Haksızlık yerine milletime cefa yeğdir.
Durmaz Türk sürer hak yolunda hizmet.
Her milletin sefası bin, Türkün cefası bindir.

O cefa ki bizlere kutlu tek dava
Türk'ün kararı keskin, inancı birdir.
Cihan dar gelir "Allah Allah" nidalarıyla
Her milletin sefası bin, Türkün cefası bindir.
***HALEP SOKAKLARI















Yabancıydı mutluluk halep sokaklarına. 
Sıcak evlerinden muzdarip,
Nerde bir sıcak lokma ?

Evlerinde yanmaz sobaları,
İçlerinde tutuşmuş sobanın korları,
Ağlar minikler  çocukluk  uğramaz oralara.

Annesini kaybetmiş küçüğün gözyaşları,
Feryat mı? Figan mı?  Anlatılmaz yaşadıkları .
Kelimeler yitirilmiş oralarda,
Hayatına köşe kapmaca oyunları,
Döner durur Halep sokaklarında.

Ne yapacağını bilmez oranın halkı,
Kırmızı renge bürünmüş Halep sokakları,
O renge mühür olacak ay-yıldız !
Çıkartılacak bir bir  mazlumun ahı. 

Kökünden kopacak maşayı mesken tutan el
Dayan mümin kardeşim dayan,
Halep’in belinden çıkacak o yel .
Subhane rabbiyel aliyyil alel vehhab nidalarıyla duanı et .
Kulların yalvarır Yarab Halep'e Rahmet.
Kulların yalvarır Yarab Halep'e Merhamet.


***
VATANDAN BATAĞA














Sanma Türk'ün Töresi unutulur,
Unutulursun sandığın anda.
Yapma mazluma zulüm,
Türk'ün tokadı dört bir yanda.
Satma paha biçilemez kendini,
Biçilen ruhun dikilmez sonra.
Atma tohumuna nifakı,
Ararsın kaybettiğin aklı mumla.
Susma vatanına kirli emellerde her kimse,
Sular taşar sen sustukça
Katma haksızı haklıya sakın,
Kattığın zehir olur, ekmeğinde maya
Durma varsa Hak dışı eylem,
Rabbim yanındadır Hak yolunda.

Susturulanlardan olursan eğer 
Ne evlat, ne ana, ne de baba,
Bir bakmışın haktan muzdarip olmuş meğer 
Eş, dost, akraba!

Maşanın ucu kor tutuşu serin.
Türk’te inme gerçeği derin derin.
Türk'ün en büyük düşmanı senin,
Sattığın, o ucuz karakterin ...


***
SEN YOKSAN












Sen yoksan eğer ben de yokum
Sen yoksan eğer, içim sıkışır
Duygularımdan geçen ruhum kırışır
Karalanır bahtım, görülmez hülyalı deniz
Ufkum lanetim olur, her yeni doğan gün gibi
Sen yoksan eğer, gözüm bilmez 
Gönlümün görmediğini gözüm görmez
Kör olurum aklım ermez
Tükenmekte olan izmaritim sönmez.

Sen yoksan eğer, aşk üç harften ibaret
Sevgim, sevene ihanet
Yaşamak bana her an eziyet,
Eylemişim bir kere seni kendime meziyet.
Sen yoksan eğer, hayallerimin ziyneti gider
Gidenin yerine, gelir keder.
Senin yokluğun, beni sürükler
Kim bilir belki şimdi, belki sonra
Herkesin gideceği yere,
Erken giderim ben bu yolla
Görür müyüm seni gözünde yaşla
Farkına var ve ellerine bak sevgili
Boşken aramayasın sakın beni.
Kıymetini bilmediğin günden beri
Geri dön deme sevgili, dönemem. 

Vakit daha erken, zamanı yen 
Benim yolum sen, hasretim sen, özlemim sen
Satırlarım da sen, ömrümde sen, yaşama arzumda sen
Sen yoksan eğer, düşün sevgili, artık var mıyım ben.