AYNAYA YANSIYAN / Sibel KÖK









Hikayeler sakladım yüzümün odalarında
Anısı derinleşen alınlar
Rengi solmuş yüzler
Kelimesi tükenmiş yalnızlıklar

Böldüm, çarptım, çıkardım
Bir yüze kaç hikâye sığar bulamadım
Kaç ayna daha kırılır ağrısından bir yüzün?
İnsan insanın yurdudur dedim sonra
Yüz özün açık mektubudur
Sen yine de ey kalbim,
Sakla, kimden hangi kaderi ödünç aldınsa
Bırak yarısı aynada kalsın
Nasılsa hikâyesi tamamlanmış bir yüz eklerim
Dağılmış suretime

Biraz dua biraz umut çokça şükür
Allah bir çiçek daha eker nasılsa göğsüme
Dedim ve sarıldım gövdesine ülkemin
Yeniden aşkı, yeniden inanmayı
Ve sabrı, bin ah ardından
Ezber ettim bir bir
Geçmişim ve geleceğim
Emanet dedim gölgesine gövdenin
Emanet ellerim, omzuna ey sevgilim!
Yüzüm, ellerim, kelimem ve kalemim
Yani demem o ki;
Ayak bastığın coğrafya kaderim
Ben bu hikâyeyi seninle tamam eyledim




Bağ / Ökkeş Alper TAŞLIALAN

Bağlanamadığını ayak bağı görürsün. Bağ kurmak ise emek ister, bakmazsan dağa dönmeye başlar ve olur. Başkalaşan deyişle; bağ olarak bakmadığını dağ olarak görürsün. Ayaklarında dağ kadar yükle yürürsün. Kendini büyük görür, çok yorulursun, büyük olan sen değilsindir, yükündür. Kimi dağlar volkaniktir, en derinden ateşlerle, birden gelir, yıkar ve yakarsan da o seni yakar.

Bağlarken sağlama almalı. Yerine koymak gerek. Önce kendini, yerine. Sonra temasta bulunduklarının yerine kendini. Nihayetinde ise tükettiğinin yerine kendi türünden veya başkaca bir şeyi koymak gerek. Kendinde vaziyette, etrafına kendineymiş gibi davranırken üretken ol.


Bu bağlamda; niyetin üzüm yemekse, ye. Yerine birşey koy. Yok; niyetin üzümde, gözün asmada değilse, bağcıya ilişme. Seni şimdilik bağlamayabilir ama bağcının bağından dağ yükselir, altından kalkamazsın. Bundan sonrası da beni bağlamaz. Bağırsan da boş.



LEYLA'YA İSYAN /Dilara DEVECİ



Bazı geceler hiç tahammülüm kalmıyor
Bağırmak, kendimi sokaklara atmak istiyorum
Bir ağacın tepesine çıkıp,
Yanıma da bir kedi alıp,
Ağlamak istiyorum.
Elimdeki tek saç telime ağıt yakmak istiyorum
Çok ayıp bir şey söyleyeyim mi ?
Tüm sancılarıma okkalı küfürler etmek istiyorum
Bir kadına ait yüzüme bakıp bakıp iç geçiriyorum
Ben acı çekerken bile zarifleşemiyorum

Hayalimde koca bir tokmak, tüm kapıları kırıyorum.
Yolların başını elimde büklüm büklüm burup,
Koca bir şehri ayaklarımın dibine çekiyorum.
Yüzüme vuran soğuk havaya aldırmayıp,
Sıcacık yatağının başına eğiliyorum

Geldim biliyorum cesaretim takdire şayan değil
Ama bak geldim ne önemi var kim olduğumun
Ne olmuş adımı Leyla koymuşlarsa benim.
Ne olmuş uzatmışlarsa zülüflerimi yıllarca.
"Bak benim saçlarımda uzun"
Ne olmuş yanağımın çukuruna mezar demişlerse.
"Ben onu senin baharının çiçeği bildim"
Varsınlar ok desinler kirpiklerime ne çıkar!
"Bırak gölge edeyim güzel yüzüne"

Perde açmam yasakken dışarıya çıkarak
Şimdi günah işliyorum kapında durarak
Tamam Leyla desin onlar aldırmıyorum
Sen tut elimi adımı İsyan bilerek.

ŞAİRSİZ CİHAN’IN BEŞ KITA’SI/ Batuhan Can KALIN








Şüphesiz ki zaman oyun oynadı bizimle,
Kalemler kırıldı beyaz fillerin altında.
Ölüm karıncalarla geldi yırtıcı bir azimle;
Kaçacak yer bulamadım üstat senin katında.

İndim merdivenleri usul ve titrek adımlarla,
Bir sel gibi aktı avuçlarımdan kelimeler.
Yedi kez döndüm etrafında yalın korkularla,
Bîçare omuzlarım bir kez daha indiler.

Zemine ulaştığında balçığıyla Vuslat’ın;
Dağlanmış gözleri zincir oldu, kırıldı.
Toy göğsünün alaca tayları, kitabın
“Yüksel çukurundan.” Mısralarıyla anıldı.

Dirilişin şahididir sarı sayfalı dergiler,
Uzaktan uzağa çağırır sonsuz arşa.
Ne mukaddes yük Allah’ım ağır fikirler
Yıkılan dizlerim hazır bu iniş ve çıkışa.

Kalemler açılın, açılın gemilerin yandığı sulara;
Dayanmıyor yüreğim bu meclisin kaybına.
Bırakın kamburunuzu havzası açık sulara,
Ve yükselin derinlerden Allah aşkına.
“ VUSLAT”



LEYLA'DAN SERZENİŞLER-II/Bilge Doğan




 -Şairin erken ölüşüne









Bir masalın içinden bin kez dünya gerçeğine düşmüştü Leyla,
Ekonomi, savaş, stres derken ömrü geçip çürümüştü dünyalıklarla,
Ya sabır çektikçe bela denizinde yüzmüştü,
Şeytan giyip eskitmişti tüm libaslarını,
Diz çöktürmüştü, yüreğini yormuştu dünya sevgili Leyla'nın,
Hasta mı olmuştu acep Leyla, üzgün gölgeler görüyordu her yanda,
Taşın gölgesinde, bulutun dalgasında,
Avuçları gökyüzüne açık öylece kalakalmıştı...

Unutmak ve dingin denizinde huzur bulmak istiyordu,
Gözleri nemli, yüreği yaralı, içli bir ney gibi inleyip mahzun duruyordu,
Bile isteye aldatılmıştı, dünya vurmuştu sillesini,
Gaiplerden bir ses: “Unut onu..." diyordu,
Gönlünü alacak ve yüzünü güldürecek bir neşe yeniden hoş eder miydi onu,
"Ben seni çok sevdim" deyip, bunu anlatamamanın sancısıyla kıvranıyordu,
Anlatamasa da hüzünlü sessizliği dünyayı ağlatıyordu Leyla'nın...

Leyla gündüzlerden kaçıp gecelerce rüyalara sığındı,
Eyledi gönlünü gönül alan hayallerle,
Geceye gülümsedi, şükretti geçici de olsa rüyalarına, 
Aldı, verdi, bahtiyar oldu, her şeyi gönlünce yaptı rüyalarda,
Sonra sabahlara uyandı da gördü gerçeği,
İşte Leyla, bir masalın içinden böyle dönüp dönüp yine düştü...

Şair bir anlamlı hikaye yazma sancısıyla gözünü Leyla'ya dikmiş;
Yüreği ağzında bir güzel kadın Leyla'yı seyreylemekte,
Olanca güzelliği lakin hüznüyle işte Leyla gelmekte,
Şair, Leyla'yı bir güzel masal sanmıştı da yazmaya kalkmıştı, 
Oysa Leyla o masalın içinden bin kez düşmüştü,
Âh Leyla!
Mecnun "mecnunluk"tan çıkmıştı,
Dünya belini bükmüştü Leyla'nın, 
Bildiklerine dayanamıyor bilmedikleri içini kanatıyordu,
Yaralı yüreğini neresinden tamir etse başka tarafından yara alıyordu,
Lâl olmuş dilleri, arafta kalmış gönlüyle tevekkül gemisine biniyordu,
Amma velakin olmuyordu gönlü mutmain...

Her şey değişmiş, değişmişti tüm dünyayla Leyla da...
Arabası, evi, kat kat elbiseleri olmuş amma ruhunun yıldızı sönmüştü,
Güzelliğine aldığı iltifatlar Bağdat'a yol olmuş, lakin bir nefes sıhhati kalmamıştı yüreğinde,
Her taraf karaydı kaderi gibi,
"Gitmek" isteğine kapalıydı yollar,
Yakıp yıkan rüzgarlar savurmaktaydı Leyla'yı,
Güneş hangi yönden batmıştı da doğmak bilmiyordu,
Zulmet hangi vakit geçecekti,
Beli bükülmüş, gönlü çökmüş, arafta buldu bugün Leyla kendini,
Şaire dönüp baktı,
Şaire yazacak bir şey kalmamıştı, 
Leyla'nın gönlü yaş'lanmıştı...

Bir araf hâli ki yakıp yıkmakta kâinatı,
Bir araf hâli ki kül etmekte sâfiyeti,
Bir araf hâli ki âfakî bırakmakta her şeyi,
Bir araf hâli ki tüm bilinenleri yalan çıkarmakta,
Bir araf hâli ki Leyla'nın gönlüne kara çalmakta,
Bir araf hâli ki Mecnun'u türlü oyunlarla helak kılmakta,
Araf araf araf...

Şair şaşkın,
Şair suskun,
Şair küskün,
İşte şimdi anlıyoruz: 
Şairin gidişine, 
Şairin erken ölüşüne, 
Şimdi gıptayla bakıyoruz...


ULU DİVAN / Nurcihan KIZMAZ










Boynuma sarıldı elimi öptü
Hakkını helal et dedi ve gitti
Sandım ciğerimden bir parça koptu
Savulun hainler civan geliyor

Bu neyin davası bu neyin öcü
Nedir bu adavet bu neyin hıncı
Yollara döküldü yaşlısı genci
Tatlı canı hiçe sayan geliyor

Selalar okundu minarelerde
Tekbir sesleri çınladı her yerde
Şehadet hevesi olunca serde
Cihat çağrısını duyan geliyor

Tarih bir kez daha tekerrür etti
Düşman bir kez daha el aman etti
Kimi şehit kimi kahraman gitti
Düşmanı yurdundan kovan geliyor

Vatan bayrak millet meselesi bu
Türk'ün müslümanın temennisi bu
İlahi adalet tecellisi bu
Bir kez daha ulu divan geliyor




BİZİM BOSNA VE SIRPLAR/İsmail GÖKTÜRK

Bosna’da bize mihmandarlık yapan merhum Muhammed Ayet abi anlatmıştı. Bosna savaşı bilindiği gibi sivil masum insanların katledildiği avrupanın ortasında yaşanan bir vahşetti. Tıpkı birinci dünya savaşının Bosna’nın ortasından akıp giden Milyeska nehrinin üzerindeki köprülerden birinde bir sırp genci tarafından avusturya-macaristan veliaht prensinin öldürülmesiyle başladığı gibi; yine bir köprü üzerinden geçmekte olan Sueda Dilberoviç isimli masum genç kızımızın sırp keskin nişancısı tarafından vurulmasıyla Bosna savaşı başlamıştı. Bosna savaşı başladığında aynı şehirlerde birlikte yaşadıkları sırp, Hırvat kökenli komşularının bir anda masum boşnaklara karşı katliam ve vahşetler sergilemelerine şahit olan Boşnak gençler Hacı Hafız Halit Efendiye giderler. Hacı Hafız Halit Efendi Muliç 2011 aralık ayında 96 yaşında vefat etmiştir. Bosna-Hersek’te mesnevihanlık geleneğini sürdüren Halit Efendi için Saraybosna at meydanı bakır baba camii avlusunda Bursa belediyesi ve TİKA bir türbe yaptırmış ve geçtiğimiz günlerde açılışı gerçekleştirilmiştir. 

Gençler Hacı Hafız Halid Efendiye masumane sorarlar. “komşularımız bizi neden öldürüyor?”. Hafız Halid Efendi gençlere şöyle söyler: “Bir sırpa sorun size neden ateş ediyor. Bir nişliye sorun. Onlar neden size ateş ettiklerini çok iyi bilmektedirler. Onlar sizi “Türk” olduğunuz için öldürüyorlar. Onlar çok iyi biliyor ama siz unutmuşsunuz” der. 

Savaşın komutanlarından Mehmet Koçiç şöyle ifade etmişti: “bizim Allah’la aramız açılmıştı. Savaş bizi kendimize getirdi. Allah’ın yardım eli bize uzandı ve savaşın sonunda galip ordu bizim ordumuzdu”. Avrupanın ortasında bir İslam ülkesi istemeyen haçlı zihniyeti savaş sonunda Aliya’nın barış masasına eli zayıf otursun diye perdeyi bir katliamla kapatmayı uygun buldu. Serebrenitsa katliamını yapan katile güya güvenli bölge olan birleşmiş

Milletlerin namusuna şerefine emanet edilmiş silahsız masum insanlar, haçlı zihniyetinin tiynetini ortaya koyacak çapta bir vahşetin kurbanı olsunlar diye Birleşmiş milletler askerlerinin sözde komutanı Hollandalı thom Kerreman tarafından kadeh tokuşturulup kutlamalar yapılarak sırp kasap radko mladiçe teslim edildiler.

Bilinen sekiz bin üçyüz yetmiş iki masumun, bilinmeyen daha nice insanın hunharca katledildiği Serebrenitsa’ya girerken sırp kasap mladiç sırp tvlerine verdiği demeçte şunları söylüyordu: “İşte sırp şehri Srebrenica’dayız. Büyük bir sırp bayramı arefesinde iken bu şehri sırp milletine armağan ediyoruz. Nihayet, bu topraklarda Türkler’den intikamımızı alma vakti geldi” sırp kasabın sözünü ettiği “bayram”, yahut “aziz vitus günü”, vidovdan bayramı denilen gün, 1389’da 1.Kosova savaşının zaferimizle neticelenmesinden sonra savaş meydanını gezerken Sultan Murad Hüdavendigar’ın bir sırp asilzade olan miloş obiliç tarafından sinsice şehit edildiği gündür. Aslında savaş, bir sırp prens olan Lazar komutasındaki haçlı ordusunun hezimetiyle sonuçlanmıştı ama Hünkarın şehadeti onlara yetiyordu.

Cemil Meriç merhum der ya: “Bütün Kur'an'ları yaksak, bütün camileri yıksak, avrupalının gözünde Osmanlıyız; Osmanlı, yani İslam. Karanlık, tehlikeli, düşman bir yığın! Avrupa, maddeciliğine rağmen Hıristiyandır. sağcısıyla, solcusuyla Hıristiyan. Hıristiyan için tek düşman biziz”. sözün özü, küfür tek millettir ve inanıyorsanız üstünsünüz.


LEYLA'DAN SERZENİŞLER-I / Bilge Doğan










Tanıdık bir ses, muhabbet dolu gönüller arasında
Bin yıllık aşinalık yorgun, hüzünlü dimağlarında 
Su misali akan kalabalık yalnızlıklarda,
İki ruh, kavline sadık, birbirine âşina ezelden
Dursa zaman,
             dinse hüzün,
                                sussa dünya,
Bir lahza daha dinlese kadın adamı,
Adam anlatsa…
                      bilinen ve bilinmeyeni tüm masalsılığıyla
Muhabbet, doyulmaz bir lezzet, tütün kokan visal anında
Kadın serzenişlerde bulunur adama:
"Senden ne istiyorum?
Bir eş mi istiyorum?
Gönlümü eyleyecek bir oynaş mı istiyorum?
Bir dost mu istiyorum?
Hepsine hayır!
Leyla-meşrebim ben, başına bela olurum...
Sevgisi ve ilgisi bana ömür boyu yetecek dostlarım var ama aşkımı taşıyacak bir insan yok, onu arıyorum...
Gönlümü meftun eyleyen aşkımı verecek ve aşkını alacak bir yâr istiyorum...
Narına yanacağım Yusuf'umu arıyorum.
Aşkına büryan olacağım Kerem'imi bekliyorum.
Kavline sadık kalacağım Mecnun'umu istiyorum."

Adam, muhabbetin ağırlığıyla hoş hem de korkmakta 
Kadın, o an dili lâl olmuş adama şaşmakta
Gönülleri böylesi şad olmuşken ölmenin vakti diye düşünmekte her ikisi de...


MÜZMİN AĞRI / Memduh ATALAY













Dağdan geldim yanlız geldim
Keşke cepheden döndüm zamanlarında yaşasaydım
Kopan bacağımı kesilen kolumu
Bir de nemli gözlerimi gösterseydim
Belki daha erkek daha trajik
Ama mutlaka daha çok yakışırdı adıma
Belki o vakit
Gözlerin değneğim olurdu
Sesin kolumu tutardı kim bilir
Yetişirdi bir çaresiz aşk
İmdadıma

Bir yalnızlıktan geliyorum
Kırçıl bıyıklarım
Onlarca altı çizili mısra ve cümle
Keşke bir inzivadan geliyorum deseydim
Yani olsaydı yeryüzünde bir inziva imkanı
Saçlarıma bakar ağlardın kim bilir
Tahin pekmez yağ bal dürerdin sıcak ekmeğe
Ye de kendine gel çabasında
Bir ağaç en kuru damarından su alırdı o vakit
Dökerdi kuruyan tüm yaprakları
Yeniden dalgalanırdı kim bilir saçlarım da

Dünyanın tam ortasından geliyorum
Onlarca ses yüzlerce zımbırtı
Bir lokma bir hırkadan gelmek yakışırdı adıma
Yokluğun ve varlığın ötesinde bir ahenkle
Hiçlik makamında mesela
Ya da anne duasındaki
İtin oldum ürüyorum Ya Rabbi makamında
O mahviyet içerisinde
Bilmeden tasavvufi remizleri
Koca karı imanında kalarak
Dünyayı dünyalıkları dünyaya sığmayanlara bırakarak
Bir sepet içinde elma değil çay dolu
Bir yanında sepetin
Rayihalı tütün dolu
Paket mesajlar
Hazır gıdalar
Kiralık roller arasında
Bu hayal ile çalıyorum kapını
Hangi mavilik hür
Hangi belde bir nehri dur ile mahdut bilmem
Bildiğim
Dünyadan geliyorum
Eyvah
Vayh
Vayh
Vayh!

GURBETİM / Dilara DEVECİ

    Sibel Kök’e










Ben duydukça ismini
Yıldızlı geceleri düşlerdim 
Sen ise mânâ hakkını verir gibi
En yağmurlu günlerde 
Sokaklarda can leyla 

Ellerin umut,
ellerin buğday başağı,
Gülüşünde açılır nergis yaprakları.
Senin sesinde bahar
hem de isyan 
hem âleme ışıksın
hem de nisyan.

Geçen gün bir hasbihâlde
Bana sırlarını açtı leylaklar
“O bizi sever diye açarız bahçelerde,
onun bir bakışı bizi aklar.”

Duydum ki şenliğini katıp heybene,
hasreti bitirecekmişsin.
Bu İstanbul denen viraneye,
lütfundan pay düşürecekmişsin.
Bu avare kız çocuğunun,
gönlünü teselli edecekmişsin

Gel hadi 
Sen yere düşmemiş yağmur damlası
Ben kavruk ve çatlak gurbet toprağı
Geç kaldın
Hadi gel! 






***
BİR HAYALE İTHAFEN

Elbisesinin rengi zorla seçilecek derece bir ışık, lambalar sırayla patlıyor, onu görmeye canlı cansız kalp dayanmıyor. Yeşil etekleri oynadıkça sanki rüzgarda çınar yaprakları dans ediyor, topukları yolu şereflendiriyor, en sert taşlar bile ona yastık oluyor, hafif salıntısı uçmaya meylediyor gibi, saçının karası geceyi kıskandırıyor, gülüşü gecenin kutup yıldızı. 
Adı ne ola acep diyorum içimden. Tahmin etmek imkansız. Bütün kadın adları ona aitçesine dişi ve hiç bir adın manası onu karşılayamaz gibi güzel.

Onu böyle izlediğimin farkında değil gibi ama biliyor. Gönlümü söküp elinde tutabileceğini biliyor ama yürüyor sadece. 

Geçip gidiyor önümden.  Ben eski ben değilim artık. 

Dilara Deveci.

Niye yazdığımı bilmediğim bir buçuk yıldır kendime sakladığım bir yazı hocam. Gecenin bu saati niye onca zaman sonra bunu göndermek düştü içime onu da bilmiyorum. Takdirinize sunmuş bulundum Allah utandırmasın. Hayırlı geceler.



***
VAKİTSİZ

Resim: Mübin Çetin Dağhan

Geldi ve gözlerimden tuttu beni.
Her düşündüğümde erken dediğim,
Hiçbir nefesime denk düşüremediğim.

Bir ışık halka halka
Ellerimden ve başımdan geçerek
Bileklerim ve boğazımdan sardı
Sımsıkı,
Sımsıcak.
"Geldim işte unuttun mu beni?"

Hatırladım ve anlattım, 
Anlatıyorum inanmıyorlar.
O geldi ve işte gidiyorum. 

Batağımın çamuru eksiksiz üzerimde,
Daha kuruyamamıştı bile oysa.

Hak ettiğim ateş kırmızı,
Umudum 
Kırmızıyı bir kadehten tutmaktır.
Hoş çakalın. 


***
DERİNCE DERMECE


Geçenlerde şimdiki hayatıma kadar görmediğim güzellikte bir gül gördüm. Mezarlıkta bir mezardan bitmiş bir gül. Zaten en hayran kaldığım leylağı yine o mezarlıkta yine bir mezarda görmüştüm. Leylak benim en sevdiğim çiçektir.  Şimdi ben bunlara bir anlamlandırayım desem bir garip manalar bulurum. Olmadık manalar bulmak kolay çünkü ben gökyüzünü mor görüyorum. Çok canım sıkılıyor, çok canım sıkılıyor ne yapalım? Öyle bir şiir vardı ama hatırlamayayım onu zira hatırlayınca daha çok canım sıkılıyor. 

Burnuma leş kokusu doldu az evvel. Belki leş kokusu değildir ama babam öyle söylemişti yıllar önce uzun bir yolculuk yaparken. Şimdi biri bulsa kanıtlarıyla bu başka bir şeyin kokusu diye çok üzülürüm çünkü babam öyle söylemedi bana. Yıllar önce sadece bir köye gidince hissettiğim çok hoş bir koku vardı. Bana sorsan yemek kokusuydu hep bekledim buram buram kokan bir köy yemeği konsun önümüze ki koku ne zaman tandırlara yaklaşsak o zaman gelirdi burnuma. Sonra nasıl olduysa bir gaz kaçağı kokusu olduğunu öğrendim. Hala inanasım gelmez,içim burkulur. Bu arada inşallah leş kokusu başka bir şey çıkmaz. Bundan gerçekten çok korkuyorum. 

Yol çekiyorum yine. Evet çekiyorum çünkü ben uzun yol sevmem. Dışarıya bakıp uzunca dağları tepeleri seyretmek elbet ki güzel ama ben muhabbet sever bir insanım. Yolda herkes kendi işine bakıyor aman kimseye dokunma rahatsız etme lafı düstur oluyor. Gerçi bana hep insanları rahatsız etme diyorlar. İşin komiği ben hep sevdiğimi hissettirdiğimi, onları mutlu ettiğimi sanarken söylüyorlar. Ellerim saatlerce demir sıkmaktan perişan olmuşken bunu hissedemeyip düşünceler içinde salıncakta sallanmam normal bence. İnsanlar bana düşünecek çok şey veriyorlar. İnsanlar bir şeyler yapmasa ne olur kuşlar var. Birde Kız Kulesi ne hüzün oldu bana. Geçer mi ya ? Geçer inşallah. 

Yol uzun yollar uzun. Niye böyle uzun bu yollar? Düş uzun düşünceler uzun. Gidiyorum gündüz gece. Allah selamet vere. 

***
LEYLA'YA İSYAN















Bazı geceler hiç tahammülüm kalmıyor
Bağırmak, kendimi sokaklara atmak istiyorum
Bir ağacın tepesine çıkıp,
Yanıma da bir kedi alıp,
Ağlamak istiyorum.
Elimdeki tek saç telime ağıt yakmak istiyorum
Çok ayıp bir şey söyleyeyim mi ?
Tüm sancılarıma okkalı küfürler etmek istiyorum
Bir kadına ait yüzüme bakıp bakıp iç geçiriyorum
Ben acı çekerken bile zarifleşemiyorum

Hayalimde koca bir tokmak, tüm kapıları kırıyorum.
Yolların başını elimde büklüm büklüm burup,
Koca bir şehri ayaklarımın dibine çekiyorum.
Yüzüme vuran soğuk havaya aldırmayıp,
Sıcacık yatağının başına eğiliyorum

Geldim biliyorum cesaretim takdire şayan değil
Ama bak geldim ne önemi var kim olduğumun
Ne olmuş adımı Leyla koymuşlarsa benim.
Ne olmuş uzatmışlarsa zülüflerimi yıllarca.
"Bak benim saçlarımda uzun"
Ne olmuş yanağımın çukuruna mezar demişlerse.
"Ben onu senin baharının çiçeği bildim"
Varsınlar ok desinler kirpiklerime ne çıkar!
"Bırak gölge edeyim güzel yüzüne"

Perde açmam yasakken dışarıya çıkarak
Şimdi günah işliyorum kapında durarak
Tamam Leyla desin onlar aldırmıyorum
Sen tut elimi adımı İsyan bilerek.


***
DURAK




Bütün itirazlarım sana kadar bilirdin
Bildim dedin peki doğru mu?
Sen dur, ben yalan söyledim
Seni orda yel üşütse
Pişmanlıktan ciğerimi sökerdim
Evet yalancının biriyim
Yalanına dahilim.

Ben uçan kuş
Kendine derdin kafes
Oysa sen gök,
Sen nefes
Benden değil
Bildiğinden de etmedin mi esef

Dediler ki kaderdir
Senin bu halin sana hem kader
Hem lütuf
Hem kederdir
Söyle inat edebilir misin kadere?
Ağır mı yoksa görmez misin lütfu?
Razı mıdır o taş, o bina kedere?

Yalnız karanlıkta değil
Aydınlıkta da görünmüyorsun.

KILIÇ, KALEM VE ŞİİR/Alirıza KARAKALE









Olur,
Bir şiir yazılır inanınca kavgaya.

Kimileri kılıçlarını çeker, kimileri kalemlerini.
Her dava, geçer savunmaya kendi alemlerini.

Bir şiir yazılır inanınca kavgaya.

Kiminin hakkı batıl görünür,
Kiminin batılı hak.
Kuşanırlar doğrularını meydanlarda,
Çıkar yüreklerden yorgun bir ah,

Ben bir tek doğruya inanırım o da Allah!

Olur,
Yazılır bir şiir inanınca kavgaya

Çıkarılır konur masalara düşünceler.
Kim kimin duygularına yazarsa şiiri,
Bu da siyasetin en mucizevi sihri.

EVET, Yeni şeyler söylemek lazım cancağzım.
karakale 'm

dördüncü ses/Fazlı bayram











seni anlatmak zordu
şiiri seçtim
kırmızı ve yeşilin körüyüm
renk körüyüm
tıp böyle diyor
aslında görebiliyorum her rengi
beyaz en sevdiğim
seninki mor biliyorum
yanılıyor olabilirim
olabilir sorun değil

seni anlamak zordu
müziği seçtim
şimdi her sesin sen olduğunu görüyorum
evet görüyorum
her duyduğum sestesin sesin ne güzel
sessizlikse en güzel besten
seni her sesten tenzih ederim
her sessizlikten tenzih ederim seni
bana yolumu göster
senin sevdiğin
istediğin yolu göster
dikenli de olsa olur
senin dikenlerini gül diye saplarım kalbime


SÜRGÜN YAZILAR / Mehmet MORTAŞ


“Uzun yola çıkmaya hüküm giydim”
İsmet Özel  

Yolculuk
  

Kendi iç dünyamdan imgelenmiş dış dünyaya doğru, sözcüklerin çoğaltıldığı fakat anlamın anlaşılmaz hale getirildiği bir dünyaya yolculuk. Hayatın sıfır noktasından gölgeler dünyasına sürülmeye hüküm giydim. Az mısranın çok şey anlatmasından, çok mısranın az şeyler anlatmasına sürülmeye hüküm giydim. Bir yanımda dolunay hüzün şeklinde kıvrılmış gecenin karanlığına, bir yanımda güneş gün lekelerinin esareti altında sessizliğin ülkesinden gülen yüzlerin arkasında saklanan hançerlerin olduğu beldeye sürgün olmaya hüküm giydim. Merhamet çapulculuğunun arkasına saklanan, karanlıktan oluk oluk akıtılmış siyah renklerden insan görünümlü deriye dönüştürülmüş maskeler. Yüzlerinin derisi ile koltuklarının rengi aynı, masumiyetlerinin arkasında ateşten mızraklar saklayan insanlar. Hayatın hain noktasında devasa binaların içine saklanan, etiketlerin tanrısına boyun eğen secdeye kapanan insanlar. Yolculuk bir uçurumun kenarından sırtında masmavi gökyüzünün bütün ağırlığı, sağ cebinde rüzgâr sol cebinde nehirler hain ve dumura uğramış ruhlar arasında ağır aksak yolculuk. Geldiler karanlıktan yapılmış mızraklarla etiket tanrılarının üzerine binmiş karanlığın içinde döllenmiş insan yüzü suretli maskeler. Geldiler ve beni kendi karanlık dünyalarının bulutlarında ağırladılar. Günlerse birbirini yiyor hayatın aşina olan sözcükleri arasında. Suskunluk koyu sese dönüşüyor, etrafımızı koyu simsiyah bir ateş sarıyor. İnsan cesetlerinin üzerinde binalar bulutları esir almış yükseklikte. Sokaklar benliğin pazarlandığı camekânların arkasında devasa alış veriş merkezi arenalar. Sözün sıfır noktasından, kelimenin dondurucu ayazından, vaktin alacakaranlığına hayatın keşmekeş kaosunun çeyreğine doğru yolculuk.

İçi dışı bir olmayan İçinde yaşadığım soyut çemberin kırılgan yüzünden çıktım, sürüklendim güneyden kuzeye esen rüzgâr gibi hayatın hain taraflarına. Deriden maskeleri takmış birçok yüz arkasına karanlığı almış koltuklarında, evlerinde, koca koca binalarda oturuyorlardı. Acının ilk çeyreğinde, soyut zamanın ilk sessiz gölgesinde, kendi benimin uçsuz bucaksız dalgalı sahilinden, etrafımı çeviren soyut çemberin kırılgan yüzünden, gökyüzünün acı çekmiş renklerine doğru, kuş seslerinin makinelerin seslerine yenik düştüğü yerdeydim. Sürüye uyanların cennet garanti ahlaksal tavırlarını takındığı, kuzey poyrazının sert ve yüzümüzü çalan esintilerinin olduğu yerdeydim. Orada binbir surat hayatın içinde iyiliğin, güzelliğin, merhametin arkasına saklanmış hain yüzler, kendi medeniyetlerinde insan derisinden maske yapılan fabrikalar. Kibir maskesi fabrikası, iki yüzlülük maskesi fabrikası, kapitalizmin obur yüzlü maske fabrikası ve yeryüzünün çehresine giydirilmiş ilk defa duyduğum yeni yüzler için maske fabrikaları. Maskesiz çıkmak tavır almak demek değilmi, eleştirmek, kral çıplak demek ruhları viraneler ülkesi olmuş yürüyen cesetlerin içinde. Pramidin üst katmanlarından aşağı doğru maddeciliğin inanç haline gelmiş duygularının aktığı yerdeydim. Kendi iradeleri dumura uğramış, kelimeleri kalmamış içleri boşaltılmaktan, kıyamet kelimelerinden haberi olmayanların yığınların olduğu yerdeydim. Kendi soyut çemberimin dışına sürüklendiğimde kendi yüzümle çıktığımda hayatın ilk çeyreğine gördüm camekânlar önünde secdeye yatan kavimler, yüzleri alışveriş merkezleri ile cilalanmış sahte kişilikler. Gördüm; hayatın sıfır noktasından çıktığımda şehrin ve binaların tanrısının önünde kelimelerinin içleri boşaltılmış, demir ülkesinin gürültüsünden kalplerinin sesini duymayan insanlar gördüm. Gördüm koltuklarının yanına kabilin gözlerinden ateş gibi fışkıran kelimelerinden alınmış muskalar asıldığını. İç dünyalarının alafranga sahillerinde birbirine inanç pazarlayan insanlar gördüm, dinin suskun ve heybetli mevsimlerini parselleyen gruplar meşrepler topluluklar gördüm. Ne maskeler gördüm içi vesvese karanlığı ile doldurulmuş, dini jargonların arasına sinsice gizlenmiş. Ne maskeler gördüm aydınlık titrek bir mum gibi sallanırken karanlığın ucunda, çocukların yüreği akıl erdiremiyordu insan şeklinde olan kibir tahtında oturanlara .  Hangi maske alacakaranlık kuşağında renk değiştirir ne kadar da teknolojik.


Ey kalbim yolculuk nereye. Geride bıraktığın kendi dünyamın dışında bir çeliği delecek gibi duran hain yüzler arasından, yeryüzünü bozguna uğratan moderizm hastalığının yanından sessizce ruhum talan edilerek geçtim bir nefeslik bir yıldızın göz kırpmasına bakarak.