ARZ'DAN ARŞ'A... / Suat KIYAK










İnsan arzda Âdem oldu
Arzda Hakka bir ayine
Hakikatıyla Hakka üns
Gönlü tecelli mahalli
              Ve dahi zuhur yeri
Nuh kavmi beşeriydi
Hz. Nuh beşere necat
Hz. İbrahim eylemde tevhid
Hz.Musa esmada tevhid
Hz.İsa sıfatlarda tevhid
Hz.Muhammed ki Zâtda tevhid
          Bidayette ham başlangıç
          Kemalî zirvede sona munkalib
          "Ehad"dan kesrete
          Sonrası vahdete munkalib
Bir ayine ki tedricen
Hakikatı âdemiyetten
İnsân-ı Kâmile,
Hakikat-i Muhammediyye'ye
Hakikat-i Âhadiyyet'ül Ahmediyye'ye
Nûr-ı Muhammediyye’ye munkalib
Meratib üzere bir devir
Kemale dosdoğru gidiş
          Nihayeti bidayetinin kemâli.


İKİ RENK / Gizem AKTÜRK










Dünyada sadece iki renk olduğunu hayal ettim bir an.
İkisi de ayrı ayrı o kadar güzel ve anlamlılardı ki.
Ama yine de bir araya geldiklerindeki kadar büyüleyici olamıyorlardı.

Beyazı beyaz yapan beyaz olmayanlardı.
Beni ben yapanın benden olmayanlar olduğu gibi zira.
...

Siyahın yanına en çok yakışan beyazın, ona en "zıt" olması ne de anlamlı.
Zıt dedim ama emin değilim.
İki ayrı uç denilen aynı şey olabilir miydi?
Birbirine en uzak gördüklerimiz birbirine en yakın mıydı yoksa?
Birbirinden en farklı gördüklerimiz birbirine en çok benzeyenler mi yoksa?
...

Kendimizi tanımak istiyorsak hiç konuşmadığımız insanlarla konuşmayı denemeliyiz sanırım.
Sahi o insanla niye hiç konuşmadık?
Kendimizi tanımak istiyorsak önyargıyla yaklaştığımız ve her defasında yüzümüzü çevirdiğimiz o insanların yüzüne bu sefer daha cesurca bakmalıyız belki de.
Belki de biz en çok onlarda kendimizle yüzleşeceğiz.
Biz en çok onlarda tanıyacağız bizi.
...

Şükür ki her insan ayrı bir renk.
Şükür ki dünya sayamayacağım kadar renk ve tonuna sahip.


CAFER KEKLİKÇİ’NİN “SEVİNÇ ÜLKESİ”/Hasan EJDERHA

Cafer KEKLİKÇİ, “Tanınma Korkusu” “Yasak Bölge” “Tahammül Şeridi” ve “Havarya” isimlerini taşıyan şiir kitaplarının şairi. Kendi poetikasında da zikrettiği gibi “sosyal gerçekçi şiiri” savunur. Sosyal gerçekçi şiirlerinde mısraları ve kullandığı ıstılahlar oldukça serttir ve eğip bükmez. Hatta şiirde kendi geleceğini bile umursamadan söyleyeceklerini inandığı gibi söyler. Onu sadece şiirlerinden tanıyanlar, şiirlerini okuyanlar sürekli cenk halinde olduğunu görürler ve çoğu mısralarında cenk heyecanı yaşarlar. Başka bir söyleyişle kavgacı bir şair sanabilirler. Kavga şiirleri de var, yeri gelince kavga da eder Cafer KEKLİKÇİ. (Böyle bir isimlendirmeye belki Cafer KEKLİKÇİ bile itiraz edebilir. Ben okuyucuyum ve öyle algılıyorum. Efendim o şiirleri okuyup cenk meydanına hazırlanıyorum var mı ötesi?) Esasında Cafer KEKLİKÇİ’yi yakın tanıdığım için aykırılığı, remz şahsiyeti ve bunların şiirine yansıması neticesinde ortaya çıkan şiirler ile ilgili çok şey söyleyebilirim. Fakat konumuz “SEVİNÇ ÜLKESİ” kitabı.

Yukarıda onca sözü, çocuklar söz konusu olunca ortaya bambaşka bir şair olarak çıkan Cafer KEKLİKÇİ’nin bu halini anlatmak için söyledim. Her an belindeki kamasına elini atacakmış gibi duran ve oradan şiir söyleyen Cafer KEKLİKÇİ Çocuk Şiirleri kitabı “SEVİNÇ ÜLKESİ”nde bir baba gibi hatta bir dede gibi şiirler söylemiş. Satır aralarından belki Cafer KEKLİKÇİ’den çocuk şiirleri kitabı çıkmasına şaşkınlığım anlaşılmadıysa açık açık söyleyeyim ki beklemiyordum. Çok şaşırdım ve sevindim. Baltayla lüle taşı yontan ustanın bir anda incecik kalem ile lüle taşı yontması halinin şaşkınlığı, hayranlığı ve sevincidir bendeki hal.

“SEVİNÇ ÜLKESİ” Çocuk şiirleri kitabındaki şiirler çok güzel ve çok farklı. Ayrıca Cafer KEKLİKÇİ’nin bir sorumluluğu yerine getiriyor gibi dikkatle konular seçmesi, mısraları oluştururken kullandığı kelimelerde gösterdiği hassasiyet açık açık görülüyor. Bir kuşu tutar gibi; fazla sıksan ölür, gevşek tutsan kuş kaçar ya! İşte böyle tatlı bir doz… Diğer taraftan şiirleri yazdıktan sonra bile çekiç izlerini nasıl bir hassasiyetle zımparaladığı görülüyor ki bu da çocuk şiirleri konusunun nasıl hassas bir konu olduğunun farkındalığını ortaya koyuyor.

Kitabın adını da veren şiir, kitabın da ilk şiiri: “SEVİNÇ ÜLKESİ”

dedemle elifbâ okuduk bu gün
sonra mescitte ağlayan ağacı anlattı dedem
peygamberimizi çok severmiş ağaç
ben de çok seviyorum dedim içimden

ardından hasan ile hüseyin efendimizi anlattı
mübarek sırtına alıp gezdirirmiş odalarda
çocukları çok severmiş peygamberimiz
torunlarını dizlerine oturtup dua edermiş onlara

sonra hazreti ali’yi anlattı dedem
çocuk yaşta peygamberimize inanmış sevinçle
sevinçle koşmuş gitmiş sokaklarda
sevinçle müjde vermiş annesine

ben de hemen anneme koştum sevinçle
anne dedim sübhaneke okusam dinler misin
ne demek oğlum sen oku hemen
dedi: bu senden duyduğum en güzel sesin

güzel okudum mu anne sonuç ne
akşam babama da söyleyelim mi bu günü
havlu tutacağım ben şimdi dedeme
abdest alırken melekler çok seviniyor çünkü

“SEVİNÇ ÜLKESİ” kitabı Kayalıpark Çocuk yayınlarından Haziran 2017’de çıkmış. Kitap 63 sayfa ve 14 şiir yer alıyor. Nefis bir mizanpajla resimlenmiş kitabın sayfaları; şiirlerin konusuna uygun, çocukların seveceği resimler… Mavi boyalı zemin ise çocukların okuma iştahına katkı sağlayacak kadar güzel olmuş.

Zaman zaman diğer kitaplarındaki şiirlerinden tanıdığımız Cafer KEKLİKÇİ’ye de rastladığımız oluyor kitabın sayfalarında. Mesela GÜZEL BEŞİKLER şiirindeki şu mısra ve imgeler Şair Cafer KEKLİKÇİ:

“hadi uyuyalım baba gözüme kaçtı uyku”

 Ne kadar tatlı değil mi? Bu mısra ilgimi çekti zira Cafer KEKLİKÇİ ilginç imajlar imgeler bulan ve kullanan bir şair…

GÜNEŞLİ RESİM şiiri ise her evde, insanların yaşadığı her evde yaşanan tatlılıklar. Alıştığımız, teslim olduğumuz, duygularımızın zirve yaptığı haller…

alo dede ben bugün var ya
çok güzel resim yaptım baksana
götürdüm astım buzdolabının kapağına
bir görsen nasıl uçuyor kuşlar
bizim evden uzak sokaklara

evet dede annemle babam da gördü
bir sürü top oynayan çocukları
beyaz ayıcık öksürdü sarı tavşan güldü
yürüyor gibi yaptığım bulutları
kim gördüyse sevdi kim gördüyse öptü

dede ben bugün var ya
güneş çiziyorum her tarafa


Her şairin çocuklara olan sorumlulukları açısından yapmaya mecbur olduğu ödevini yapmış Cafer KEKLİKÇİ. Yürekten tebrik ediyorum.

ŞİİR / Nurcihan KIZMAZ














Şiir kalbin sesidir
Şairin nefesidir
Şiirde riya olmaz
Şiir sözün hasıdır

Şiir gönül işidir
Kalemin gözyaşıdır
Şair bir başka yazar
Nadan başka işitir

Şiir bazen öğüttür
Bir tatlı nasihattir
Bazen dağlar aşırır
Bazen önünde settir

Şiir arı misali
Her çiçekten bal alır
Şaire dizi dizi
Sıralaması kalır





GÜN BATIMI KIZILLIĞI/ Hasan Can BİTTİ

Alışkanlıktan da öte adeta günün o saati için hazırlanır, çayını demler, sigarasını sarar ve o gün batımı kızıllığının gelmesi için beklemeye koyulurdu. Aylardan mayıs olması hasebiyle "dizlerim üşür mü?" diye düşünmesine gerek kalmadan geçecekti camın kenarına. Mevcut yaşı itibariyle bu bile ona büyük bir keyif vermekteydi.
      
Gene oradaydı, her gün okuldan bir kavgayla gelen çocuk; Ali beyin oğlu Burak. Asla yerinde duramayan bir çocuktu o. Arada müziğin sesini fazla kaçırdığından uyutmaz insanları ama gençtir deyip pek ses de çıkarılmazdı. İşte, şu taraftaki Ayşe Hanım, manavdan almış olduğu sebzelerle birlikte apartmana doğru geliyor. Çok takdir ettiği bir kadındır Ayşe. İnsanlar öz evlatlarına bile tahammül edemiyorken o bir başka evin çocuklarıyla ilgilenir ve günün bu saatlerinde de evine erken girebilmek adına hızlıca yürürdü. Bu acele ve vakur adımların sahibi asil anneyi gördükçe de hatıralara dalardı: “Ne kadar da çok benziyor rahmetlinin gençliğine” diye düşünürken yüzünde beliren o acı tebessümle birlikte gamzeleri de belirginleşirdi.

Kaç yıl olmuştu, kaç bayram geçmişti onsuz?

Hafızası mı zayıflıyordu yoksa vakit mi çok hızlı geçiyordu, pek umurunda da değildi aslında.

Torunu aklına geldi bir an için. Onun vefat ettiği günün akşamına doğmuştu.

Demek on iki yıl olmuş.

Hanımının hasretinin üstüne bir de torunun hasreti eklenmişti şimdi. Sessiz, sakin, uysal ama inatçı bir çocuktu bıdık baba. Adeta dayısının çocukluğu gibiydi, hık demiş burnundan düşmüş derler ya, öyleydi işte.

Oğlu küçüktü o zamanlar, henüz ilkokula başladığı zamanlardı. Memlekete gidiyorlarken dağın başında arabanın lastiği patlamıştı da ne çok ağlamıştı çocukcağız korkudan. Hanımla çocuğu sakinleştirdikten sonra bagaja doğru yöneldiğinde yedek lastiğin de patlak olduğunu anımsamasıyla birlikte sesli bir şekilde gülüvermişti. Bu dikkatsizliği yüzünden de yiyecek olduğu fırça farz olmuştu ya, o da ayrı mesele. Oğlunun yorgun düşüp annesinin kucağında uyuya kalmasıyla birlikte yardımın gelmesine de en az dört saat olduğunu fırsat bilip gönlünü aldıktan sonra hanımıyla uzunca sohbet etmişlerdi o gece.

Rahmetliyle sohbet etmek en büyük zevkiydi ve bu sebepten ötürü ne çalışırken ne de emekliye ayrıldıktan sonra evlerinde asla televizyon bulunmamıştı. Zaten, bilhassa gençliklerinde, çocuklardan fırsat kaldıkça karşılıklı iki bardak çayı bile zor içerlerken bir de televizyona tahammül edemezlerdi.

Derken bir anda bir ses, ezan sesi duymaya başladı...


Meğer hava kararmış, insanlar evlerine çekilmiş, tükenmiş olan çay ve sigarası yine ağzında o acı tadı bırakmıştı.


Çöl Sarısı Hüznüm / Sabahattin Özcan

Heceleri ayıranlar /bölenler rüzgârda savur-mak için cümleleri patosa teslim ederken, ikindi sıcağında geçiyorum hasat vaktinden. Ebedi yaşama teslim olanlar, gül yetiştirmek için yedi kıtada beklerken, ha- yallerim tutsak. İtaatkâr bir geçmişle gelecek için yüzleşirken, akçenin para etmediği zamanlardan kalma laleleri, çelişkilerle boğuşanlara vererek geçiyorum, zihinlerinden. Sürgün edilmiş umutları taşıyor yüreğim. Kitlesel arınmalar için biriktirdiğim vakitleri, gün batımlarında tutuyorum. Tüketmek için üretilen karanlıklar kendi döngüsünde eşelenirken, kerpiç evler bizlere el olmuş. Saadet evinin sokakları tacirlerle doluşmuş. Markaların istila ettiği boşluklardan yeni bir dünya oluşturulmuş. “Al, sat” hayata anlamsızlık kat!

Anlamsızlaştırılan hayat, hastalıklı bir ur gibi ıstırabımı artırsa da fıtratımı kuşatan huysuz hırslarımla yüzleşiyorum. Protest bir teslimiyet ile gönül aynamı parçalayıp, parçaları kendime saplıyorum. Kendimden olmayan dille konuşmayı ret ederek kendime sesleniyorum. Gül kokan yolda aslolan yürümektir, yola kurulan barikatlar ne kadar çok olsa da, yürüdükçe arayış da var olacak oysa! Çelişkilerim yüreğime düğümlenip, zincirin halkaları gibi birbirine bağlanmışken, popülist rüzgârları neyleyim. Hasatsız bir ömürle gün doğumlarına hazırlanırken, rüzgârın savurduğu yalnızlık, nasibimiz oldu. Yavaş yavaş dönülen köşeleri hızlı dönenler! Biraz uzak durun tadını çıkarayım!  Karşımda hayat küçüldükçe, içindekileri de küçültüyor. Şimdi çocuklara siyanürlü masallar fısıldayanlar, köşeleri için ihtiraslarına kurban adıyor. Yüreğimizi kuma gömerek kaç vakit daha günün ağarmasını bekleyeceğiz.  

Ne ara kimliksiz bir moloz yığını haline geldi, ruhsuzlaşan bu şehir!  Bir yanıyla boşaltılmış, mecalsiz kavramların sığınağı olurken, semalarında uçan bir kuşu dahi görmek ne mümkün. Yaşam alanları kum ve çimentonun emrine amade iken, kalbimize inşa edilen çok katlı beton yapılar oluşturulurken, yeryüzünün merkezine kendi nefsimizi koyarak,  daha ne kadar kopacağız kendi gerçekliğimizden! Başka başka âlemler, varlıklarla çevrili ile iken hayat, kelimelerin bencilleştirilmiş dünyasında kandırılmayı bekleyen yalanlarla avunuyoruz.

Moda olan alışkanlıklarım tutunmazken bir kuşun kanadına. Kelimelerle oynayan kibir abidesi olan divaneler; kuşlar filleri yener! Ve yine, yeniden yenecektir vaktinde! Çöl sarısı hüznümü ilmek ilmek örüyorum,  şiir tadında düşlerken!
Düştü ebabilin gözlerinden!

Yüreğimdeki ateşle özgürlüğüme kaçarken sen öp beni gözlerinle…




EVİM / Sena Nur ÇAM











Benim yaşadığım evim
Ne korkar ne üşürdüm
Mutluydu hayata bakan saf yüreğim
Sessiz ve sakin bir yaşam içindeydim

Anneciğim çok iyi beslendim
Annem elini koyunca sevinirdim
Şimdi yok öyle bir yerim
Çünkü o yer 9 ay kaldığım evim

5 Nisan Ortaokulu KAHRAMANMARAŞ



BERGÜZAR / Suat KIYAK


"Seyyid'ül Beşer"e  












Semaya uzatılmış nasırlı eller
Ganî'den fukara diler de diler
Göklere yerden derunî bakış
Kürsi'den arza bir mefhum akış.
Katışıksız ruh, plastik nefs, mikser iblis
Zakir mahluk, basir arif, 
Nankör kedi, müflis hasud
Sadık köpek, musahî gönül
Rollerin sureti, 
Anlaşılmazın sîreti
Aldatıcı zâhir ve fecaat
Tamaha kamçı olan hevesat
İnfaktan evla olmuş tahsilat, 
Nasır tutan yüreğin gıcırtısı
Vesvasın suflesi dırıltısı
Merhamet tellalı sahtiyan
Mağara yarasaya aşiyan
Nûra aşık pervane
Hilekâr tilki, 
Tuzağı kurmuş ankebut
Avlağa düşmüş sinek 
Mukallid bukalemun 
Hırsız maymun, hırçın ayı 
Munis koyun, inatçı keçi
Şehvetperest horoz 
Perestişe müptela tavus
Vahye mazhar nahl
Hicabîye ilham muhal
Neml Süleyman'a ders-i amm 
Ale'd-devam vesselam
Saymak ne mümkün Mahlûk-u sugrayı 
Ey gafil !
Mevcudatın huy-i bed'i
Nefs-i emmarenden zâhir
"İnsan" âlem-i kebir
Kendini bil
Her ne var âlemde
Kendinde bul...
Solmayan güllerin Efendisini
O'ki gülzara Öte'den nâzır
Dem-güzar'a himmeti daim hazır
Sonsuzluğa gebe gonce-i lâlezar
Ol ! gülzardan Seyyid'e bergüzar.


HİLÂL - YILDIZ /Alirıza KARAKALE

Hilal hiç ayrılmadı gökyüzün- den o gün. Ve bu kez yıldızlar yeryüzündeydi. Yeryüzü al bayrağın iki misafirine ev sahipliği yapıyordu. Al kan yanında, yıldız. Bu kez yalnızca Hilal yansıdı yeryüzünün iki şerefli misafirine. 

Değişmedi, değişmeyecekti. 

Namusumuz aynı ihtişamıyla gözlerini alıyordu "kanı bozukların". Hilal, hangi kanın üzerine yansıyacağını bilir. Buyurulmuştur ona. Ki kansızın en fazla iki damla kanı vardır. Birinci damlası İRİN ikinci damlası HAİN. 

Şerefli damlalar arasında geceyi aydınlatan Hilal'di. Yıldızlar yeryüzünde onlara verilen görevi yerine getiriyorlardı. 

İlk yıldız Ast. Kd. Bşçvş Bülent Aydın'dı. Gecenin ilk yıldızı, ilk şehidi. 

Öğle yemeğini beraber yediği kişiler, şerefsizce şehid ettiler onu. 

Bülent Komutan eşi Şehnaz ablaya : "İşim uzadı " demişti. İşi mahşere kaldı Şahnaz abla. 

İntikamı hem burada hem mahşerde en acısıyla alınacaktır. 

Yıldızlar nasıl parlarlar bilirsiniz. Eşsiz benzersizdirler güzellikte. 

Hele o geceki yıldızlar. Göz kamaştırıyor. 

15'lileri de bilirsiniz. Hani ecdattan bu güne hiç bitmeyecek olan 15'liler. Cesaretleri iki cihanda da örnek gösterilecek 15'liler. Bazan çocuk deyip fikirleri önemsenmeyen 15'liler. Hatrınıza acı acı geldi değil mi ? 

Ümmetin son kalesini kurtardı işte onlar. 

Babalarının, annelerinin önünde vatan savunmasına gelen o çocuklara o cesaret abidelerine o yiğitlere nasıl imrenmem, nasıl kıskanmam onları ?  

  • Sen evde kal !
  • Sen nereye ben oraya baba. Şehadetten beni mahrum bırakma. 

Abdullah Tayyip. Babasına Erol abiye böyle söyleyerek çıkıyor evden. Nasıl kurban olmam ki senin yüreğine.  

Ya Engin (Tilmaç)

Yiğidim !

Karşıdan gelen tank mı ?

Tank kardeşim. O gelen içinde şerefsiz barındıran demir yığını tank. Birazdan şehadetine sebep olacak. 

Yiğidim tankın altında kalıyor. Yüzü tanınmaz halde. Şu yeryüzü mü senin yüzün mü deseler senin yüzün daha pak derim. Senin yüzünden daha pak bir yüz görebilecekler mi ?

Engin'im. 

Kimliğin evde kalmış kardeşim. Annen baban çok aramışlar, çok merak etmişler seni. 

Bu abinin gözleri ahirette seni arayacak. Nolur beni bul !

15 Temmuz, 15'lileri bağrına basmıştı. 

Halil'im (İbrahim Yıldırım)

Kalk hadi kardeşim. Bak hainler ateş ediyorlar dört bir yandan. Engel olmamız lazım kalk hadi Halil'im! 

Vurulmuş temiz alnından uzanmış yatıyor ... 

Mahir'im (Ayabak)

Aya bak kardeşim. Tam üzerinde Hilal. Ne güzel yakışıyorsun yıldız olarak. Mücadeleni olur da bir hain okursa imana gelir. Havalimanında kurşunlar senden korkmuşlar kaç kez. Duydum şanını. Son kurşuna da sen müsade etmişsin. Şehadete kavuşmak İçin. Ve şehadet parmağın havada şahitlik ederek kapatmışsın gözleri. 

ŞAHİDİM. 

Ve iki yıldız. Coğrafyada adı Çift yıldız. Hiç ayrılmıyorlardı. Çok yanyanaydılar. Diğer yıldızlara göre çok benzerdiler. 

Ahmet - Mehmet Oruç, 

Kimlikleri tespit edilemedi bir çok şehid gibi. 

Enes Bin Malik (r.a) geldi hatırıma. 

Uhut'ta Efendimizin şehadetini duyduğunda, yanındakilere : "O öldükten sonra yaşayışta ne yapacaksınız, kalkın ve onun gibi ölün" demişti. Ve savaşın en yoğun olduğu yerde şehid olmuştu. Kız kardeşi yalnızca parmaklarından tanımıştı onu. 

KURBAN OLAYIM. 

İlhan(Varank) hoca bağırıyordu hainin arlanmaz yüzüne. 

Burası ÇANAKKALE! 

Hain, İlhan hocayı çok iyi anlamış olacak ki zamanın gavuru gibi saldırdı ve İlhan hoca son sözlerinden sonra şehid oldu. 

Mustafa (Cambaz) abi hakkında evladı diyor ki "Şehide en yakışan yerinden vurularak iki kurşunla şehid oldu babam."

Hilal, al kan ve yıldızları bağrına basıyordu o gece. 

Halil (Kantarcı) abi bunu biliyordu. Ailesini ümmete emanet ederek çıkmış evden. 

Zeynep Serra(Babasının güzel kızı) , Ömer Tarık (Bakın bir ömer daha geliyor) , Ali Cihad ( Cihadı Allah İçin olacak) üç melek , ümmete emanet. 

Anneler vardı. En çok parıldayan onlardı şüphesiz. Hilal'in yanına nazik ve zerafet içinde nasıl da yakışıyorlar. 

Demet (Sezen) Abla ...

Anneydi, yürekli bir polisti. 

Evladını, meslektaşı eşine bırakarak çıkıyor evden. Koşar adım şehadete ilerliyor. Ve Allah kabul buyuruyor. 

Şimdi Demet ablanın evladından da korkun.

Demet abla ile birlikte kaç yiğid kadın tanıdı Hilal. 

ŞAHİDİM. 

Başını koyarak çıkmıştı belli ki vatan müdafaasına. Niyeti hâlismiş Cuma (Dağ) abinin. 
Evinden çıkmadan eşine diyor ki : " Rukiye, oğlumla şöyle güzel bi fotoğrafımızı çek. Hatıra kalsın. 

Sonra oğlunu göğsünde uyuttu. Çıktı evden. 

Sicim gibi yağan kurşunlara aldırmadı. Saat: 01.00 

Büyük bir gürültüyle bomba düştü. Cuma abi o aralar ne kurşunlar ne bombalar gördü bilmiyorum ama tankların hemen önünde yalnızca gövdesi vardı. O kurban olunacak "Başsız Şehid" Cuma abiydi. 

Hilal hiç ayrılmadı gökyüzünden bu gece. Ve bu kez iki misafirine ev sahipliği yapıyordu. Al kanın yanında yıldız. Bu kez yalnızca Hilal yansıdı yeryüzünün şerefli misafirlerine. 
Aynı ihtişamıyla dalgalandı o gece ve dalgalanacaktı ilelebet. 

karakale 'm


SES / Gün Sazak GÖKTÜRK










Dikenli telleri geçselerdi mayınlara kaptıracaklardı umutları.
Aksak bir düş olacak topallayacaktı yarınları.
Anaya gözyaşı, mahalleye dertti sevda kapı
Geçmediler !
O yüzden ne mayınlanmış umutları,
Ne topal yarınları oldu.
Ne ana ağladı ne mahalle ne de dikenli telli bahçe.

Dinle ey sende be adam diyen
Bir neslin halidir bu;
Bir güvercin gerdanlığına dizilmiş çocuklarız biz...
Bombalanmış hayallerimiz…
Ne oyun kalmış ne de önünden kuşlar geçen pencere…
Hissiz bir dünyanın evladıyız biz...
Kendimize ait bir anımız yok...
Hepsi bir hayaldi, yüklendi kervan geçti gitti.
Amansız bir hastalığa yakalanmış ruh çürüyüp durmada...
Kötü kokular yayılıyor sarhoş bedenlerden...
Ne mutluluğu ne yaşama kaygısı, ne başka bir şey.          


stres çarkı / fazlı bayram

              


               /oğluma/




I.
üç çarpı bir beş etti
kendi gözümle gördüm
bir anne
üç çocuk ikisi kız
bir de ben
beş kişi çağın rüzgarına kıyam duruyoruz
bir birimize hediyeler alıyoruz bazıları sembolik
bazıları ironik
bazıları maksatlı
ateş yakıp ısınıyoruz
dağlardan kayıp
ayna tutuyoruz güneşe
yansımalar sosyolojik arıza

üç çarpı bir beş etti
hepsini öpüyorum her sabah akşam
böyle kafa tutuyorum
peşin kabulleriniz sizin olsun
ye iç yat inan
gelmiyor işime

II.
çevir çevir
çevir
hevesin geçsin ede
sonra geleceksin nasılsa tespihe


III.
aldım vallaha
ne yalan söleyeyim
hem de iki tane
birini oğluma kızıma diğerini
nasıl olsa alacaktım
mecbur alacaktım
elde edilmeden reddedilemezdi çünkü
çağın kanseri bu modernizmin el endezesi
tez dedim alıvereyim de
hevesleri geçsin çocukların
şükür geçti
ellerinde benim tespihler var şimdi
kötüsünden almıştım zaten
on dört liralık zararla çözdük işi
işe bak reddettiklerimiz de düşmüyor yakamızdan
koparmadan bir şeyler alın yazımızdan



DERİNCE DERMECE / Dilara DEVECİ

Geçenlerde şimdiki hayatıma kadar görmediğim güzellikte bir gül gördüm. Mezarlıkta bir mezardan bitmiş bir gül. Zaten en hayran kaldığım leylağı yine o mezarlıkta yine bir mezarda görmüştüm. Leylak benim en sevdiğim çiçektir.  Şimdi ben bunlara bir anlamlandırayım desem bir garip manalar bulurum. Olmadık manalar bulmak kolay çünkü ben gökyüzünü mor görüyorum. Çok canım sıkılıyor, çok canım sıkılıyor ne yapalım? Öyle bir şiir vardı ama hatırlamayayım onu zira hatırlayınca daha çok canım sıkılıyor. 

Burnuma leş kokusu doldu az evvel. Belki leş kokusu değildir ama babam öyle söylemişti yıllar önce uzun bir yolculuk yaparken. Şimdi biri bulsa kanıtlarıyla bu başka bir şeyin kokusu diye çok üzülürüm çünkü babam öyle söylemedi bana. Yıllar önce sadece bir köye gidince hissettiğim çok hoş bir koku vardı. Bana sorsan yemek kokusuydu hep bekledim buram buram kokan bir köy yemeği konsun önümüze ki koku ne zaman tandırlara yaklaşsak o zaman gelirdi burnuma. Sonra nasıl olduysa bir gaz kaçağı kokusu olduğunu öğrendim. Hala inanasım gelmez,içim burkulur. Bu arada inşallah leş kokusu başka bir şey çıkmaz. Bundan gerçekten çok korkuyorum. 

Yol çekiyorum yine. Evet çekiyorum çünkü ben uzun yol sevmem. Dışarıya bakıp uzunca dağları tepeleri seyretmek elbet ki güzel ama ben muhabbet sever bir insanım. Yolda herkes kendi işine bakıyor aman kimseye dokunma rahatsız etme lafı düstur oluyor. Gerçi bana hep insanları rahatsız etme diyorlar. İşin komiği ben hep sevdiğimi hissettirdiğimi, onları mutlu ettiğimi sanarken söylüyorlar. Ellerim saatlerce demir sıkmaktan perişan olmuşken bunu hissedemeyip düşünceler içinde salıncakta sallanmam normal bence. İnsanlar bana düşünecek çok şey veriyorlar. İnsanlar bir şeyler yapmasa ne olur kuşlar var. Birde Kız Kulesi ne hüzün oldu bana. Geçer mi ya ? Geçer inşallah. 

Yol uzun yollar uzun. Niye böyle uzun bu yollar? Düş uzun düşünceler uzun. Gidiyorum gündüz gece. Allah selamet vere. 


RÜYA VE HAYAL / Casım ÇOBAN











Uyandırıyordu bir ninni uyutmaya
Bir hayal, hayal oluyordu
Başlıyordu bir rüya…

Hayal kayalıklarda büyürdü
Ten leş.
Çöl hayale büyütürdü
Kalp keş.

Ten tanrı oldu
Hayalden mahrum çocuk
Nerede parmaklarını yakan yakışıklı?
Bu rüya sonumuz oldu…


UYKUDAN UYANIŞ / Suat Kıyak

Şehidlerimize...








İşte yürüyor bir millet, en önde devlet
Yedi düvel ve uşak cücelere karşı
Millî duruş işte budur, işte bu hâlet
Görsün dünya, bu millet, hiyanete karşı.

Ordu millet işte burda, etmiş tecessüm
Şerefsize, hâine, soysuzlara karşı
Şehitlerim cennette, etmekte tebessüm
Nebi'lere, Resul'lere, Rabbine karşı.

Tir tir titriyor, hiyanet şebekeleri
Bir bir düşüyor işte, firavn heykelleri
Selam duruyor sana, dünya milletleri
Sanadır Habib-i Kibriya' nın övgüleri.

Kutlu millet, kutsal devlet, kalktı ayağa
Yüzyıllar sonra kavuştu, kutsal otağa
Bu necip millet uyandı, şükür Allah'a
Salât-selam olsun Habib-i Kibriya'ya.


15 TEMMUZ VE MİLLET: “BU MİLLETİN DEMİRİ SAĞLAM…”/Hasan EJDERHA

Yazımın başlığı olarak aldığım bu ifade babama ait. Olağanüstü zamanlarda milletçe davranıp bir şey başarıldığı zamanlarda babam bu sözü söyler: “Bu milletin demiri sağlam…” Demir derken; babam “cevher”i bilir mi bilmez mi hiç düşünmedim. Ama babamın bu sözü söylerken bu milletin cevherinden, özünden, âdemiyetinden, genetiğinden bahsettiğini hemencecik anlayıverirsiniz de aslında ne demek istediğini kavrayıverirsiniz. Hani Anadolu insanı “ben bir diyeyim sen iki anla” der ya! İşte öyle bir şeydir herhalde babamın da söylemek istediği. Diğer zamanlarda ise babam; milletten, gençlerden yakınır durur: “Bu millet bir türlü birlik sağlayamayacak…” “Bu millet ihanet edenleri sallandırmadıkça işler düzelmez” “şu gençlik nereye gidiyor?” “Bu bilgisayara mahkûmluk ve cep telefonu çılgınlığı gençliği yok ediyor.” Yani birçok makalede, birçok önemli kitapta sıralanan, zaman zaman hepimizin kaygılandığı anlardaki yakınmalarını sıralar gider babam.

Hepimizin kabul ettiği ve kaygı duyduğu bu tespitler, gençlerimizin geleceği için kaygılanmalarımız yanlış mı? Elbette çoğu doğru tespitler ve kaygılarımız da yerinde. Ama bir şey var… Olağanüstü zamanlarda bu milletin çocuklarının başka bir şey oluverdiği başka bir şey var. “Bu milletin çocuklarının başka bir şey oluverdiği başka bir şey var” Bu nasıl bir cümle oldu şimdi? Ben de farkındayım “başka bir şey oluverdiği başka bir şey var” cümle anlamsız mı? Hayır anlamlı. Ancak
böyle ifade edebiliriz 15 Temmuzda olanları. Aslına bakılırsa sözün tahtında oturan söz sahipleri, Allah dostları, güzel insanlar deyiverir size bu milletin çocuklarının nasıl başka bir şey oluverdiklerini. O mayan ne olduğunu. Bir topluluk yürürken içine katılan mayanın o topluluğu başka bir şey ediverdiğini…

Bu kadar kâfi…

Onların hangi mayayı nasıl mayaladıkları ile ilgili fikir yürütmek bizim haddimiz de değil zaten… 

İşte 15 Temmuz’da hain darbe girişiminde bu milletin çocukları başka bir şey oluverdi. Sadece 15 Temmuz’da mı? Memleketin dara düştüğü her zaman; din-i mübin-i İslam'ın hizmet beklediği her zaman başkalaşan bir millet oluvermişiz; Kurtuluş Savaşı’nda, Yemen’de Çanakkale’de çağrıya doğru yürüyüp, Allah yolundaki gazalarda saf tutmuşluklarımızın bizi bu günlere getirdiğini biliriz elamdülillah.

Bu çağrılardan birini hiç unutmadı bu millet. Fransızların Maraş’ı işgalinden sonra kaleye Fransız bayrağının dikildiği gün Avukat Mehmet Ali KISAKÜREK şöyle bir çağrı yapmıştı. Kaleme alıp, o gece çoğaltarak önemli camilere astırdığı beyannamede şöyle sesleniyordu halkına:

"Âlem-i İslam'a Hitap Ey millet-i necibe-i Osmaniye, vaktine hazır ol. 1300 küsür seneden beri Hz. Allah’ı ve Peygamber-i Zişan'ının hizmetine razı ettiğin bir din ölüyor. Yani ecdadının kanı pahasına fethettiği bir kalenin burcundaki Al Sancağın bugün Fransızlar tarafından indirilip, yerine kendi bandıraları  konuldu. Şimdi acaba bunu yerine koyacak sende birkaç yüz İslam gayreti hiç mi yok! İğtişaş arzu etmeyin. Yalnız pür vekar ve azamet olarak ol AI Sancağımızı geri yerine koyalım. Tekrar kemal-i mehabetle yerlerimize avdet edelim. Korkma, korkma seni buradaki birkaç Fransız kuvveti kıramaz. Sen mütevekkilin Alellah kendi mevcudiyetini gösterecek olursan, değil birkaç Fransız kuvveti, hatta bütün Fransız milleti kıramaz. Buna emin ol." Ve Maraşlı… Rıdvan Hoca’nın “Kalesinde düşman bayrağı dalgalanan bir beldede Cuma namazı kılınması caiz değildir” diyordu. Maraşlı aşkla şevkle kaleye yürüyüp düşman bayrağını indirerek, kendi al bayrağını göndere çektikten sonra Cuma namazını orada kılıyordu.


Maraş'ta ilk kurşunu sıkarak düşmana korku salan; ilk kurşunla birlikte mücadelenin daha baştan kazanılmasına sebep olan Sütçü İmam gibi bir yiğit de 15 Temmuz'da çıkıyordu. Ömer HALİSDEMİR. Ve milletin her dönem Sütçü İmamlarının, Ömer Halisdemir'lerinin olacağının ispatıydı bu...

15 Temmuz’da yine bir çağrı geldi: “Milletimizi illerimizin meydanlarına davet ediyorum!” ve millet yine çağrıya cevap vererek meydanlara bir daha iniyordu. Zira biliyordu ki bu sadece bir darbe girişimi hainliği değil, vatanı işgale açacak bir hain girişimdi. Anadolu insanının feraseti her zaman hainlerin önünde olmuştur ve yine hainlerin önünde yüksek bir feraset örneği sergiliyorlardı. Hakkında her türlü doğru tespitlerin yapıldığı ve yakınıldığı gençlik, içinde bulunduğu ataletten sıyrılarak kendi genetik kodlarına dönmüş, içindeki asıl cevheri harekete geçirerek adeta resetlenmiş, âdemiyetine dönmüştü.

Buradan bir şey daha anlaşılmalıydı. Ülkemizde rahat idare edebilecekleri tek kalem gençlik yetiştirmeye çalışanlar başaramamışlardı. Zaman zaman haklı olarak kaygılanarak “gençlik elden gidiyor” diye yakındığımız, onların tornasından çıkmış gibi bizi kahreden genç çoğalmaya başlamış; imalat hatası olarak addedilen gençlere umut bağlar olmuştuk. Tam bu noktada görüldü ki bu milletin çocukları olağanüstü hallerde kendi genetik kodlarına dönüveriyordu. 

“Bu milletin demiri sağlam...” Sadece istikamet eksikliği var... Gençlerimize doğru istikametlerin verildiği zamanlarda düşmanlarımızı hayrete düşürecek, şaşkına çevirecek, umulmadık sonuçları kaç kere almışlığımız vardır. Bazı “Rak” konserlerinde bir grup gencin cezbeye kapılmış gibi, oldukları yerde baş ve vücut hareketlerini televizyonlardan görmüşlüğüm vardır. Hep tefekkür etmişimdir. Mümkün olsa da o anda o gençlerin yöneldiği istikameti, bir oku çevirir gibi bir Allah Dostuna çevriliverse o genç bu defa da gerçek cezbeye kapılır diye hayal kurar dururum kendi kendime. Aslına bakılırsa bu düşüncemin bir fantezi olmadığının ispatıdır çok defa şahit olduğum hadiseler. Nice günahlara batmış bir gencin bir Allah dostuna intisabı ile ne güzel bir hale geldiğini ve hayatını sapasağlam bir Müslüman olarak sürdürdüğüne çok defa şahit olmuşumdur.

“Bu milletin demiri sağlam...” Sadece işleyecek ustaya ihtiyaç var… Müslüman’ın tarihi bu ustalarla dolu; aslında milletin kendisi de bu ustaların farkında. Daha doğru ve daha açık bir ifadeyle insanımız çocuklarının nasıl bir eğitimden geçmesi gerektiğini, istikametinin ne olması gerektiğini pekâlâ biliyor. Lakin şeytan taşlamaktan tavafa fırsat vermiyor küffar. Müslümanların çocuklarına nasıl istikamet verilirse doğru olacağını bildiğini de biliyor küffar. Zira 15 Temmuz sonrası “cemaat” ifadesini kirletenleri fırsat bilerek bütün cemaatlere saldırmaya kalkışanlar, bu noktadan gedik açmaya çalışanlar oldu. Şükür ki başta Cumhurbaşkanımız olmak üzere, devlet yetkilileri bu art niyeti erken fark ettiler ve gerekli açıklamaları ciddi olarak yaptılar da şimdilik bu saldırı önlenmiş oldu. Tehlike bertaraf edilmediği gibi bu fırsatçılar gedik buldukları an saldırı yapmak üzere hazır bekleyeceklerdir.

15 Temmuz gecesi kahramanlık, şahadete yürüme ve gazilik hikâyelerinin yanında unutamayacağımız bir hikâye daha var… Yiğit evlatlarını şehirlerin meydanlarına, hava limanlarına, daha nice kritik noktalara dualarla gönderen annelerimizin, dedelerimizin, ninelerimizin hemen fetih ayetleri okumaya başlamaları hikâyesidir bu hikâye. Dua... Dua... Dua... Bu millet çocuklarını vatan savunmasına gönderir göndermez arkadan kendisi de duaya duran bir millettir. İşte bu hal top yekûn âdemiyetine dönme halidir ki korkacağı hiçbir şey olmadığı gibi Allah’ın izn-i keremi ile başaramayacağı bir şey de yoktur. 

“İnna lillahi ve inna ileyhi raciun” Daha ötesi mi var? Elbette bir kere öleceğiz. Allah rızası için gazaya çıkıp, onun yolunda şehit olmak ulaşılacak en büyük mertebe değil mi? Bu mertebeyi hedefleyenlerin daha aşağılarda başaramayacağı mertebe mi kalır? Zafer Allah’ındır. Biz gaza ile sorumluyuz. Şehitlik ise bu dünyadan göçmek için en arzu ettiğimiz makamdır.