DEMEDİ DEME / Nurcihan KIZMAZ



Gidersen unuturum bak
demedi deme
silinir gözümden
cennet gözlerin
uçup gider hayalimden
hayalin

Unuturum sabah kaçta
kalktığını
çayına kaç şeker
attığını

Sesini unutur kulaklarım
dinlemem bir daha
mırıldandığın
şarkıları

Unuturum meselâ
hiç şiir sevmediğini
yağmuru sevdiğini
yağmuru seven
şiir de sever
öyle bilirim
ben yagmuru sevmeyi
bir şiirden öğrendim
ama sen gidersen
unuturum

Yazıp yazıp buruşturup
atarım
ulaşmaz asla sana
mektuplarim

Sen gidersen
ben de giderim
unutur giderim...

NEDEN BOSNA’YA GİDİYORUZ? / Bilge Doğan


Çocukluğum ve gençliğim büyüklerimden Bosna’yı dinlemekle geçmişti. Bana anlatılanlardan daha güzel ve anlamlı bir Bosna karşıladı geçen yıl beni. Evlad-ı Fatihandık ve ayrı düşmüştük. Türlü çilelerle tarihimiz örülmüştü; dedelerimiz canı pahasına bu vatanı bırakmıştı bizlere. İşte Bilge, bu topraklara kardeşlerini kucaklamaya; Türkçe öğretmeye gitmişti. 

Bize düşen, Türkiye sınırlarının içerisine sıkışıp kalmamak; akraba, millettaş, ümmettaş olduğumuz Bosna-Hersek, Suriye, Filistin, Afrika ülkeleri, Asya’da Türkî Cumhuriyetler olmak üzere bütün kardeşlerimizle; maddi-manevi herşeyi paylaşmak; kucaklaşmak; elimizden geldiğince yaralarına merhem olmak ve hâlleşmek... Ben bugün Bosna’ya gidebiliyorum, imkanım olsa hepsine koşmak isterim. 

Mirasçısı olmaktan gurur duyduğumuz; Asr-ı Saadet’ten gelmiş en büyük İslam İmparatorluğu Osmanlı’ya her müslüman devletin katkısı olmuştur. Fakat en büyük katkıyı sağlayan, Hristiyan dünyaya sınır olması nedeniyle çok bedel veren Bosna’ya çok şey borçluyuz.

Bosna-Hersek, Avrupa’nın kalbinde, beş yüz milyon Hristiyan dünyanın ortasında, iki milyon Müslüman kardeşimizin yaşadığı evlad-ı Fatihân diyarı masal ülke Bosna...
Boşnaklara bakıp kendimizi her gün sığaya çektik, yeniden çekeceğiz. Alçak gönüllü, iyi kalpli, nazik, cömert, ilgili, gerçek ve samimi Müslümanlar. Bunca acıya, yaraya rağmen keyifli ve sürekli tebessüm içreler. Dert anlatmak, şikâyet etmek ayıp onlarda. Sizi sevdilerse, mutlu etmek görevleri; ağzınızdan çıkan her söz onlar için emir. Masal gibi ev ve bahçeleri, çiçekli pencereleri, ceylanlı ormanlarıyla, Allah’ın lütfu muhteşem doğası ile tertemiz, düzenli ve mis Bosna, ender şehir Cazin.

“Kardeş Dili” Türkçeyi öğrenmeye iştiyakla gelmişlerdi. Dil öğrenmeyen yetişkinler de vardı, onlar da kucakladılar dostlukla ve kardeşlikle bizi. Anladık ki duyguların lisanı yokmuş. Kalbî bir çok duyguyla bizi nerdeyse her gün mutluluktan ağlattılar. 

Cazin, Türkçe öğretmeye gittiğimiz şehir, Bosna’nın kuzey, Hırvatistan sınırında, cennet gibi huzurlu, küçük bir şehir. Müslüman nüfus ağırlıkta olduğu için de evimizde gibi hissettik kendimizi.

Cazin’in yolları huzurdan, nezaketten cömertlikten, kardeşlikten ve çiçekli güzel evlerden...
Vesile olan,  bizi yüreklendiren, yolumuza ve gönlümüze ışık tutan Osman Nalbant Amcamızın hakkını ödeyemeyiz. Şehrimizin kültür ve medeniyet elçisi Osman Amcamız, yıllardır kurduğu Boşnak-Türk kardeşliği köprüsünden bizim de geçmemize vesile oldu hamdolsun. Cazin Belediye Başkanı Nermin Bey ve milletvekili Mirsad Bey’e bizi şehirlerinde misafir ettikleri için minnettarız. 

“Kardeş Dili”ni öğrenip, “Sizi çok sevdik, yine gelin, bizi sakın unutmayın” diyen Boşnak gençlere “İnsan kardeşini unutur mu” diyen Bilge Hoca ve Sibel Hoca; vefalı, iyi yürekli, nazik gençlerin iştiyaklı davetlerine bahtiyarlıkla icabet etmek için yeniden Cazin’e gidiyor. Geçen yaz iki ay, Osman amcanın gelenekselleştirdiği Türkçe kursunu vermeye gitmiştik. Bu yaz yeniden gidiyoruz.

Bosna’nın coğrafyası, insanları, günümüzü, tarihi ile ilgili söylecek çok şey var. Geçen yılki anılarımızı da ekleyerek günlük şeklinde anlatmaya çalışacağız inşallah. 

Yollar bir film şeridi gibi geçiyor gözümün önünden. “Razbolje  ve Sultan Sulejman” dinleyerek yeniden düştük yollara. Haybeye bir ömür yaşamak için benim vaktim az ve kıymetli.  Dünyaya sadece çalışıp para kazanma; ev-araba alıp yıllarca borç ödemeye ve sadece baba-anne-kardeş-evlat olma misyonuyla gelmedik! Gerçek bir Müslüman bunları da hakkıyla yapar. Bunca acı ve yara varken Müslüman tembellik yapamaz! Siz de vaktinizi bereketli kılın ve bir yerden başlayın.
Hakkınızı helal edin, dua edin; Allah utandırmasın, yolumuzu açık etsin inşallah.


Tahta / fazlı bayram


         
/mustafa alper taş’a/










bir eseri ancak bir şiir tarif eder belki diye
sapladım böğrüme kalemi canım yanmadı
hal kalmadı bu esere değince canım 
can kalmadı yanacak zaten yanmış

geceye at süren şair
senin ervahında gamzelerimin izleri
kapımda dikiş tutmaz teraziler
yalvarış
yalvarış
biz yakarış diyoruz hasan ağabeyle haberin olsun
son zamanlarda bu zamanların
temas ettiğim en yüksek eser
görüyorum bağrını bağını şair
eserinde kurtuluşunun ayak izlerini
seni görüyorum duyuyorum yani
yani
yalnız değilsin şair


Yalvarış / Mustafa Alper Taş



gökyüzüne doğru ayılan
şu göğsümdür yar onu

camıyla parçala günümü
soğuk dudaklarının

bir suya tut aklımı
pınarında tutuştuğum

ben dalını kurutan ağacım
canını veremeyen incirlere

bu talihimdir benim
seni gecede yitirdim

yolunarak perçemimden 
bir menekşeye benzetildim

kendinle sağla hikayemi
parıltılı hevesinle kes

duyma daha fazla ne olur 
eline dolanan sesimi



NİSAN YAĞMURU / Enver ÇAPAR




Mübarek  bir doğuma hazırlanan yeryüzü,
Onu arındıran Nisan Yağmuru,
O gün aldı adını.
Rahmet oldu alemlere, sağanak sağanak
Irmaklar ve denizler sırılsıklam.

Doğunca ebediyet nuru
Gökyüzü aydınlandı, yerin yüzü güldü
Yüzünü yağmura dönenler
Aşk deryasını boyladı

Düşen her damla,
İnciye dönüşüverdi okyanusun koynunda.
Yeşeriverdi çöller.
Bu gelişle yeniden dirildi dünya.

Gökteki yıldızlar,
Işığını O’ndan aldılar
Birer ayet gibi nakşedildiler
Görünce en mutlu olunan insanı gördüler,
Geçmiş ve gelecek.

Kardeşlerimi özledim buyurdu.
Yüzü hep tebessümdü.
Ona kardeş olmak ne büyük nimet.

Selam durur kalbimiz, duyunca adını
Biz de alsak selamını, bir rüya bitimi.
Herkes duydu ismini, müminler kalbinde buldu.
Gül kokusu sarınca bütün alemi
İçten yanmaya başladı yürekler
Mübarek hırkadan pay almak da var.

Dinmeyen yağmur kuşatıverdi çölü.
Toprak hiç böyle kokmamıştı.

Ay ikiye bölündü, aşkıyla durmadan döndü
Bulutlar perde oldu, mahcup güneş saklandı
Adı Muhammed gönle muhabbet

Daima düşünceli hâli
El Emin’di bir adı
Kalbe şifa sözleri, yolumuzun izleri
Mübarek alnında sabır çizgileri

Yağmurun ömrü yeter mi seni anlatmaya
Adını duyunca gözlerden başlar akmaya

Cebrail ve melekler, göğsünü yardılar
Dünyanın en güzel kalbine şahit oldular

İki cihan güneşi, güle hayat nefesi
 Seni sevmeden giden birisi
 Aldatmış sayılır kalbini

Çocukların dostu, yetimlerin babası
Neden çok seviyor onlar seni
Kalplerinden başka yok sermayeleri

Çocukluğun beyaz bir bulut
Gölgesi hep üstümüzde
Hayatın ter temiz sayfa
Ezelden ebede çağlayan ırmak

Gönülde dillenen ilk senin adın
Yabancı değil bize, garipliğin, yetimliğin
Hüzün peygamberim.



BABAMIN GÜLLERİ / A. Fuat BAYRAM


Her gün sular güllerini
Çiçek açsınlar diye
Mis gibi kokuları
Babamın gülleri

Çok severdim gülleri
Hele de babamın güllerini
O güllerin yeri bir başka

Ben de sulardım
Babamın güllerini
Çekerdim içime mis kokuyu
Dedim ya o güller bir başka

Her hafta çiçek açardı
Babamın gülleri


Kahramanmaraş Doğukent imkb orta okulu 5/B sınıfı 



***
ANNEM









Beni yetiştiren sensin
Büyüten sensin
Sen benim canım annemsin

Ara sıra döversin
Döverken seversin
Sen benim canım annemsin

(K. Maraş Doğukent İlkokulu. 4 sınıf)

PASLANMIŞ KURŞUN / Büşra DEMİRAL



I.
Yüzünde güller taşıyan çocuk,
Kalbinde paslanmış kurşunlar saklıyor.
Bir annenin ölüme değiyor elleri,
Parmağındaki acı ciğerini yakıyor.
Bu biraz da yılanın zehrini akıtması gibi,
Öyle yavaş öyle sıcak.
Nedir bu genzimizi yakan barut kokusundan başka?
Barut ki durmadan küf kokusu saçıyor etrafa.

Nedir bu ölümün söylenmesi türkü boyunca?
Ölüm ki mesafe koyar anne ile çocuk arasına.

Ölüm, sanırım biraz da altı delik kova ile su taşımak yangına,
Öyle hazırlıksız, öyle çaresiz.

Güneş batıyor yavaştan,
Yıldızlar bu gece de kayma telaşında.
Konuyorlar bir bir mezar taşlarına,
Şehir daha çok ölüyor yelkovan sağına kaydıkça.
Şehir burada biraz da kuyu aslında,
Öyle derin, öyle karanlık.

II.
İnsanlar doymaz varlıklardır.
Peynir yer zeytin yer ekmek yer doymaz.
İnsanlar açtır sürekli,
Elma yer, su içer doymaz.
Vampirleşir kan içer,
Kendinden geçer anne yer, çocuk yer.
Gözü kararır baba yer, doymaz.
İnsanlar açtır,
Açtır ve zalimdir insanlar.
Her şeyi yer, sonunu hazırlar.
Kara delik gibidir biraz,
Öyle aç, öyle korkunç.

III.
Bir çocuk gülecek olsa bir babanın gözleri ışıldar.
Umut deniliyor buna,
Umut ki yaşamanın en güzel parçası,
Yaşamak burada biraz da;
yarışması gereken uçurtmaların savaşması demek uçaklarla..
Öyle hazırlıksız, öyle isteksiz.

Uçaklar,
Ki önce bulutları yarar uçaklar,
Sonra yürekleri.
Yürekler ki her biri tek başına bir aile burada.
Biraz çocuk biraz anne biraz baba aslında.

“ŞU KANLI ZALİMİN ETTİĞİ İŞLER” / H. Ahmet ERALP




Kaç ayrılığa kaç köprü yapıldı bugün
Kaç yıkıma kaç köprü düştü
Hangimiz kadar sarıldık 
Kimler kadar ayrıldık bugün

Kaç avuç toprağa 
Kaç damla su yeter 
Bir güle kaç diken düşer

Bugün hangi bahçıvanın elinde makasımız
Hangi gülün bedeninde 
Damarlarda dolaşan kanımız

Hangi dağlardan topladı bunca el bunca taşı
Kaç atışta kaç kere vurdu dost gardaşı
Ne vakit karıştı dostun gülüne
Şu ellerin taşı

Kokuları kadar yayıldı kanımız
Dikenleri kadar acıttı dilimiz
Bir fiskesi şifa iken yüzümüze
Şerbet şerbet sulandı toprağımız




GENCÖLENKIZLARINŞARKISI / Sibel Kök



Yirmibirini Allah'a kurban eden
Bir gül yüzlü daha düştü dediler toprağa
Yer ağladı, gök ağladı, dağ ağladı
Kanınla suladığın toprak ağladı
Meryem ağladı, İsa ağladı
Uğruna can verdiğin Filistin ağladı
Irmak ağladı, deniz ağladı
Bir eşi gayrı boyunda taşınacak yüzük ağladı
Kanlı gömleğine yüz süren melek ağladı
Dağ ile taş şahitlik etti de gök ekinin şehadetine
Bir bizim Razan,
Lal kesildi dillerimiz
Affet!

Sen orucunu şehadetle açarken
Biz beş yıldızlı bir otelin restoranında
Mütevazi iftar soframızı
Paylaşmakla meşguldük
Beğenisi bol sevgili takipçilerimize

Halkının yaralarını sararken sen müşfik ellerinle
Kederli yüzünde binlerce korku
Yine de merhem olmak için bir yaraya daha
Dimdik dururken elif misali
Bizim ayaklarımıza kara sular indi
Çok katlı avmlerin şatafatlı mağazalarını gezmekten
Affet!

Geri durmadık elbet sosyal medya gündeminden, çok da pervasız sayılmayız
Kahrolsun dedik siyonist İsrail
Kahrolsun mazluma kalkan eller
Hesap sorduk senin ve halkın adına
Başkaldırdık zulmün ağababalarına
Filistin bizimdir dedik sonra,
Anasayfamızdaki "ne düşünüyorsun?" sorusuna
Filistin bizim, biz müslümanlarındır
Yeryüzünde kaç Müslüman kaldıysa!

Belki de Razan hakkıyla tutabilirdik yasını
Önümüzde seçimler olmasaydı eğer
Çok partili sistem iyidir, görüyorsun ya
Şaşırdık hangi birine güleceğimizi
Meydanlarda stand-up yapan liderlerin
Mesela daha geçen gün biri "yıkacağım" dedi yapılan her güzel şeyi
Elifi gördü de mertek sandı ötekisi
Politika şöyle dursun
Biz kalbimize dönelim en iyisi
Sahi bir kalbimiz vardı değil mi,
Hatırlamamak için direndiğimiz?
Yine de içimizde bir yer
Öyle bir yer var ki
Adın geçince sızlayan
Direndiğimiz ne varsa yerle bir ediyor
İnsan kılıyor bizi yeniden

Yani demem o ki Razan,
Yüzünde genç ölmenin tereddüdü
Gözlerinde ülken
Ellerinde isyanla sen
Suskunluğumuza bir bıçak gibi inensin! 



şairin şiiri / fazlı bayram



ve şairler tırnağıyla kanatır geceyi
çay içtikleri
günah işledikleri

ölüp ölüp dirilenlerin mağarasında
yosun tutmaz gaz ocaklarını
eller aydınlığa tırmanır eceli
parmak uçları kanayarak yırtılır gece göz önünde

sonra güneş doğar ülkemin ütopyaları arasından
ve şairler
sıradan insanlar gibi karışır işe giden kalabalığa
iyi bir şiir olsun ister geceye değsin kabahatleri

yenilgi
avuçlarında ırmaktır şimdi
ertesi gün yine gelir kavgaya
dün ki gece gibi
ve şairler tırnağıyla kanatır geceyi
çay içer gibi
günah işler gibi


bahçelerin ölümü / mustafa alper taş




kalbinde katılaşan aynanın içinde
soluyor güvenliği bahçelerin
bir köpek soluyor duvarını
bir çiçek bölüyor uykusunu

sen de salındın bu gecelerde 
ismin bağırıldı nehirlerde

taşkın kahkahası parçalıyor günü
sızıyor kanla benzerliği sözlerinin
resmimize 
bir de denizden bakıyoruz

sınavı bileklerinden olan 
sıkıyor yumruğunu sulara


ONBİR AYIN SULTANI / Teyfik KARADAŞ



Gelişini on bir aydır bekledik
Hoş geldin sen on bir ayın Sultanı
Hasretine her gün hasret ekledik
Hoş geldin sen on bir ayın Sultanı

Zincirlere vurdun büyük şeytanı
Refaha kavuştu yurdun dört yanı
Bereketin mest ediyor insanı
Hoş geldin sen on bir ayın Sultanı

İftar vakti şenleniyor sofralar
Aydınlattı karanlığı mahyalar
Sen gelince bizim oldu dünyalar
Hoş geldin sen on bir ayın Sultanı

Sevincinden ağlamıyor bebekler
Yeryüzüne indi bütün melekler
Kabul oldu ettiğimiz dilekler
Hoş geldin sen on bir ayın Sultanı

Sen gelince serinledi havalar
Semaya yükseldi bütün salalar
Def oldu başımdan gitti belalar
Hoş geldin sen on bir ayın Sultanı

Kadın erkek teravihe geldiler
Müslümanlar mutluluğa erdiler
Zenginler fakire zekât verdiler
Hoş geldin sen on bir ayın Sultanı

Birçok hikmetlerin gelmez hatıra
Teyfiki her gece kalkar sahura
İfadem bu kadar bakma kusura
Hoş geldin sen on bir ayın Sultanı




LAMBA / Büşra DEMİRAL



Önce sarsıldı biraz, sonra da düştü lambası kalbimin.
Kaybetti yalandan ışıltısını.
Bir odacıktan bir karıncığa akan;
sonra diğerine geçen,
sonra diğerine,
sonra yine diğerine..

Akarak tüm kalbimi yıkayan o simsiyah katran,
Karanlığın içinde volta atıyor şimdi.
Yutuyor tüm yeşilliğimi ve göğümün mavisini.
Yosunlar huzurundan pay vermiyor artık,
Bir çiçek yön göstermiyor kokusuyla.

Ne zaman adımlayacak olsam kalbimin kıyısını,
Kalbimin suları yükseliyor, boğuluyorum.
Kalbime bakan suçluyor gözlerini,
Gözbebekleri bundan siyahmış.
Dokunan lambasına kalbimin, yakıyor ellerini,
Külleri hep bundan sarıymış.
Kalbimin içindeki bu katran,
Kaynıyor durmadan.
İki yüz yetmiş üç Kelvin’i bulup geçiyor ötesine.
Oysa bu imkânsız demekmiş kimyacıların dilinde,
Aldırmıyorum.
Soğuk rüzgarlara vuruyorum kimyası bozuk kalbimi.

Sayısız güneşler var içimde,
Ne zaman sayacak olsam yanıyor işaret parmağım.

Bir yunus balığı mavi sütler sağıyor denize durmadan.
Bir kara kedi siyahlığını içiyor kalbimin,
Kardeş oluyor bana.

Ne zaman bir yanlış yapsam bir uçurum yutuyorum,
Ne kadar yutsam da faydasız oluyor.
İnsanın içi ölmüyor bu uçurumlar atlasında.
Bunu her atlayışımda yeniden görüyorum.
Kırılan yanıyla kanatıyor kalbimi o lamba.
Al al akıyor yavaştan.
Kalbimin sıvısında çözünmüyor bu sıvı,
Bir beyaz katı dibe çöküyor durmadan.

Ne yapsam değmiyor ellerim bir çocuğun ruhuna,
Tırnaklarımdaki kiri söküp atsam, yine de yakışmıyor masumluğa
Temizlensin diye yıkayıp sıkıyorum kalbimi her gün.
Bundandır göğsümün sol kısmındaki beş parmak izli bu yara.

Saat şimdi;
tam da 1:31,
Batı Güneş'e daha yakın doğudan.
Beklemek, gönül yarası.
Ama olsun, olsun.
Kana bulayacağım zamanı,
Olsun.
Bu aralar,
Hiçbir denkliğe yetişmiyor gibiyim,
Ne tarafa dönsem bir eşitsizlik sarıyor beni.
Ben biraz aykırı kalıyorum sanki,
Hangi suyu içsem alamıyorum mavisini.


GEL / Hasan EJDERHA



Akşamdan alıp sabaha taşıdığımız,
Dertlerimizi sayalım gel!
Kaybettiğimiz ne varsa,
Yerine koyalım gel!

Kanadımız mı kırıldı?
Uçamaz mı olduk?
Ne oldu ki bize yorulduk?
Bıkkınlık elbisesini soyalım gel!

Dünyayı tümden sırtlanmışız,
Biz dünyadan ağır mıyız?
Cümle nağmelere sağır mıyız?
Her makamı duyalım gel!

Çok karanlıklar yaşadık,
Aşkın aydınlığına muhtaç
Ne kadar kötü rüya görmüşsek,
Birlikte yoralım gel!

Dolanır da yol bulamaz mı gönül?
Yola çıkmazsa duramaz mı gönül?
Bir âdeme yol soralım gel!

Ayak pare pare, gönül muhacir
Kanımız akmaz, kalbimiz acır
Yaramızı saralım gel!

Dikenli bir yola düştük
Ayaktan kola düştük
Duralım gel!

Senin ahın fermandır bana
Gönül hanem dermandır sana
Yaralım gel!

Avcılar gittiler, gelmezler artık
Maralım gel!

Yol bilenler bizi çağırır,
Varalım gel!