ŞEKER TADINDA/Şeyhşamil EJDERHA

"Şeker Hastalarına"

Alçak tavanlı odada geçirmek varmış hayatımı
Gökyüzüne matem tutmuş gibi
Haykırmak içimde eksik kalan yanlarını
Kalabalıkta yalnız kalmak gibi
Şeker tadında hayat

Tavan alçak, oda tek pencereli
Baş ucumda serum şişesi
Ruhum teslim secdeye uzanmış gibi
Doktor bana bakar endişeli
Gözümde yaşmı var ne?
Şeker tadında

Doktor sessizliğin ardından seslenir
Ağzında birkaç sözcük latince
Yanındaki çırak kaydediyor elindeki deftere
Sonra farkediyor çırak yaptığı şeyi
Çocuğun elinden alınan şekere
Şeker tadında


Ruhum ağlıyor yıldızları seyrederek
Ağzımda sakız gökyüzünde bir dilek
Damlıyor elmaslar gözümden süzülerek
Şeker tadında

ŞEHİR/Murat TÜRKMENOĞLU














Gecenin karanlığı bir örtü gibi serilir şehrin üstüne,
Şehir kimsesiz bir çocuk gibidir böyle anlarda,
Buruk ve biraz da sitemkâr,
Yüzüstü bırakılmak, çaresizliğe terk edilmek, 
Büsbütün onu içine kapatır.
İçinin derinliğini yitirir bir anlamda.
Bir varoş sokağının köşesinde,
Dışı sağlam gibi görünse de.

Zaman zaman durgunlaşır,
Uzaklara dalar gider,
Ona hayat veren ışığı, sıcaklığı özler,
O anlarda.
Gözlerinden bir damla yaş süzülür,
Dudaklarına kadar ulaşır
Ve kaybolur arka sokaklarda.

                                               

BANA SORMADILAR / Bilge DOĞAN

Suriye’nin Aubeyn köyünde doğdum. Adım Ayşe. Babamla anamın dördüncü evladı, kız diye sevmedikleri bir garibanım. 

Yıllar, anama mutfak işlerinde, tarla işlerinde, vakit olduğunda kızlarla eski çaputlardan yaptığımız iple toz toprak içinde atlamakla geçti. 

Aldılar bir gün sokaktan. Komşumuz Fatma teyzenin yeni gelinin benden birkaç kat büyük elbisesini geçirdiler üzerime, verdiler çay tepsisini elime, saldılar yabancı adamlarla dolu sofaya. Babam el sıkışıyordu yüzü bakkalın uğursuz köpeğine benzeyen bir adamla. Pazarlığını ediyorlardı ama neyin? Pis adam bana bakıp sırıttı çayını verirken. Bana sormadılar, meğer beni vermişler on üçümde on beş koyun karşılığında… 

İşler on katına çıktı koca evinde, sokak yüzü göremez oldum. Anamlara salmadılar. “Allah” lafzı olmasa ölecektim kimsesizlikten. Uğursuz kaynata, sürekli şikayet eden kaynana, dibek gibi başımda. Askerden yeni gelmiş, babasının karşısında titreyen, sesini bile tam bilemediğim koca dedikleri kırk kat yabancım, bana sormadılar… 

Karnım belirmeye başladı on dördüme yeni girerken. Anlamadım. Kaynana olacak bir karı çağırdı bir gün. “Gebe” dediler. Küçük aklım erdi, yüreğime bir sevinç düştü. Onca eziyete, karnımdaki sabiden güç aldım da dayandım. 

Ağrılar başladı bir gece. “Yandım anam, yetiş” dedim, anam duymadı. Ağrılar içinde kıvrandım. Ebe karıyı çağırdılar. Nur topu oğlanımı verdiler kucağıma. Bana sormadılar, “Adı Ali.” dediler. Sevindim sarıldım evladıma.  

Büyük gürültülerle yer yerinden oynadı bir gün. Ali’m emekliyor sofada, ben çamaşır çitiliyordum. Kocam girdi kapıdan telaşla: “Bombalar yağıyor üzerimize!”. “Kim, neden atar” dedim, “Hükümet vuruyor!” dedi, şaşırdım anlamadım. 

Kaçmak lazımmış, hükümetin tankları yine gelecekmiş. Anlamadım hükümette kaçıp nereye gidilir ki… Bana sormadılar, toplanıldı, hazırlanıldı. Yuvamızı, yurdumuzu terkedecekmişiz… 

Düştük yollara yüklerle perperişan. Uzaklardan hep bomba sesleri geliyordu kulaklarımıza. Yavruma sımsıkı sarıldım. Başka sermayem yoktu ki benim hayatta… 

Kışın karında fırtınasında telef olacakken, hükümetin tankları belirdi önümüzde. Anlamadım, bizim köylülerin üzerine bombalar yağdırmaya başladılar. Akrabalarım, tanıdıklarım feryatlarla kana bulandılar. Nenemin “Kıyamet…” dediğiydi bu, bildim. Bildim, son seferdi, hayatta tek sebebim yavrumu kokladım… Kulağımda şiddetli bir ses yakılandı, tozu dumana kattı, dünya başıma yıkıldı. Bana sormadılar, yavrumu kucağımda koymadılar. Bize sormadılar, yavrumun, benim, köylümün başına bombalar yağdırdılar… Anlamadım.   


2013-Ağustos 


YOL OĞLUNA MEKTUP / Burak KARLANGIÇ




Yoloğlu olanlar yola çekilir
Berkitir gönlünü hora çekilir






Vaktini kaçırmamdır en büyük yanlışım
Yanılgı yanılgı büyüyen umutlar
Eksik kalan hayaller
Zamanında yazılamamış hikâyeler.
Geç kaldım ben hep hayata
Ulaşamadım karşılıksız sevgiye
Gidemedim görülmesi gereken en güzel yere
Yazamadım en güzel şiirimi
Okuyamadım en çok satan kitabı
Seni seviyorum diyemedim mesela sevgilime
En güzel tütünümü ikram edemedim üstadıma
Ve anlayamadım davamın örnek insanlarını
Asamadım al bayrağımı en çok esen tepeye
Ve sardıramadım tabutuma.
Ölmeyi bile başaramadım
Dedim ya çocuk geç kaldım ben hep hayata
Devlet olamadım meselâ
Kalkınma planları yapamadım
Yasaklayamadım şehit cenazesinde çalan gavur marşlarını
Senin yaşıtlarını robot olmaya programlamış
                eğitim sistemini de değiştiremedim.
Yaşayamadım en ücra köşede
                 ayağına diken batan insanın acısını
Teselli edemedim
                 yavrusunu kurda kaptıran koyunu
Ve bir dilim ekmek dahi veremedim
                 açlıktan ölmek üzere olan masumlara.
 Filistin’de
                 gebe kadına sıkılan merminin önüne geçemedim mesela
 Sıkamadım ki ben Doğu Türkistan’da
                 en ağır eziyetleri eden kahbenin gırtlağını.
Yapmadım çocuk.
Engel olamadım
                 Aylan bebeğin sırılsıklam bedeni kıyıya vurmadan
                                  o dandik botun batmasına
Söndüremedim
                 oğlunu şehit veren Anadolu kadınının yüreğindeki ateşi ..
Anlamıyormuş gibi bakma bana çocuk
Feleğin çarkına çomak sokamadım ben
Ve en önemlisi ben kendim dahi olamadım
                 prangalar vurulurken fikirlerime.
Yani anlayacan şu ki çocuk kıramadım
                 milletimin makus talihiyle oynayanların ellerini ..


                                                2016 ARTVİN

***
YÜREĞİ MAHMPUS OLANIN AKLI FİRARA ÇALIŞMAZ











Hak yolda
Çeksek de cefa
Yılmak nedir bilmeyiz biz
Gem çeker de 
Gam çekmeyiz
Gücünü imanından alan 
Yiğitleriz biz!

Sır tutar söylemez
Etseler eziyet
Gık demeyiz biz
Âfâkımızda dönse de iblis
Lâl olur dilimiz
Sabit-kadem
Yiğitleriz biz!

Pusu atsalar
Salsalar üstümüze çakalları
Kurt olmaktan caymayız biz
Geçirip tırnaklarımızı
Ciğerlerini sökeriz
Demir bilekli
Yiğitleriz ulan  biz!

Zulmetmeyiz insana olana
Sırtımızı da dönmeyiz Yezid'e
Can alıp can veririz gerekirse
Gelse de yedi düvel üzerimize
Korku nedir bilmeyiz
Hamaset destanı yazan
Yiğitleriz biz!

Bizden korkmayasınız sakın
Elzemdir muhabbet
Konuşmayız öyle ezberden
Çay ve tütün içerek
Köprüler kurarız gönülden
Muhabbet ehli
Yiğitleriz biz!

Ekmeğin kurusunu
Soğanın acısını
Ve de
Sevdayı iyi biliriz
Estağfirullah der
Himmet de isteriz
Ah bilsen
Bir nazarla erir yüreğimiz
Edebi şiar edinen
Yiğitleriz biz!

Artvin
2015


***
SEVDA İLE TÜTÜN






Meczuplar, Cezbeliler ve Deliler hürmetine,





Izdırap çekerek
Kıvranırken duygularım
Yine bir gün daha bitiyor
Ve umutlar sevdaya düşmüş
Yitirip aklımı
Beynimde karıncalar fing atarken 
Yine gelmedin.

Sevdaya düştü mü bir kere gönül
Dermanı tütündür.

Kaldıramaz yüreğim yükünü
Yangın düşmüş bir kere, limelenmiş
Prangalar vurulurken 
Bir of bile dememiş
Medet dilenip sahibinden
Dilencilik yapar sağlığına
Fani bedenim.

Selam geldi yardan
Viran oldu sevdam
Hoyrat rüzgârlar estirip
Harladıkça alevleri
Benzin gibi gelir yağmur
Dumanında boğar kendini
Kurudukça gönlüm
Hoşuma gider sevdanın acısı
Hele bir de ayrılık düştü mü sevdaya
İşte o zaman
Kalem de düşer elimden  
Dedim ya Meczup!
Sevdaya düştü mü bir kere gönül
Dermanı tütündür
İçtikçe sevdan dumanlanır
Dumanlandıkça
Hasretlik azalır...


***SOKAKLARIN ŞİİRİ











Yine tek basıma
Dolaşırken karanlık yollarda
İçi titrer sokak lambalarının
Yanlış şahısların yanılgısı
Eylem yapar yüreğimde
Militanlaşmış hücrelerimde
Devrim şehidi olur birisi daha

Sırtı kanbura dönmüş bir adam
Seni bekler köşe başında
Dualarla, ümitlerle ve sensizlikle
Kuturdar kar, her adımımda
Bütün pislikler örtülür
Açıkta kalır sokak çocukları
Isınmaya çalışır
Bir yağ tenekesi karşısında
Varmı yanan o ateşin içinde

Bir çuval da bana serin yanınızda
Çay var mı çay
Kavramlar düşler arkası
İkramları bile var
Önümde duruyor
Yağ lekesi olan bardağın içinde bir çay
Kim bilir ne haberler çıkıyor dumanından
Lazım bir halden anlayan
Uçuverirken gönlümdeki güvercinler
Yeri kanar batmış tırnaklarının
Zamana uçar tüm gelmişimiz ve geleceğimiz ...

***

SÜRGÜN MÜ HÜZÜNDE 
HÜZÜN MÜ SÜRGÜNDE?









Sevmek
Emaneti bilip korumak
Çevresi ateşe verilen akrebin ızdırabı
Hanedandan sürülmüş şehzade misali
Hangi kalpte taht kurulur tekrar
Amansızca geçen zamanın içinde

Güller açar, kelebekler uçar, kuşlar öter
Çürüyen sadece beden ve batıl
Hiç düşündün mü daldan kopan yaprak
Cemiyetinden ayrılınca ne yapar
Artık kimden alır gıdasını
Sararıp solup gidecek

Toprakla bütünleşeceğiz bir gün
Söylesene
Senden dünyaya kalan ne?
Üç beş çaput parçası mı?
Ne bu kazanma hırsı
Gerçi onlarda toprak olacak ya
Bunun farkında olan birkaç deli

Sahi deli miyiz biz dost
Birlikte çay ve sigara içecek dost edinmemişsen
Niye yaşarsın biçare insan
Sahi
Gönül dostu görmeden

Göz başka bir şey görür mü? 

***

HÜZNÜN ARKA SOKAĞI






Merhaba Ya Şehri Maraş...





Ah Destin!
Yüreğimin yangın yeri
İçinden çıkılmaz hüzünlerin sığınağı
Kendi halime bırak beni
Sana mı kaldı
Hüzünlerin solan çiçeğini sulamak
Neden ben Destin
Dünyada bu hüzünleri yaşaması gereken
Onca insan varken 
Neden ben?

İşgal altında bedenim
Hücrelerim
Düşüncelerim
Bu dünyaya ait bütün zerrelerim
Ne olurdu bende düşünmeseydim
Sapanla tanka taş atan çocuk
Şüphesi yok imanından.

Ah Destin 
O çocuğu da rahat bırak
Beni de artık
Belki de senin yüzünden
O kadar insan yanıyor
Senin yüzünden hüzünleniyor.

***

GURBET YOLCUSU












Dağlar taşlar arkamdan ağlar
Nehirler rüzgarlar bir hüzün türküsü tutturur
Dostlar yeni sözler yazarlar
Git şair git
Duygularda sevda
Düşüncelerde dava
Arkada ana, baba
Bir yanda boynu bükük maraş
Eeeeyy şair sen gidince yalnız mı kalacak bu şehir
Topla eşyalarını
 Yanına al kitabını,sazını, cuvaranı
Gardaaaş bu bir gurbet türküsüdür
Söylenmeden yazılmaz bu şiir

 Tütün kâğıdı kabuğu cemiyette artık oldukça yaygınlaşmıştır. Değerli büyüğüm Fazlı Bayram öncülüğünde adeta bir TÜTÜN KÂĞIDI KABUĞU AKIMI başlamıştır. Dostlar artık birbirleriyle uğraşmak istediğinde sözlü değil, bir tütün kâğıdı alıp dostuna uzatıyor. Kavgalarımız artık birbirimize tütün kağıdı kabuğu uzatmakla yeni bir yön bulmuş oldu.
Silah artık tütün kâğıdı kabuğudur. Bekir Büyükkurt’un bana uzatmış olduğu bir tütün kâğıdı kabuğunu bekletmeden doldurdum ve kalbine sözcükleri adeta mıhlarcasına yazdım. Vesselam.

***

SESSİZ BİR ÇIĞLUK:DESTİN

(Yazmam için bana her zaman destek olan Fazlı Bayram, Bekir Büyükkurt ve Asaf Özmen'e  Selam Olsun)

Nerden geldiğini, nereli olduğunu bilmiyorum
Bir kaç kez sormak istedim
Azarladı beni, ''hepimizin geldiği yer belli'' dedi
Destin benle çok konuşmaz
Bana hayatını pek anlatmaz
Büyük bir sır saklı onda
Biliyorum beni çok sever ama hep mesafeli durur
Ara sıra uğrar durumuma bakar kaybolur bir lâhza
Bir kaç cümle fısıldamadan da gitmez
Her zaman görünmez bana
Bazen çarşıda
Bazen dükkânda
Bazen de Çoruh Nehri kıyısında tütün sararken görüyorum onu
Arada bana da ikram eder
Çay içer, türkü dinler, bol bol söver
Destin bir hayal
Lâl
Afet
Davet
Teslimiyet
Bazen de hayal kırıklığı...
Elde etmek isteyip edemediğim
Yapmak isteyip yapamadığım
Söylemek isteyip de söyleyemediğim her şey DESTİN !



***

DESTİN YAZILIRKEN














Düşüncelerimin sessizliğinde kaybolurken
Karşımda beliriyor cismin
Bir söz, hatta sadece bir kelime
dökülmesini isterken dilinden
Sensizlik şakaklarımı zonklatıyor aniden

Tekrar dalıyorum
Sanki deprem oluyor hayallerimde
Her şey belirsiz, anılar sığınacak yer arıyor köşe bucak
Neler oluyor bu serüvenin sağlam temelinde
Sensizliğin enkazı düştü aniden üstüme
Ne olur, ne olur diye yalvarıyorum sana
Giderken bari anıları bırak

Deprem sonrası anıları bulamadım Destin!
Tek tek enkaz altlarına baktım
En azından onlara ait bir kaç kelimenin harfi için
Kimsesizler mezarlığına götürüyorlar tabutlarda
Salâları çoktan okunmuş meğer, duymamışım, duymamışım ..


***

SURİYELİ ÇOCUK














Bir Suriyeli çocuk çıktı mı karşıma  
Aklıma bir sürü şey gelir bu masumlar hakkında  
Oyun oynuyoruz sanıyorlar hala 
Vatanlarından ayrı bu topraklarda…  
Garibim Suriyeli çocuk çalışır bakkalda.

Arkadaşlarından, babalarından ayrılıp gelmişler buralara 
Koyar mı sandın köylerinden ayrı kalmak çocuklara?  
Onlar ne bilsin, ne geziyorlar burada?  
Masumların haberi mi var alçak insanlardan? 
Garibim Suriyeli çocuk çalışır kebapçı da. 
  
Arkadaşlarının ölüm haberi gelirken tek tek Suriye’den 
Yüzlerinde bir merak ''ölüm derken ?'’ 
Annesi, babası akşama kadar ekmek kovalarken  
Eziliyor çocuk onun bunun elinin altında  
Garibim Suriyeli çocuk ağlar bir tenhada. 
                                                                                                                                               
Baban şehit oldu küçük, vatan toprağında, 
Zamanı gelince rahat yaşa diye oralarda. 
Çocuk ağlıyor, diyor ki ‘’bana ne baba’’  
Babası cevap veremiyor sadece şehadet tebessümü var yüzünde. 
Garibim Suriyeli çocuk bu ölümle artık gelir aklın başına. 

Milletimiz sağ olsun çoğu duyarlı bu insanlara,  
Bir de öyle vicdansızlar var ki hiç acımıyor masumlara.  
Gidin siz de geberin demek adamlıksa çocuklara, 
Adam olmak nedir? Olmayan beyninizle düşünün bir daha. 
Garibim Suriyeli çocuk kin ve nefret kusuyor dünyaya. 

Oyun oynadığını zanneden çocuk artık uyanıyor dünyaya, 
Nasıl bir oyunun içinde olduğunu anlamak çok zor olsa,  
Bu millet bile sahip çıkamazsa bu çocuklara  
Ne yapsın Suriyeli çocuk katil devletler karşısında.  
Garibim Suriyeli çocuk sataşıyor artık sağa sola. 

Üzülme çocuk seni anlayanlar çıkacak karşına  
Kalır mı sandın bunca olanlar zalimin yanına?  
İnancını kaybetme bir gün buluşacaksın babanla  
Senin gibi bir sürü masum çocuk var bu dünyada 
Ahhh Suriyeli çocuk yüreğimi sızlattın bir bakışınla. 

CAMGÖBEKLERİNE AĞIT / Mustafa Alper TAŞ














bir tas sudan çıktı bunlar gerisini bilmiyorum
alüminyum bir tas, mess prodakşın, görkemli günleri teşebbüsün
çeşmeler pirinç, evler ağaç 
henüz çocuğuz o zamanlar
taahhüt etmemişiz bir binayı başından sonuna kimseye 
betondan ve arsa paylarından büyüteceğimizi
şefkatle


yahu bir menekşenin kanatlarından konuşuyoruz o kadar diyeyim 
yumurtadan kesilen tavuklarla giriyoruz ikindilere
gökkuşağı göründü mü çok keyifliyiz
dizlerimizi keserse gerçek taşlar kesiyor gerçek odunlarla vuruyorlar
böğrümüze
ne yalandan uykusuzluklar ne uzaktan sevişmeler
kaldırdık mı yumruğumuzu gerçek kemiklerden geliyor 
yıkılışın sesi

evet ah yıkılış evet yenilgi 
geceleri uyluklarımdan temizlenen çelik 
ovayı ciğerlerime dolduran o güzel tatlı nehir

sonra ne oldu bilmiyorum uzun bir harf başladı içimizde
birşeyler buyuruldu ve kırdık sınırlarını seherin
pencere sefalarını çok eskiden bildiğimiz bir kırmızıya değiştik
anladık ki ne güzel zulmedebilirmişiz bizler de tutmadan bir kelebeğin kanadını
onu öldürebilirmişiz

bir tas sudan çıkacak bunlar sonrasını biliyorum
kızıl saçlı ve olabildiğine yabancı bir kadın söyleyecek şarkısını 
bin yıl sonra bütün olup bitenlerin gökyüzünün altında
hurmaların daldığı sulara

YABANCILAŞ'MA/‏Metin ACAR

Kendime sesleniyorum,
Yabancılaşma kendine
Yabani bir ot gibi
Kıyılarda kendince esme
Ayağın boşlukta geziyor
Attığın adımlarda ses yok
Yağmurun her tanesi
Ve kar taneleri ilgilendirir seni
Melekler görevli onlarda senin gibi
Uyuma
Sesin çıksın kendine biraz
Çölde mi kaldın izsiz,susuz
Yoldan mı geliyorsun insansız,
Kararmış yüzün güneşten
Nerede yandın
Hangi izden gittin karardın
Ve kum tanecikleri
Dolmuş dudak uçlarına
Yoksa yağmur
Yağmıyor mu sizin oralara

Kendimden yabancıyım ben
Kendime yabani
Kendimi tanımak için
Kartpostal değilim ben
Yırtılıyor yalnız içim
Yayılmıyor parçalarım
Yangınımı görmek için
Ancak kendimi bulmalıyım

Belki şu dağın arkasıdır benliğim
Benden arta kalan
Bir iz vardır bana doğru
Yol dağın arkası kadar çetin
Senden yolcu olur mu hee metin

Elimi atıyorum kendime
Doktor ve ilaçlar çaresiz
Anlamıyor halimi şaşırmış
Bakıyorum baygın bakışlarla
Doktor tedirgin
Benim dikkatli bakışlarımdan
Bir mana çıkarmaya çalışıyor
İçimden içime sesleniyorum
Seni bunlar anlamıyor
Kaçasım var odalardan
Üzerime dikilen tüm bakışlardan
Doktorlardan ve ilaçlardan
Kendi yurduma dönesim var
Ama kendimden yabancıyım ben
Belki kendi içime yalancı
Nasıl bir yoldasın sen
Daldıramıyorsun elini ateşe
Ve sen,
Gördüğün her ateşten korkuyorsun
Daha hissetmedin bile
Kendi ateşini nasıl kül ediyorsun


BAYRAM KANADI KALBİM/Fazlı BAYRAM

şimdi bir bayram glemeli bayram gibi bir bayram
ortasında gözlerine bakmalıyım
sen süpürmelisin bütün şüphe götürmeyen inançlarımı
şehrin en karanlık yerinde ben elini tutmalıyım
şimdi bir bayram gelmeli bayram gibi bir bayram
sabahında sır tutmalıyım

işte sana söyleyemediklerimin hepsi bu kadar
gözlerine bakan gözlerdeki yenilgiyim ben
şimdi bir bayram gelmeli bayram gibi bir bayram
ortasında çıldırmalıyım

sen temmuzda al kitaplarını kollarının altına
ben kıtalar arası acılara duçarım
kim hangi ülkede kanatırsa yaramı
ölüm kadar yakın Ebuzer kadar neferim ona
şimdi bir bayram gelmeli bayram gibi bir bayram
ortasında kardeşlik tesis etmeliyim

Mısır Suriye Filistin Cezayir Tunus Yemen
hanginize gelen mermiye göğsümü gereyim
şimdi bir bayram gelmeli bayram gibi bir bayram
her mazlumun yerine ben ölmeliyim

***

BAYRAM KANADI KALBİM II.

sen temmuzda al kitaplarını kollarının altına
ben kıtalar arası acılara duçarım
kim hangi ülkede kanatırsa yaramı
ölüm kadar yakın Ebuzer kadar neferim ona
şimdi bir bayram gelmeli bayram gibi bir bayram
ortasında kardeşlik tesis etmeliyim

Mısır Suriye Filistin Cezayir Tunus Yemen
hanginize gelen mermiye göğsümü gereyim
şimdi bir bayram gelmeli bayram gibi bir bayram
her mazlumun yerine ben ölmeliyim


BELİRSİZ/Metin ACAR












Bu sabah kadıköye vapurlar yanaştı mı
Anlamıştım balıkların yem olduklarını
Martıların bile avcı olabileceğini
Vapurlarda anlamıştım
Deniz dalgalı olduğu zaman

Ne saplanıyor haberim yok
Bir nefes açlığıdır gidiyor
Tüylerim diken diken olmuyor
Yerdeki taşa takıldığım zaman

Yokla yoklukla süregeliyor
Denizden bir damla su sıçrasa
Deniz suyunu geri alır mı
Veya al alabildiğin kadar
Hiç sesini çıkarır mı
Ne saplanıyor haberim yok
Dikensel keşifler yaşıyorum
Mecburi bir yaşam tarzı gibi
Beni bir sorsalar
Bin ah işitmeye hazır gibiyim

Sorgusuz bir hayat
Keşifsiz bir dünya tabiri
Duvarları sorsalar bana
Onların yorumunu alın derim ben
Konuşmuyorlar dersen
Keşfetmemişsin kendini

Her güzel de kusur var
Kabulüm martılarınkine  de
Ekmek davası
Sen martı olsan
Diğer martıların balığını alırsın
Kimseyi suçlamıyorum
Martıları da suçlamıyorum
Ekmek davası
Ben de martı olsam
Aynısını yapardım

FİKRİMDEN İNSAN MANZARALARI/Levent NERGİZ












Gün geceye kavuşmaktadır..
Hüzünlü yüzler yine solgun,
Kâinat bir ses duymaktadır,
Bekleyişlidir ama yorgun..

Kendi arayışlarında kaybolmuşken insanlar,
Dünya telaşlarını telaşlarına katar.
Ezeli bulanık ebedi meçhul konaklarında
Duyulacak ses iledir başlayacak korku da..
Bitmeyen hayalleri ve yarım kalan aşkları,
Vardır..Elbet vardır,bellidir filmin buraları..
Arzular ve özlemler yaşanmamışlıklaradır,
Fakat izler güzelliğin bittiğinden yanadır...

Şimdi gece yıldızlarıyla,
Karanlığı ışıtmaktadır..
Zor olan bir uğurlamayla
Giden Ay çok uzaklaşmıştır...

Gidenleri de hiç özlememiştir insanoğlu
Boşvermiş, aldırmamış ama durmuştur kuşkulu...
Gidenlerden tecrübe etmiş, şaşmıştır,
Belki de bu yüzden hiç kimseye bağlanmamıştır...
Çağları aşmış bir gerçektir bu, nankördür insan
Kendine kalmış, kendiyle avunmuştur durmadan...
Bir yâri, anayı, evladı, vatanı mesela
Sevmeyi unutmuştur, kalmıştır yalnızlığıyla...

Yalnızca yıldızlar kalmıştır.
Bir özlem vardır fecr vaktine...
Sabır gerekir, az kalmıştır
Gece kavuşmaktadır güne...

Levent NERGİZ 04.08.2013